30 Nisan 2011 Cumartesi

PATLASIN OSTİM


29.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Oksijen tüpüne niye doğalgaz basıldığını anlayamadık. Gözü, parayla kanlanmış birileri, alengirli işler yapıyor. Ostim’de, 20 canı söndürdüler. Ufku ve aklı bu kadar adamlar, oksijen tüpüne doldurulmuş doğalgaz gibiler. Aman Allah korusun, bizim patlamamız cana kıyanından değil.

Uçak bile yapar
Patlayan tüple gündeme gelen Ostim, 20-24 Nisan arası KOMATEK 2011 Fuarı’nda, 70 imalatçısıyla yer aldı; 12’ncisi düzenlenen Uluslararası İş ve İnşaat Makina, Teknoloji ve Aletleri İhtisas Fuarı’nda. Avrasya’nın en büyük, Avrupa’nın dördüncü büyük fuarı. Kendisine yaraşır övgüler aldı Ostim. Hatta belediye için iş makinesi bakmaya giden Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar, “Destek verilsin, bizim firmalarımız uçak bile yapar” diye gördüklerinden duyduğu heyecanı dile getirdi. Sanki içine doğmuş gibi…

Savunma ve havacılık merkezi
Birkaç gün sonra Ankara Ticaret Odası Başkanı Salih Bezci, müjdeli bir haber verdi: Amerika Birleşik Devletleri’yle ihalesi yapılan 109 adet Skorsky helikopterinin yüzde 67’si Türkiye’de üretilecekti. 2 milyar 300 milyon dolarlık kısmı yani. Ankara’yı, savunma ve havacılık üssü haline getirmek için bir fırsat daha doğmuştu. Salih Bezci, bir şeyin daha altını çiziyordu; Ankara, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı savunma ve havacılık merkezlerinden biri olmaya adaydı. Akademik ve teknik birikimine de bu yakışırdı. Bu haber, Ostim’e, yeni iş olanaklarını müjdeleyen bir haberdi.

Okullarla işbirliği
Ostim, Anadolu’nun gözbebeği, en önemli organize sanayi bölgelerinden biri. 5 bin firma, 50 bin çalışanıyla bir ilçe büyüklüğünde. Oturmuş bir organizasyonu ve ticaret etkinliği var. Ancak bildikleri bir şeyi yinelemekten kendimi alamayacağım; üniversiteler ve meslek liseleriyle olan ilişkilerinin önemi. Ostim, eski tarz üretim ve ticaret alışkanlıklarıyla çalışan firmalara öncülük etmeli. Araştırma ve geliştirme çalışmalarında bu okullarla işbirliğini, işin bir parçası haline getirmeli. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’yle başlatılan işbirliği, Ostim’in bütününe yayılmalı. Olanın etrafında dönmek yerine, kendi buluşlarıyla pazarları zorlamalı. Yüksek teknolojili üretimlere, değil yanıt vermek, öncü olmalıdır.

Tazelenme ve öncülük zamanı
Bu çaba, Ankara kadar Anadolu’yu ilgilendiren bir konudur. Patlayan tüpler, biraz da Ostim’in kapağını araladı. Ardından gelen tartışmalar, zihnimizdeki Ostim efsanesini yıkmak üzere. Kendini tazelemesini bekliyoruz. Ostim, Türkiye’nin en iyi üniversitelerini barındıran Ankara’nın ciddi bilgi birikimiyle buluşmayı beceremiyorsa vah Anadolu’nun haline! Savunma ve havacılık gibi yüksek teknolojili sektörler başta olmak üzere, birçok üretim alanı sırada bekliyor. Ekonomisi küçülen Ankara’yı canlandıracak, birikimiyle Anadolu sanayi bölgelerine öncülük edecek Ostimler’i bekliyor. Üreticilerinize kılavuz olun.

Oksijen tüpünden çıkan doğalgaz adamlar, ancak kendini patlatıyor. Oysa üretimin patlaması gerekiyordu. Ostim’de, patlayacaksa bilgi patlamalı, tüp kafa cehalet değil. Önüne konan projeler için, şapkaları masaya koyma zamanı. Ondan sonra patlasın efendim Ostim, patlasın!

27 Nisan 2011 Çarşamba

ANKARA GEMİSİ


26.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Çılgın Proje’siz Ankara. Alçakgönüllü projeleri bile bir türlü gerçekleşmeyen başkent. Bazı çılgın ötesi projelerinse gerçekleşmesinden korktuğumuz, şaşkınlıktan yılgınlığa savrulduğumuz muamma kent. Denizli İstanbul’a, nehirler vaat edilirken denizsiz bozkırda, toprağa sürtüne sürtüne lafla yürütülen gemi. Tıkandı, saplandı, durdu gemi. Laftan fazlası lazım artık yürümesi için.

Alarm veriyor kent
Siyasiler, sahalara indi ama partilerin seçim beyannamelerine bakarsak Ankara, yine üvey evlat. Bizim lafımızı bize söylemekten öteye geçmiyor demeçler. Vaatten sayarsak hepsi Ankara’nın gerisinde. Türkiye’nin ikinci büyük kenti, patlamış nükleer santral gibi alarm veriyor ancak çığlığı, bir dönem daha duymak istemiyor kulaklar. Tarımıyla hayvancılığıyla ticaretiyle sanayisiyle nüfusuyla toplumsal dokusuyla alarm veriyor, duya duya Ankara’dan, İstanbul duyuluyor yine. Ne şamatacıymış şu İstanbul!

Teşviksiz Ankara
İstanbul’da, yerin altından, tepelerin içinden, denizin dibinden tüneller açılıp, yollar, metrolar yapılırken Ankara’da, yüzde 70’i bitmiş Kızılay-Sincan hattını, kurbağalar bekledi yıllarca. Fuarcılığın kıymetini nihayet fark eden yetkililer, hala fuar alanı için yer bakınıyor. Bitmiyor toplantıları. İstanbul iş yapıyor, Ankara, toplantı! Ostim, Siteler, Ankara’da değil sanki. Eğitim, sağlık ve bilişim alanlarında 1 numara olmasına karşın, dilenmediği kaldı Ankara’nın. Bu alt yapı nasıl görmezden gelinir? Bu üç alanda, şimdiki haliyle bile uluslararası bir merkez olma kabiliyeti varken üstüne nasıl kafasını bastırırız kaldırmasın diye? Oysa bizzat devletin teşvikiyle önü açılması gereken üç ana sektör bunlar. ‘Bilişim Vadisi’, siyasi çekişme kurbanı olmak üzere, biz, teşvik bekliyoruz!

Açılamayan turizm kapısı
Vali Alaaddin Yüksel, bu gerileme sürecinde bir kapı araladı; turizm kapısı. Kendi kadrolarının bile bu ciddi açılımı kavradığından emin değilim. Kale ve çevresi için yapılan eylem planı, yerinde sayıyor. Devletin bir omuz atması, kartopunu çığa çevirir bu bölgede  ama kısıtlı çabalarla yetiniyoruz şimdilik. Kale ve müzelerimiz dolmadan, ilçelerimizin turizm olanaklarına sıra gelir mi? Beypazarı, Nallıhan gibi ilçelerimiz, kendi çabasıyla kendi yolunu çiziyor, siyasiler ve Ankara’dan bir ümidi olmadan. Polatlı’nın turizmi de tarımı da Allah’a emanet. Bala ve Haymana, hem Ankara’nın hem Türkiye’nin üvey evlatlarından!

Lafla yürümez artık
Aman sen de papağan gibi…” diyorsunuz. Daha ziyade ağaçkakan azmi bendeki. Seçim öncesi, Ankara’yı 20 yıl geriden izleyen adayları uyarmak için aynı doğruları gagalıyorum: 1 satıp, 4 alıyor Ankara. 100 bine yakın kişi okuma yazma bilmiyor başkentte. Niteliksiz işsizler havuzu… Ekonomisi küçülüyor, nüfusu büyüyor. Değil dibine, kendine bile ışık veremiyor.

Sokaklarda dolaşırken bizim bayat ve kokmuş laflarımızı, bize tekrarlamasın adaylarımız. Çözüm önerileri ve iddialarını duymak istiyoruz. Bir dönem sonra değil, bu dönem; yok öyle bir dermanı Ankara’nın. Akrebi, yelkovanı geri geri işleyen bir saat artık. Ankara’nın alarmını duymayan kulaklar, kendi için siyaset yapıyordur. 4 buçuk milyonluk kentin çığlığını  duymayan, sağır olsa gözü de mi görmez? Saplandı ‘Ankara Gemisi’, durdu. Lafla milim yürümez artık!

23 Nisan 2011 Cumartesi

HEDEFSİZ, NİTELİKSİZ, İŞSİZ


22.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Hedefsiz bir nesilden, niteliksiz bir eğitimle işsizler ordusu kuruyoruz. Bir cümlelik köşeyazısına geçmiş olsak durumumuzu böyle özetler, Pirinçhan’a çay içmeye giderdim. Geçilmediği için –çok şükür- Pirinçhan’da yapacağımız sohbeti, köşemize taşıyabiliyoruz; bir tarifsiz, acayip durumları!

Esnafın kapısı kapalı
Arka arkaya kapatılan meslek liseleri ve yüksekokulları, hep aklımın bir kenarında, oradan çıkmak bilmedi. Ostim Meslek Yüksekokulu Müdürü Doçent Doktor Behçet Gülenç’in anlamlı uyarısı, aklımın o kenarına seslendi, açtı kutuyu: “Esnafın kapısı kapalı, anketlerimize bile katılmıyorlar” diye dert yanıyordu Gülenç. Aslında Ankara Kalkınma Ajansı ve Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayi Destekleme Vakfı (MEKSA)’yla bir projenin gerçekleşmesi için bir araya gelmişlerdi ama bizim gibi hocamızın da canına “tak” etmiş demek; uyumsuzluğu seslendirmekten kendini alamamıştı.

Akort yapan yok
Gülenç hocamızın sözleri, bahane oldu. Üniversite kenti Ankara’nın şahsında, ülkenin kanayan bir yarasına dokunma fırsatı doğdu: Her türlü üretim sektörü, ne meslek okulları ne de üniversitelerle işbirliği yapmayı ciddiye almıyor. Evini, arabasını satıp, işini döndürmeyi göze alıyor ama okullarımızla işbirliği yapmak aklına gelmiyor esnafın. Her organize sanayi bölgesinde ya da büyük çaplı bir şirkette en az 10 tane mucit usta sayarlar size. Ancak icatlar ustalarda, bilgiler, okullarda çürümekle meşguldür. Bilgi ve uygulama, akortsuz bir sazın sesi gibi uyumsuz nağmelerle kulağı tırmalar. Akordu yapan yok çünkü.

Üst üste meslek liselerini, yüksekokulları kapatıyor, üniversitelere yönlendiriyoruz gençleri. İhtiyaç olmayan  sayıda öğrenci, binbir zorlukla okuyup, ihtiyaç duyulmayan bölümlerden mezun oluyor. İstemedikleri bölümleri okutup, dünyanın ilk üniversiteli amelelerini yetiştiriyoruz. Niteliksiz ve plansız eğitim, “Ne iş olsa yaparım abi” mezunları yaratıyor. İtfaiye eri olmak, Kömür İşletmeleri’ne girmek için tomruk taşıtıyoruz üniversiteli mezunlara. Bunun için üniversite okumaya gerek yok halbuki!

Dershane, üniversite müşterisi
Nasıl bir eğitim anlayışımız ve sistemimiz var, bu sistemin gelecekte nasıl bir yararı olacak anlayamayanlardanım ben. Uzman eğitimcilerimiz, biliyordur. Ancak kapatılan meslek okullarının, zararını anlayabiliyorum. Dershane ve üniversite müşterisi olmaya zorladığımız çocuklarımızı, bir kıyma makinesine elimizle atıyoruz. Çoktan meslek sahibi olup, eli ekmek tutmaya başlayacakken. Üstüne üstelik dansöze para yapıştırır gibi Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı’nın şifreli soruları alnına yapıştırılınca, meslek okullarını mumla arıyoruz.

Üniversite okumuş ben, yaşadım ama hiçbir meslek lisesi mezunu çocukluk arkadaşım, işsizlik yaşamadı. “Görmeyeli ne icat ettin?” diye soruyorum, “Öğlen ne yedin?” der gibi. Çünkü biliyorum, arkadaşım, uygulama adamı. Ben daha okurken o, ekmeğini kazanıyordu. Stajımı yaparken icatlarına başlamıştı. Uygulamaya yatkın aklı için en uygun ortam, meslek okuluydu.

Ne yararı olacak ülkeye?
Meslek okullarının kapatılmasını ya da esnafın, şirketlerin, bu okullardan yararlanmayı ciddiye almayışını garipsiyorum. Ucuz ama niteliksiz işgücü için başka ülkelere gideceklerine, bu çocukların buluşlarını üretime yansıtarak kendi ülkelerinde rekabet gücü yaratabilirler. Hedefsiz bir nesilden, niteliksiz bir eğitimle kurulan işsizler ordusunun ülkeye yararını anlamıyorsa bir ben anlayamıyorumdur!

20 Nisan 2011 Çarşamba

TTK AÇILIMI


19.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Tarihin sayfalarını açan Türk Tarih Kurumu (TTK), nihayet o sayfaları, daha geniş kitlelere de açma kararı aldı. Haberde yerini öğrenemesek te 790 metrekarelik bir dükkanda eserlerini satışa sunacağını öğrendik. Sadece TTK eserlerini değil, bir katında Atatürk Araştırma Merkezi ve Atatürk Kültür Merkezi'nin, bir başka katında Devlet Arşivleri'nin kitapları ilginize sunulacak. Benim gibi tarih ve arşiv meraklısı çocuklar için tam bir oyuncakçı dükkanı!

Satılamayan kitaplar
Zaman zaman “İlgimi çekecek bir şey bulur muyum?” diye TTK satış bürosuna uğrarım. Büro, 20 metrekare değildir herhalde. Bürodaki kitaplar, tek tek incelemeye elverişli biçimde sergilenemediği için, en son basılmış ‘yayınlar kitapçığı’nı alır, çıkarım. Belli bir alanla ilgilenmeyen adam, kitapçıkla kaçar TTK’dan. Kitaba, içindekilere, kokusuna değmeden kaçar. Alma Beni Kitap Satış Bürosu!..

Ortak satış merkezleri
O yüzden bu habere sevinen birkaç kişiden biri olabilirim. Tek te olabilirim, büronun ziyaretçisi ‘en sabırsız’ olarak. Hele Atatürk Araştırma Merkezi ve Atatürk Kültür Merkezi ile Devlet Arşivleri’nin kitaplarının hep bir yerde sunulmasına, ‘80 yıl sonra müthiş bir açılım’ diyebilirim. Mesai gibi zaman ayrılmalı bu kapsamlı kitapçı için. 20 metrekare nere 790 metrekare nere. İyi bir örnek TTK’nın açılımı. Benzerini hep üniversiteler için düşünmüşümdür.

Gittiğim kurum, dernek, üniversite gibi yerlerde, basılı eserlerini sorarım. Piyasa kitapçılarında bulunması imkansız bir kitap, mutlaka bulurum. Gitmiş olmasam ve akıl edip, sormasam hayatta haberim olmayacak eserler, raflarda sürünür. Tek tek her kurumu, derneği ya da üniversiteyi gezmeye zaman olmadığı için, “Keşke ortak bir kitap satış merkezleri olsa” derim. Benzer kurumların, derneklerin ve üniversitelerin, ortak kitap satış merkezleri olsa, emekler, raflarda çürümese.

Yaygınlaşmalı kitap
Kütüphaneler var” demeyin. Kitap, imbikten damla damla süzülen, süzülmesi uzun zamana yayılan bilgilerden oluşur. Kütüphaneler için değil, bilginin yaygınlaşması için basılır.  İstenildiği zaman ulaşılabilmesi ve daha çok insanda bulunması, bilginin ömrünü uzatır. Kitabın yaygınlaşması, ticari bir ürün olmasından önemlidir. Rafları işgal eden ticari amaçlı kitaplar, kaynak kitap niteliğindeki eserlerle aramıza giriyor ve aramızı açtıkça açıyor. Kaynak kitaplar, kütüphanelere hapsolurken internet nesli, sanal alemin eksik bilgileriyle besleniyor. Bütün kitaplar sanal ortamda paylaşılabilse bile, çok uzun bir süre daha raflardaki kitaplara ihtiyacımız olacak.

Baloncuklu laflar yerine
Türk Tarih Kurumu’nun girişimini, ‘ortak satış noktası’ düşüncemi de destekleyen çok yararlı bir adım olarak görüyorum. 80 yıl gecikmesine üzülmekle beraber, adımın atılmasına seviniyorum. Kurumlararası işbirliğine, örnek olmasını diliyorum. Kemikleşmiş huylarımız kırılacaksa böyle kırmalı diyorum. Baloncukları patlayıp, yok olan köpük laflar yerine, çimento olup, kültürünü sağlamlaştıran somut girişimleri, derin içtenliğimle destekliyorum.

16 Nisan 2011 Cumartesi

BORCUNUZDAN BİRAZINI ÖDESENİZ


15.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Siyasetçilerinden, vekillerinden alacaklı Ankara. 60-70 yıldır alacaklı. Ankaralı’nın oylarıyla Meclis’e giren vekillerimiz, memleketi, dünya alemi avucunun içi gibi bilirken 200 metre aşağıdaki Kızılay Meydanı’nda, yağmur altında sırılsıklam otobüs bekleyen Ankaralılar’dan haberleri olmaz. Kızılay’dan, klimalı arabalarıyla havaalanına giderken geçerler. İçerisi serin olduğu için, sıcağın alnında kavrulanların halinden haberleri olmaz. Olmadan da biter çoğunun vekilliği.

Misafir vekiller
Hadi duraktan habersizsiniz, trilyonluk yatırım ihtiyacı ve projelerden de mi haberiniz olmuyor? Ankara gazeteleri, hergün birini manşetine koyuyor. Herkesin kendi işine geldiği yana çekmek istediği projeler, sadece manşet olduğuyla kalıyor. Büyük proje çok, kendisi ortada yok. Kentin kaderini değiştirecek büyük projelerin, içinde ya da kenarında, bizi temsil etmesi ve desteklemesi gereken vekillerimizi göremiyoruz. Devlet Ankara’da, sanki Ankara’nın en uzağında. 5-10 vekili, devlet büyüğü, o projelere önderlik edip, gerçekleşmesi için niye bir çaba göstermiyor, henüz aklım yetmedi anlamaya. Hep bir misafirlik hali var.

Ankaralı ümidi kesmiş
Vekil adaylarımız listelendi. Bilmem kaçıncı bölgeden bilmem kaçıncı sıradaki vekil adaylarımızın, Ankara için çabalarını, etkisini kıyaslamak isterdik. Yarım yüzyıldan fazla tecrübesi ve ümitsizliğiyle bir kez daha ruhum daraldı. Ankaralı, vekillerinden ve devlet büyüklerinden resmen ümidi kesmiş. Kimle konuşsam geleceğe yönelik iyi niyetimi, enayiliğe dönüştüren ortak bir yanıt alıyorum: “Ankara vekilliğinin adı var, Meclis’e girince ‘vekil’ kısmı kalır .

Tıkalı kanal
Başka bir zamandayız ama artık. “Böyle, değişmez” deyip, kabullenme zamanına devam edemeyiz. Ankara, Mars’ta bir başkent olmadığı için dünyadaki ya da ülkemizdeki ekonomik, toplumsal değişimlerin dışında değil. Tortu birikmiş, kanal kapanmış. Bir basınç lazım açmak için. Valimizin, işadamlarımızın, belediyelerimizin çabaları, açsa bile kısmen açacak kanalı. Siyasetin ve devletin, güçlü eline ihtiyacımız var. Daralan ekonomisi ve bozulan toplumsal dokusu, tıkadıkça tıkıyor kanalı.

Siyasetin borcu
Misafir vekilliğe tahammülü yok Ankara’nın. Önderlere, projelerin gerçekleşmesi için çabaya ihtiyacı var. Türkiye, dünya masasında oturan 10 ülke içine girmeye çalışırken tıkalı Ankara kanalı patlarsa komik olur; “Başkentine sahip çıkamıyor, ‘dengim’ diye oturmuş karşımıza” dedirtir elaleme! Ankara değil, 550 vekilimizi uyarıyorum.

70 yıllık kaybı, 20 yıllık yoğun ilgiyle kapatılabilir Ankara’nın. O miladın, bu seçimlerle başlamasını umuyoruz. Bir çivisine çekiç vurmadan Ankara’da siyaset yapma zamanı bitti, bitsin. Siyaset, az az da olsa borcunu ödesin Ankara’ya. Bu kayıtsızlığı, Türkiye’de kaldıramaz artık. 10’uncu ülke olarak masaya oturuyorum derken afedersiniz “cırrttt” diye pantolon ağı sökülen mahçup durumuna düşmeyelim. Yeni masa kurulur, eskisinden kalkamayız maazallah!

14 Nisan 2011 Perşembe

SAYIN VEKİL ADAYLARIMIZ


12.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Öncelikle adaylığınız hayırlı olsun. Bazılarınız Bakan olacak, bazılarınız Meclis komisyonlarında görevler alacak, kürsülerde konuşup, memleketin çıkarlarını kollamak için mücadeleler verecek, tartışmalara gireceksiniz. Şimdiden kameralara demeç verirken hayal ediyorsunuz kendinizi. Vekilliğin hakkını verdiğiniz sürece bütün hayallere layık olursunuz  ama Nasreddin Hoca misali, testi kırılmadan Ankara için bir parantez açmak istiyoruz biz Ankaralılar.

29 milletvekili çıkaran Ankara’ya, 2 vekil daha eklendi bu seçimlerde; oldu 31. Sizin vekillik hayalleri gibi biz de 29’undan bulamadığı ilgiyi, 31’le bulma hayalleri kuruyoruz Ankara’da. Aslında 550 milletvekili saymak lazım Ankara’yı ama maalesef; Ankaralısı bile Ankara’dan gayrı her şeye tuzlukla koşuyor. Efsunladılar mı bu şehri, büyü mü yaptılar bilemiyorum ama devletin eli, Ankara’ya dokunmakta pek tereddütlü, pek bir çekingen. Ancak hoyratlık, pek acar, pek atılgan!

Ankarasız vekiller
Geçmiş dönem milletvekillerimizle yapılan söyleşileri okuyor, okuduklarıma  bakakalıyordum. Ya Ankara’da büyümüş, ya Ankara’da okumuş ya da siyasetin taşlarını döşemek için yolu Ankara’ya sık düşmüş vekillerimizin, rahatsız edici bir tarzı vardı: İçinde yaşamış, yaşıyormuş gibi değil, Kars’tan, Van’dan, Hakkari’den bahsediyormuş gibi uzaktan bir söylemle bahsediyorlardı Ankara’dan. Kim ya da ne çıkarmıştı Ankara’yı bu vekillerin içinden? Üstelik hala içinde yaşarken!

Horozu bol
Geçen haftasonu, Ankara Sanayi Odası (ASO) başkanı Nurettin Özdebir’in, nefis bir özetlemesi vardı Ankara’yla ilgili; “Ankara’da, horoz fazla olduğu için sabah olmuyor” dedi.  Durmadan üretilen, konuşulan projelerin, bir türlü sonuca bağlanamayışından duyulan rahatsızlık, bu kadar güzel özetlenebilirdi. Önceki hafta Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek,Kişiye göre işleyişler yapıyoruz, ilerisini hesaplayın, bir ülkenin ne imkanı ne zamanı bu kadar kolay heba edilecek bir şey değil” diye cümleyi farklı kurmuştu. Benzetmemi hoşgörün ama devletin horozu ötmeyince meydan, kuru gürültüye inleten horozlar korosuna kalıyor demek.

Ne yapacaksınız?
Topu devlete at, rahat et” demeyin, Ankara’nın durumu, devletle ilişkilidir artık. İç içe dolanıp, düğümlenmiş yün yumağı gibi Kale havzası, ancak devletin dokunuşuyla çözülebilir. Uzantısı olan ‘Turizm Atılımı’, bu çözüme bağlıdır. ‘Bilişim Vadisi Projesi’nin Ankara’ya kurulması, kişilerin değil, devletin kanaatiyle ilgilidir. “Ne yapacağız?” diyen vekil adaylarımıza, kayıt düşüyorum; öncelikli bu iki maddeye ek olarak eğitim, sağlık alanlarında ciddi geliştirme ve destek bekliyor Ankara. Fuarcılık kapısını açmak istiyor. Yeni vekilleri, sıçramak üzere gerilmiş bir Ankara bekliyor, şakası olmayan bir Ankara.

Şakası yok
Şakası yok çünkü Doğu ve Güneydoğu ilçelerimizin ilgisizliğine denk ilçeleri var Ankara’nın; Bala, Haymana gibi. Yarı ilçeleri acınacak durumda. Nüfusu artarken ekonomisi küçülüyor, işsizler kenti oluyor. Üretmeyen, tüketen kente dönüşen Ankara’nın, ülkenin ikinci büyük ili olmasını, anlayana ithaf ediyoruz. Anlamayan, meclis koltukları ve parti koridorlarıyla yetinebilir. Ammaaa basınç, balonu patlattığında, merkezindeyken her şeyin uzağına düşebilirsiniz.

Oysa toparlanmış bir Ankara, Kars’a da Van’a da Hakkari’ye de uzanacak el demektir. Sayın adaylar, hem Türkiye hem Ankara, yeni bir atılım çağındadır. Ankara’yla ilgilenip, tıkalı damarları açınız. Sakın ha havanda su dövmekle eğleşmeyiniz; kendinizi kandırdığınızla kalırsınız!

9 Nisan 2011 Cumartesi

OKULDAN CAHİL ÇIKARMAK


08.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bizim okuldan cahil insan çıkmaz” dedi İlber Ortaylı. Cahil çıkmayan okul, Ankara Atatürk Lisesi; geçen hafta 125’inci yaşını kutladı. 1886’da Ankara İdadisi olarak kurulmuş, 1908 de Ankara Sultanisi, 1924 de Ankara Erkek Lisesi adını almış. Atatürk’ün adını alan ilk lise. İstanbul’un Galatasaray, Vefa, Kabataş, İstabul Lisesi neyse Ankara’nın Atatürk Lisesi de o. Namı diğer Taş Mektep. Taş haline kıyıp, yıkmış, yenisini yapmış profesörler! Anadolu’da, ‘Türkçe’ eğitim yapmak üzere kurulan ilk liselerden biri olmasını, bugün de bir  meziyet olarak sayabiliriz tahminimce!

Memur değil öğretmen
Bizim okuldan cahil insan çıkmaz” diyebilmek ne kadar güzel, güven ve onur verici bir şey değil mi? Böyle beton gibi, okuduğu okulun arkasında durabilmek. Geldiği makama rağmen okulunu, kendisinin önüne koyabilmek. Dershane yok, para, pul ilişkisi yok, devletin olanaklarıyla topluma öncülük eden nesiller yetiştirmiş devlet okullarında büyümek. “Devlet memurluğuna kapağı attım, hayatım kurtuldu” diye kameraların önünde çılgınlaşan öğretmenlerin, hayal bile edilemeyeceği zamanlar. Öğretmen olup, fidanlara, rengarenk çiçekler açtırmak için azmeden, çabalayan, hayatını adayan öğretmenlerin zamanı. Öğrencileri ve milleti tutup, ilerilere savuracak kudrette öğretmenler zamanı. Azınlık ta olsa hala varlar, ümüklerinden sıkılmalarına karşın.

Şehitler ve ünlüler lisesi
Ankara Atatürk Lisesi, Ahmet Muhip Dıranas, Rüştü Saraçoğlu, Vehbi Koç, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli Kanık, Turgut Özakman, Gazi Yaşargil, Can Yücel, Hüsamettin Cindoruk, Hikmet Çetin, Önder Sav, Altan Öymen, Güneri Civaoğlu, Mehmet Barlas, Kartal Tibet, İlber Ortaylı, Erman Toroğlu, Kenan Işık, Can Dündar gibi daha sayamadığımız birçok ünlüyü mezun etmiş bir okul. Kurtuluş Savaşı'nda birçok öğrencisi savaşlara katılıp şehit düşmüş, Milli Mücadele’nin ardından Atatürk Lisesi’ne, bizzat Atatürk tarafından sancak verilmiştir. Her türlü okul yani!

Hepsinden mezunum
Köklü bir okul olabilmek parayla değil, eğitim felsefesi ve gelenekle gerçekleşir. Öğrencilerini eğitmekle yetinmez, kendine güvenmeyi öğretir. Yeteneklerini yönlendirir, farklı düşünebilme cesaretini verir. Öğretmenleri, öğretmek ister. “Amma övdü, Atatürk Lisesi mezunu bu” diyenler, değilim. Ancak Türkiye’nin her yanında bu nitelikte okullar, benim de okulumdur. Ben, hepsinden mezunum.

Emeği çiğneyenin okulundan değilim
Neredeyse ilkokullara inen dershaneli, bol sınavlı ve hedefsiz eğitim veren sistem ve okullar benim değil. Ana, babanın tüm varlığını eğitim için harcadığı, gücü yetmeyenin canına kıydığı, öğrencinin müşteri, öğretmenin tezgahtar durumuna düşürüldüğü, hayata atacağı adıma çelmeyle başlanan sistem, benim sistemim değil. Üniversite sınavında ‘şifreler’ oluşturup, bu adaletsizliği aralarında paylaşanın, çalışanın, çabalayanın emeğini çiğneyenin okulundan değilim ben.

Bizim okuldan cahil insan çıkmaz” diyenlerin okulundanım. Hangi mesleği yapsa hakkını verebileni yetiştiren okullardan mezunum. Zonguldak’ta tomruk taşıtılan, büyük alışveriş mağazalarında tezgahtar olarak tüketilen üniversite mezunlarıyla aynı okuldan değilim. Olmasam da ‘cahil insan çıkmayan’ okullardan mezunum ben. Hepsi benim okulum, ben de İlber Ortaylı kadar Atatürk Lisesi mezunuyum.

Bizim 'okul' diye bildiğimiz, okutup da cahil çıkarmayanıdır çünkü!

6 Nisan 2011 Çarşamba

ANKARA 2023


05.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Geçen hafta Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Ankara Ticaret Odası (ATO) Meclis Toplantısı'nda, bir hedef koydu; “2023 Ankarası’nı tasarlayın” dedi. “Günübirlik, 3-4 yıllık tasarımları, planlamaları bırakın, ilerisini hesaplayın, bir ülkenin ne imkanı ne zamanı bu kadar kolay heba edilecek bir şey değil” diye de uyardı. “Ankara için bal damladı Cemil Çiçek’in ağzından” desem yeridir. Ortada uçuşan ama gerçekleşmeyen, konuşmaktan öteye geçmediği için ciddiyetine şüpheyle bakılan projeleri, bir zemine oturtma zamanını işaret ediyordu.

Tesadüfi gelişiyor
''Ankara'daki gelişmeler biraz tesadüfi gibi geliyor bana” diyordu. “Önce bir memur şehri, sonra öğrenci şehri, en sonunda sanayi şehri de olan Ankara’yla övünüyoruz ama planlamalar buna göre yapılmadığı takdirde sıkıntılar yaşıyoruz” diye ekliyordu. Bu karmaşık yapının, tesadüfi ya da günübirlik kararlarla değil, planlanarak çözülebileceğinin altını çiziyordu.

Planlamayan Ankara
1932’de yürürlüğe giren Prof.Dr. Herman Jansen’in imar planı, 50 yıl sonra yani 1980’lerde, kent nüfusunu 300 bin olarak hesaplıyordu. Oysa daha 1950’lerin başında bu nüfusa ulaşmıştı Ankara. Yeni bir plan ihtiyacı doğmuştu. 1955 yılından sonra Yüksek Mimar Nihat Yücel ve Raşit Uybadin’in, Ankara Nazım İmar Planı devreye girdi. Yetişemiyordu planlar Ankara’ya; uzun vadeli diye yapılan planlar, 4-5 yılda işlevini yitiriyordu. 1973 yılında Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu, göç ve gecekondulaşma etkisi altında büyüyen kenti, kontrol altına almak ve yönlendirmek için Ankara Nazım Planı hazırladı. 2011 yılında hala  gecekondulaşma hakimiyetini kırma, ‘Kentsel Dönüşüm’ adı altında, düzenli kentleşme  çabaları devam ediyordu.

Kişiye göre işleyişler
Ankara üzerine ciddi araştırmalar yapan Güven Dinçer, kendisiyle yaptığımız söyleşide, Türkiye’nin, kent planlama terbiyesinin olmamasına bağlamıştı konuyu. Cemil Çiçek, daha da özetlemiş; “Biz, Türkiye'de, kişiye göre işleyişler yapıyoruz” diyordu. Jansen ve Uybadin-Yücel Planları da dahil, özünü, bir cümleye sığdırıyordu. Can çıkıyor, huy çıkmıyordu!

Çiçek’in konuşmasına ek
Ayrıca Cemil Çiçek, Ankara için, “Bilim ve teknoloji şehri olması lazım, fuarlar şehri olması lazım. Bakın, son 4 senedir her yerde fuar yeri arayıp duruyoruz” diyordu. Aklın yolu bir, aynen katılıyorduk. Üstüne bir ek yapmak suretiyle:
Tarihi kent dokusu için koruma amaçlı imar planı, belediyelere verildiğinden, 1986 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ulus bölgesini koruma planı oluşturmak istedi. ‘Ulus Tarihi Kent Merkezi Koruma Islah İmar Planı’ adındaki bu plan, türünün en gelişmiş örneklerinden biriydi. İlgisizlik, planı, kursağında bıraktı Ankara’nın. Hani benim “Kaleee!” diye diye dilimde tüy bitiren proje, hazırdı zaten. Kale ve çevresiyle ilgili talebi, Cemil Çiçek’in konuşmasına iliştiriyorum!

Türkiye uçar Ankara bakar
Cemil Çiçek’in ATO’daki konuşması, kısa, öz ama Ankara’yla birazcık ilgilenen biri için yeterince dolu bir konuşmadır. Somuttur, 2023 tarihi, ciddi bir uyarıdır. 2023 yılında, Türkiye'nin ekonomisi itibarıyla dünyadaki ilk 10 ülke arasında olacağını, ticaret hacminin trilyon dolarları, ihracatının 500 milyon doları bulmasından bahsediyor Çiçek. “Ankara’yı kapsayan proje ve planlarınız varsa arkanızda duralım ama ‘kişiye göre işleyişler’ için kapımızı çalmayın” diyor. Daha nasıl söylesin? Sade cümlesini biraz daha sadeleştiriyorum; “Anlayamıyorsanız Türkiye uçar, Ankara, bakar” diyor!

2 Nisan 2011 Cumartesi

FİDANLARIN TANIŞMA ZAMANI


01.04.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Yaklaşık 20 yıl önce, sırt çantamla dolaşıyorum. Trabzon’da, Maçka yaylalarını gözüme kestirdim. İhtişamlı bir orman içinden ağaç büyümeyen yüksekliğe çıktık; Hocamezarı yaylasından, daha yukarıdaki Camiboğazı yaylasına. Her yer keltoş! 2 bin 200 metreyi hayli hayli aştık yani. İlk kez tanıştığım Karadenizli dostlarım, Kadırga Şenlikleri var diye bir hafta oyaladı beni yaylada. Bir hafta sonra, şenlikten bir gün önce aşağıda, Gümüşhane yönüne doğru, aralarında Şamanlı diye andıkları köye indik. İndik ama gelirken içinden geçtiğimiz ormandan eser yok. İn in yok!

Yangın mı çıktı?
Çantamı aldılar, hemen ‘Acı Su’ dedikleri, çeşmesinden maden suyu akan, yokuşaşağı bir yere götürdüler. Kahve niyetine sadece ocağın sığdığı yarım kapalı küçük bir baraka, açıkta 4 sandalye ve tümseklere ilişen ahaliyle çeşmeyi sayarsak toplam 20 metrekare bir yer. Müşteriler, tespih tanesi gibi dizilmiş bastonlu amcalar. Selam, kimsin, nerden geliyor nereye gidiyorsun derken en konuşkan olana doğru sordum: “Amcalar, yangın mı çıktı köyde, niye hiç ağaç yok, çıplak tepeler?” Evlerin dibinde erik, vişne ağaçlarını gördüm. İklim uygun, yükseklik uygun, merak ettim burası niye keltoş.

Sessizlik oldu. Uzadı. “Hah.. geldi papaz efendi, 10 dakikası dolmadan tahkikata başladı!” sessizliği. En sessizi bozdu sessizliği ve sohbetin seyri şöyle gelişti:
- Yok, yangın değil, kesile kesile bitti ağaç.
- Kim bitirdi, sizin köy mü?
- Kaçak kesenler de oluyor tabii.
- Amcalar, her kesilenin tohumundan, kozalağından, dalından yanına sokuştursanız bitmezdi. Bu ne yahu atom bombası atılmış Japon mahallesi gibi. Burada toplanıyorsunuz, güneşin alnında, oturuyorsunuz. Bir fidan dikseniz gölgesinde oturuyor olurduk şimdi.

Şakayla karışık
Sessizlik. Yaşımın gençliği, konuşmamın dikliğiyle 10 dakikada dayağı hak eden kabiliyetimi ispat etmiştim. Şen şakrak beni getiren gençler, bir de tozumu alsa niye aldınız diye sormam, kendim de fark ettim. “Gençler, can sıkıntılarını anlattı yol boyunca, dikiversinler işte her bahar, sonbahar” diye uzattım; yediğim dayağa değsin bari diye!

Amcalardan biri bastonu kaldırdı, bana doğru salladı; “Doğru diy uşak” dedi. “Amcacım, doğru söylüyorum diye dövecek misin beni, bastonu niye kaldırıyorsun?” diye takıldım. Yaşlılar “eh eh eh!..” biz, gençler, “keh keh keh!..” diye gülüştük. Konu konuyu açtı, 2 saat sürdü sohbet.

Karadeniz Ereğlisi’nde büyüdüm. Yeşilin, dikmeden fışkırdığı bir yerde. Ama her yıl ilkbaharda, okulun her sınıfı, mutlaka ağaç dikmeye götürülürdü. Ereğli çevresinde neresi çıplaksa oraya giderdik. 20-30 kilometre uzaklarda fidanlarımız vardı. Hocalarımız ve Orman İşletmesi’nin görevlileri, tarif eder ama fidanları ellerimizle dikmemize karışmazdı. Biz pikniğe başlayınca, görevliler arkamızdan tek tek kontrol ederdi fidanları. Geçerken hala gururla bakarım ağaçlarımıza.

Fidanlar fidanlarla tanışacak
Bir insan, bir saatte yaklaşık 53 litre oksijen tüketiyor. Bir yaprak, bir saat içinde yaklaşık 5 mililitre oksijen üretiyor. İnsanoğlu açlığa 60 gün, susuzluğa 6 gün, havasızlığa ancak 6 dakika dayanabiliyor. Her yıl olduğu gibi bu yılda fidan diken genç haberleri, içimi ferahlatıyor. Bir fidan, başka bir fidanla tanışıyor. İki fidan, beraber, ağaç olacaklar. Ağaç fidanlarımız ve fidan çocuklarımız, bize, havası güzel, kendi güzel bir Ankara hazırlayacaklar.