27 Haziran 2013 Perşembe

FAHRİ BULGURLU


25.06.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



3 gün önce kaybettik, bugün ebedi uykusuna yolcu edilecek. Mustafa Kemal Atatürk’le yolu çok kesişmiş 5 yüzyıllık Ankaralı bir ailenin çocuğuydu. Atatürk, daha Ankara’ya gelirken 1 gece Bala’nın Beynam Köyü’nde kalmıştır. Kaldığı ev, Fahri Bulgurlu’nun babasının amca çocuklarının evi. Daha Cumhuriyet ortada yokken Çankaya Köşkü’nün 102 dönüm arazisi, babaannesi Saffet Bulgurlu ve onun kardeşleri Tevfik ve Mehmet Bulgurlu tarafından 1920’de, Atatürk’e hediye edilmiştir. 13 Mart 2013 Milliyet Ankara Gazetesi’nde yaptığımız söyleşide, nabzının en hızlı attığı konu, hediye konusuna girdiğimiz bölümdü: 

“Satmadık araziyi”

Ali bey sizin aracılığınızla bir rivayeti düzeltmek istiyorum; ‘Bu arazi 600 liraya satılmış’ diye bilgiler dolaşıyor bazı yerlerde. Öyle bir şey katiyen yok. Ailemiz tarafından, hediye edilmiştir. Babamın günlüklerini ve bulduğum kaynakları okudum, katiyen böyle bir şey yok. Atatürk Ayvalı, Etlik üzerinde dururmuş. Güvenlik açısından Çankaya önerilmiş kendisine. Öyle karar verilince bizimkiler hediye etmiş araziyi. Hediyeyi geri almak için akrabalardan dava açanlar olmuş. Biz tasvip etmiyoruz böyle şeyleri, o davaların bizimle alakası yok” demişti. Söyleşiye girmeyen kısımlarda, açılan davalardan ne kadar utandığını anlatmıştı hararetle.

Görev tamam, siyasete fren
28 Mart 1930 doğumlu Fahri Bulgurlu. Koyunpazarı Hanımlar Sokak 6 numarada doğmuş. Cemiyet hayatında ve sivil toplum örgütlerinde birçok görevler üstlenmiş. Bir ara, aynı anda 13-14 yerde üstlenmiş bu görevleri. 1958-1972 arası Ankara Kulübü yöneticiliği yapmış, 1966’dan 1975’e kadar Ankara Ticaret Odası’nın, başkanlık dahil, tüm yönetim kurulu görevlerinde bulunmuş. 1973’de Adalet Partisi Çankaya İlçe Başkanlığı yapmış ama babasının uyarısıyla o seviyede tutmuş siyaseti. 1950-1960 arasında Başbakan Adnan Menderes’in çok yakınında vekillik yapan babası Hamdi Bulgurlu, ‘Oğlum, benim halimi gördün, sen bilirsin’ demiş, ondan sonraki vekillik tekliflerini geri çevirmiş oğul Fahri. Geçtiğimiz 2 yıl üst üste 2 pıhtı atma rahatsızlığı geçirmiş ve mucizevi biçimde hasar görmeden atlatmıştı ikisini de. 83 yaşında, 1989’da canlandırılan eski Demokrat Parti’nin Demokratlar Kulübü’nde, 24 yıldır olduğu gibi görevine devam ediyor, Anadolu Kulübü’nün Fahri ağabeyi olmaktan hoşnut görünüyordu.
13 Mart 2013 Milliyet Ankara Gazetesi’ndeki söyleşimizden

Fena yakalandı!

Geç tanıştık Ali bey” demişti. Ben de “Ankara’yı anlatmakta çok cimri Ankaralılar Fahri bey” demiştim. Şöyle yanıtlamıştı: “Babam, ‘Ankara’yı tanıtacak elinden ne gelirse yap oğlum,  ben yapamadım sen yap’ derdi. Kazandığı parayı Ankara’ya harcamak isterdi. Tam yerine getiremedim bu isteğini. Doğru söylüyorsunuz; yapmalıyız, anlatmalıyız Ankara’yı.” “Fena yakaladın” anlamına, bu mahcup gülümsemeyle bitirdik sohbetimizi. İnşallah torunlarına devretmiştir babasının vasiyetini.

83 yıl önce Koyunpazarı, Hanımlar Sokak 6 numarada doğan  Ankara çınarı, Cebeci Asri Mezarlığı’nda dinlenmeye çekilecek bugün. Merhuma Allahtan rahmet, ailesine, başsağlığı ve sabır diliyoruz.

23 Haziran 2013 Pazar

ÇOCUKLARIMIZ VE GELECEĞİMİZ İÇİN

 21.06.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



İki haber; biri yürek burkuyor, diğeri umutla dolduruyor içimizi. Bazen elimizdeki olanakları bir düzene koyamadığımız için çabaların boşa gitmesine kızmadan edemiyor insan.  Haritanın hepsini gören bir gözün, nereye gitmek gerektiğini göstermesi gerekiyor. Yoksa gençliğin yapıcı enerjisini karışık yollar içinde tüketiyor, ondan sonra da yolun başındayken kayboluyoruz.



Altın bilezik okulu

Okullar tatil oldu. Fikir aşamasından beri kendi okulummuş gibi takip ettiğim ASO 1’inci Organize Sanayi Bölgesinde kurulan ASO Teknik Koleji öğrencileri, ilk karnelerini aldı. Bu okulu niye önemsiyorum? Çünkü bütün ülke çapına yayılmış meslek okullarına örnek olacak bir eğitim sistemi ve ortamı yaratacağı için. Gelişmelere hızlı uyum sağlayamayan, sağlayamadığı için öğrencilerini okuduğu halde işsizlikten kurtaramayan meslek okullarına, örnek olmasını beklediğim için. Şimdilik 71 öğrenciyle başlamışlardı, 400’e çıkacak sayıları. Mezun olduklarında, karışık yollarda kaybolmadan, okulun kapısından hemen iş yerlerine geçecekler. İsteyen yüksek öğrenimine devam edecek ama altın bileziğini koluna takmış olarak.



Bu, umut veren birinci haberdi. Gelelim yürek burkan ikincisine:



Sokağa mı terk edeceğiz?

Arkadaşımız Burcu Sazak’ın haberinden, Ankara Yetiştirme Yurtlarından Ayrılanlar ve Yakınları Sosyal Kültür Yardımlaşma Derneği (Yurt-Ay-Der) ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ortak projeler için harekete geçtiğini öğrendik. Bakanlığın hazırlamış olduğu Gönül Elçileri ve Koruyucu Aile Projeleri’ne tüm vatandaşlardan destek bekliyorlar. Bu haberde 18 yaşından sonra yurtlardan ayrılmak zorunda olan gençlerin, önyargıyla bakıldığı için iş bulamadıklarını da öğrendik. 15 yaşından beri “Yurttan ayrılınca ne olacak?” kaygısıyla büyüyen gençler, bir de iş bulamayınca adeta sokağa terkedilmiş oluyor.



Kim yol gösterebilir?
4300 kimsesiz ya da terkedilmiş gencimiz, şu an iş bekliyor. 623 tanesi ilkokul, 2400 tanesi ortaokul, kalan 1277’si lise ve önlisans mezunu. Tabii ilkokul ve ortaokul mezunları, kamu kurumlarında işe giremiyor. 15’li yaşlar tam da mesleki eğitimin başlayabileceği yıllar. İlgili bakanlıklar, Sanayi Odamız ve organize sanayi bölgelerimizle bu konuda işbirliğine gidebilir. Sanayicilerimiz, Yurt-Ay-Der’le ilişkiye geçebilir. Çünkü Ankara Sanayi Odası’nın, organize sanayi bölgelerimizin ve Ankara Ticaret Odası’nın meslek edindirme kursları var. Haritaya yukarından bakabilen göz, çocuklarımız ve geleceğimiz için, bize yol gösterebilir mi acaba?

19 Haziran 2013 Çarşamba

YERİNDE SAYMA GÜNLERİ


18.06.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



“Bir avuç adam” ve “Birkaç ağaç” derken bu günlere geldik. Gerginlik düşeceğine tırmanıyor. Belli belirsiz saatlerde otobüsler kalkıyor seferden, metro, kepenkleri indiriyor, gaza doyunca esnaf, dükkanı kapatıyor, herkes evine gitmenin çaresini arıyor, uzakta oturanlar, başının çaresine bakıyor. İlan edilmemiş olağanüstü hal uygulaması var sanki. Gerginlik tırmandıkça merkezdeki karamsarlık, küçük dalgalar halinde kenarına yayılıyor, 15 gün önce konuştuğumuz geleceğin projelerini, o projelerin sahipleri bile anmaz oluyor.



TOMAbüs

“Yine yaptın baykuşluğunu” dendiğini duyuyorum ancak geçen dikkatimi çekti; Sıhhiye, Kızılay, Kavaklıdere, onu kesen Kurtuluş-Demirtepe hattında TOMAlar, belediye otobüsü gibi olmuş, trafikte otobüs yok, vızır vızır TOMAlar işliyor. Şimdi taksi durağı gibi, her köşede bir de akrepler durmaya başladı. Bir keresinde metronun kapalı olduğunu görünce “TOMA’ya, Ulus’a kadar otostop mu çeksem acaba?” diye geçirdim aklımdan. Sonra da “İster misin yanlış anlasın, sıksın suyu, sucuk gibi ıslak ıslak, taksisi, dolmuşu da almasın” diyerek vazgeçtim. “Olağanüstü hal gibi” derken abartıyor olabilirim ancak bu görüntü de hiç normal bir kentin sokaklarına benzemiyor.



Hiç uğraşmayalım bari

Tırmanan gerginlik, iş-güç, okul-dershane, hastane-hasta düşünen vatandaşı, zaten zordayken iyice zora düşen kira, vergi derdindeki küçük esnafı vuruyor. Bu manzaraya turist gelmeyeceğine göre ‘Ankara’da Turizm’ planlarını unutabiliriz. Zaten böyle günlerde işlemeyecekse yeni yapılan metro hatlarının da acelesi yok. Ankara sanayisinin yarım asır sonra sıçrama yapmak için attığı adımları, “Yerinde say’” komutuyla beklemeye alabiliriz. Tam aksine konforlu bir ortamda gelişen teknokentleri, şimdilik gözden çıkarabilir, onların uluslararası müşterilerini, başka ülkelere yollayabiliriz. Savunma sanayisi ve raylı ulaşım sistemleri için yaptığımız hazırlıkları, sanki çok ilerlemişiz de biraz durabilirmişiz gibi bekletebiliriz; olaylar nedeniyle örneğin OSTİM’e işine gidemiyor çalışanlar. Yatırım ya da ticaret yapmayı düşünen girişimciler de olayların başlamasıyla durmuş birden. Kale, Hacı Bayram, Hamamönü ve Anandolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki tadilatları da erteleyebiliriz, nasılsa şimdilik gelen olmaz. Alışveriş Şenliği ‘Şopping Fest’e de boşuna başlamış olduk; maske, baret, limon, süt ve talcid satan esnafa yönelik bir şopping festivali olsa daha isabetli olurmuş. Aniden gelişti, hazırlıksız yakalandık.



Hayır gelmez
Böyle bir ortamda, yaşama ilişkin hiçbir etkinliğin ya da projenin pek anlamı kalmıyormuş değil mi? Halbuki biz bu filmi 1960’da, 1971’de, 1980’de ve 1990’larda gördük. 2001’de derin bir ekonomik kriz olarak yaşadık 10’ar yıllık dönemlere bölünmüş döngümüzü. Bir sürü operasyonlar, davalarla “aştık” denirken haydi bakalım başa sarıyoruz sanki. Hiç ders almamışız gibi şimdi de “Benim yüzde ellim senin yüzde ellin” çıktı başımıza. Aynı tuzağa düşmeden frene basmalıyız artık. Başkalarının hesabını, kendi çocuklarımız üzerinden görmeyi bırakmalıyız. Bu ‘senin-benim’ ayrışmasından ülkeye, 60 yıldır iğne ucu kadar hayır gelmedi, bu kez de gelmeyecek, biz öğrendik, biliyoruz zaten.

17 Haziran 2013 Pazartesi

BETON BAHÇELER


14.06.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Sabah metroda gelirken bir abla bir kardeş, iki küçük hanım oturdu yanıma. Büyüğü belki 12-13 yaşlarında küçüğü de 9-10 yaşlarında. Kızılay’a kadar, aynı koltuğa dönüşümlü oturdular. Küçük olanın elinde böcekleri anlatan bir kitap, otururken de ayaktayken de bırakmadı elinden. Oturduğu zaman göz ucuyla ben de okudum merakımdan. Aşırı hijyenik ortamda büyüyen ya da toprak görmeyen çocukların, böceklerle arasını yapan bir kitaptı. Böceklerin özelliklerini, hepsinden korkulmayacağını eğlenceli bir dille kısa kısa anlatıyordu. Büyüklerin, her gördüğü boşluğa beton, kalanına asfalt döktüğü bir dünyada, kitaplar çare olabilirdi belki. İnsan, doğanın içine doğmuştur ama çocuklarımızın, doğayla bağı kopuyordu.



Yararlı böcekler

Arı da vardı kitapta. Hemen birgün önceki “Bu arılar, zararlı böcekleri yok ediyor” haberi geldi aklıma. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde, ‘yaprak kurdu’, ‘domates güvesi’ ve ‘yeşil kurt’ gibi zararlı böcekleri ilaçlamaya ihtiyaç duymadan, doğal ortamında yok eden bir arı türü yetiştirilmişti. Toprağı zehirlemeden, ürün kaybını önleyen doğal bir yöntem. Arıyı geliştiren Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Cem Özkan, zirai ilaçların azaltılması bu arının tanıtımına destek istemiş, işte destek bizden!  Aynı haberin içinde 'chelonus oculator' denen bir böcekten daha söz ediliyordu. Zararlının yumurtası içine kendi yumurtasını bırakarak zararlıyı yok eden bir böcekmiş ve sadece bizim ülkemizde varmış. Toprağı kirletmeyen, bitkilerin özünü bozmayan doğal yöntemlere ihtiyacımız var. Bir yanda Gezi Parkı diğer yanda Atatürk Orman Çiftliği’ndeki gelişmeler arasında daralmışken içimizi açan, ihtiyacımız olan haber. En öte yanda da doğayı düşünenler de vardı.



Gerçek dünyada yaşayamaz

Onca ziraat fakültesi, ziraat mühendisi, mimarı, şehir plancısı olan bir ülkede, böyle şeyler görmek istiyor insan. Olanı korumak, yeni planların da toprakla barışık yapılmasını istiyor. Kendi devletinin, korumakla yükümlü olduğu yeşiliyle cebelleşmesini istemiyor. Hele ki beton bahçelerde, yapay çocuklar büyütmek hiç istemiyor. Hiç istememek de lazım; yapay çocuk, gerçek dünyada yaşayamazki!



Beton yiyen böcek!

Ziraat Fakültesi’nin çalışmasını okuyunca aklımda cin fikirler dolaşmaya başladı: “Acaba” dedim “bu böceklerin beton yiyen, asfalt yiyenleri yetiştirilebilir mi? Sal Atatürk Orman Çiftliği’nin ortasına, doğal olmayan ne varsa yesin, temizlesin maşallah! Yine ağaçlara, kuşlara, böceklere kalsın meydan. Bizim de arası sıra pikniğe, misafirliğe gidecek kapımız olmuş olur!

13 Haziran 2013 Perşembe

10 GÜN ÖNCE 10 GÜN SONRA


11.06.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



10 gün önce neler konuşuyor, neler tartışıyorduk, 10 gün sonra nereye döndük. Ankara’nın sanayileşme hamlesindeki gelişmeleri, bunda organize sanayi bölgelerinin önemini,  meslek okullarının derhal güncellenmesini, üniversitelerin duvarları dışına çıkıp, toplum ve iş yaşamı içine karışmasını konuşuyorduk. Türkiye’nin en iyi teknokentlerinin Ankara’da olduğunu, olanların nasıl geliştirileceğini, Bilişim Vadisi’nin, başkente kurulmasının şart olduğunu konuşuyorduk. Turizmi, Kale’yi, artık Ankara’nın kendini keşfetmesi gerektiğini konuşuyorduk. Metroyu, kendi metro trenlerini hatta hızlı trenlerini yapmaya aday sanayisini, tüm alanlarda kendi buluşlarımızla dünyada söz sahibi olmamız gerektiğini, yerli üretimi konuşuyorduk. İşsizlere iş, çocuklarımıza bir gelecek, Ankara’ya ve ülkeye, bir ufuk çizmeye çalışıyorduk. 1 günde konu değişti, 10 gündür başka bir şey konuşmuyoruz.



Havayı dengelemek lazım

10 gün sonra Taksim Gezi Parkı’ndan büyüyerek ülkeye yayılan eylemleri konuşuyoruz. İsteseniz de istemeseniz de başka bir şey konuşulamaz artık. Konuşulsa da yavan gelir. Kitlelerin dikkati oraya yöneldi, kimsenin başını çeviremezsiniz artık bu yana. Bugünü halletmeden kimsenin gözü ileriye bakmaz artık. Lastik hava kaçırıyormuş, fark edip, tamir etmemiz lazım. Patlak lastikle zaten fazla ileriye gidemezmişiz. İnik lastiği tamir etmeli, havasını, diğer lastiklerle dengeye getirmeliyiz. Yoksa araba, bir yana çekecek hep, çizdiğimiz ufka düzgün ilerleyemeyeceğiz.



Gerilim zaten vardı

Çok işi var Ankara’nın. 60-70 yıldır gecikmiş yatırımları, büyük gelir kapısı olacak bakir alanları, yıllar sonra bir yay gibi gerilmiş, atılmayı bekleyen sanayisi var. Uzun zamandır Ankara’yla bağları zayıflamış ama kendini aşmak için çırpınan  ilçeleri var. Büyük göç var; geçen yıl 160 bin kişi göçtü Ankara’ya. Eskiden bir Polatlı kadar göç alıyordu, şimdi 1 buçuk olmuş, böyle devam ederse yılda 2 Polatlı göçecek Ankara’ya. Hiçbir eylem, olay olmasa bile bu göçlerin yarattığı gerilim yeter zaten bir kent için. Gelenlerin burada ekmek bulması, kente uyum sağlaması, uzun süreli bir gerilim konusudur. Bu gerilime yenilerini ekleyip, kaşımamak, bugüne kadar yapılanı da yıkmamak lazım. Biz her askeri darbeden sonra 20 yıl kaybettiysek bugünkü gibi her sert çekişmeden sonra da 10 yıl kaybettik. Unutmayalım…



2013’de kalmayalım

50 kişiyle başladı, doğru sanılan müdahalelerle ne hale geldi. Sıkılan gazların yarattığı gibi puslu ortamları çok gördü bu ülke. Pus dağılınca dumanlı havadan yararlanıp, atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini de çok gördü. Üsküdar’ı geçenler dışında kimseye bir faydası olmadı. O yüzden elinde benzin bidonuyla sanki söndürecekmiş gibi yangına koşanlara çok dikkat etmek lazım. 2023 hayallerine gidiyoruz derken 10 yıl sonra, patlak lastikle 2013’den çıkamadığımızı fark etmek çok acı olur.


10 gün önce konuşurken 10 yıl sonrasını planlıyorduk. 10 gün sonra konuştuklarımız, kaç 10 yıl geri götürecek bizi, onu düşünüyoruz şimdi kara kara.

8 Haziran 2013 Cumartesi

GEZİ ŞANSLI ÇİFTLİK YALNIZ KALDI


07.06.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Güvenpark’ın kuşları sustu. Nasıl bir gaz sıkılıyorsa Kızılay metrosundan başlıyor etkisi. Trenden iner inmez gözleriniz yaşarmaya, nefesiniz daralmaya başlıyor. Çıkıyorsunuz metrodan, sanki yarım saat önce sıkılmış gibi açık havada da sürüyor yanmalar, yaşarmalar. Günlerdir sağanak halinde maruz kaldığımız gaz, her yerine sinmiş Kızılay’ın, geçmiyor etkisi.  Parfüm verseniz “Sık” diye, böyle bonkörce sıkmaya kıyamazlardı. Bundan sonra her genzimiz yandığında, eminim bu olayları ve sorumlularını anımsayacağız.

Issız Güvenpark
Her sabah önce bizim mahallenin sonra Güvenpark’ın kuş cıvıltılarıyla uyanıyordum işe gelene kadar. Onları dinleyerek otobüs bekleyince yorulmuyor insan, aksine enerji doluyor. Zaten mendil kadar kalmış Güvenpark, kuşların cıvıltısı, güvercinlerin samimiyetiyle bir vahaymış Kızılay’ın ortasında. 1 haftadır susunca kuşları daha iyi anladım. Gazdan öldükleri söyleniyor. Acıması olmayana, kuşu, insanı fark etmiyordur. Geri dönmek üzere gitmiş olsalar keşke, ıssız kaldı çünkü  parkımız. Cıvıltısı kalmayınca ruhumuz da tabii…

Çiftlik’te inşaata devam
2 aydır da Atatürk Orman Çiftliği’nde hissediyorduk aynı ıssızlığı. Orada da “Kesilmiyor” denen ağaçların fotoğrafını çekmişti Milliyet Ankara Gazetesi. Başbakanlık Sarayı, yayla gibi yollar yapmak için kesiliyordu. Yetmezmiş gibi 15 gün önce başka bir haberle irkildik; Amerikan Elçiliği de Atatürk Orman Çiftliği’ne gidiyordu. Atatürk Orman Çiftliği tarafından  eğitim birimleri ve yurt inşa etme koşuluyla’ Gazi Üniversitesi’ne verilen arazi, önce TOKİ’ye devredilmiş, TOKİ’de Eskişehir yolu üzerindeki araziyi, kendi malı gibi, Amerikan Büyükelçiliği’ne tahsis etmişti. Bir TOKİ yetkilisi, Vatan Gazetesi’nden Gülümhan Gülten’e, “Bu arazi artık TOKİ’nin arazisidir. Bunda ne var ki... Bu arazi Gazi Üniversitesi’ne devredilmiş. Onlar da bize devretmiş. Sonuçta artık AOÇ arazisi değil, bizim. Biz de ABD büyükelçiliğine tahsis edebiliriz, bunda herhangi bir sorun görmüyoruz” diyebilmiştir.
Atatürk Orman Çiftliği 1930


Ne vasiyete ne hukuka uygun
Ne Atatürk’ün vasiyetinde ne de Çiftliğin hukuki yapısında böyle bir şey var. Amacı dışı kullanılıyorsa Gazi Üniversitesi’ne de devredilemezdi, geri alınmalıydı. Kendi olmayan mülkü Gazi Üniversitesi TOKİ’ye, TOKİ amaçtan tamamen uzak Amerikan Büyükleçiliği’ne nasıl devredebiliyor, lütfen hukuki açıklamasını yapsın birisi. Çiftlik’te, Atatürk’ün vasiyet ettiği koşullar dışında yer tahsis edilemez, amacı dışında kullanılan arazi ya da tesisler de geri alınmalıdır. Mülk, devletin korumasında halka devredilmiştir. “Hukuk” diyoruz efendim, kendi devlet kurucumuzun vasiyetine saygınız olmayabilir.

Sadece 150 kişi
3 yıldır adım adım geliyordu, yoğun bir inşaat hamlesiyle sonu da geliyor galiba. Bu yazı yazılırken topu topu 150 kişiyle Atatürk Orman Çiftliği’nin Amerikan Elçiliğine devredilişi protesto ediliyordu komşumuzda. Elçilik, gazetenin yan komşusu. Birçok sivil toplum örgütü ve meslek odasından oluşan Başkent Dayanışması Platformu, siyah çelenk bırakıp, ayrıldı elçilikten. Sadece 150 kişiyle…

Gezi Park’ından ne farkı var?
Şimdi Taksim Gezi Parkı’yla onun 100 katı büyük Atatürk Orman Çiftliği arasındaki farkı soruyorum size; yeşilse yeşil, hukuksa hukuk, kamu yararıysa sonuna kadar. Halk adına korunmak üzere devlete emanet edilen Atatürk Orman Çiftliği’ndeki hakkına niye sessiz kalıyor kalabalıklar? Gezi Parkı kadar küçülünce mi sahip çıkılacak? İki yeşilin arasında ne fark var ki Gezi Parkı için, yeşili tahrip ediyor diye Hidroelektrik Santralleri(HES) için toplanan kalabalıklar Çiftliğin adını bile etmiyor? Bir terslik yok mu?

Ah be Çiftliğim, ne kadersizmişsin sen, kaldın yine yalnız!

4 Haziran 2013 Salı

SOKAK KARIŞIK


04.06.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Sokak karışıktır; her dilden, dinden, kökenden, görüşten insan gezer. Zengini, fakiri, okumuşu, cahili, iyisi, kötüsü diye ayırmaz sokak, herkes içindir. Bütün görüşler, sokakta yürür. Asla “Şöyle düşünenler, benim kaldırımlarımdan yürüyemez” demez sokak, onu insanlar der. Ne kadar kalabalık ve çeşitli insan olursa şanı artar üstelik. Herkesin sevdiği yer olmayı başarmıştır. Hoşgörülüdür çünkü. Herkes paylaşır hoşgörünün nimetlerini. Barış ve uyum vardır, hep de öyle yaşamak ister sokaktakiler. Bir ülke bedense onun sağlıklı hücresidir. Bütün sokaklar ona benzemek ister. Bir toplumun sağlığı için de karışık sokak makbuldür. İstanbul’daki Taksim, Ankara’daki Kızılay gibi…



Hastalandı hücre

3 yıldır Atatürk Orman Çiftliği üzerindeki yanlış uygulamaları anlatma çabasındaki biri olarak Çiftliğin yüzde biri kadarlık Gezi Parkı’na sahip çıkılmasını, içten içe kıskanmıştım başta. İstanbul, Gezi Parkı’na gelene kadar daha ne yeşillerini kaybetmişti İstanbul ama bir parkına sahip çıkmak istemesi güzeldi. Taksim’de, meydana yakın başka yeşil alan kalmadı çünkü soluklanacak. Düne kadar pek çoğumuz adını bilmezdi ama sessizce çok önemli bir işlevi yerine getiriyordu park. Taksim’den başlayıp, ülkeye yayılan adeta meydan muharebelerine kadar.



2-3 günde akla, izana sığmaz bir aşamaya geldik. 1 gün önce herkesin sokağı, birgün sonra bütün birleştiriciliğini kaybetmişti. Şöyle düşünenler ve böyle düşünenler, bir hançerle böldü, parçaladı sokağı. Sadece bizim değil, dünyanın her yanından gelen ziyaretçilerin de sokağı Taksim, bir günde  ters yüz oldu. Hastalandı sağlıklı hücre. Ağrısı, bütün ülkeye yayıldı. Toplumsal olaylar, parmağınıza batan iğneyi bütün vücudunuzun hissetmesi gibidir; olduğu yerde kalmaz acısı. Acıtmaya devam edilirse endişeye kapılan sağlıklı hücreler de paniğe kapılır, durduk yere hasta olur vücut.



Çok güzel başladı

İlkgün, 31 Mayıs Cuma günü akşam 7’de, Kuğulu Park’taki Gezi Parkı’na destek için toplandı Ankaralılar. Gece saat 10’a kadar sloganlar, şarkılar, marşlar söylendi, hiçbir aşırılık yaşanmadı. Kadın, çoluk çocuk, genç, yaşlı, bir şenlik havası içinde Gezi Parkı’na destek oldular. Bir ara Toplumsal Olaylarla Mücadele Aracı (TOMA) geldi, ana caddeden bir siren çaldı, Ankaralılar “Gelme” diyen itirazlarını topluca seslendirdi, TOMA gitti. Şarkılar, marşlar, sloganların ateşi düşerek devam etti gece. Saat 9 buçuk 10 gibi, Atatürk Bulvarı’nda, 15-20 kişilik bir grubun yolu kapattığı haberi geldi. Kuğulu Parkı’nın ateşi düşmüştü, zaten Milliyet muhabirleri olayı izliyordu, “Ne oluyor?” diye yanlarına ineyim dedim.



Boşluğa sıkılan su bile yetti

Akün Sineması’na inene kadar uzaktan bir kalabalık gördüm sadece. Sinema önünde bir TOMA uslu uslu duruyordu. Bir genç, kapısına vuruyor, taş atmaya çalışıyordu ama TOMA tınmıyordu. Sinemanın önüne gelmemle ensemden de bir serinlik geldi. Bizim uslu TOMA, arkamdaki boşluğa su sıktı birden, kimse yokken. Saniyeler içinde nerden çıktığını anlayamadığım gençlerin ve taş yağmurunun ortasında kaldım. Elimde çantamla zabıt memuru gibiydim, hiç ortama yakışmıyordum ama oradaydım. Ensemdeki serinlik dışında bir zarar görmeden sığınacak bir yer buldum. Yukarıdan, sokak aralarından biraz önce Kuğuluda hiçbir aşırılık yapmayan gençlik akmaya başladı. Olayın özü bu kadardı aslında; boşluğa sıkılan bir su bile ortalığı altüst etmeye yetti. Ve özellikle gece 11’den sonra, sabaha kadar sürdü çatışmalar. Kartopu’nun çığa dönüşmesi gibi birkaç günde bütün Ankara ve ülke çapına yayıldı olaylar.


Ahmet Taner Kışlalı’yla ilk Siyasetbilimi dersimizden aklımda kalmıştı; “Toplumlar balon gibidir, fazla basınç, balonu patlatır” demişti. Sokaklar karışıkken güzel, sokağı karıştırmak değil.

1 Haziran 2013 Cumartesi

KALE ZAMANI

31.05.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Hava, ılımakla ısınmak arasında, kararsız. Geçen hafta Cumartesi günü ısınmak ister gibiydi. Milliyet Ankara Gazetesi için konuğumla yaptığımız söyleşiyi bitirdik, Pirinçhan’ın yanında, Salman Sokak’taki Ahiler El Sanatları ve Antikacılar Çarşısı’ndan çıktım, baktım hava hala güzel. “Sen bir bana uğra” diyor Ankara Kalesi. Zaten altyapı çalışmaları, bazı eski evlerde onarım, yeni yapılan eski ev inşaatları vardı, son durumu görmek istiyordum. 2 hafta önce misafirlerimle geldiğimde bir kısmını görmüştüm, kapıdan boydan boya  Akkale’ye yürüyüp, kalanına bakayım dedim. Kazılıp, kapatıldığı gibi bırakılan sokakta, toz toprak içinde, gittik, döndük.



Tozuna toz katıyor

Uzun zamandır bu kadar turist görmemiştim Kale etrafında;  gruplar halinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden yukarı tırmanıyor, her sokaktan birer ikişer çıkıyorlardı. “Ah şu altyapı işleri bitince, Ankara evleri ortaya çıkınca gelseniz daha iyiydi ya” diye izledim cefakar turistlerimizi. Akıllarından “Hiç bozulmamış, bin yıl önceki gibi toz, toprak” diye geçiyor olmalıydı. Geçtiğimiz 2 yıl içinde altyapı çalışmaları bitmediği için toprak yolda yürüyorlardı oysa. Telefon kabloları alınmış ama elektrik kabloları yer altına alınmamıştı mesela. Yani bu yaz, yeni kazılarla tozuna toz katacaktı Kale sokakları. Kale içinde arabalar vızır vızır, lokantalar, dükkanlar, kapısını kapatmak zorunda kalmıştı. Tarih, Kale’de yaşanırdı!



Kilitsever turizm

Alaeddin Camisi ve meydandaki tuvaletin kapılarındaki kilitler, dünyanın en bilinen kilitleri olmalı. 800 yaşındaki camiyi göstermeyeceksek neyi gösterecektik acaba turiste? Kilitli tuvalet, Akkale’yi, manzaralı tuvalete çevirdi. Surlar çevresinde zaten tuvalet yok. Hisarkapı meydanındaki kilitli olunca, manzaranın da içine tabii!



Onarıma dikkatle devam

Hisarkapı girişindeki eski evlerin onarım ve yeniden düzenleme işleri bitmişti. 5 aşamalık çalışmanın ilkiymiş o; 26 ev. Kalan 4 aşamayla beraber dış Kale'de 123, İç Kale'de 147 olmak üzere toplam 270 bina onarılmış, düzenlenmiş olacak. Birinci aşamada, hiçbir güvenlik önlemi almadan çalıştılar, kimsenin başına bir şey gelmeden bitmesi mucize oldu. Her zaman mucize olmaz, bir dahaki sefere gerekli önlemler alınır inşallah. Göz çıkartacaksan kaş yapmaya kalkmamak daha hayırlı olabilir.



Sarsıcı fark!

İlk 18 Şubat 2011’de duyurmuşuz, hala ne Ulus’ta, ne Kale’de Turizm Danışma Bürosu yok. Kızılay’da da yok. Güvenpark’ın yanında büro var ama içi yok. 1 yıldır çürüdü kulübe. Tabii ki hala Kale’ye taksi ve kendi arabanız dışında bir ulaşım aracı işlemiyor. Bir kötü dolmuş olsun koyamadık ya şu Kale güzergahına, aşk olsun! Hisarpark Caddesi’nin yeni hali, Ulus tarafından bakınca çok güzel görünüyor. Semtin tarihi dokusuna yakıştı, ferahladı mekan. Ancak görüntüsüyle kullanımı arasında sarsıcı bir fark varmış, arabayla yokuştan inerken anlaşıldı. Nasıl bir yol tekniği ile yapıldıysa topu topu 1 kilometrelik yolda, içim dışım, şoförle tabiatımız birbirine karıştı. Bentderesi sapağına, acil ihtiyaç torbaları konmalı!



Kale zamanı… Her zaman güzel. Her zaman uğranacak güzel bir sokağı, dükkanı, evi, müzesi var kenarda. Sevmesini, gezmesini bileceksiniz. Şikayet ediyoruz; daha temiz, daha güzel olmasını istiyoruz çünkü. Her ertelediğimiz iş, her gün başka birinin ayağını kesiyor. Ayağı keserek değil, alıştırmakla  parlatacağız, kentin boynuna öyle takacağız bu cevheri çünkü.