30 Kasım 2018 Cuma

Ankara Nasıl Şehirleşiyor (9)



Yayın tarihi:15.03.2017

Milliyet - Ankara Gazetesi


“DIŞARIDAN GELENE TESLiM OLDU ANKARA”

Kültürünü yok etmek pahasına kendimize benzetmeye çalışıyoruz başkenti. Bu, kargaşa demek. ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu, kargaşanın neden ve çarpıcı sonuçlarını seriyor önümüze.

Nüfusunun 3’te 1’i yani yaklaşık 1 buçuk milyonu Ankaralı olmasına karşın başkent, hızla kimlik özelliklerini kaybediyor. Gelen, uyum sağlamak yerine, kendine uydurmaya çalışıyor şehri. Şehircilik açısından da kültürel açıdan da bir kargaşa ortamı demek bu. Belki de bir ülkenin başkentinde, en olmaması gereken şey. Devletin ve yöneticilerinin göz yumduğu, ciddi bir aksaklık.

Ankara’nın sosyolojik manzarasını ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu hocamızla bu keskin dönüşümün simgesi, Ulus’tan sonra meydan niteliğini kaybeden Kızılay’da ele almaya çalıştık. Yaya kaldırımında yol kesen reklam panoları, yürüyüş güzergahında türeyen büfeler, kaldırım işgal eden kamyon ve TIR’lar arasından kıvrılarak, güzellikten çok engel teşkil eden devasa saksıları aşarak bitmiş Kızılay’da, bitmenin eşiğindeki kent kimliği ile kültürünü, insan niteliğini konuştuk. Dar ufkumuza ufuklar açtı Sibel hocamız.

“Kırla ilişkisini kesmemiştir”

Ali İnandım- Sibel hocam, Cumhuriyet’ten önce nasıl bir sosyolojik yapısı var Ankara’nın?
Sibel Kalaycıoğlu- Cumhuriyet’ten önce Ankara’nın en önemli nitelikleri, bir ticaret alanı, esnaf merkezi ve din merkezi olmasıdır. Orta halli ailelerin yaşadığı, bağlık, bahçelik, yeşillik, sulak bir kent. Üzümü meşhur. Kent merkezi olarak küçük ama üretimi var; tarımsal kapasitesi büyük. Kırı zengin, kırdan kopmamış bir kent. Başkent oluşu da tesadüfü değil, işlevi ve kimliği ile ilgilidir. O zaman bilinen bir kimliği var; Ahiliğin başkentidir, Ahilik, burada gelişmiştir. Ahilik; loncadır, birlik, bütünlük, fütüvvet yani kardeşlik, destek olacağız, birbirimizi kollayacağız demektir. Bu bir kimlik yaratıyor. Nevşehir ve Niğde civarında Hacı Bektaş Veli, Ankara’da Hacı Bayram Veli ile bütünleşen dini bir merkez oluşuyor. Din alimleri eğitim görüyor burada. Kimliğe katkı yapan bir konu bu, Orta Anadolu’da bu anlamda bir merkez. Nasıl Ege’de denize bağlı farklı bir kültür varsa Orta Anadolu’da da Orta Asya Türkmenliği’nden gelen kültür var. Bu kültürün simgesi Taceddin Dergahı, saray hocalarını yetiştiren bir yer, üzerinde ciddi çalışılması gereken dini bir merkezdir. Bugün boş bir bina ama Mehmet Akif 1 yıl kalıyor orada, İstiklal Marşı’nı orada yazıyor, bunlar boşuna değil. Yani bu ortamın yaşanıldığı bir şehir Ankara. Hamamönü’nde, Kale’de, esnaflık ve zanaatla bütünleşmiş bir mahalle kültürü var. Bu mahallelerde orta halli, kırla ilişkisini kesmemiş bir kentli ahali yanı sıra Ermeni, Yahudi, Rumların da yaşadığı kozmopolit bir nüfus var. Bu kozmopolitlik içinde komşuluk, mahalle ilişkileri, kardeşlik, zanaatkarlık ve dini felsefe beraber yaşanıyor. Bunlara ek olarak kozmopolitlik, açık bir toplum olmayı getiriyor.

“Felsefeyi taşımalıydık”

- Kırla ilişkisini kesmemiş derken neyi kastediyorsunuz?
- Samanpazarı, çok önemli simge bir mekandır; Ankara’nın çevreyle, taşrayla ilişki kurduğu, değişim ekonomisinin olduğu, kırdan gelenin alışveriş ettiği yerdir. Ahiliğin temsil ettiği bütün o küçük esnaf, bu bölgededir. Esnafı Samanpazarı’nda, Kale’de ticaret yapıyor, Hamamönü’nde oturuyor, hareketli bir mahalle Hamamönü. Ankara, bu mekanların özelliklerini, temsil ettiği felsefeyi, kimliğini bugünlere taşımak için buraları korumalıydı belki. Buradaki yapılar, evler çöküntü alanına dönüşüyor, sonra yeniden yapılıyor. Ulus, Ahiliğin önemli bir merkeziydi, bugün o kimliğini kaybetti. Bu kimliğini kaybetmeden, evleriyle ticari alanıyla ortamından koparmadan göstermeliydik gelecek nesle ya da başkalarına.

“Yeni merkez Güvenpark olur”

- Cumhuriyet’ten sonra nasıl bir değişim yaşadı?
- Cumhuriyet’le beraber esnaf geri plana kayıyor, bürokratlar öne çıkıyor. Cumhuriyet’le beraber ortaya çıkan elitler, bürokrat kesim Yenişehir’e, Sıhhiye’ye, Kızılay’a kaymaya başlıyor. Ankara’nın kimliği, ‘memur kenti’ne dönüşüyor. Esnaf, tüccar, Ahi, din kavramları, geriye düşüyor. Sıhhiye’den geçen tren yolu köprüsü Ankara’yı ikiye bölüyor ve iki farklı kimlikle kültüre bölünüyor şehir. Ulus, Hamamönü, Samanpazarı tarafında geleneksel değerlere dayalı yaşanıyor, tren yolunun bu yanı ise yeni seçkinlerin sanayileşmiş kent değerlerini yaşadığı yaşam alanı oluyor. Her ne kadar tren yolunun öbür yanında Opera ve Gençlik Parkı kalsa da bu bölünmeyi çok etkilemez. Yeni yaşam alanında merkez Güvenpark olur. Güvenpark’taki anıt da bu yeni anlayışın, özgürlüğün, yeni cumhuriyetin, bağımsızlığın simgesidir. Çay bahçesi, çocuk bahçesi, parkıyla orta sınıfın buluşma mekanı, sosyalleşme alanı oluyor. Karşısında Bulvar Palas’la Meşrutiyet Caddesi arası bahçeli lokantalar, çay bahçeleri var. Güvenpark’ın hemen arkasında bürokratlar için yapılan Saraçoğlu Evleri var çünkü. Aynı zamanda burası, bakanlıkların olduğu memur bölgesi.
Kızılay Güvenpark

- Bu kadar mı önemliydi Güvenpark?
- Meydan anonim, ortak bir yerdir. Ulus eski meydan, Kızılay yeni meydandır. Güvenpark, bu meydanın merkeziydi. Meydanı yok ederseniz bu buluşma, dayanışma, birlikte olma, farklı kesimlerin iletişim kurma, birbiriyle tanışma, konuşma olanaklarını yok ediyorsunuz. Güvenpark’ın yarısı minibüslere, yarısı da polise verilince sosyalleşme alanı olmaktan çıktı içinden geçilen bir yer oldu. Bizim anlattığımız anlamda bir Güvenpark, meydan, merkez kalmadı.

“Kızılay, dünyanın nadir merkezlerindendir”

- Kızılay’ın önemi neydi?
- Kızılay çok önemli; Ulus-Çankaya, Maltepe-Cebeci hattının ortasıdır. Maltepe ve Cebeci’de yaşayan orta sınıfla siyasi, bürokrat sınıfın birleştirildiği noktadır. Bu anlamda dünyanın nadir merkezlerindendir. Aynı zamanda kentsel hareketler, önemli eylemler, şenliklerin yapıldığı merkezdir. Meydan kamusal alan sağlar ki bu, demokrasinin temelidir. Tandoğan’a ya da başka yere yollarsanız bu etkinlikleri, Kızılay’daki bu etki ve sosyalleşmeyi sağlayamıyorsunuz. Kızılay, simge ve tarihsel olarak bu sosyalleşmeye en uygun yer çünkü. Metronun gelişi, Batıkent’le Eryaman’a bağlanması da genç 3’üncü kuşak orta sınıfın oturduğu mekanları bağlar Kızılay’a. Sosyalleşmeyi merkeze, Kızılay’a çekiyor yani. Sincan’a çok geç gitti, işçi sınıfı var orada. Şimdi Ulus gibi kamusallığını ve özelliklerini kaybediyor. Yaya ve araçların transit geçtiği, durup eğlenmediği bir yer halini aldı, meydan değil artık. Kamusallığını yitiren bir alan ki Ankara’nın şehirleşmesinde çok önemli bir yeri vardır.
Başkentin en önemli kamusal alanı Kızılay, meydan olma özelliğini kaybetti. Şimdi gelip geçilen bir yer.

“AVM’lere itiyorlar”

- Başka kamusal alanları var mı Ankara’nın?
- Tunalı özellikle gençler için yeni bir kamusal alandı, birkaç kafe dışında artık gençleri itiyor. 7.Cadde, siyasi, kültürel, sosyal, hepsini taşıyabilen bir kamusal alan olamıyor ama bir tüketim mekanı olarak cazibesini koruyor, öğrenci kesimine sesleniyor. Kızılay’ın o haliyle kıyas götürmez tabii.
- Kamusal alanları kaybolan vatandaş ne yapıyor?
- Orta sınıf kamusallaşma alanı kalmayınca ne yapacak, nereye gidecek, nerede zaman geçirecek? Saat 7-8 gibi sokaklar boşalıyor. Büyük alışveriş merkezlerine (AVM) gidiyorlar. Orta sınıfını, gençleri koruyamıyor, kamusallığını kaybetmiş, bir araya gelme şansını kaybetmiş insanları evlere, AVM’lere itiyorlar. Oysa meydan, kültürel aktarımın olduğu etkinliklerle şehrin şekillendirildiği yerdir. Ayrıca pavyon kültürü bayağı cesaret bulmuş durumda. Ne zaman çıktı, ne zaman bu kadar yaygınlaştı araştırmak lazım. Göçle ilgili herhalde.
Güvenpark 1940..
Ve Güvenpark'ta hanımlar..

“Eğitimi yüksek ama geliri düşük”

- Eğitim açısından nasıl bir başkentimiz var?
- Ankara, Cumhuriyet öncesinden beri eğitimli bir kentti. Eğitimi çok yüksek bir kitle yaşıyor. İkincisi; kültür ve sanat faaliyetlerinin nitelikleri çok yüksek. İstanbul’da kültürel faaliyetler çok farklı, daha küresel ve medyatik. Ankara’da ise daha yerel ve derin bir kültürel anlayış var.  Ankara’da tiyatro oyunları sezon başlar başlamaz doluyor. Çocukluktan başlarlar tiyatroya götürmeye. Her kente nasip olmaz bu nitelikler. Kadın erkek eğitimi açısından kadın eğitimi en yüksek kent. Aileler de yerli halk da bu konuda oldum olası bilinçli, okumaya yönlendiriyorlar çocuklarını. Şimdi Türkiye’de kız çocuk okusun mu okumasın mı tartışmasına geldik nasıl olduysa. Yerli halkın, geçmişten gelen böyle güzel bir geleneği vardır. TÜBİTAK proje desteği ile Ankara’nın Çankaya, Etimesgut, Altındağ, Mamak, Keçiören gibi 5 merkez ilçesinde sosyo ekonomik durum haritası çıkardık. Gelir ve eğitim seviyesi haritalarını üst üste koyunca şöyle bir sonuç çıktı; eğitim yüksek ama geliri düşük. Eğitimin karşılığını alamıyor şehir. Bu nedenle bir anlamda sosyo ekonomik açıdan bir dereceye kadar homojen bir kent ancak öte yandan bu bir göç nedeni; İstanbul’a, yurt dışına gidiyor eğitimine karşılık bulamayan genç.
- Bu kadar nitelikli bir kentten göç ettirmek de marifet olmalı.
- Ankara, sanayide belki öne çıkabilen bir şehir değil ama bir bilişim, savunma ve havacılık sanayisi merkezi, bilişim teknolojilerinde çok önemli bir rolü var. Kadın istihdamının çok yüksek olduğu kentlerden biri ve bunlar geçici değil düzenli işler. Yani eğitimli kadın sayısı yüksek bu anlamda. Kendi kendine geliştirdiği bir OSTİM’i, küçük imalat sanayisi var mesela. Kendi bünyesinde doğurduğu bir yerdir. Şehir asosyal olunca buralarda çalışarak yüksek gelir elde edebilecek bile olsa yine de şehir dışına gidiyor genç.
Sibel Kalaycıoğlu

“Alevi-Sünni farklılaşması belirgindir”

- Göç tablosu nasıl Ankara’nın?
- Başkent, 1950’lere kadar durağan bir kent, devlet eliyle kapitalizmin uygulandığı, kıra kaynak aktarılan bir merkezdir. Sümerbank’ın ürettiği düşük maliyetli ürünler, kıra çok önemli bir destektir. İller Bankası kalkındırma, Etibank madenlerin değerlendirilmesi açısından önemli. 1960’lardan itibaren kent, önce mevsimlik göç almaya başlıyor. Kendi yakın çevresinden Çorum, Yozgat, Sivas, Kırşehir, Çankırı gibi illerden, Kızılcahamam, Bala, Haymana gibi ilçelerinden göç alıyor. Karadeniz ve Doğu’dan göç almaz mesela. Kastamonu yakınındadır ama oradan göç almaz. Doğu’dan gelen de doğrudan İstanbul’a, İzmir’e gider. Yani Ankara’ya göç, Orta Anadolu bölgesinden gelir en çok.
- Göçün kentte yarattığı etkiler nedir?
- 1970’lerde mevsimlik göç yerine yerleşik göç başlıyor. Hıdırlıktepe, Çinçin’deki gecekondulaşma, Mamak, Dikmen, Seyranbağları gibi semtlere yayılmaya başlıyor. İlk gecekondularla göçülen ilin özelliklerine bağlı olarak Alevi-Sünni kimlikleri farklılaşması oluşur Ankara’nın. Bu farklı kimlik grupları, aynı mahallede sokaklar olarak ya da aşağı mahalle yukarı mahalle olarak ayrışarak yerleşiyorlar. 1970’ler göçünün en önemli özelliği budur. Sonradan anlaşıldıki 1980 öncesi sağ-sol çatışması da daha çok bu özelliği yansıtırmış. Çok baskın ve belirgindir bu kimlik özelliği. Neredeyse yüzde 50-yüzde 50 diyebiliriz. Çatışmıyorlar ama dayanışmıyorlar da. Bütün gecekondu alanlarında çalıştım, bir anlamda sırtlarını dönerek yaşıyorlar. İstanbul’da da çalıştık, orada öyle değildi. Ankara’da yaşam alanı geniş, çatışma az oluyor. İstanbul’da alan dar, sıkışık nizam olduğu için çatışma artıyor. Ankara’da, siyasi radikal eylemlere girişilmiyor. Tüm insan ilişkileri, mekanda yansır. Mekan da insan ilişkilerini şekillendirir. Ankara, geniş gecekondu yerleşimleriyle daha şanslı. İlk gecekonduların bahçeleri, çardakları, su kuyuları var. Ama İstanbul’daki sıkışık nizam gecekondu yerleşimi, gerginlik yaratıyor.

“Üçüncü kuşak radikalleşiyor”

- Günümüzdeki durum ne?
- Üçüncü kuşak göçmen dönemindeyiz şimdi. Birinci kuşak; eğitimi düşük ama bir biçimde devlet dairesinde ya da şirkette iş bulmuş ve oradan emekli olmuştur. İkinci kuşak; 1980 sonrası kentte büyümüş, eğitimi yüksek ama babası kadar şanslı olamamış iş alanında. İşlerin, özellikle devlet işlerinin daraldığı bir döneme denk gelmişlerdir. Babalarından daha yoksul bir kuşak. Üçüncü kuşak; 1990 sonrası doğumlular. Bunların eğitimleri daha yüksek ama neoliberalizmin (küresel ekonomicilik) getirdiği sistem sonucu daha da işsiz bir kuşak. İkinci kuşakta Alevi-Sünni ayrışması, şehir ayrışması olarak gösteriyor kendini; diyelim Batıkent-Sincan olarak ayrışıyorlar. Kimliklere dayalı mekansal ayrışmayla siyasi ayrışma ve radikalleşme başlıyor. Üçüncü kuşakta İstanbul’a göre daha sakin ama siyasi keskinleşme oluşuyor bir yandan. Üçüncü kuşak, kültürel altyapıyı daha aşağı çeken bir nesil. Şimdi kötü kentleşmeyle birleştirin bu resmi; çirkin yapılar, altüst geçitlerle kullanılamayan, kamusal alanı olmayan, yeşili sınırlı bir şehir. Ve bu kuşağın artık bir nüfus olduğunu düşünün.
Suriye ve Iraklılar, aramıza karışmıyor

“Suriyeliler, Iraklılar kimliği değiştirecek”

Dahası yeni göçmenlerimiz var; Suriye ve Iraklılar. Ankara profilini tamamen değiştiren bir göç bu. Çünkü kendi içine kapalı bir yaşam biçimi ve alanı oluşturuyor, yerli halktan tamamen kopuk bir yaşam sürüyorlar. Altındağ, Gülveren civarındalar ve şehrin kimliğini değiştirecek bir göç bu. Eskinin dayanışmacılığını, Ahiliği unutuyoruz artık. Dışarıdan gelene teslim oldu Ankara, İzmir gibi içine alıp yoğurmuyor, Ankaralı yapamıyor.

“Kentsel dönüşüm gerilim yaratıyor”

- Yöneticiler farkında değil mi bunların?
- Devlet seçkinleri, yöneticiler, siyasi elitlerin sokakla halkla ilişki kuramamasının da bunda etkisi var. Kentin kimliği ve kültürünü koruyamayışında, teslim edilişinde, katkıları var. Örneğin kentsel dönüşüm, bir sürü kişiyi hak mahrumiyetiyle karşı karşıya bırakarak büyük gerilim yarattığı gibi, mahalle kültürüyle dayanışmanın kaybolmasına sebep oluyor. Vatandaş 3 nesil orada yaşamış, tapu vermişsiniz. Kentsel dönüşümle hem evinden oluyor hem borçlanıyor hem de komşularından, akrabalarından ayrı düşüyor. Zaten yoksul birini, yerinden ettiğiniz gibi bir de toplumsal bir kayıp yaşatıyorsunuz. Bazı uygulamalara, toplumsal sonuçlarını değerlendirmeden giriyor, sonra kendi kendimize o sonuçlarla boğuşuyoruz. Bu toplumsal konuları, pek önemsemiyor herhalde yöneticiler.

- SON –

26 Kasım 2018 Pazartesi

Ankara Nasıl Şehirleşiyor (8)


Yayın tarihi:08.03.2017

Milliyet - Ankara Gazetesi


“ÖZGÜN ESKi DOKUSU DEĞiŞTiRiLEREK, KENT KiMLiKSiZLEŞTiRiLDi

Şehrin dokusuna bakınca 1980’lerden sonra kurulmuş gibi Ankara. Arkeolog Prof.Dr. Aliye Öztan, başkentin 150 bin yıllık tarihi eser birikimini, tarihe bakış açısını ve şehrin son yıllarda tarihi eser bilincini kaybedişini anlattı.


Önce Hacıbayram Camisi’nin “Genişletiyoruz” diye özgünlüğünü bozduk, sonra bütün mahallenin. En az 2 bin 500 yıllık Ankara’nın en eski kutsal mekanı Hacıbayram Höyüğü’nün altına girdik, kocaman otopark yaptık. Höyük, tarih boyunca üst üste yerleşim katmanlarının olduğu yere denir, arkeolojik kazı yapmaya kıyılamayan yere yaptık yani otoparkı. Ayasofya ya da Mescid-i Aksa’nın altına otopark yapmak gibi bir şey. Ki burası, onlardan daha eski bir kutsal mekandır Ankara’nın düzenli şehirleşmesinden bu yana.

Müslüman gelmiş, Bizans’ın Roma eserlerine gösterdiği hoyratlığı göstermemiş, Agustus Tapınağı’nın yanına inşa etmiştir camisini. Duvar duvara 582 yıl yaşamışlar, son 6 yılda ne höyüğün ne de çevresinin özgünlüğünden eser kalmadı. En fazla 2 katlı Ankara evleri, nasıl oluyorsa 4-5 kata çıkıyor tadilat ve düzenlemelerden sonra.

Hamamönü’nde sıyırdı ama Hamamarkası’nda 100-200-250 yıllık evler, tamamen yıkılıp, cillop gibi yeniden yapılıyor. Kale’de başladı ufak ufak. 2 bin yıllık Kale’ye, yakında 2020 bayrağını dikeriz imalat tarihi olarak. Kepçelerin pervasızca daldığı tarihi doku, görgü tanıklarının anlattığı hafriyat kamyonları kasasında taşınan moloz içindeki eser parçaları... Daha neler neler, maydonozlu köfteler!..

Kuyumcu hassaslığıyla bir eseri sağlimen çıkarmak için yıllarca küçücük bir yeri kazmakla ömrü geçen arkeologları, kalp sektesiyle sınayacak manzaralar. Onlardan biri, hem de has Ankaralı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aliye Öztan hocamıza sorduk. 4-5 bin diye biliyorduk, 150 bin yıl çıkmaz mı başkentin mazisi?

Ali İnandım- Aliye hocam, Ankara’da yerleşim ne kadar geriye gidiyor?
Aliye Öztan- Paleolitik Dönem yani Taş Devri’nden beri yerleşim var Ankara’da. En az 150 bin yıldır yaşandığına dair kanıtlar mevcut. Örneğin Havagazı Fabrikası inşaatı sırasında Alt Paleolitik Dönem’e ait baltalar ele geçirildi. İncesu’yla Kavaklıdere’nin birleştiği yerin kıyısında oturuyorlardı büyükihtimal. Taş Devri’nde Orman Fidanlığı’nda (şimdiki Beştepe, Gazi Üniversitesi alanı), Uzağıl köyünde, Üreğil köyünde, İmrahor’da, Dikmen Deresi gibi dere yataklarında ve kıyılarında, bu devrin çeşitli dönemlerinden aletler bulunmuştur. Bu buluntular, Ankara merkeziyle çevresinde, Taş Devri’nden beri insanların yaşadığını kanıtlamaktadır. Neolitik Dönem’e (Milattan Önce 7-5 bin arası) ait henüz elimizde bilgi yok. Ancak Kalkolitik (M.Ö. 4 binli yıllar) ve Erken Tunç Çağı’nın başlarına ait tabakalar henüz kazılmamış olsa da büyük olasılıkla Çayyolu höyüğünde olmalı. Çayyolu Höyüğü’nde, daha aşağı tabakalara yani erken dönemlere inildikçe Kalkolitik belki de Neolitik dönemlere ilişkin bilgiler edinebileceğiz. Çünkü yüksek bir höyük ve kültürel dolgusu çok fazla. Çayyolu Höyüğü’nün üst katmanları, M.Ö. 3 bin-2 bin arasını, Erken Tunç Çağını kapsıyor. Erken Tunç Çağı ve Ankara deyince ilk akla Ahlatlıbel gelir. Ahlatlıbel kazısı, Cumhuriyet döneminde Türkler tarafından (1933 yılında) yapılan ilk kazı olması bakımından önemlidir. Ne yazık ki bugün tamamen yok edilmiş durumdadır. Aynı dönem Etiyokuşu, ODTÜ arazisinde Koçumbeli ve Yalıncak, Gölbaşı’nda Karaoğlan höyüklerinden bilinir. Bunu takip eden Hitit krallık ve imparatorluğunun farklı zamanlarına ait buluntular Kahramankazan’da Bitik Höyüğü’nde, Gölbaşı’nda Karaoğlan ve Külhöyük’de ve en önemlisi Haymana Gavurkale’de yer alır.

“Beştepe, 5 tümülüsten alır adını”

- Ankara içinde düzenli şehirleşme ne zaman başlıyor?
- Kentin altyapısı Frig Dönemi’yle başlamıştır. Milattan önce 8. Yüzyıl’la 6. Yüzyıl arasında Polatlı’daki Gordion şehri (Yassıhöyük), krallığın başkentidir. Ankara’nın içi de önemli bir Frig kentidir. Hacıbayram Camisi’nin olduğu yerle aşağıdaki Roma Hamamı arası, Çankırıkapı Höyüğü’dür (Hacıbayram Höyüğü). Kazılarda ele geçen en erken Frig tabakası, daha 1930 lu yılların sonlarında orada saptanmıştır. Ankara bölgesinin Frigler açısından önemli iskan alanlarından olduğu, tümülüslerden de (anıtsal yığma mezar) anlaşılıyor. Polatlı’ daki Gordion ve çevresinde tümülüsler çok yaygındır. 100 e yakını tespit edilmiş ancak 25 tanesi kazılabilmiştir. Bu tümülüslerin en fazla örneği Gordion’da, ikinci sırada Yozgat’ta Kerkenez Dağı’nda ve üçüncü olarak Ankara’nın içindedir. Ankara tümülüslerine ilişkin ilk bilgiye, 1910 yılında Campbell Thompson’ın yayınladığı bir araştırmada rastlıyoruz. Bu anlamda Ankara’yla ilgili bilimsel araştırmayı yapan ilk kişidir. Bir kroki hazırlamış ve Ankara içindeki 16 tümülüsü işaretlemiş orada. Daha sonraki araştırmalarda 4 tümülüs daha bulunur, 20’ye çıkar sayıları. Örneğin 1950’li yıllara kadar Ankaralılar’ın ‘Beştepe’ dedikleri mahalle, Atatürk Orman Çifliği ile Anıtkabir’in olduğu Rasattepe arasıdır. Adını oradaki 5 tümülüsten alır. Bu Beştepeler’deki büyük tümülüsleri İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde çalışmış, kazı gördüğü için bilen tek kişi olan Makridi bey 1925 de kazmaya başlamış ama kesit çökünce kazı bırakılmış. Çok sonra 1986-88 yıllarında bu ve bir diğer tümülüs kazılmıştır. Ayrıca Anıtkabir’in Aslanlı Yolu’na girmeden önceki yamaç üzerinde 2 tümülüs daha var. Anıtkabir inşa edilirken (1944-1953) benim de hocam olan Prof. Dr. Tahsin Özgüç’den kazı yapması istenir, her iki tümülüs de sistemli biçimde incelenip belgelenir ve o tümülüslerden çıkarılanlar, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne taşınır. 1934’de Gazi Orman Fidanlığı arazisinde iki ayrı tümülüsü, Ahlatlıbel’i de kazan Hamit Zübeyir Koşay kazar. Boğa ve grifon (aslan vücutlu, kartal başlı ve kanatlı mitolojik yaratık) ile metal kapları açığa çıkarır.
Hacı Bayram'a komşu Agustus Tapınağı

‘Tanrılaşmış Augustus’un eylemleri’

- Frigler’den sonra kimlerin hakimiyetine geçiyor Ankara?
- Frigler’den sonra Milattan Önce 3.Yüzyıl’da Galatların hakimiyetine giriyor. Milattan Önce 25 yılında Roma’nın bir eyaleti olan Galatya’nın merkezi oluyor ve Milattan Sonra 4. Yüzyıla kadar olan kalıntılarla temsil ediliyor. Roma devrinden bugün görülebilen üç önemli eser var 1) Agustus Tapınağı, 2) Roma Hamamı ve 3) Roma Tiyatrosu’dur. Hacıbayram Höyüğü’ndeki Augustus Tapınağı’yla ilgili ilk çalışmaya ise Hans Dernschwam’ın ‘İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü’nde rastlıyoruz. Agustus Tapınağı’yla ilgili en eski veriler onun günlüklerindedir (1555). Tapınağın içinde Hacıbayram Külliyesi’nin hocaları için yapılmış odalardan bahseder. O zaman bir süre ‘Ak Medrese’ olarak kullanılmış tapınak. Yapının en önemli özelliği, duvarlarındaki yazıtlardır. İçte Latince, dışta ise Eski Yunanca/Helence olarak ‘Resgestae Divi Augusti’ yani ‘Tanrılaşmış Augustus’un eylemleri’ anlatılır. İçte de kuzeybatı duvarında, imparator rahiplerinin adı ve her birinin yaptıkları işlerin listesi yer alır. Yani anıt sadece Ankara ve Türkiye için değil, dünyanın da en önemli tarihi yapılarından biridir.
Roma Hamamı, türünün dünya çapında örneklerinden

Ulus İşhanı altındaki saray

Ulus’ta ‘Roma Hamamı’ olarak bilinen yapı, Ankyra’nın büyük hamamıdır ve kısmen daha iyi korunmuş durumdadır. Ankara Kalesi’nin Bentderesi’ne bakan yamacındaki ‘Roma Tiyatrosu’nun bir kısmı, 1982-86 yılları arasında Anadolu Medeniyetleri Müzesi kazılmıştı, 2012’den sonra yeniden başladı kazılar. Tiyatrodan günümüze kısmen korunmuş olarak sadece alt oturma sırasının temeli ve sıralar arasındaki yatay geçite ait bloklar kalmıştır. Ayrıca eski Sümerbank binası arkasıyla Zincirli Cami arasında Vilayet binasına doğru, o dönemin ana caddesinin bir kısmı duruyor. Ulus İşhanı altında hamam veya palatinum (saray) kalıntıları çıkmıştır. Sarayın yanında, Ulus Hali’ne doğru bir yol kalıntısı daha vardı. Hal girişi ile Toygur Han arasına çıkar. O yolun tiyatroya doğru devam etmesi lazım diye düşünüyorum. 1998 yılında Balgat’ta bir temel kazısı sırasında da M.S. 3.Yüzyıla yani Geç Roma devrine tarihlenen mezar çıkmıştı.
Ankara Garı inşaatında
çıkan Bizans Mezarı -1931

Bahçelievler’de, Gar’da Bizans mezarı

- Bizanslılardan da günümüze kalan anıtsal pek eser yok galiba?
- Ankara merkezinde pek kalmadı. Bizans Dönemi’nde, Hacıbayram ve çevresindekiler hariç, yerleşim daha çok Kale’nin bir bölümüyle Hamamönü’ne doğru kaymış olmalı. Çünkü onlardan sonra gelen Selçuklu da onun üzerine kurmuş şehri daha çok. En bilinenlerden Gar inşaatı sırasında çıkan Bizans mezarı, Roma Hamamı’na taşınmıştır. Bahçelievler’de, Başkent Hastanesi’nin arkasında çıkarılan Bizans mezarında da kapak taşı olarak ikinci kez kullanılmış bir Frig kabartması açığa çıkmıştır. Yani aynı malzeme, farklı krallıklar döneminde kullanılmış.

- Selçuklu Dönemi’nden de az eser görüyoruz.
- Selçuklu hakimiyeti sırasında 1178’de yapılan Alaedddin Camisi’den başka Karacabey Hamamı, İmaret Camisi, Eynebey Hamamı, Akköprü gibi eserler var günümüze kalan. Sonrasında 1288’de Saraç Sinan, 1299 Kızılbey Camileri yapılmış. Bunların nasıl korunduklarıysa ayrı bir konu.

“Hacı Bayram kuzeye doğru geliştirdi”

- Osmanlı’dan neler kalmış?
- 1331’de Ahi Şerafettin, 1382’de Ahi Elvan, 1392’de Ahi Yakub, 1438’deYeğenbey Camileri yapılmış. 14. Yüzyıl’dan Kesikbaş, 1428’dan Hacı Bayram türbeleri, 15. Yüzyıl’dan Kızılbey Medresesi, Ahi Yeşil Medresesi, 16. Yüzyıl’dan Kurşunlu Cami gibi onlarca türbe, mescit ve cami vardır. Ticaretin hareketli olduğu zamanlardan 1471’de Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne çevirdiğimiz Mahmut Paşa Bedesteni (Fatih’ in sadrazamı Mahmut Paşa yaptırmış), hemen aynı yerde aynı yıl yapılan Mehmet Paşa Hanı (Kurşunlu Han) 1523’de Çengel Han, 16. Yüzyıl’dan Çukur Han, Pilavoğlu Hanı, Yeni Han, 17. Yüzyıl’dan Kıbrıs Han, Zafran Han, Sulu Han (Hasan Paşa Hanı) vardır. 14-15. Yüzyıllar’dan Kale ve çevresinde Hacettepe’ye kadar uzanan kısımda Karacabey Külliyesi, 1440’larda güneye doğru gelişmeyi sağlamış, İmaret, Buryacı, Hacı Seydi Mahalleleri kurulmuştur. Kuzeye doğru gelişme, Hacı Bayram Camisi’nin 1428’de inşası ile olmuştur. 1914’le 1924 arasında sadece Bentderesi’nde, Bent ile Çankırı Kapısı arasında Taşköprü, Tabakhane Köprüsü, Ördekli Köprü, Dağ Mahallesi Köprüsü, Çankırı Köprüsü olarak tanımlanan 5 köprü vardı.
“Ahlatlıbel, ilk Türk kazısıdır”
Mahmut Paşa Bedesteni ve Mehmet Paşa Hanı yanyana

- Cumhuriyet’in tarihi eserlere yaklaşımı nasıl olmuş?
- Cumhuriyet Ankarası’nda ilk yapılan işlerden biri, arkeolojik eserlerine sahip çıkılması olmuştur. Kente ve ülkeye bir kimlik kazandırmak için her döneme ait tarihi eser incelenmiş, açığa çıkarılmış, müzelerde sergilenmiştir. “Bulunduğumuz toprakların tarihini ne kadar iyi bilirsek topraklara o kadar iyi sahip çıkılır” der Atatürk. “Ahlatlıbel, ilk Türk kazısıdır” demiştik ya başta, bir yerleşimin, başından sonuna kadar sistemli biçimde incelenmesi, kazılması nedeniyle özellikle tercih edilmiştir orası. Yani arkeolojiyi, bina temeli kazılırken altından çıkanlar olarak anlaşılmaması için yaptırılan özellikli bir kazıdır.
Aliye Öztan

“Torsoyu haber verdik”

- Devamını getirebildik mi?
- Cumhuriyet’in başkenti olması ile başlayan süreçten itibaren 1970’lere kadar arkeolojik çalışmalar, hem Türkiye’de hem Ankara’da altın dönemini yaşamıştır. Cumhuriyet’le her bina yapımında çıkan eser olursa belgelenir, eğer gerekiyorsa korunur, sonra inşaat başlardı. Bize de bu bilinç verilmişti. 1967’de, üniversitede ilk yılımız, bir hocamızın verdiği ödev olarak Agustus Tapınağı’na gidecek, gördüklerimizi yazacaktık. O sırada Hacıbayram’ın yolu genişletiliyordu. İki arkadaş tapınağa doğru çıkarken yol kenarına bırakılmış bir torso (kolsuz başsız heykel gövdesi) gördük. Kepçe bir yandan çalışmaya devam ediyordu. Koşa koşa Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gittik, ısrarla müze müdürünü görmek istediğimizi söyledik. Müdür bey kabul etti bizi, durumu anlattık. Hemen müdahale ettiler, çalışma tamamen durduruldu. Heykeli kaldırıp devam edilmedi yani. Şimdi Müze’nin orta bahçesinde sergileniyor o torso.

“Cumhuriyet’in eserlerine de sahip çıkılmalı”

- 1970’lerde bitiyor mu altın dönem?
- 1970’lerden sonra pek dikkat edildiği söylenemez ama 1980’lerden sonra giderek iyice ilgi azaldı ve son 30 yılda, hele 2000’li yıllarda, Ankara’nın eski eserleri göz ardı edilir hale geldi. Kayabaşı’na doğru çıkarken pirinç çeşmeler vardı mesela, nereye gitti onlar? Yeni Hacıbayram, yeni Hamamönü yapıyoruz eskiymiş gibi. Bu özgün eski dokusu değiştirilerek kent, yapay bir biçimde kimliksizleştirildi. Cumhuriyet’in eserlerine de Cumhuriyet’in Ankara tarihine sahip çıktığı özenle sahip çıkmalıyız tabii ki.
Bentderesi’ndeki Roma Tiyatrosu

“Soğuyorsunuz mahalleden”

- Öncesinde Ankaralı eserlerine sahip çıkmış mıdır?
- Ankaralılar, her dönemde bir eski kentte yaşadıklarını biliyorlardı. Onun eski parçalarını yapılarında kullanır veyahut işlevini değiştirdi. Mesela bir lahiti su yalağı yapmış, musalla taşı altında sütun parçalarını destek olmuş görebilirsiniz, duvar örerken kullanmıştır... Onun dışında sunaklar, sütun başlıkları, kaideler, heykel gövdesini almış, Kale içindeki Alaeddin Camisi’nin bahçesine ve çevresine adeta sergiler gibi dizmişlerdir mesela. Çok tahrip etmemiş, bırakmışlardır. Bugünse bırakın o tarihi yaşamayı, tarih içinde yaşadığını bile hissetmiyor insan. O eserlerin üzerine ya da dibine, otopark yapabiliyoruz. O evin, o mahallenin orijinalliğini bozduğumuz için tarihi dokudan da mahalleden de soğuyorsunuz.