9 Ağustos 2010 Pazartesi

ANKACAN!

7.8.2010 Milliyet-Ankara Eki

Anadolu Medeniyetleri Müzesi tarafından Kaleiçi’ne girdim. Lokantaya çevrilmiş eski bir konağa ilişti gözüm. Çok ta güzel aslına uygun düzenlenmiş ve korunmuş bir konak. Fotoğraf çekmeye çalışıyorum ama örümcek ağı gibi her yanı sarmış elektrik ve telefon kablolarından kurtulamıyorum. Debelenirken kulağımın dibinde bir sesle irkildim:
- Çekemiyor musun fotoğrafı?

Boş bulunup, yarım metre bilinçsiz sektim yerimden. Yaklaşık 2 metre boylarında, 35-40 yaşlarında, atletik yapılı, babayiğit görünümlü bir ademoğlunun göğüs hizasındaydım. Başımı kaldırıp, yanıt verdim:
- Kablolardan çekilmiyor.
- Çekemezsin Ali İnandım çekemezsiiinn; çekilmez oldu buralar!
- Adınızı bağışlarsanız?
- Ankacan.

İlk kez duyduğum bir isim olması nedeniyle şaşkınlığımı, iltifatla harmanlayarak ifade ettim:
- Aa ilk kez duyuyorum, ne güzel isim!
- Ankara Canavarı’nı, Ankacan diye kısalttım.

“Haydi buyur, deli deliyi dakkada…” diye coşkusu kursağında kalmış bir şapşallık geçti içimden. İçimden geçen, yüzümden çıkmasa iyi olurdu. Gıcır gıcır botoks yaptırmış pop yıldızı gibi, ifadesizliğimi korudum. Sanırsınız ki yılları canavarlar arasında geçmiş, feleğe takla attırmış bir canavar dostuyum.
- Gerçek ismin değil yani?
- Böyle bil, fazlasını da kurcalama. Kurcalarsan haberim olur. Gel, çay ısmarlayayım sana.

Ankara ayaklarımızın altında, bir çay bahçesine oturduk. Çayı beklerken Ankacan’ın, yumruk olmuş eline takıldı gözüm. Sakin 1 ton, hiddetli 5 ton çeker görüntüsüyle masanın dörtte birini kaplıyordu.
- Adımı nereden biliyorsun?
- Okudum seni.
- Niye Ankara Canavarı diyoruz sana?
- Ankara’da doğdum, büyüdüm, okudum. Çok okudum. Her şeyi de okudum, Ankara’yı da. Artık sabrım bitti. Ankara’ya yapılan haksızlığı, vurdumduymazlığı, Ankaralı’ya yakıştırılan tavrı, kabalığı kaldıramıyorum. Ankara, saplantım oldu benim. Eyleme geçme kararı aldım. Bir şey yapmak lazım.

Kısa ve öz meram, bu kadar anlatılır.
- Demokrasi ve eylem çağındayız tabii. Yasalar çerçevesinde eylem, her vatandaşın hakkı değil mi?

“Bakacağız artık” derken eylem planları, kafasında tam oluşmamış bir dalgınlıkla Ankara’ya baktı gözleri.
- Bana niye anlatıyorsun peki?
- Seviyorsun sen Ankara’yı.

Bu manzaralı tepeden, ben de Ankara’ya bakıyordum ama bir deliyle mi yoksa akıllıyla mı, daha çözememiştim.
- …
- Yazacaksın. Haber vereceğim sana. Bazen konuşuruz Ankara’yı.
- Bana bak, öyle yasadışı işler yaparsan ‘yasadışı’ diye de yazarım.

Tınmadı bile. Ankara’yı dert edinmiş birinin, davasındaki inceliği kavrayamayan birine baktığı gibi baktı. “Ankara çirkinleşirken yasalar ve ilkeler yok muydu?” diye soruyordu gözler.

Her yerden çıkabilir ama daha çok Kale, Ulus, Kızılay üçgeninde dolaşıyormuş. Eski Ankara’yı seviyor belliki. “Yaz ama eşkalimi verme” diye kibarca uyardı beni. “Tam vermem ama biraz veririm” dedim. “Az ver” dedi.

Ankara Canavarı’yla tanıştım. Fırından taze çıkmış, iş aldım başıma. Neymiş göreceğiz.

Gülmeyin efendim, sizi bulsa güler miydiniz?

1 yorum:

belgin dedi ki...

Ali hocam, yazılarınızı büyük bir keyif ile okuyorum. Üslübunuz ve çaktırmadan veya çaktırarak yapmış olduğunuz eleştirilere tamamen katılıyorum. Yazılarınız hakkında daha önce de sözlü yorumda bulunmuştum ama son yazınız "çapa" serisini özellikle beğendiğimi söylemeliyim. Eski bir Ankara lı olarak güzel üslübunuz ve çarpıcı yorumlarla süslenmiş yazılarınızın devamını bekliyorum. Ellerinize sağlık. Sevgiler
Belgin Aytekin