25 Eylül 2014 Perşembe

TURİZMİN KAPISINI ARALAYAN VALİ



23.09.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Kapıyı açmak istedi ama aralamakla yetinmek zorunda kaldı. Yerel öneticiler, bürokratlar, işadamları, esnaf, izlemekle gerisinde kalmakla günü geçirdi. Oysa turizm, Ankara için çok bakir bir alan, yüzbinlerce kişiye yeni ekmek kapısı olur. Ancak rahatını bozmadan iş yapmaya, kendi işine yaramayan işe bulaşmamaya alışmış atıl bir zihniyetin kente hakim olduğunu görüyoruz. İnşallah şansını tepmemiştir Ankara.



Ağırdan almak lüksü

Çok çıplak bir gerçek var ki binlerce yıllık tarih ve kültür merkezi Ankara, birikimlerini pazarlayamıyor, başkent olmasına rağmen bu birikimi değerlendirerek bir cazibe merkezi olamıyor. Elalemin başkentleri, Türkiye’ye gelen turistin 3 katını ağırlarken Ankara, pek çok konuda olduğu gibi turizme açılmakta da ağırdan alıyor. Her yıl Polatlı kadar nüfusun eklendiği bir şehrin, ağırdan almak gibi bir lüksü nasıl olabiliyor, onu da “Bilincim yerinde” diyen kimsenin anlaması zor oluyor.



1 trilyon dolarlık pazar

Ankara Valisi Alaaddin Yüksel emekli oldu. Antalya Valiliği sırasında turizm konusunda edindiği tecrübeyle Ankara’nın birikimini gördü ve turizmi, kentin gündemine soktu. Başta Hamamönü ve Hacı Bayram olmak üzere merkez ve çevre ilçelerde, turizme katkısı olacak birçok projeye mali olarak destek sağladı. Ankara Kalesi için adeta seferberlik ilan etti. “Dünya’da turizm sektörü 1 trilyon dolarlık hacme ulaşmak üzere, Ankara niye bundan payını almasın” diye toplantılar yaptı. Ancak aynı ilgiyi, ilgililerden göremedi. Kendisini bilmiyoruz ama biz, saçımızı başımızı yoluyorduk bu ilgisizlikten dolayı.



Yarım ve eksik kalan işler

Öncülüğünde, Ankara Kalesi’ni turizme kazandırmak için bir eylem planı hazırlanmıştı ama defalarca uyarmasına karşın 4’üncü yıl bitti, altyapı çalışmaları bitirilemedi Kale’de.



Dünyanın en büyüklerinden biri olmaya aday Medeniyetler Müzesi için Kültür ve Turizm Eski Bakanı Ertuğrul Günay adeta ricacı oldu ama temeli bile atılmadı müzenin.



Polatlı, Haymana, Ayaş, Nallıhan, Güdül, Kızılcahamam gibi hemen turizme ayak uydurabilecek ilçelerde, beklenen adımlar atılamadı, atılanlar da hep ağırdan atılıyor. Beypazarı ise varolan koşullarda doygunluk noktasına geldi, yeni açılımlara ihtiyacı var.



Akyurt’la Çubuk arasında yapılması planlanan “Kongre ve Fuar Merkezi” lafının üzerinden 4 yıl geçti, onun da temeli hala atılamadı.



Bazı yerel yemeklerini yapan 2 lokantası var Ankara’nın. Bir yemek kitabı çıkarıldı ama sadece Ankara yemekleri yapan lokantalar, hiç özendirilmedi. Hamamönü’nde, en çok Karedeniz yemekleri yapan lokantalar var.



Ne yapılıyor derseniz; sadece sağlık turizmine yönelik kaplıca oteller ve devremülk inşaatları hızla yürüyor.



Ankara’nın, hava ulaşımında aktarma merkezi olması gibi daha çok başlık ve ayrıntı var ama turizmi konuşmaya turizmcilerinin bile yanaşmaması, bir valinin görev süresine bu kadarını nasip etti.



Kapı aralandı, açılması lazım

Emekli Valimiz Alaaddin Yüksel, toplumsal olaylarda alınan sert tedbirlerde ve Seymen Alayı ile Garnizon Koşusu’nun güzergah değişikliğinde çok eleştirilmişti. Ancak öte yandan gelir gelmez bütün ilçelerini dolaştı ve Ankara’nın uzun süredir kemikleşmiş hatta gündeminde olmayan pek çok konusunu gündeme getiren Vali oldu. Başkentin söylemeye utanılacak turist rakamlarıyla en bakir ve ekmekli kapısına el attı, gelin görün ki kireçlenmiş eklemler, bu kadarını yapabildi.



Gidişat ağır da olsa en azından Alaadin Yüksel’in turizm kapısını araladığını söyleyebiliriz. Yeni Valimiz Mehmet Kılıçlar dün görevine başladı. Bu kapıyı ısrarla zorlayarak, onun açabilmesini umut ediyoruz.


Alaaddin Yüksel’e yeni hayatında başarılar diliyor, çiçeği burnunda Valimiz Mehmet Kılıçlar’a “Hoş geldiniz” diyoruz.

22 Eylül 2014 Pazartesi

ÜRETİMİN YOLUNU NİYE AÇAMIYORUZ?



19.09.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Orada bir köy var, o köy bizim köyümüz. Orada bir de sanayi bölgesi var, o bizim değil mi? Orayı sanayi bölgesi ilan eden bizim devletimiz, gereğini kim, ne zaman yapacak?



O köy Malıköy. Eskişehir’e giderken Temelli’de. Sanayi bölgesi de etrafında. Anadolu, Başkent, ASO 2, ASO 3 ve Dökümcüler Organize Sanayi Bölgeleri var içinde. Varolan fabrikalarda 5-6 bin kişi çalışıyor. İstanbul’da olsa daha bu fabrikalar kurulurken Malıköy’ü Malışehir’e çevirirlerdi. Ancak 13 yıldır, su bile götürülmedi bölgeye.



Sanayi değil otobüs durağı sanki

Su gitmiyordu, bu kez de inat etti yol gitmiyor. 2 yıldır Sincan’daki ASO 1 Organize Sanayi Bölgesi’yle Malıköy arasına yapılacak yol, bilinmeyen bir nedenle götürülemiyor. Yol ihalesi 3 kez iptal edildi. İlk ikisine birer bahane bulundu ama üçüncü iptalin bahanesi de yok. Bekliyor herkes.



Satın alınmış boş parseller fabrika, fabrikalar suyla yol, vatandaş iş bekliyor. Bir de çalışanlar için yapılmış binlerce konut var ki su olmadığı için kimse gelmiyor, onlar da dolmayı bekliyor. Sanayi bölgesi değil otobüs durağı, bekleyen bekleyene.



Evvelki gün Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir’e sorduk yolun akıbetini, “Parası, projesi, her şeyi tamam, niye başlamadığını biz de bilemiyoruz” dedi. Yani o da bekliyor. Biz de 2 yıldır yanıt bekliyorduk, tam ekip olduk!



“Büyüme modeli gözden geçirilmeli”

10 Eylül’de Özdebir, üretim artışındaki düşüklüğe dikkati çekerek “Özel sektör yatırım harcamalarındaki düşüş, yatırım şevkini korumanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Açıklanan veriler, bu konudaki uyarılarımızın ne kadar haklı olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, büyüme modelimizi gözden geçirme ihtiyacını açıkça ortaya koymaktadır. Birbirimize ev yaparak zenginleşemeyiz. Bu nedenle, öncelikle kıt kaynaklarımızı rant fırsatlarına değil, üretime ve yatırıma yöneltmemiz gerekmektedir” demişti. Yolu ve suyu olmayan sanayi bölgesi yapan, üretmeden zengin olabilmenin yolunu bulmuş da bizim haberimiz yok herhalde.



Savunma ve havacılık sanayisinde, raylı ulaşım sistemleri ve tıbbi araç hatta ilaç üretiminde yeni bir atılımın eşiğinde Ankara. Teknokentlerindeki yeni strateji değişiklikleri ve üniversitelerle geliştirilen işbirlikleri de bu gelişmelere büyük katkılar sağlayacak. Gelin görün ki lüks konut üretiminin kuyruğuna takılmış ekonomik bir hareketlilik hakim  şimdilik. Büyümenin ve gelişmenin temel öğesi sanayi üretimi, zorlu yolları aşıp, gerçek atılımını gerçekleştiremiyor bir türlü. Oysa durgunluk dönemini, yeni yatırımlarla atlatabilirdik.



Gidişatın göstergesi
Ankara’da sanayinin altyapı ihtiyaçları hala tamamlanmış değil ama Sincan-Malıköy arasındaki yol ve su, gidişatı anlayabilmek için bir gösterge oldu bizim için. Çünkü Malıköy’deki parseller fabrikalarla dolduğunda 5-6 bin değil, 55 bin ile 250 bin civarında kişiye ekmek kapısı açılacak. Üretme kararlılığı, tescil edilmiş olacak. Malıköy’ün fabrika mezarlığı olmayacağını anlayacağız. Şöyle ki; yapılmasını niye beklediğimizi bilmediğimiz yol, gelecek planlarını bilmeyi de engelliyor.

KIZILIRMAK İÇİMİZE AKIYOR



16.09.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Türkiye’nin en uzun ırmağı Kızılırmak. Sivas’ın İmranlı ilçesinden doğuyor 1355 kilometre dolaştıktan sonra Samsun’un Bafra ilçesinden denize dökülüyor. Adını renginden alan ırmağa, antik çağda, tuzlu akarsu anlamına gelen ‘Halys’ deniyormuş. Bu suyun içinde her zaman bir şeyler varmış demek.

İç temizleyici ırmak

Böyle güçlü ve uzun bir suyun etrafında her zaman yerleşim olur. Suyuyla beraber taşıdığı verimli çamur, ne eksen yetişecek tarlalar, bahçeler açtırır insana. 2008 Şubat’ından beri artık ırmağın hepsi denize dökülemiyor, bir kısmı Ankaralılar’ın içinden akıyor tabiata. Adeta içimizi, pırıl pırıl temizleyerek!



Kızılırmak suyunu içmeye başladığımızdan beri tartışmaların da sonu gelmiyor. Daha önce sodyum, sülfat, klorür, koliform bakterisi ve alüminyum zenginleşmesi dolayısıyla gündeme gelmişti içme suyumuz. Hatta 2 yıl önce bendeniz, ‘Başkent’ markasıyla maden suyu olarak pazarlanmasını önermiştim. Ciddiye alan olmadı. Zenginleşme devam ederken en son sülfat tuzu, burun farkıyla öne geçti ve su boruları gibi içimiz de katı atıklardan kurtuldu.



Gerede suyu önerilmişti

Şimdi tabii bir ırmak, yolda bulduğunu içine katıp getiriyor. 1355 kilometre uzunluğundaki Kızılırmak ise Ankaralılar’a, yolun en azından yarısına kadar yani yaklaşık 700 kilometrede topladığını getiriyor. Bafra’dan ne akıyor Allah bilir.



Korunan bir ırmak olsa şüpheye gerek kalmayacak ama fabrikaların kimyasal atıklarından, kanalizasyon atıklarına kadar suya, normal arıtmayla temizlenemeyecek maddelerin karıştığını bilim adamları söylemişti. Diğer arıtmanın ise çok maliyetli olduğunu belirtmişler, daha işin başında bu suyun getirilmemesi için uyarmışlardı. Doğru adresin, çam ve meşe ormanlarından süzülen Işıklı-Gerede suyu olduğunda ısrar etmişlerdi. Kızılırmak, gelmekle kalmayıp, içimize kadar girdi.



Verem olmadan sorumlu bulunsun

Son gelişmede, basına yansımadan 10 gün önceydi, birçok arkadaşımızın rahatsızlanmasına biz de şahit olduk. Onlar da hastanede görmüştü olayın vehametini. Ankara’nın içme suyu, sadece kuraklık dönemlerinde tartışma konusu olmayıp, kuraklık dışında da gündeme geliyor. 6 yıl sonra artık tenis maçı izler gibi tartışmaları izlemeyi değil, çözüm bulunmasını bekliyoruz. Türkiye’nin başkenti burası. Sorumlu su mu, su satan şirketler mi, CHP mi belli olsun. Her an şüpheyle su  içilmez ki derdinden verem olur insan.


Büyükşehir Belediye Başkanımız Melih Gökçek, basın toplantısının sonunda, sülfatın borulardaki kiri, pası çözdüğü için çeşmelerden suyun kirli aktığını söylemişti. Bu cümleyi hiç unutmuyorum. Böyle temizleyici bir özelliği varsa sülfatın, su temizlenmeden yıkanıyorum durmadan. İçteki görünmez, bari dıştan, pırıl pırıl parlayayım istiyorum Kızılay’da!

13 Eylül 2014 Cumartesi

İSMETPAŞA NE KADAR BOZULUR?



12.09.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bir zamanlar ne mahalleymiş İsmetpaşa, hey yavrum hey! Ulus’ta, Anafartalar Caddesi’nde, Bentderesi’nde böyle esnaf yok; adım başı, cıvıl cıvıl. Bakkaları, manavları, ondan hariç Küçük Hal’i, lokantaları, plakçıları, otelleri, meşhur karakolu... Ve tabii birbirinden güzel evleri. Hala da çoğu duruyor. Hamamönü ve Hacı Bayram mimari bir dönemi yansıtıyorsa İsmetpaşa da Cumhuriyet döneminin mimari aynalarındandır.

Her yerden sesleniyorlar
Geçtiğimiz Çarşamba okuduğunuz, İsmetpaşa’yı anlatan söyleşimizi yapmaya gittiğimiz gün. Adım adım yürüyebiliyoruz. Elimizde fotoğraf makinesini, not defterini gören, durduruyor, söylenmeye başlıyor. Yolda çevirip söyleniyor, pencereden söyleniyor, ahşap merdivenin başından söyleniyor, parmaklıkların ardından söyleniyor, uzaktan sesleniyor. Genci, yaşlısı, esnafı, ninesi, yakalayan bombardımana tutuyor. “Evlerimizi yıkmasınlar, yaz bunu!

Evlerin arasında yıkılmışların molozları duruyor. İçlerinde gecekondusu da var, Cumhuriyet’le yaşıt olanı da bağevi tarzı daha eskisi de. “Şurası, Şevroleci Fikret ustanın eviydi, konak gibi çok büyüktü” diyorlar, ev yok şimdi. 1957’de kurulan Yahya Galip Kargı İlköğretim Okulu’nun tozunu yeller süpürüyor, o da yok artık. Küçük Hal’de yok.

Okullara çok kızgınlar
En çok da okulun yıkılmasına kızmışlar. Orada okumuş, hala mahallede yaşayan çok mezunu var okulun. Hacı Bayram Camisi’nin hemen altında kalan Turgutreis İlkokulu ise tadilattan geçirilip, Bedensel Engelliler Derneği’ne verilmiş. Yani hiç kalmamış, şu anda semtin okulu yok, sadece geriye kalan anıları var.

Sonradan anladık ki bize feryat ile söylenenlerin hepsi, mahallenin eskileri ya da onların çocukları. Eski mahalleyi kaybetmişler, şimdi ellerinde kalanı da kaybedecekler. Zaten  İsmetpaşa yer yer izbeleşmiş, kalanı da yok pahasına fiyatlarla alınıyor ellerinden. Mahalle yaşamının tadını alan, izbeliğe katlanıyor ama elinden alınmasına dayanamıyor.

Sesler boşuna yüksek perdeden ünlemiyor; evini, mahallesini almayacak, aidiyetinden koparacak, tarihini sıfırlayacaksınız. Tabii böylece evler gibi, anılar da çok ucuza gitmiş oluyor.

Hangi evler yıkılacakmış!
Mahallelinin karamsarlığı bize de bulaşıyor. “Hangi evler yıkılacakmış?” O güzelim evlerin de yıkılacağı kaygısına kapılıyoruz. Onlara göre hepsi yıkılacak. Aman!..

Sorup soruşturuyoruz, 5 binlik imar planı bitmiş, iptal olmazsa bir iki haftaya çıkacakmış. Sonra binlik imar çalışmasına geçilecek. Bu çalışmada, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tek tek evleri inceleyecek, tarihi değer taşıyanları tespit edecek, o evler korumaya alınacak. Dokusu bozulmuş, yıkılmaya yüz tutanlar, insafa kalır herhalde. İnceleme başlamadan yapılan yıkımlar nedir, onu bilemiyoruz.

Koruyarak toparlanmalı
Halen kerpiç olanlar da dahil, pekçok gözü okşayan evleri ayakta İsmetpaşa’nın. Bazısı sadece rötuş istiyor. Ancak araya sıkışan gecekondular, mahalleyi izbeleştiren derme çatma yapılar, çirkin apartmanlar da çok. Artık toparlanması, kentin göbeğine, Hacı Bayram’ın 50 metre ötesine, tekrar yakışması lazım mahallenin.

Tarihi dokusu olan İsmetpaşa, Hacı Bayram Mahallesi’ne dahil artık. Kentsel dönüşüm kapsamına alındı. Bu yıl istimlaklar ve yıkımlar başladı. Önce okullarını kaybettiler. Bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyor, uzman gibi de izah ediyorlar. Dediğimiz gibi; biz de İsmetpaşa’nın toparlanması gerektiğine inanıyor ama yanlış uygulanan pek çok kentsel dönüşüm projesine benzemesini istemiyoruz.

Yaşayan mahalle geleneğini bozmadan, içindekileri koruyarak yapılmalı. Bizim değil, 95 yıldır onların anıları var çünkü sahip çıkmak için.