30 Kasım 2011 Çarşamba

KEÇİ İNADI TAVŞANI KAÇIRIR


29.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Keçi daha önce kaçmıştı, inadını bırakmış, tavşanı yolcu ettik  kalanıyla. İnadımız inat; değerlerimize sahip çıkmayı, kaynaklarımızı değerlendirmeyi sevmiyoruz. Başkası yapsın biz, alalım istiyoruz. Kendi haline bıraksan bir yolunu bulup, yaşamını sürdürmeyi becerecek Ankara Tavşanı, insan eli değince ‘pes’ etmiş, kaçmış arkasına bakmadan. Ankara Üniversitesi Zootekni Bölümü’nden Profesör Doktor Gürsel Dellal, “Çin’e gittiler” diyor. Biz, Asya’dan Anadolu’ya gelirken Ankara Tavşanı, ters istikamette Asya’ya göçmüş söve söve!



5 ay önce

Yaklaşık 5 ay önce, sadece Erzurum Karayazı’da yetişen bir ters lale türünün ülkemizdeki nesli, tükeniyordu az kalsın. Son kalan 57 lale soğanını sökmüş götürürken Kapıkule sınır kapısında yakalandı iki Hollandalı. 2 tane numunelik bırakalım dememiş, cümleten sökmüşler. Kendi evinde, ters lalenin kökü kuruyacaktı tesadüfen yakalanmasa. Daha önce götürdükleri yetmemiş, kalanın da kökünü kurutacaklar. Hakikaten laleler ülkesiymiş Hollanda! Duyarsızlıkta inatçı biz.



10 yıl önce

Yaklaşık 10 yıl önce, bir gecede özelleştirilmeye çalışılan bor madenleri geldi aklıma. ETİ Holding'ten Sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in fark etmesiyle gündeme gelmiş, sayesinde bor madeninin nimetlerini, 21’inci Yüzyılın girişinde anca öğrenebilmiştik. “En zengin madenler bizde, yurtdışına acayip satış yapıyoruz” diye hava atıyorduk. Aklınıza gelecek her alanda kullanılabilen bu madeni, 1 liradan ham olarak satıyor, ondan üretilen ürünü 1000 liradan geri alıyorduk. İnatsa inat!



150 yüzyıl önce

Yaklaşık 7 yüzyıl önce, yanımızda keçilerimizi de getirmiştik Anadolu’ya gelirken. Ankara iklimini çok sevmiş, daha da güzelleşmiş, tiftikleri değerlenmişti. Kralları, kraliçeleri giydiren çok kaliteli ‘sof’ kumaşı dokundu o tiftikten. Neredeyse 5 yüzyıl, en önemli ticaret ürünü oldu. Her evin avlusunda bir tezgah, ‘sof kenti’ydi adeta Ankara.



Kıymeti yeterince bilinmeyince önce İngiltere’ye götürüldü keçilerimiz. Ancak Ankara’dan çıkınca bozuldu tiftiği. Sonra Güney Afrika ve Amerikalar’a gitti. Tiftiği aynı nitelikte olmasa da onlar bildi kıymetini. Hala milyonlarcası, o coğrafyada yaşıyor. Uyanıkmış, tavşanından 150 yıl önce, okyanusları aşıp, göçmüş buralardan Ankara keçileri. İnadını bırakmışlar hatıra olarak. Keçilere rahmet okutan inadımıza laf ettirmeyiz!



Bugün

Çıkmayacağız efendim, sahip çıkmayacağız, inat değil mi? Deha beyinlerimize, cevval girişimcilerimize, nitelikli yöneticilerimize, keçilerimize, bitkilerimize, tavşanlarımıza, madenlerimize sahip çıkmayacağız. Sahip çıkılmışına hayranlık duymayı seviyoruz. Dokunmayın bize, asabiyiz biz!



Yine de soracağım: Özgün  tavşanı, niye Ankara’da yok, ekonomik değeri yoksa niye Çin, 50 milyon Ankara Tavşanı besliyor? Keçisi, kendi memleketi Ankara’da bir avuçken başka kıtalarda niye milyonlarca yetiştiriliyor? Yahu efendim, hadi keçiyle tavşanın bacakları var, dayanamayıp sıvışıyorlar, lale soğanıyla madenlere yürüme kudretini nasıl verdiniz?



Ekliyorum; bunlara sahip çıkamayacaksak eğer, koca devlette onca kurum, onca üniversite, onca kooperatif, onca meslek odası, onca dernek niye kuruluyor, sakinleri, sahip çıkamayacakları koltukları, niye işgal ediyor?


Keçi inadı, tavşanları kaçırıyor. İnadımız batsın, keçileri kaçırdığımız yetmiyormuş gibi tavşanları da kaçırıyoruz!

26 Kasım 2011 Cumartesi

KÜÇÜK YATIRIMCININ CAN SİMİTLERİ


25.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Aynı gün iki haber: Biri, kısa süre cezaevinde yattığı için 5 yıldır iş bulamayan eski hükümlü Barış Satılmış’ın öyküsü. Diğeri, fabrikaların gözdesi makine mucidi Halil Cantürk’ün. Birincisi gündemi iyi izlemiş. 72 saatlik bir girişimcilik kursuyla hayatı değişmiş. Bir Ankara’da, bir Polatlı’da ve bir tane de İzmir’de, buharlı oto yıkama tesisi var. 1 ay sonra Bursa’da, bir şube daha açacak. İkincisi bir mucit aklına sahip olduğu halde belli ki bir işletme ve destek sorunu yaşıyor. Ara eleman ve sermaye olmayışından şikayet ediyor. Üstelik kazandığı paraları, hep araştırma-geliştirme çalışmalarına yatırdığını anlatıyor. Yetiştirdiği 150’ye yakın elemanı, büyük fabrikalara kaptırmış. Mütevazı atölyesinde, yine de fabrikalara makineler icat ediyor, Tayvan’dan bile icatlarını incelemeye geliyorlar.



Çözemedik şu sorunu

Barış Satılmış, internetten, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı KOSGEB’in ve Türkiye İş Kurumu İŞKUR’un sitelerini dikkatle takip etmiş. İŞKUR Ankara İl Müdürlüğü’nün açtığı girişimcilik kursuna katılmış ve KOSGEB, yapmayı düşündüğü işi uygun bulup, destek olmuş. Halil Cantürk, kendi parasıyla icat yapıyor, yetişmiş eleman bulamıyor, olanı da kaptırıyor. Anlı şanlı, fabrikaları olan, marka ürünler yaratan bir mucit olabilecekken babadan kalma yöntemlerin yetersizliğiyle mücadele ediyor.



Çözemedik gitti şu sorunu; beceriyle desteği buluşturmakta bir zaafımız var. Bugün gidin, yüzlerce mucit bulursunuz Türkiye’ye yayılmış organize sanayi bölgelerinde. Kendi çapında çırpınırlar. Yüz milyonlarca liralık yatırımlara imza atacak adamlar, o ayki nafakasını kurtardığına dua edip, çürür bir kenarda. Destek, ayağınıza gelene değil biraz da kendi döngüsünde kısılıp kalanı bulup, çıkarmakla olmalı.



İcat edenden çok yapılmışı taklit edeni seviyoruz. Zararsız, garantili iş onlarınki. Galata Kulesi’nden uçup, Üsküdar’a inen Hezarfen Ahmet Çelebi’yi, sürgüne yollayan aklın tedirginliğini taşıyoruz hala! 2011 yılında mucidimiz, başının çaresine bakıyor.



Destek var haberimiz yok

Hak yemeyelim; küçük ya da orta ölçekli işletmeler için destek sağlayan KOSGEB gibi çok kurumumuz var. Bir yenisi de Ankara Kalkınma Ajansı’nın, Yatırım Destek Ofisleri. Organize sanayi bölgelerimiz, kendi bünyesinde onlarca kurs düzenliyor artık. Eskileri yeni sisteme uyarlamaya çalışıyor, gençleri meslek, iş sahibi yapıyorlar. İŞKUR, benzer bir görevi üstlenmiş. Ancak yine de yüzlerce küçük işletme, yüzbinlerce vatandaşımız, bu desteklerden yaralanmıyor nedense. Haberleri bile yok. Duyurular, bilgilendirme ekipleri, daha yakınlarına hatta ayaklarına gitmeli belki. “Kurduk kurumu, buyursun gelsinler” yetmiyor demekki.



Yeni dünyaya hazırlık için

Barış Satılmış’la Halil Cantürk, tesadüfen aynı gün haber olmuş, birer ibret öyküsü. Türkiye’nin, aynı anda yaşayan iki ayrı küçük yatırımcı örneği. Biri günceli yakalamış, diğeri kaçırmış. Ancak ikisi de bu ülkenin değerleri. Çözmeliyiz bu sorunu. Destekleri, hızla layıkıyla buluşturmalıyız.


Ankara olarak Bilişim Vadisi, savunma sanayisi, sağlık, eğitim, turizm ve organize sanayi bölgelerinde atılımlar yapmaya hazırlanıyor ya da yapıyoruz. Eleştiri olsun diye değil, yeni bir dünya kuruluyorsa eğer, Ankara’da Türkiye’de eski alışkanlıklardan sıyrılıp, can simitlerini, doğru yere atsın diye söylüyoruz.

23 Kasım 2011 Çarşamba

AYAŞ’TA MUTLU SON (MU?)


22.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bir üniversite şehriydi. Eski tabiriyle darülfünun, medrese şehri. Osmanlı’nın en gelişmiş eğitim merkezlerindendi. ‘Ayaşi’ lakaplı, çok sayıda bilim ve devlet adamı yetiştirmişti. Zamanla bu niteliğini kaybetti. Dünya çapında bir kaplıca, içmece yöresi olmasına rağmen kendi yağıyla kavrulmaya terk edildi. Mart ayında, Ankara Kulübü Başkanı Metin Özaslan’la yaptığımız söyleşide hem bu bilgileri anımsatmış hem de Ayaşlılar’ın, fakülte yerleşkesinin, cezaevi ya da mülteci kampına dönüştürülmesine itirazına değinmiştik. Kimse duymamış, Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç, 1 haftalık açlık greviyle seslerini bir kez daha duyurmaya çalışmıştı.



İptal kararı

Çok şükür ki 2004 yılından beri süren mücadele, ilk aşamada ilçe halkının istediği gibi sonuçlandı: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, imar planının iptal edildiğini bildiren yazıyı, belediyeye gönderdi. Şimdi gözler, Bakanlar Kurulu’nda. Bakanlar Kurulu’da bu yönde karar alırsa Ayaş, kendine yakışmayan bu projeden kurtulacak.



Okullar yayılmalı

Ayaş’taki yerleşke, Gazi Üniversitesi’nin bir fakültesi olarak tasarlanmıştı. Tesisleriyle lojmanlarıyla göletiyle bölgeyi canlandıracak bir okul düzeni kurulmuş. Tarihine bakınca Ayaş’a, okul yakıştırıyor insan. Merkezine yığılan aşırı yoğun okullaşmayı, çevre ilçelerine yaymaya ihtiyacı var Ankara’nın. Bu yayma, kentin sağlıklı büyümesi için de geri kalmış ilçelerin ayağa kalkması için de gerekli. İlçelerin yöresel özelliklerine göre okulları bölüştürmeliyiz. Okullar ilçelerimize, halk okullarına, ilçelerimiz, başkente sahip çıkar böylece. O yörenin sahiplenmeyeceği bir girişimi, isteseniz de yaşatamazsınız zaten.



Doğal laboratuvar

Dahası Ayaş’ın, üç önemli niteliği daha var değerlendirilecek; biri tarihi dokusu diğeri kaplıca ve içmece birikimi. Her türlü “Bir turizm merkeziyim ben” diyor Ayaş. Tarihi İpek Yolu üzerindedir. Görülesi cumbalı evleri, çeşmeleri ve camileri meşhur. Haymana’da, 2 ay öce açılan çok yıldızlı kaplıca oteller gibisi yakışır Ayaş’a. Yanı sıra üçüncü özelliği tarımsaldır; sadece domatesi ve dutuyla bile kendi uzmanlık alanı olan tarımsal bir merkeze dönüşebilir. Çok yönlü özellikleriyle fakülteler, yüksekokullar için doğal bir laboratuvar adeta.



Bir tane Ayaş var

Şimdi sorumuzu soralım: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın aldığı iptal kararı, ‘mutlu son’ mudur? Görüldüğü gibi Bakanlar Kurulu’da benzer bir karar almadan “Mutlu sona ulaştık” diyemiyoruz. Okul olarak tasarlanmış bir yeri, kim, niye cezaevi ya da mülteci kampına dönüştürmeyi düşünmüş onu da bilemiyoruz. Yörenin özelliklerini bilmeden, masa başında alınmış bir karar kokusu tütüyor burnumuza. Bu memleketin, çok çektiği bir karar yöntemi.



Bakınız efendim; cezaevi ya da mülteci kampı yapmak, devletimiz için hiç te zor bir şey değildir. Yer arıyorsanız  istemediğiniz kadar arazi Ankara çevresinde ganidir. Ancak bir tane Ayaş var. Kaybedince arasanız bir Ayaş daha, zor bulursunuz 60 kilometre dibinizde.



Ayaş yollarında kervanın mı var
Beni öldürmeye fermanın mı vara masabaşındaki adam?

19 Kasım 2011 Cumartesi

ONA DEĞİL BUNA BAKIYORUM


18.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Önde Atılım Üniversitesi’nin, kızlı erkekli 23 öğrencisi, arkada ‘Anadolu Organize Sanayi Bölgesi’ tabelası. Aralarında Anadolu OSB Başkanı Hüseyin Kutsi Tuncay. “Arkadaş, Tunalı Kavşakları kapatılacak, sen nereye bakıyorsun öyle?” diyenler çıkabilir. Nesine bakayım efendim; yasal olmayan bir şey mi yapılmış başkentin ortasında? Yapılmışsa yargı neredeymiş? Yasal olmayan bir şey ise geç te olsa değerlendiren yargı kararını, “Aman uygulamayın” diyen meslek odalarını, sivil toplum örgütlerini mi savunayım? Allahınızı severseniz, buna benzer bitmek tükenmek bilmeyen davalarıyla “Burası başkent” diyebilir misiniz? Devletin idare merkezinde bunlar olabiliyorsa nesine bakayım efendim?



Asıl sorun dururken

Akıl sağlığımı korumak için, Ankara’da yapılan bütün iyi şeylere bakmayı yeğliyorum. Atılım Üniversitesi’nin 23 öğrencisi, Malıköy’deki Anadolu Organize Sanayi Bölgesi’ni gezmiş. Ayakları, daha okuldayken mesleklerinin uygulama alanına değmiş. Bu buluşma, bugün ve yarın için daha anlamlı değil mi sizce de?



Her fırsatta bilginin uygulamayla buluşmasına, yaratacağı iş olanakları ve ülkeye yararına değiniyoruz. 2010 verilerine göre Türkiye’de, makine sektöründe, 100 dolarlık satışımızın, 75 dolarlık kısmını dışarıdan alıyoruz. Yani kendi katkımız 4’te 1. Övünülecek bir şey mi bu? Sorun diye bunları çözmemiz gerekirken açılmaması gereken kavşağın, açıldıktan sonra kapanmamasını savunmakla meşgul oluyoruz. Neyi savunduğumuz belli değil. Affedersiniz, cümleten saçmalıyoruz!



Organize sanayi birikimimiz

Anadolu Organize Sanayi Bölgesi’ne gitmiş te ne öğrenmiş gençlerimiz? Aylık 20 bin liralık bütçelerden, 235 milyon dolarlık bir üretim bölgesine dönüştüğünü öğrenmişler. Devletin, bir kuruş katkısı yok, sanayicilerin cebinden çıkmış masraflar. Görevi; gençlere iş alanları açmak, üretmek ve ürettiğini dışarıya satmak. Küçük işletmelerin, orta ölçekli işletmelere dönüşümünü sağlamak amaçlı bir bölge olduğunu öğrenmişler. Çağdaş bir sanayi bölgesinin, kendilerini ve bilgilerini beklediğini görmüşler. Ne tür katkıları olacak, karar verecekler artık.



Hop OSTİM’e sıçrayalım, aynı günlerde, Rusya’dan misafirleri var. Rusya Federasyonu Yaroslavl Bölgesi’nden gelmişler. Kurumsal yapısı ve yönetim şekli konusunda bilgi almak için. Kurmakta oldukları sanayi bölgesinde, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeleri geliştirmek için OSTİM’in, kendilerine iyi bir örnek olduğunu düşünmüşler. Organize sanayinin kitabını yazmış kent Ankara’nın, bir gücü var, biz nelerle uğraşıyoruz!



Önümüzdeki günlerde, üniversitelerimiz, teknokentlerimiz, daha sık buluşacak organize sanayi bölgelerimizle yerel yöneticilerimizle. Gençlerimizi, kaldırım arşınlamaktan kurtaracak bu buluşmalar. O yüzden ona değil buna bakıyorum; gelecek burada.



Gözyaşının rengi olsa

Tekrar Malıköy’e dönelim. Daha önce de yazmıştım ama eksikmiş. Anadolu Organize Sanayi Bölgesi, 1800 badem ağacı dikmiş, bu yıl 1 tona yakın verim almış, gelirini de meslek okulunu kurmak için kumbaraya atmıştı. Meğer 1800 ağaç, Kurtuluş Savaşımız’da, bölgenin verdiği 1800 şehidin anısına dikilmiş. İlkbahar’da, her ağaca, bir şehidimizin adını verecekler. Maddesi gibi maneviyatı da olan organize sanayi bölgesi görmüş müydünüz? Rengi olsa yazının bu satırlarını, gözyaşlarımla yazmak isterdim.


Ne dersiniz? Oraya değil de buraya bakmakta haksız mıymışım?

16 Kasım 2011 Çarşamba

YIL SONUNA KADAR YAPILACAKLAR


15.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi


Kaydediyorum. 10 yıl, 5 yıl, 2 yıl sonraya değil en geç 2 ay sonrasına bitecek işler sıralanıyor, söylenenleri kaydediyorum. Bir silkinme işareti işler. Hareketsizlikten toz tutmuş saçlarınızı çırpın, kireçlenmiş eklemlerinizi hareket ettirin. Ankara silkiniyor, beraber uyanalım.

Bürokrasi azalacak
Yazıyorum: 1 Ocak 2012 tarihinden sonra Ankara’da , kamu hizmetlerinin iyileştirilmesine yönelik bütün iş ve işlemler yenilenmiş olacak. İş kurmak için sayfa sayfa evrak doldurulup, masa masa, kapı kapı dolaşılmayacak. Her memura bir hatıra gibi, 16 vesikalıktan ibaret bir tomar fotoğraf gerekmeyecek. Patlatan belasını bulmuyor sanki “İş yerindeki tüpü patlatmayacağına dair noter tasdiki getir” denmeyecek. 2  gün biçilmiş işin peşinden 12 gün koşulmayacak. 12 gün koşturan memur hakkında, işlem başlatılacak. Bütün bilgi internet üzerinden yayınlanacak, herkes ne yapacağını bilecek. Kısacası bürokrasi azalacak.

Proje Pazarı
Yazıyorum: Girişimciler ya da ilgilisi, her biri ayrı bir köşeye dağılmış mucitlerle buluşturulacak. Akıl, uygulamayla tanışacak. ‘Proje Pazarı’, Aralık ayı içerisinde açılmış olacak. ‘Bilişim Vadisi’ planları yapan bir kentte, sebze pazarı kadar ilgi görmesi, muhataplarına kalacak.

15 yıl sonra
Yazıyorum: İstanbul’da, turizmcilerin fuarı EMMIT 2012’ye, 15 yıl sonra yeniden katılmış olacağız. Şubat ayındaki fuar için hazırlıklar tamamlanmış olacak. Bu kadarla yetinmeyip, Berlin ve Moskova’daki fuarlara da katılma hazırlıkları yapıyoruz, katılacağız. Kültür ve Turizm Bakanlığımız bilgilendirilmiş, gereken yapılacak.

Fuar Şirketi
Yazıyorum: Ankara’da, uluslararası bir fuar şirketinin kuruluşu bitirilmiş olacak. Ortakları arasında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Ankara Ticaret Odası, Ankara Sanayi Odası, Büyükşehir Belediyesi ve Ankara İl Özel İdaresi gibi kurumlar var. 25 yıl sonra, çadır fuarcılığından uluslararası fuarcılığa geçiş yapmanın en önemli adımını atmış olacağız. Bu arada kaplıca ve kongre fuarcılığına özel, yeni bir büro oluşturulmuş olacak.

Çocuk dostu Ankara
Yazıyorum: Ankara, bir çocuk dostu kent olma özelliğini, yeni projeleriyle geri almak istiyor. 20 Kasım’da, İl Genel Meclisi bünyesinde, büyük bir çocuk meclisi oluşturulacak. Çocuklar toplanıp, sorunlarını tartışacak. Toplantı, her yıl 20 Kasım’da tekrarlanacak. Tüm kalbimizle beklentimiz, dünyanın tek çocuk bayramını hediye eden kente, 23 Nisan’ının geri verilmesi için benzer bir çabanın gösterilmesi olacak.

Ya bülbül ya karga
O söylüyor, biz yazıyoruz. Yazılanları kim söylüyor? Ankara Valimiz Alaaddin Yüksel. Yazarken biraz yorumluyoruz. Gerçekleştirmek üzere 5 başlık sayıyor. 2 aydı 1 buçuk ay kaldı. Olta uçlu ‘çengel’imize dizdik vaadleri. Gerçekleşirse bülbül şakıması, gerçekleşmezse maalesef karga ötüşü çatlak sesimizi duyacaksınız!

13 Kasım 2011 Pazar

BU YIL DA BÖYLE ATAM


11.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bu yılki rapor Atam. Geçen yıl safiyane beklentilermiş gibi görünen bazı şeyler, gerçekleşme yolunda ilerliyor ya da gerçekleşiyor. Bazı şeyler iyiye gitmiyor, arada yüreğimize indiren haberlerle irkiliyoruz.


Atam,

En sevindiğimle başlayayım: Ankara Kale’sine, kapsamlı altyapı düzenlemeleri için kazmalar vuruldu. Konya Sokak’tan, Kale içine kadar geldi çalışmalar. Valilik kaynak sağladı, Büyükşehir Belediyesi başta, ilgili herkes harıl harıl çalışıyor. Hamamönü ve Hacı Bayram’la birleşince misafirlerimizle keyif çayımızı, eski Ankara’nın yenisinde yudumlayacağız.


Atam,

Sanayicilerimiz, büyük bir atılım aşamasındalar. Organize sanayi bölgeleriyle hazırlanıyorlar. Bir kısmı bitti, hazır. Atıksız, her şeyi değerlendiren, elma, badem bahçeli, yeşil sanayi bölgelerimiz var artık. Üniversitelerle, teknokentlerle işbirlikleri artıyor. Meslek okullarını bile planlıyorlar. Kazan Savunma Sanayii Kümelenmesi, tüm Ankara sanayisi için bir çığır olacak. Bu kümelenme olmasa da yenilenme, kendi marka ve icatlarını üretme, kendini aşma konusunda bir eğilimi var sanayicilerimizin.


Atam,

Polatlı buğdayı marka oldu ülke çapında. Teselli etmiyor.  Üzümü, armudu, domatesi, elması, vişnesi, kavunu gibi unutulmuş markaları, hala anımsanmayı bekliyor. Çeşitlendirilmiş tarımla toprakları yeniden canlandırma planları var. Seracılıkla uç vermeye başladı. Ekmediği toprağa para alan çiftçilerimizin, uyanmasını bekliyoruz.


Atam,

İlk ‘Hayvancılık Organize Sanayi Bölgesi’nin temelleri  Çubuk’ta atıldı, neredeyse 1 yıla bitecek. Valimiz Alaaddin Yüksel, “İçinde ilk ‘Hayvancılık Meslek Lisesi’ olacak” deyince gözlerim yerinden fırladı. Ankara’ya, ‘Hayvancılık Borsası’ kurma planlarını anlatınca, bayılmışım!


Atam,

Bilişim Vadisi hakkımız, verilmezse başımızın çaresine bakarız kıvamındayız. Hem kayadan temelleri hem ciddi ihtiyacımız var  ama siyasete kurban olmak üzereyiz. Tüm altyapı birikimiyle birinci sıradaki kent, siyasetin sihirbaz çubuğuyla görünmez oldu. Bilişim Vadisi’ni, Ankara’yı görebilenler, kendi kuracak herhalde.


Atam,

Eskişehir’le Konya’ya, 1 buçuk saatte gidiyoruz artık. Şimdi İstanbul, İzmir Yüksek Hızlı Trenleri’ni gözlüyoruz. Sincan, Etimesgut, Keçiören, Ümitköy-Çayyolu, metroyu gözlüyor.


Atam,

Tatsız konulara gelince… İlk sırada emanetin var; iki eliyle bir türlü Atatürk Orman Çiftliği’ne, sahip çıkamıyor bu kent. Yollarla parselleniyor, Kanun Hükmümde Kararnameler’le SİT değeri düşürülüyor, hizmet bahanesiyle betonlaşmanın yolu açılıyor. Emanet yerine, kullanmayı akıl edememiş safların, yüksek getirili arazisi olarak görülüyor. Sana rağmen kararlı olanlar var. Çiftliğin, emanetten öte, Ankara için önemine değindiğimiz satırlar var. Ancak inatla Ankara’yı, deliksiz beton başkenti İstanbullaştırma yolunda ilerliyoruz!



Atam,

Bu yıl saptadığım 61 başlıktan ancak bir kısmına değinebildim. İki tanesine daha değinmeden edemeyeceğim: Biri Ayaş’ın bir mahallesindeki kuduz karantinası, diğeri Gölbaşı’nın Tulumtaş Mahallesi’nde, Maden Tetkik Arama Müdürlüğü’nün raporuna rağmen turistik Damlataş Mağarası üzerine kurulan villalar. “Nasıl bir ilgisizlik, başkent’in dibinde bunlar olabiliyor?” dedirten cinsten iki durum. Aslında Ankara’ya ilgisizliğin, gazetelerdeki manşet hali.



Atam,

Son dakika gelişmesi, ‘Ankara Milletvekillerini Bilgilendirme Toplantısı’. Valiliğin düzenlediği toplantıda, birçok konuda ilk kez bilgilenen vekillerimiz olmuş. Sana havale ediyorum!


61 başlığın yarısından çoğu olumsuzdu. Yapmayanla yapılmayanla ilgilenmek zaman kaybı, yapanlar var, onları görmeni istedim. Bilmiyorum ne kadar rahat uyuyorsun ama Atam, ben iyi tarafından bakıyorum sen de bak, rahat uyu istedim.

12 Kasım 2011 Cumartesi

ANKARA VALİSİ ALAADDİN YÜKSEL SÖYLEŞİSİ

08.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi



ALİ İNANDIM- Ankara’da, yaklaşık 1 buçuk yıllık görev sürenizi geride bıraktınız. Geldiğinizde ilk izleniminiz neydi? Nereye geldiniz?



ALAADDİN YÜKSEL- Mülki amir olarak, önemli 3 şehirde bulundum. 1990’lı yıllarda İstanbul’da vali yardımcılığı,  2000’li yıllarda İzmir Valiliği ve arada, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde valilikler ve son olarak Ankara Valiliği. Her gittiğim yerde duydum ama Ankara’ya atandığımda, fevkalade heyecan duydum. Çünkü  büyüklüğünden öte Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentiydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümet ricali buradaydı ve devletin buradaki yapılanması farklıydı. Diğer illerden farklı bu yapıyı algılayabilmek için takriben 3 aylık dikkatli bir dönem geçirdim. Çalıştığım diğer illere benzemiyor, ilk kez böyle bir tecrübe yaşıyordum. Devlet görevini ifa edenler, artık il, ilçe sınırları, nüfus, yüzölçümü gibi rakamsal tanımları aşmalı. Bunların dışında bir ‘duygu haritası’ çıkarma ve stratejimi, buna göre belirlemem gerektiğini düşündüm.



ALİ İNANDIM - Bunu açar mısınız biraz?



ALAADDİN YÜKSEL - Yeni küresel yapı içerisinde, yönetim yöntem ve ilkeleri de tartışılıyor. İdari ve siyasi yönetime talip olanların, artık hizmetlerini bir mülki harita sınırları içerisine sıkıştırmayıp, şehri duygusal haritalara ayırmalı. Örneğin; “Haymana’yı getirin, bir haritasını, nüfusunu, kaç köyü olduğunu göreyim” demek yerine, Yenice Beldesi’yle Haymana’nın, ihtiyaç ve özelliklerini, komşusu Polatlı’nın halk ilişkileri ve sosyal dokusunu ayrı ayrı değerlendirmeliyim. Her yöreye, karakterine uygun kalkınma hareketlerini götüreceksiniz. Ankara’ya gelir gelmez Kalkınma Ajansı’nı kurdum. Ajans, insan ve ihtiyaçlar haritasını çıkardı. Kare kare ayıracak, bulabildiğiniz her insan dokusunu tahlil edecek, ihtiyaçları belirleyecek, fotoğrafı göreceksiniz. Ben, bu fotoğrafı çektim.



ALİ İNANDIM - Yaklaşık 1 yıl önce, “Ankara, Ankaralılar’ın gündeminde değil diyerek” Ankara’nın, ilgisizlik  hastalığına dikkat çekmiştiniz. Hala o kanaatte misiniz?



ALAADDİN YÜKSEL - Bana göre bir şehirdeki ana unsur, ‘ortak akıl’ kabiliyetini kullanabilmesidir. Beni, şehrin birikimi kadar, bu gücü de son derece ilgilendiriyor. Ankara,  çok yoğun siyasi hareketlerin, yoğun hizmet sektörünün ve kamu yapılanmasının çok yüksek olduğu şehirlerden biri. Dünya şehrinde yaşıyorsunuz, diğer dünya şehirlerinde olup, sizde olmayan eksiklerinizi tartışmıyorsunuz. Her sabaha, yeni bir gündemle başlıyorsunuz. İlk aylardan itibaren bu kentin yüksek birikimini gördüm ben. Organize sanayilerinden üniversitesine, eğitim kurumlarından Türkiye’nin en modern sağlık altyapısına kadar. İl ve bölge müdürlerini ilk topladığımda, “Kaç kişi birbirini tanıyor?” dediğimde, o şehri yönetenler, “Vallahi törenlerde görüşüyoruz” diyorsa, zorluklar olduğunu kabul etmek gerekir.



ALİ İNANDIM - Ankara vekillerimizi de ekleyebilir miyiz aralarına? ‘Ankara Milletvekillerini Bilgilendirme Toplantısı’ndaki gözlemlerinizi de merak ederek soruyorum.


ALAADDİN YÜKSEL - Bunu tartışmak benim görevim değil tabii. O toplantıda, idari nezaket içerisinde şunu söyledim: “Bir kentin rekabet avantajını elinde tutabilmesinin öncel koşullarından biri, kentin ana oyuncularının, ortak akılda buluşması kabiliyetidir. Eğer  bu kabiliyetini kullanamıyorsanız şehrin hiçbir kabiliyetini harekete geçiremezsiniz” dedim. Bir adım daha atıp, toplantıdan sonra senin de köşende yer verdiğin gibi değerlendirmeler yapmak benim görevim değil. Yoksa görev sınırımı aşarım. İlgiyi yetersiz buluyorsa eleştirecek olan eli kalem tutanlar, kentin muhataplarıdır. Kent değişiyor, dönüşüyor. Halkın kentine olan ilgisi, kentin değişim dönüşüm zamanında herkesin fedakarlık yapmasıdır. Sivil toplum örgütleriyle meslek odalarıyla buluşuyorum. Takım oyunu oynama konusunda bu buluşmaları sağladığımı düşünüyorum.



ALİ İNANDIM - Gündeme siz getirmiştiniz, turizm konusunda yol katediyor muyuz?



ALAADDİN YÜKSEL - Turizm, başka sektöre benzemiyor. Sabah konuş, akşama sonuç al işi değil. Turizm öyle bir sektör ki aynı tarlaya tohum atmaya benziyor. Tohumu atacak, pusuya yatacaksın. Cazibe alanlarında iyileştirme yapacaksın. Geldiğimde, Ankara’nın cazibe alanı neresi olmalı diye baktım, “Ankara Kalesi’nden başlamalıyım” dedim. İl Özel İdaresi’nden, kültür ve tabiat varlıklarının iyileştirilmesine yönelik Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne, büyük bir miktar kaynak aktardım. Daha da yapacağım. Elektrik, telefon gibi havai hatların yeraltına alma çalışmaları sürüyor. ASKİ ve Büyükşehir’in, atıksu ve temiz su hatları bitirildi. Doğalgaz hatları devam ediyor. BEDAŞ, aydınlatma çalışmalarını sürdürüyor. Karanlıktan kaynaklanan sorunlara ve madde bağımlısı gençlere yönelik güvenlik önlemleri alındı. Büyükşehir ve Turizm Müdürlüğü, tanıtma büroları açıyor. Yönlendirme levhaları kondu. Gündüz 10:00 ile 18:00 arasında araç trafiğini durdurduk. Kültür Müdürlüğü, 2-3 gün arka arkaya gitti, taksicilerle eğitim faaliyeti gerçekleştirdi. Gazi Üniversitesi Turizm Fakültesi’ni, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’yle bir araya getirdim. İlk ve orta öğretim okullarından seçtiğimiz 100 öğretmene hizmet içi eğitim verdik. 2 buçuk ay kadar sürdü, geçenlerde sertifikaları verildi. 100 öğretmen daha alacağız eğitime. 5 milyon nüfusun 1 milyonu okullarda. Öğrencilerimiz, aynı zamanda turizm elçilerimiz olacak. Öğrencilerimizin, müzeleri ve ören yerlerini ücretsiz gezebilmesi için çalışma yapıyoruz. Bunları yapmayıp ta ne yapacağız? Akşam sıra gecelerine, çiğ köfte partilerine, onun çocuğunun sünnetine, bu kebapçının açılışına mı gideceğiz? 5 milyonluk kentin ihracatı, 5 milyar 600 milyon lira. Güneyde bir ilimiz, sadece turizmden, 8 buçuk milyar dolar kazanıyor. Bir şehir, 40 milyon dolarla başladı işe, sadece kesme çiçekten, domates, biber ve salatalıktan 1 milyar dolar kazanıyor şimdi. Dünya’yı doyuran bir Ankara hayal ediyorum.



ALİ İNANDIM - Tarıma havyacılığı da ekleyelim. Ne durumdayız, neler düşünüyorsunuz gelecek için?


ALAADDİN YÜKSEL - Şüphesiz, bu yüzyılın ve geleceğin reçetesi tarımdan geçiyor. Bir şehir düşününüz ki 1 milyon 200 bin hektar kullanılabilir araziniz olsun, sulama kabiliyetiniz olsun bunun sadece 98 bin hektarını sulayın. Arazinin neredeyse tamamı, dededen babadan kalma geleneksel tarımla işleniyor. Bu ülkenin, diyelim 18 milyon ton buğday ihtiyacı olsun. Bir ürün planlaması yapılmadığı için 23 milyon ton buğday alın, sonra gidip, bunları toprağa gömün. Sizin toprağınız, en iyi sebze, meyveyi sağlasın, bu yüzyılda Ankara, bu işi bıraksın. 6 ilçeden, Tarım Müdürlüğü kaldırılmıştı geldiğimde. Hepsi merkezden yürüyordu. Böyle şey olur mu? Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ne giren yuva kavunu, nerede kardeşim? Nerede İstanbul’a, pamuklara sarılarak yollanan elmalar, armutlar? O kadar kıymetli ki çürümesin diye pamuklara sarıp, yolluyorlar. Ne oldu da bunları kaybettik? Ankara’da, başlıklardan biri de ‘seracılık ve çeşitlendirilmiş tarım’ diyorum. Özel İdare’den yaptığımız katkılarla Nallıhan’da, 50’nin üzerinde sera yaptık. Kesme çiçeğin katma değeri inanılmaz yüksek. Geçen hafta Çubuk Kaymakamı’na, 300 bin liranın 80 binini yolladım. Yalova’ya gönderip, kesme çiçek seralarını gezdirdim. Ayrıca termal sularımızı, derelere akıtmayacağız. Örneğin Haymana’da, Kızılcahamam’da, bu suları seralardan geçirecek ve enjeksiyon yöntemiyle  yeraltındaki kaynaklarına geri vereceğiz.



Avrupa’nın, bütün tiftik ve yapağını karşılayan, dünyanın gıpta ettiği Ankara Keçisi’ni bırakın, İl Özel İdaresi’nin kaynaklarıyla başka bir ülkenin hayvanı olan Saanen keçilerini getirin, Anadolu’ya dağıtın. Böyle bir şey olamaz. Hayvancılıkta en büyük ataklarımdan biri Çubuk’ta. 5 yıldır, koku yüzünden, ahırlar  kalksın mı kalkmasın mı tartışması sürüyordu. Ya uluslararası havaalanı diyeceksiniz ya da hayvancılık diyeceksiniz. Geldim, konuyu Başbakanımız’la ilgili bakanlarla görüştüm. Temmuz ayında sayın Başbakan, bana çok önemli bir miktar para verdi, Sanayi Bakanlığı’yla işbirliği yaptık, Türkiye’de ilk defa Çubuk’ta ‘Hayvancılık Organize Sanayi Bölgesi’ne başladık. 2 buçuk milyon metrekarelik bir alana, 20 bin hayvan kapasiteli 100 büyük ahır yapıyoruz. Ağustos’ta yer teslimi yaptık, Eylül’de işe başladık. İçinde hayvancılığın bütün modern tesisleri olacak; laboratuarı, hayvan hastanesi, gübreyi enerjiye  çevirecek sistemi. Şimdi ek olarak, Türkiye’nin ilk ‘Hayvancılık Meslek Lisesi’ni açacağız.



ALİ İNANDIM - Ne zaman bitecek?


ALAADDİN YÜKSEL – Bitişi, 2014 yılının sonu olarak görünüyor ancak olağanüstü bir şey olmazsa 2012 yılının sonunda bitmesini bekliyorum. Türkiye’nin ‘Hayvancılık Borsası’nı, Ankara’da kurulabilmeyi ümit ediyorum. Ankara, hayvan değerini biçen merkez olabilmelidir.



ALİ İNANDIM - Okullaşmaya çok  önem veren bir valisiniz. Sanayicilerin, ciddi bir eğitilmiş işgücü ihtiyacı var. Meslek okullarından gelenlerse güncel bilgi ve teknik donanımları yetersiz geliyor. Görmemiş gibi sıfırdan başlıyor eğitimleri. Meslek okullarına nasıl bakıyor, neler yapmayı düşünüyorsunuz?



ALAADDİN YÜKSEL - Bir idareci olarak gittiğim şehrin, eğitim kapasitesinde 3 şeye bakarım. Bir, fiziki altyapıya bakarım. İki, erişim kabiliyetine bakarım; bilgisayar internet gibi. Üçüncü olarak kalitesine bakarım. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranı, yüzde 80’dir. İlköğretimdeki rakamlarımız yüzde 99.99’dur. Meslek liselerinde de hemen hemen yüzde 80’lerin üzerindedir. Yüzde 100’e çıkarılmasına inanıyorum. Genel liselerden meslek liselerine yönlendirme gerekmektedir. Eklemeliyim; ‘Hayvancılık Meslek Lisesi’ne ek olarak bir de ‘Tasarım ve Mobilyacılık Meslek Lisesi’ açacağız. Bu da Türkiye’de ilk olacak. Siteler civarında arazisini bulduk, Milli Eğitim’de de projeleri bitti, Bakanlığa takdim ettik.



ALİ İNANDIM - Savunma sanayi yatırımlarıyla organize sanayi bölgeleri hareketlendi, hem de yenileri açılmaya başladı. Bu planlı mıdır yoksa kendi halinde, kişilere kalmış bir gelişme midir?



ALAADDİN YÜKSEL - Türkiye Cumhuriyeti’nin, iş hayatının gelişmesi ve sanayinin bu geldiği noktayı yakalamasında yaptığı en doğru işlerden biri, organize sanayi bölgeleri rejimini çok dikkatlice kullanmasıdır. Nadiren, bir heves bile olsa organize sanayi bölgeleri, sanayicinin, kendi yönettiği bir alan olması bakımından ve başka hiçbir yerel otoritenin de oraya müdahale imkanının olmaması nedeniyle bana göre Türkiye’nin, en doğru sanayi rejimlerinden birisidir. Bütün iller buna önem veriyor. Ankara’nın, genel kabiliyeti şöyle: 11 tane organize sanayi bölgesi var. Bunun 5 tanesi faal. İçinde kümeleşme ve yan sanayi çok başarılı. İçlerinde 2 tanesi çok örnek ve özel; İvedik ve Ostim. Ankaralı sanayicileri, yürekten tebrik etmek gerekiyor; ‘kümeleşme’ işi, tam bir akıl ürünüdür. Bunu yaparken bir şey daha yapmış, bunlara destek olacak yan sanayiyi de oluşturmuşlar. Türkiye’de, savunma sanayisine destek olan yan sanayinin iş büyüklüğü, yüzde 82’yle Ankara’ya ait. Çok müthiş bir olay. Bugün Ankara’nın, inanılmaz bir gücü de Polatlı’daki iki sanayi bölgesidir. Türkiye Şişe Cam Fabrikaları, Polatlı’ya geliyor. Her ay, sessizce gidiyor, Kaymakam’la müteşebbis heyet toplantılarına katılıyoruz. Şişe Cam Fabrikaları, Polatlı’ya, Ortadoğu’nun, en büyük şişecam fabrikasını yapmaya karar verdi. Bir süre sonra inanılmaz bir Polatlı OSB’si oluşacak. Bu bir heves mi? Ankara’da, organize sanayi bölgeleri heves olamaz. Üniversitelerin teknokentlerini, organize sanayi bölgeleriyle buluşturmak, işbirliğini sağlamak önümdeki işlerden biri. Bu buluşmayla Bilişim Vadisi’nin, ilk adımlarını da atmış olacağız.



ALİ İNANDIM - Tam burada sorayım: Ankara, Bilişim Vadisi’ni de kaptırdı. Türkiye’nin en iyi alt yapısı ve nitelikli işgücü buradayken. Kendi Bilişim Vadisi’ni, kendisi mi yapacak Ankara?



ALAADDİN YÜKSEL – Bir şey kaptırmadık. Bilişim Vadisi, zaten önümüzde duruyor bütün herşeyiyle. Bize, “Yahu kardeşim, bir araya gelin, ortak akılda buluşun, Ankara’nın göbeğinde duruyorum ben” diyor. Ne istiyor Bilişim Vadisi? Birincisi; o şehrin eğitim altyapısı kuvvetli olsun diyor. Arkasından üniversiteler olsun diyor. Onun arkasından üniversitelerde, teknokentler olsun diyor. O şehirde, çok sayıda organize sanayi bölgeleri olsun, o bölgelerde, kümeleşme kabiliyeti olsun diyor. En vurucu maddesi; Bilişim Vadisi’ni üretecek araziye sahip olsun diyor. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, 2005 yılında bu koşulları beyan etmiş. Uluslararası şirketler, bunları incelemiş. Demişler ki Türkiye’de, bunu başaracak 3 tane şehir var; İstanbul, Ankara, Eskişehir. Sonra koşulları, bu şehirlere oturtmaya çalışmış ve sonunda “Bunu başaracak beyni ve fiziki yapısı en uygun yer Ankara’dır” demişler. Birileri memnun olsun diye Ankara dursun. Böyle bir şey yok. Biz, bu işi başaracağız. Hedef; 2012 yılı. Bu ayın 15’inden sonra teknokent yöneticilerini çağıracağım, ilk buluşmayı yapacağız.



ALİ İNANDIM - Geçen yıl, Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin yıldönümü olan 27 Aralık’ta, Garnizon Koşusu ve Seğmen Yürüyüşü’nün iptaliyle çok tartışılan bir gündem oluşmuştu. Bu yıl ne olacak?



ALAADDİN YÜKSEL - Bayramlar, bir bütünlüğü ifade eder. Bir şehirde, o şehri oluşturan insanlar, bu benim milli günüm, iyi ki bir araya geldik, el ele tutuştuk, bayramı idrak ettik diyebilmelidir. Ama şehirde bir gurup insan bayramı yapıyor da  bir gurup insan, “Hastam var  gidemiyorum, işe gidecektim yetişemiyorum, ambulansla çocuğumu hastaneye yetiştiremedim, filan meydanda saatlerdir bekliyorum” diyorsa idrak ettiğiniz hadise bir bayram olabilir mi? 7-8 saat ana yolların kapalı olduğu, genel hayatı bu kadar olumsuz etkileyen bir dünya şehri, bana söyleyebilir misiniz? Ben, hiçbir faaliyeti durdurmadım. Sadece Ankara’nın ana yollarında, bayram programında gösterilen hususlar dışında, uluslararası takvime bağlanmış olan Atatürk Maratonu’da dahil, hepsi yürüdü. Seymen kardeşlerimiz geldi evvelki gün, vilayetin önünden ana caddelerden Ulus’a kadar yürüdük  beraber. Ama 11 tane seymen derneği, Genel Kurmay kavşağından beraber gitmiyor. Her biri, o yürüsün, ondan sonra yürüyeceğim diyor. Her seymen derneği, 1 buçuk saatte Ulus’a gelirse 11 tane dernekle ana yolları kapatırsınız. Seymenlerin her biri, bir dönemin kahramanları ve bu kahramanlığı yaşatan insanlar. Ama bu şehirde, hiç kimsenin istediği gibi hareket kabiliyeti olamaz. Geçen yıl bunu uygularken özellikle Garnizon Komutanı, söylediğim bütün gurupların temsilcileri dahil, bir ay önce Valiliğe davet ettim. Böyle düşündüğümü, yapacağımı söyledim ve emri bir ay önce herkese duyurdum. Ankara’nın zararına, kötülüğüne, genel hayatını olumsuz etkileyecek hiçbir karar alamam.



ALİ İNANDIM - Sanki sadece geçen yıla has bir kararmış gibi  algılanmıştı.



ALAADDİN YÜKSEL - Hayır, böyle bir şey yok. Ben bir yazılı emir çıkardım ve şu ana kadar da hiç kimseye özel bir muamele yaptırmadım. Yani söylediğiniz gruplara “hayır” dedik te… Böyle bir şey yok ki.



ALİ İNANDIM - Peki şöyle bir şey mi öneriyorsunuz; bu koşuyu şurada yapın, yürüyüşü şurada yapın diye?


ALAADDİN YÜKSEL -  Hiç kuşku yok.  Mesela seymenlerin, asıl yürümesi gereken hadise, eğer tarihi yaşatmak gerekiyorsa büyük Ata, Gar’a gelmiş ve Gar’dan yürümüş. Efendim orada bizi kimse görmüyor, ana caddeyi kapat. Böyle bir şey olabilir mi? Ayrıca askeri faaliyetleri deruhte eden bir görevim yok benim. Ancak Anıtkabir ve Anıtkabir’in bahçesi, her türlü faaliyete açıktır ve onu da zaten Genel Kurmay düzenliyor. Ben şehirde, ana caddelerde alınması gereken tedbirleri, şehrin ihtiyaçlarına göre değerlendirir ve uygulamaya koyarım. Aksi, başka tartışmalara girer. Bunun ötesinde, benim milli ve manevi değerlere bağlılığım, tarihi olayları yüreğimde yaşatma konusunu, kimseyle tartışmam çünkü ben bu ülkeyi, yüreğime bayrak yapmış bir insanım. Ankara halkının, tasvip ettiği süre içinde bütün kararları uygularım. Eğer Ankara halkı, bu kararlardan rahatsızlık duyuyorsa tekrar oturur, değerlendirebilirim. Ben, Atatürk Maratonu’nun da asla yapılmasından yana değilim. Atatürk’ün, şehre geldiği güzergahlar belli, o güzergahlardan yapsanız. Arena ve 19 Mayıs Stadı gibi stadımız var bizim. Son turlarını orada yaptırsak, törenlerinde, bütün insanları tribünlerine toplasak? Eğer sizin tercihiniz tarihi yaşatmak değil de şahsi takdiminize yönelikse ben, şehri şahsi isteklere göre yönetemem. Sizin başlıklarınız var; “Yine bayram geldi, yollar tıkanacak mı?” Gazeteler atıyor bu başlığı. Eğer ortak akıl değilse bir talep değilse gazeteler niye atıyor bu başlıkları?

6 Kasım 2011 Pazar

SIRA ANKARA VEKİLLERİNDE


04.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ankara Valiliği, hayırlı bir iş yaptı, ‘Ankara Milletvekillerini Bilgilendirme Toplantısı’ düzenledi. Ankara’yla ilgilenilmesi için bir adımdı. Öyle tek tük toplantılara, etkinliklere katılmak yetmez çünkü ilgilenmek için. Ankara’nın eksiklerini, çalışmalarını, planlarını, bir bütün olarak bilmek zorunda vekillerimiz. O bilgileri bizden önce değerlendirip, bize yol göstermeliler. Ankara’yla mazeretsiz ilgilenmeyen vekillerimiz için, faydalı olmuştur inşallah.



Ne öğrendiler?

Bu toplantıda, şunları öğrendi vekillerimiz: Türkiye’nin, en çok göç alan 3 kentinden biri Ankara. Günde ortalama 500 kişi geliyor. Örneğin; Çankırı nüfusundan daha çok Çankırılı,  Ankara’da yaşıyor. Türkiye’ye, 30 milyon turist geliyor ancak Ankara’yı, 1 buçuk milyonu ziyaret ediyor. Tarımda, Türkiye’nin 2’inci hububat ambarı. 917 bin öğrencisi, 50 bin öğretmeni var. 215 bin öğrenci, 20 üniversitesinde eğitim görüyor. 4 kişiden biri öğrenci, ortalama bir il nüfusu neredeyse. Türkiye’deki teknoparklarda üretilen 301 buluşun 39'u Ankara'dan. 6 teknoparkı var. 103 savunma sanayi firmasının 67'si Ankara'da. Daha dinlemekle bitmeyecek bilgiler.



İskelet eder derdi

Bir de eksiklerini dinleyecek olsa bir ay kalkamaz, koltuklarında iskelet olur vekillerimiz. Bir kısmını söyleyeyim, ‘şeytan’ diye beni taşlasınlar bari!



Göç alıyor ama neredeyse tamamına yakını, niteliksiz işgücü olarak geliyor. Kuru kalabalık bir nüfus yoğunluğuna dönüşüyor Ankara. 1 buçuk milyon turist geliyor ama gelen 10 kişiden 9’u, Kale’yi bile görmeden Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden doğru Nevşehir’e gidiyor. Tarımda 2’inci hububat deposu ama bir o kadar toprağına, ekilmediği halde para ödüyor dünya bankaları. Eğitim ve sağlık alanında, Türkiye’nin en iyi üniversiteleri ve hastanelerine sahip ama yeterli desteği görmediği için yerel kalıp, dünya çapında merkezlere dönüşemiyor. Bilişim alanında 1 numara ama ‘Bilişim Vadisi’ kurmaya layık görülmüyor. Tüketim kenti olmuş, yurt dışına 1 satıyor ama yurt dışından 4 alıyor. Ülkenin en çok otomobili, Ankara’da. Hesaplı kitaplı yatırımcıları var ama kafasına göre, geleceği olmayan yatırımlara paraları gömen hovarda yatırımcıların, gölgesinde kalıyor. Kaplıca turizmi için ülkenin en iyilerinden biri ama su akıyor Türk bakıyor! Bir tarih ve kültür merkezi ama kendi tarihine sahip çıkmakta yavaş, kültürel faaliyetlerini, başka kentlere kaptırmakta mahir Ankaramız.



Bilmiyorum, bilgilendirme toplantısından bilgilenmiş midir vekillerimiz? Dediğim gibi, bilgilenecek vekili, iskelete çevirecek eksik listemiz var. Meclis sıralarına sinerek saklanma değil, çizdiğimiz kargaşayı bir düzene koyacak işbirliği bekliyoruz.



Anayasa’da torpilli madde

En tecrübeli Ankara vekili Cemil ağabey, Cemil Çiçek’e, Ankara vekillerini toplaması ve girişimde bulunması için çağrılarımız olmuştu. ‘Ankara Vekillerini Bilgilendirme Toplantısı’nda, dinlemekten konuşmaya zamanı olmamış. ‘Yeni Anayasa’ çalışmaları alıyor zamanını. Madem yenisi yapılıyor, torpil isteyip, şöyle bir madde ekletebilir miyiz acaba anayasaya: “Türkiye’nin başkenti Ankara’dır. Başkentiyle ilgilenmeyen vekilin vekilliği, otomatikman düşer.”


Ankara’nın, kendi kendine çabaladığı bu düzlükte sıra vekillerine gelmiştir. Lütuf buyurup, ilgilenirlerse eğer, dağınık enerjiyi toparlayıp, ülke için bir güce dönüştürmek, ziyadesiyle mümkündür.

2 Kasım 2011 Çarşamba

ATEŞE BİR DAMLA


01.11.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi


Pazar günü deprem oldu, Pazartesi günündeyiz. Akşam gazeteden dönüyorum. Batıkent’te, metrodan indim, otobüse bindim. Arkaya yanaştık, önümde bir hanımefendi. En arkada merdiven boşluğuna indi, telefonu çevirdi. “Gönderebileceğiniz ne varsa toparlayın, yarın öğlene kadar şurada olması lazım” dedi. “Siz toplayın, gerisini ben hallederim” diye ekledi. Kararlı ve ikna edici ifadesiyle kendi telefonundan, tanıdıklarını harekete geçiriyordu. Yani Salı günü, yardım yola çıkacaktı. “Ne çabuk?” dedim. Ne çabuk, resmi kurumların dışında, bazı insanlar, hızla sorumluluklarını almıştı.



İnsanlık fırtınasıydı

İnmek için biri kalktı, yer boşaldı. “Siz buyurun” dedim. Benden biraz genç olduğu için duraksadı, “Lütfen” deyince teşekkür etti ve oturdu. Oturdu ve aynı telefondan iki tane daha etti. Hararetle yardım toplamaya çalışıyordu. Pastırma sıcakları, soğuğa dönmüş, serindi. Üzeri inceydi, telefonu eski model. Affetsin beni ama “Kendini unutmuş, nasıl başkası için çırpınıyor” dedim bir an. Bize çelişkili haberler geliyor ama o, bin 200 kilometre ötedeki felaketzede kardeşlerinin, bütün aciliyetinden tek tek haberdardı sanki. İyi niyetli, safiyane cümleleriyle gönülleri fethediyor,  aramızda, bir insanlık fırtınası gibi esiyordu. Bütün hayranlığımla dinledim ve izledim kendisini. İnsanlığımı, fırtınasıyla besledim.



Van yıkılırken

Okullar, parti şubeleri, küçüklü büyüklü dernekler, resmi kurumlar… Hepsinin avlusunda, bahçesinde, deposunda, biriktirilmiş kutular dolusu yardımlar. Yollardan, semtlerden geçerken gözlerimle gördüklerim bunlar. Bir kısmını da gazete sayfalarında, televizyon ekranlarından gördüm. Van-Erciş depremine, çok hızlı tepki vermişti milletimiz. 1999 yılındaki Gölcük ve Kaynaşlı Depremleri’nden, ders alındığı  belliydi. Duraksamadan, anında harekete geçtiler. 23 Ekim Pazar günü öğleden sonra Van ve çevresi yıkılmış, insanlığı ayağa kalkmıştı adeta Türkiye’nin.



Dar gün damarı

İddia edilenin aksine milletin, gelişmeleri, yöneticilerinden hızlı algıladığına inanan biriyim ben. Bütün yozlaşmalara, paranın robotu olmuş bir kitlenin varlığına rağmen, çağı yakalayan, çağa insanlık damarıyla uyan bir yanı var bu milletin. Dar günde tanıyabiliyoruz o damarı.



Bir damla hanım

Bir ateş parladı, onu söndürecek damlalardan biriyle tanışmak nasip oldu bana. Söndürülmüş olsa çelişkili değil, iyi haberler alıyor olurduk deprem bölgesinden. Haber çelişkiliyse eğer, yöneticiler, suyu doğru yere damlatamamış demektir. Daha da laf kalabalığı kaldırmaz, burada biter konu.


Ancak soğukta incecik, başkasının derdine düşmüş o bir ‘damla’ hanımefendiye sormak istiyorum: “Yahu hanım, hakkını, ellerini mi yoksa alnını öperek mi ödeyebilirim ben sana?