30 Haziran 2012 Cumartesi

ALTI KAVAL ÜSTÜ ŞEŞHANE

29.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Suriye’yi konuşmak üzere Başbakan, Bakanlar, Meclis Başkanı, Genel Kurmay Başkanı falan, makamlarından çıkıyorlar. Kimi daha kapıda adımını atmasıyla kimi arabasına binip, kapıdan çıkmasıyla yer çöküyor, iniveriyorlar yeraltına. Bozuntuya vermiyor, metro inşaatından devam edip, tünelin Milli Eğitim Bakanlığı çıkışında buluşuyorlar. Öyle ıslak, çamurlu Köşk’e çıkılmaz. Cumhurbaşkanı, çizmeleri geçirip, tünel girişine geliyor, toplantı başlıyor. Konu uluslararası hatta savaş söz konusu. Yer beğenecek zaman değil!

Böyle olsaydı
Böyle de olabilirdi. Halen de olabilir. Meclis Kavşağı’yla Milli Kütüphane arasına yolu düşenler, can simidi olmadan çıkmasınlar. Özellikle devlet erkanı, bilhassa tedbiri elden bırakmasın. Çukura düşer, yabancı basının ağzı büzülmez, “Devlet Çöktü” diye bas bas bağırtırlar dünyaya. Allah onların diline düşürmesin! Sen susarsın ama onlar susmaz,  susturamazsın da. “Altı boşalmış, devletin haberi yok” diye makaraya sararlar.

Örneğin 70 Gün Geçidi, 20 dakikalık yağmurda kamyon boyu suyla dolup, balıkadamlar tüplerle dalışa geçince ödüm kopmuştu; “Ankara caddelerinde balıkadam eğitiliyor” imalarıyla ağzına  dolar şimdi bu yabancı basın diye. Selin getirdiği taşlar ve çamurları göstermişti Belediye Başkanımız. Sonra nedense koca koca künkler döşenen yeni bir inşaat başladı. Adındaki gün sayısı değişmedi Geçit’in!

Pipet kadar künkler
Gerçi Ankara’da, her zaman bulundurmalı; hani şu giyilen,  turuncu can yeleklerinden. Üstelik herkese parayla satıp, hazineye ve belediyelere gelir kapısı açılmalı. Yoksa parasızlıktan pipet kadar künk döşemek zorunda kalıyor belediyelerimiz!

5 milyonluk kente döşenen künklere, tüm cehaletime karşın   inanamıyorum. 150 yıl önce inşa edilen Paris kanalizasyonuna, bugün turlar var, bildiğiniz turist gezdiriyorlar. Kanalizasyon gezmek için para veriyor adam. Bir fotoğrafını görmüştüm; baraj yapımında, çok büyük inşaatlarda kullanılan, şu adam boyunu aşan lastikleri olan devasa kamyonlardan biri, oyuncak gibi kalmıştı içinde. İçine girebiliyor, bir de oyuncak kadar kalabiliyordu! Nüfuslar artıyor, kentler büyüyor, bizim kanalizasyonlar hala çocukluğumdaki ölçüde.

Görünmezlik icadı
Yalnız çocukluğumdan bu yana, tatsız bir olayda, görünmez olabilme yeteneği kazandı idarecilerimiz. Her fırsatta fotoğraf makinelerine, kameralara boy boy poz verirken can sıkan bir olay olunca buharlaşıyorlar. Hapı mı çıktı görünmezliğin, haberim yok? Çukura düştü, kayboldu vatandaş, onunla beraber idareciler de. Gazeteciler, soracak adam bulamadılar bütün gün. Devletin merkezi orası, “Ne olmuş?” diye merak edip, uğramadılar bile. Soğudukça olay, görüntü gelmeye başladı. “Sussalar daha mı iyiydi?” dedirtecek açıklamalar, derde derman, yaraya merhem cinsten değildi. Ha bir de hukuki süreç ve idari soruşturma başlamış, sonucu beklemek gerekirmiş. Mahkeme kararıyla yanlış yapıldığı tescillenen Kuğulu Kavşağı’nda, sonuç belli oldu da ne oldu?

Ordulu işçi altımızı üstümüzü gösterdi
Şöyle ödüller almış ta böyle marka bir kentmiş te gelip, gören öyle bir hayran kalıyormuş ta… Halının altına süpürülmüş her eksiğin, bir yağmur ya da 2 metrelik bir çukura bakıyor ucunu göstermesi. Altı üstü birbirini tutmayana söylenmiş çok güzel bir deyimimiz vardır; “Altı kaval, üstü şeşhane” derler. Tam Ankaralık; üstümüz süslü, altımız dökülüyor!

Ah Kadir Sevim kardeşim ah, Ordu’dan gelip te o çukura düşecek adam sen değildin. İki çocuğunu yetim, genç eşini dul, hayallerini o çukura gömecek adam sen değildin. Değildin ama sinir uçları dağlanmış duyarsız Ankaralıların duygularını, maalesef sen harekete geçirdin. Nur içinde yat, Allah baba, gani gani rahmet eylesin ruhuna canım kardeşim!

27 Haziran 2012 Çarşamba

“TÜRKİYE ÜRETMİYOR TÜKETİYOR”

26.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ben değil, Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince söylüyor. Böyle devam ederse daha büyük ekonomik dalgalanmalara karşı beklenen gücü gösteremeyeceğimize dikkat çekiyor. “Büyük krizlere hazırlanmıyoruz” diyor yani. Ben de her fırsatını bulduğumda  “Önümüzdeki dünyada kimse kimsenin gözünün yaşına bakmayacak, herkes kendi bacağından asılacak. Başkalarının ürettiği her şeyi üretebilmeli, üretmediklerine de kafa yormalı, kendi ürünlerimizle yeni dünyaya hazırlanmalıyız” demeye çalışıyorum. Pembe gözlüğü çıkarınca şaşırmak için çok geç olacak çünkü.

Bu düşünceye dikkat!
2001 ekonomik krizinden bu yana demeçlerini kaçırmamaya çalıştığım biridir Ersin Özince. Az konuşur ama konuştuğunda, mutlaka içinde açık ya da gizli uyarılar olur. Herkesin vitesi boşa alıp, kendini yokuş aşağı saldığı günlerde, frene basma  zamanını işaret ederdi. İşte bir kez daha ediyor.

Özince, “üretmiyor, tüketiyoruz” derken bir bilgiyi değerlendiriyor; “Kredi kullanan müşterilerimiz, artık yatırım yapmıyorlar. Çoğu marketçi, gayrimenkulcu, inşaatçı oldu. Gayrimenkul fiyatlarının ne kadar yükseldiğine bakarsanız Türkiye’nin üretmediğini görebilirsiniz” diyor.

Ocak ayında Mustafa Sönmez, ‘İstanbul Yağması Anadolu'yu Kurutuyor’ başlıklı bir makale kaleme almıştı Cumhuriyet Gazetesi’nde. Ersin Özince’nin, bugün söyledikleriyle aynı çizgideydi uyarıları. Ankara’nın, yatırımları ve yatırımcıları için kısa bir alıntı yapmıştım oradan. Bir fırsat olarak görülebilir, kazanç tatlı ama sadece arazi ve tüketim rantına saplanıp, kalmak, ülkenin geleceği açısından pek de akıllıca bir yatırıma benzemiyor. Dünyanın gidişatı, aksi yönde.

Dengesini bulmalıyız
Niye akıllıca değil? Tüketim, gayrimenkul ve inşaat sektörü, üretimi içermez. İnşaat ve gayrimenkul, varolanın, koşullara göre değerlenmesine bağlıdır, üretime girmez. Tüketimse hele kendi malınız değilse satılan, hepten tüketir kaynaklarınızı.

Tarım, hayvancılık ve sanayide her türlü üretimi yapabiliyor, harcadığınızdan fazlasını kazanıyorsanız kötü değildir inşaat ya da gayrimenkul ticareti. Değilse eğer, üretmek için kasada hazır olması gereken parayı, elinizle toprağa gömüyorsunuz demektir. Pantolonu tutturmaya iğne yapamadığımız, pantol düşünce alttan çıkacak basma paçalıyı üretemediğimiz günleri unuttuk tüketirken. Onları yapacak fabrikamız, fabrikayı yapacak paramız yoktu çünkü. Üretmeden, sadece tükettiğimiz için!

Ersin Özince’nin sözlerine, Mustafa Sönmez’in makalesindeki fikirlere daha dikkatli bakmalıyız. Ankara’nın, meslek okullarını önemsemesini, üniversiteleri ve teknoparklarıyla sanayicisinin buluşmasını, organize sanayi bölgelerinin kendine açtığı yolu, büyük sanayi atılımlarını, tarım ve hayvancılıkta atılan her adımı ve bu kentin malını satmak için ulaşım hatlarında yapılan her türlü gelişmeyi, boşuna desteklemiyorum yani. Sesi çok çıkan tüketim ve rant ekonomicilerinden çok üretenleri desteklemeli, kaynakları, onlara saklamalıyız. Geleceğimiz, onların elinde.

Eksiğimizi kendimiz tamamlayacağız
“Güçlü bir sanayi sınıfı oluşturamadık. Türkiye, tarımda bile her şeyi ithal ediyor. Tohumu, modern tarım teknolojisini, seracılıkta gerekli her şeyi ithal ediyoruz. Ufak tefek şeylerimiz var ama bunlar, bir tarım sanayisini ifade etmez” sözlerini de ekliyorum Ersin Özince’nin.

650 yıllık imparatorluk, tutturacak iğneyi yapamadığı gün, basma paçalıyı da üretemediği için, dımdızlak ortada kaldı tumanı düşünce! Unutanlar, unutmasınlar. İğneyi de basmayı da kendimiz yaptık sonra. Ayıbımızı da eksiğimizi de başkası değil, kendimiz kapattık.

23 Haziran 2012 Cumartesi

‘ÇOK GİZLİ’ YENİ BELEDİYELER YASASI

22.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

O kadar gizli ki adını bile öğrenemedim. ‘Yeni Belediyeler Yasası’ dedim o yüzden. Yerel yöneticilere, genel yöneticilere, özel yöneticilere soruyorum, yasanın yeni halini gören, bilen yok. Ancak herkesin, fısıltı gazetesinden bu yasaya ilişkin kulaktan duyduğu bir şeyler var. Çok köklü değişiklikler içerdiğini duyanlar olmuş. Hatta “Valilikler kalkıyormuş” diyenler var. Resmi ya da resmi olmayan kurumlardan görüş alındığı yolunda bir bilgiye de ulaşamadık. Korkudan titriyorum; yasa bile olsa hayalet gibi şeylerden  korkarım ben!

Çıkmadan yasayı görmeliyiz
İlk kez 1 buçuk ay önce, bir açık oturumda, Başbakan Eski Yardımcısı ve Dışişleri Eski Bakanımız Murat Karayalçın’ın ağzından duymuştum böyle bir yasa hazırlığını. Bu görevlerinden önce Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış olan Karayalçın’ın yasaya ilişkin görüşlerini, ‘PLANIN NE ANKARA? 2’ yazımda ele almıştım. Kendisi de duyumlar üzerine konuşmuş, gizlilikten kaygılanmış, “Haziran ayında çıkacak bu yasayı, çıkmadan mutlaka görmeliyiz” demişti.

Haziran’ın sonu geldi, ‘Toros Canavarı’ gibi ortada sadece dedikodusu dolaşıyor, hala kendisi yok. Ankara’yı değil ülkeyi ilgilendiren bir yasa. O günden beri soruyor, soruşturuyoruz, dedikodusu bile sönük. Karadeniz fıkrasına döndü:
- Sayın yetkili Yeni Belediyeler Yasası nerede?
- Bilmem, nerede?

Derken…

Gökçek’in anlamlı cümlesi
12-19 Haziran 2012 tarihli, 381 sayılı, Büyükşehir Ankara Dergisi’ni okuyordum. Metroda ve otobüslerde bedava dağıtılan dergi var ya, onu. Şopping Fest kapsamında Beypazarı’nda, park açılışına katılan Büyükşehir Belediye Başkanımız Melih Gökçek’in, bir cümlesine takıldı gözüm. “Beypazarı, yakın bir tarihte Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluk sınırlarına dahil olacak” diyordu. Ankaralılar bilir, Melih beyin kulağı deliktir, her şeyi duyar. Murat Karayalçın’ın, “Büyükşehir belediyelerinin hizmet verme yetkisi, tüm il sınırlarını kapsayacak hale geliyor” duyumu, Melih Gökçek’in ifadesiyle kesişiyordu. Batıkent’in altyapısı, Bala ve Beypazarı’ndan sonraya kalırken boşuna değilmiş demek!

İstanbul ve Kocaeli’nde, deneme amaçlı uygulanan büyükşehir belediyelerinin tüm il sınırlarını kapsama yetkisi, Ankara’da gönüllü mü uygulanıyordu acaba?

Artık açıklayın
Böyle kapalı kapılar ardında, gizemli işler korkutuyor insanı. Gazi Yerleşkesi’nde yaşadık, yaşıyoruz, Atatürk Orman Çiftliği’nde yaşadık, yaşıyoruz, Sincan-Kayaş tren hattında yaşadık, sonra öğrendik. Vallahi Meclis’in, Bakanlıklar’ın, resmi kurumların yanından geçerken korkudan, “Ay akşamdan ışşıktıırr.. yaaayylalar yaayylalar!” diye türkü söylüyorum.  Issız mezarlıktan yalnız başına geçenlerin, ilk aklına gelen türküdür! ‘Çok Gizli Yeni Belediyeler Yasası’nı, artık açıklayın lütfen.

Korkutmayın milleti
Bu bir çalışma tarzı da bize mi ters geliyor, anlayamıyoruz? 21’inci yüzyılın etkili ülkelerinden biri olma yolundaki Türkiye’nin, 21’inci yüzyılda uygulayacağı kamu idare yöntemi bu mudur?  Kamuya yönelik hiçbir şey gizli kalmaz, eninde sonunda açığa çıkar. Dün saklananlar, bugün çarşaf çarşaf gazete sayfalarını, saatler süren televizyon yayınlarını dolduruyor işte.

Bugün değilse yarın, değilse öbür gün öğreneceğiz nasılsa. Kendi devletinden niye korkutuyorsunuz milletini?

20 Haziran 2012 Çarşamba

NE HABER KALE?

19.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi


7 milyar kişide bir görülen Ankara Kalesi hastalığına tutulduğum için, görmeden 2 hafta geçse karıncalanıyorum. 3 hafta geçmişse “Çok oldu çook gitmeyeli” diye iğneler batıyor her yanıma. 1 ay olmuşsa 1 yıl görmemiş gibi ilk fırsatta kaçıp, uğruyorum. Şopping Fest’ten sonra iyice meraklandım. Alışveriş Günleri, nasıl geçiyor, faydası oluyor muydu Kale’ye, yerinde göreyim istedim. Çöl sıcaklarından sonra tatlı serin esintili bir akşamüzeri uğradım. Biraz söyleştik.

Bilge hanımgüzel
- Ne haber Kalem anam, ne yapıyorsun?
- Bildiğin gibi.
- Bildiğim gibi olmaması lazım, altyapı çalışmaları bitmedi mi?
- Bitmedi.
- Bitince çok güzel gelişmeler olacak!
- Hee öyle diyorlar.
- Olacak olacak, düşürme yüzünü, gülümse biraz.
- 70 yıl bekle de sen gülümse!
- Huysuz kaynana, o kadar bekledin az daha bekleyiver!
- Her halime geldin, ziyareti eksik etmedin. Akıl değil seninki, Allah şifanı versin!
- Senin şeklini değil bilgeliğini sevdim ben hanımgüzel. Kıyafetine çeki düzen verilince sevmeyenler de pişman olacak.
- Hemen de gönül alma sözleri!..
- Aman da nazını yesinler!

Eski toprak Anadolu anası
Bir erkek kadar güçlü, dayanıklı, Anadolu’nun, kucaklayan, koruyan, eski toprak analarından. Hem de en eskilerinden. Hain evlatların, acımasızlığına karşın sabrı ve şefkati engin. 2500 yaşındaki Ankara Kalesi, defalarca doğurmuş Ankara’yı.

- Şopping Fest’ten ne haber, arttı mı ziyaretçilerin?
- Yoo, uğrayan yok.
- Nasıl yaa, hiç mi artmadı?
- Yok vallah. Hisar Kapı’nın orada kısa bir eğlenti oldu, kukla falan oynattılar. Etraftan 20-30 kişi, hepsi o.
- Haydaa!.. Üstü açık otobüsler geçmedi mi buradan?
- Adını duydum, kendini görmedim.
- Seni göstermemiş te neyi göstermişler ‘Ankaralı’ diye?
- Aman ben bilmem!
- Gerçi “Bu açık otobüsleri, Alışveriş Günleri’nden sonra Kale’ye vereceğiz” demiş Büyükşehir Belediye Başkanımız Melih Gökçek. Niye Alışveriş Günleri’nde koymadılarsa?
- Aklını bozan sensin, sen düşün.
- Dillere destan güzelliğine bir kez daha hayran olacak dünya. Eteğinden ayrılamayacaklar. Eski fotoğraflarında, Ankara evlerinle Cumhuriyet apartmanların, devlet binalarınla mescitlerin, camilerin, çeşmelerinle pek şıksın. Kıyafetinin yarısını düzseler genç kızlara taş çıkartacaksın.
- Yeni kıyafetle rüküş, kokoş bir şeye benzetmeseler?
- Okumuş, yazmış, bilim yapmış adamlar, zevksizlik etmezler herhalde.

2500 yaşında bile güzel
2500 yaşında bile olsa güzellik, güzelliğinden kaygı duyar. Bir kere güzel görünmüşse o güzelliği ister her zaman. Bir de içi doluysa nesiller boyu binlerce yıl, hiçbir şey alıkoyamaz geleceklere taşımaktan o güzelliği.

- Vali bey ilgileniyordu, unuttu mu beni?
- Unutmaz. Toplantılarını yaptı, yöneticilerine sözünü söyledi. Arif olan bir kerede anlar. İki önemli toplantıda söylenecek söylendi, plan çizildi. İki kez söylemiş oldu sözünü. Sözler gerçekleştirilmeden durmadan toplantı yapmanın anlamı yok. Görevini yapmayan, yapmamış demektir. Tasalanma o  da ilk görüşte seni sevenlerden!
- Hıı, neyim kalmışsa sevilecek.
- Hisar Kapı’da oturdum, dibinden ayrılmayan esnaf çocuklarının çayını içtim. Ufak ufak kalkıyorum. Ver bir makas ta yolluk olsun!
- Aaa edepsize bak, 2500 yaşımda makas istiyor!
- Yaşın gibi için de dolu sultanım, bir türlü ibadet seninle olmak. Hopp aldım makası, sürdüm dudağıma, görüşünceye kadar hoşça kalınız. Ankara’yı sevdiriyorsunuz bana, uzun ömrünüzce esen kalınız!

16 Haziran 2012 Cumartesi

TIRTIK TIRTIK YENİLEN MİRAS: AOÇ

15.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bırakın Türkiye’yi, bana, dünyada örneğini gösterin. 53 bin dönüm arazisini, bir kalemde halka bağışlamış bir babayiğit olsun o. Yüzlerce milyar dolarlarla oynasın, onlarca milyar dolar yani eski parayla onlarca katrilyon serveti olsun, dünyanın ilk 100 zengini içine girsin, 53 bin dönüm araziyi, sadece yararına kullanılmak üzere halka bağışlamış olsun. 5 buçuk hektar neredeyse. Bir imza ve iki basit koşulla “Bu arazi örnek bir tarım işletmesi olacak, halkın, dinlenmesi için kullanılacak” desin.

O babayiğit
Üstelik çoğu çorak ve bataklık bu araziyi, yeşillendirecek, üzerine mesire yerleri düzenleyecek, ileri tarım araştırmaları ve üretimi yapacak hale getirecek, öyle bağışlayacak bu 53 bin dönümü.

1937 yılında bir kişi yaptı bu babayiğitliği; Mustafa Kemal Atatürk. ‘Atatürk Orman Çiftliği’ni (AOÇ) halkına bağışladı, göz kulak olması için de devletine ‘emanet’ etti.

Acil hayvanat ihtiyacımız
Atatürk Orman Çiftliği, içindeki Hayvanat Bahçesi’nin kullanım hakkını, yaklaşık 1 yıl önce Büyükşehir Belediyesi’ne devretti. Seçim dönemi ‘Ankara’nın Çılgın Projeleri’ arasında ‘dev bir hayvanat bahçesi’ olarak geçmişti. 1 milyon 700 bin metrekarelik alanı kapsayacaktı. O günlerde “Bu kadar büyük bir hayvanat bahçesi gerekli mi Ankara’ya?” en çok  sorulan sorulardan biriydi bana. Hep beraber, insan istihdamına ihtiyaç varken hayvan istihdamındaki ısrarı anlamaya çalışıyorduk. Kentin bir sürü altyapı eksikleri ve iyileştirme çalışmaları dizilmiş, sırada beklerken.

3 gün önce Büyükşehir Belediye Meclisi, yine bu konuyu tartıştı. Çiftlikte, 641 bin metrekarelik bölümün daha imara açılması kararı çıktı sonunda. İçinde ağaçlandırma, park alanı da olacak, hayvanat bahçesi genişleyecek, lokanta, kafe yapılabilecekti. Öyle karar verildi. Nesi kötü ya da vasiyete aykırı denebilir ama bizde ‘imara açma’, hep doğanın aleyhine  gelişir!

Yolla imar birleşince
10 ay önce 'Çiftlikle Vedalaşın' demiştim. Çiftliğin içinden 8 şeritli, 35 metre genişliğinde ‘Yeni Çiftlik Bulvarı’ geçmesi kararlaştırılmıştı. Yol değil adeta otoban. Çoğu bitti. ‘AOÇ Kavşağı’ diye bildiğimiz, Gazi Mahallesi ve Çiftlik yolayrımına yapılan üst yol da bitti. Fotoğrafını gördüm, geçidin ortasında kalmış bir karınca çekmiş sanki. O kadar geniş. Bu koca yollar, geçitler, gidiş tek geliş tek yollara bağlanmak için yapılmasa gerek. Çiftlik içinde “imara açılan’ her metrekareyle birleştirirsek bir anlam ifade edebilir; yollar, parsel sınırını çizer, imarla içi doldurulur. Bütün yutamıyorsan dilimleyeceksin!

Gelişmiş ülkelerde, bu arazinin çok daha küçükleri var kentin tam göbeğinde. Amerika’nın en kalabalık kenti Nivyork’taki Sentrıl Park (Central Park), İngiltere’nin başkenti Londra’daki Hayt Park (Hyde Park) gibi. Bu parklar, o şehirlerin turizm merkezidir aynı zamanda. Sadece yeşil alan olarak. Ankara’nın bazı ileri gelenleri içinse ‘ayağa dolanan pranga’dır Çiftlik arazisi. Dünya, ‘Yeşil Dünya’ diye inlerken.

Emanete hıyaneti
65 yılı aşkın bir süredir tırtıklanıyor Çiftlik vasiyeti ve emaneti. Amacı dışında, kaymaklı rant bölgesi olarak bakılıyor araziye. 53 bin dönümden 22 binlere düştü tırtıklanmaktan. Görüşleri ‘milli irade’den sayılmayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve içinde yaşayan bir Ankaralı olarak ‘mirasyediler’e, bir de şöyle söylemek istiyorum: “Emanete hıyanet olmaz. Ya emanetçinin ruhu değilse Allah Baba çarpar!”

‘Milli irade’den sayılmıyoruz çünkü onca Çiftlik uyarılarına, tek bir açıklama yapma gereği bile duymamıştır kamu yetkilisi. İstediğin kadar konuş. Miras, didiklemekten kendini alamayacak, senin iradenle de uğraşamayacak kadar tatlı çünkü.

13 Haziran 2012 Çarşamba

ANKARA LOBİSİNE İLK ADIM OLSUN

12.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Şopping Fest başladı. Ankara Alışveriş Şenliğimiz… Gördüğüm, duyduğum kadarıyla eğlence kısmı güzel başladı. Güvenpark’a parkeden dinozorları, çocuklarla izledim. Kızılay’da, hiç bu kadar çocuğu bir arada görmemiştim. 23 Nisan’da bile!.. Hareket eden, ses çıkaran dinozorları, “gözü oynadı.. ağzını açıyo.. niye durdu bu?” diye diye, merakla izledik beraber.

Üstü açık gezi otobüslerine bayılmış çocuklar. Onların bayıldığı şeye ben de bayılıyorum. İki yıldır iki tanesini, Ulus-Ankara Kalesi-Kızılay arasına koyduramadık!

“Gecikiyorum” diye homurdanırken Batıkent metro durağında, şenlikli bir sahne, oynak bir müzik karşıladı beni. Gecikmesem iki oynayıp, ciddi bir toplantıya, en rahatlamış adam olarak katılacağım!

Gece yarısını geçmiş, saat yarıma geliyor. Etimesgut-Sincan-Batıkent arasında süzülen İstanbul yolunu, iş çıkış saatlerinde bile böyle kalabalık görmedim. Tarkan Konseri’nin olduğu gün. Gecenin yarımında, kalabalık trafiğe sevineceğim aklıma gelmezdi!

Yaşarsa güçlü olur
Neler neler var daha görmediğim. Onları da başkalarından dinliyorum. Eğleniyor insanlar, memnun. En çok ta uzun yıllar kendileriyle ilgilenilmeyen Ankaralılar memnun. Gece 11’de metroya, otobüse yetişmek zorunda bırakılan Ankaralılar. Yaşıyor şehir!..

Neydi bugüne kadar elinizi tutan? Niye bugüne kadar yapmadınız? Biraraya gelmek için neyi beklediniz? Sadece ticari bir amaç hedeflenmiş olabilir ama bu etkinlik, Ankara’nın siyasilerine, yöneticilerine, tüccarlarına, sivil toplum örgütleri ve Ankaralılar’a, unuttuğu bir görevi anımsatmalıdır; yaşamayan bir kentin, organları cılızlaşır. Yaşatırsanız güçlenir. Güçlenmek için yaşatmalısınız.

Önemli tepki ve hareketlenme
Ankara Alışveriş Şenliği başlarken büyük alışveriş merkezlerimizi hareketlendirmeyi amaçlıyordu. Ancak Ankara’nın küçük ve orta ölçekli esnafları, unuttuğumuz bir tepkiyle “Biz de varız” deyip, şenliği düzenleyen kurula karşı bir hak arama çıkışması yaptı. Kurul da “Hayır” demedi, işbirliğinin ilk adımlarını, büyütmüş oldular. Haberleri yok, bazı Ankaralılar, şenlikten çok bu hareketlenmeye sevindi. Sinir uçları dağlanmış, ilgisiz, duyarsız Ankara, tepki veriyordu!

İşte bu işbirliği ve hareketlenmedir önemli olan. Ankara,  kendi işi hallolduktan sonra kentle ilgilenmeyen Ankaralılar’la yarım yüzyıldan uzun bir zamandır dağınık, bir araya gelemiyor. Kenti kollayan lobisi yok. İleride sıkça adını anacağım bazı kurumlar, yeniden ayağa kalkma, işin ucundan tutma hazırlığı içindeler. Bu etkinlik, işbirliği ve hareketlenme, Ankara lobisinin oluşturulması için ilk adım olabilir.

Zarar önemsiz lobi önemli
Ankara Şopping Fest’in ardından kar-zarar hesabı nasıl çıkacak bilemiyorum. İstanbul’un alışveriş şenliğiyle aynı günlere denk geldi çünkü. Ancak edilecek zarar, bugüne kadar ihmal edilmiş Ankara’nın hesabı olarak düşünülmeli. Uzun vadede edilecek kar ise kendi kadar kenti de düşünen bir lobinin, oluşturulma adımlarıdır. Sonrası kar garantilidir!

Ayağa kalkmış Ankara Kalesi’yle.. Beypazarı, Tuzgölü gibi değerleriyle.. Kızılcahamam, Ayaş’tan tutun, kaplıca, sağlık, eğitim turizmiyle.. dünyayı, tıkış tıkış İstanbul’la bölüşüp, Ankara’ya indiren havalimanlarıyla.. ülkenin her yanını yaklaştıran hızlı trenleriyle.. dünya çapında yatırımlar çeken organize sanayi bölgeleri ve ilçeleriyle.. nitelikli işgücü, bilişim vadileriyle.. örnek tarım, hayvancılığıyla…

Özeti; lobiyi kurarsak her şey daha hızlı olur. Yeter ki Alışveriş Şenliği’ndeki kadar istekli ve birarada olalım. Ben Şenliğe kaynıyorum, siz konuyu bir düşünün.

9 Haziran 2012 Cumartesi

SANAYİYE ÖDÜL ÇİFTLİĞE BETON

08.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

1 buçuk yıl önce, bir organize sanayi bölgesinin bahçesinde yetişen elmaları tatmıştık. Tadını özlediğim lezzette, kütür kütür sulu elmalardı. Yanımda eserini gururla sunmanın zevkini yaşayan Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir beyefendi. Elma bahçesi, çevreyle barışık sanayi üretimini haber veren bir simge sanki. Temelli, Malıköy’deki Anadolu Organize Sanayi Bölgesi’nde de badem ağaçlarıydı o simge. Çevreci bir üretim eğilimi, Ankara’da ilk somut örneklerini gerçekleştirmişti bile.

Anımsayalım
8 ay sonra, Ankara Sanayi Odası’na (ASO) bağlı ASO Birinci Organize Sanayi Bölgesi’nin çevreciliğini ayrıntılı anlatan “Aklın Sesi” başlıklı yazımı yazmıştım. Anımsatayım: “Sincan’da, 954 hektar alana kurulu 235 fabrika üretim yapıyor” demiştim. Yeni fabrikalar, tezgahlar eklenmiştir mutlaka. “Yeşil kuşaklar hariç, bölge genelinde, 1 milyon 25 bin metrekarelik yeşil alan ayrılmış. 40 bin ağacın yanı sıra 2 bin 200 bodur elma bahçesi olan bir sanayi bölgesi. Çöpler otomatik makineyle toplanıyor, cadde ve sokaklar, otomatik makinelerle süpürülüyor, kağıt, plastik gibi geri kazanılabilir atıklar, kaynağında, ayrılarak  değerlendiriliyor” diye anlatmıştım.

Türkiye’nin en büyük ‘çevre laboratuvarı’ burada. Atık su, içme suyu, baca gazı, hava kalitesi, gürültü ölçümleri yapılıyor. Ayrıca sektör araştırma analizleri, soğutucu gazların toplanması, geri dönüşüm ve iyileştirme çalışmaları, yine bu laboratuarın görevleri arasında. Yani artık sanayi bölgeleri, çevreyi kirleterek üretmek zorunda değil. Üretimde başka bir çağ, başlamış bile” demiş ASO Başkanı Nurettin Özdebir’in, toprağın önemini vurgulayan “Domates fidesi ekilen toprak, Hazreti Adem’den daha yaşlı” sözüyle bitirmiştim.

Gönüller ödüllendirmişti
1 buçuk yıl önce gönüllerin ödüllendirdiği ASO Birinci Organize Sanayi Bölgesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, 'Temiz Türkiyem' çevre yarışmasında, birincilik ödülü aldı. Perçinlendi kalitesi. Temelini kendim atmış, fidanlarını elimle dikmiş kadar gurur duydum bir Ankaralı olarak. Ülkesine öncü başkente, bu yakışırdı.

Çiftlikte anlaşılamayan gelişmeler
Ancak bir de anlayamadığım başka gelişmeler vardı. 5 Haziran Çevre Günü çerçevesinde etkinlikler yapılıyor, bütün devlet temsilcileri, ruhumuzu okşayan, çevre bilincinin yayılmasını amaçlayan konuşmalar yapıyorlardı. “75 milyonun, çevre bilinci kazanması için çalışıyoruz” diyorlardı. Anlayamadığım; Atatürk Orman Çiftliği’nin, niye bu ‘çevre’ye dahil edilmediğiydi. Yasalar falan değiştiriliyor, hali hazırda zaten ‘çevre’ olan bir yer, ısrarla TOKİleştirilmeye çalışılıyordu. ‘TOKİleştirme’, artık kütlesel betonlaştırma demek benim için. Yer bitmiş gibi, Başbakanlık inşaatı başlatılıyordu bu arazide.

“Çiftliğin değil, Orman Genel Müdürlüğü’nün(OGM) arazisi orası” dediler. Vasiyete göre edilmemesi lazım ama OGM’ye, ormancılık faaliyetleri dolayısıyla tahsis edilmiş diyelim. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun’ Çiftliğe girmenin kapısını açtı. E 75 milyona yayacağımız çevre bilincimize ne oldu? 5 Haziran Çevre Günü’nde söylenenler, içi boş laflar mıydı?

Hangisine inanayım
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, kendi parasıyla alıp, kendi parasıyla yeniden canlandırdığı, sonra da kendi halkının kullanımına adadığı araziyi niye ‘çevre’den saymıyoruz, anlayamıyorum. ASO’yu, çevreciliği için  ödüllendirirken Çiftliğe beton dökme gayreti, aynı paragraf içinde, iki aksi yönde kurulmuş cümleler gibi. Devletin ağzından hangi çıkana inanayım, şaşkın, kavrayamıyorum.

6 Haziran 2012 Çarşamba

ANKARA SADECE İNSANLARIN MI?

05.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

“Oh, leyleği havada gördün, bu yaz çok gezeceksin” denirdi. Daha 10 yıl öncesine kadar Atatürk Orman Çiftliği’nde, 12 leylek yuvası varken bir tane kalmış. Temelli’de çok görürdüm, göletin çevresinde. Şimdi mangal dumanından göz gözü görmüyor aynı yerde. Çiftliktekiler’in yanında, bir de Ankara’nın değişik ama kalabalık semtlerinde görür, çok şaşırırdım; kargaşanın ortasına niye yuva yapıyor diye. 1800’lerin sonlarında çekilmiş fotoğrafında, Jülyen Sütunu (Belkıs Minaresi) tepesinde leylek yuvası var. Bugün, yuva yapmasın diye tellerle kapattılar. Belki de 1650 yaşındaki Sütun’un, yüzlerce yıldır tek dostu leyleklerdi. Güle güle leylek, mecburen hep havada göreceğiz artık seni!
Beypazarı Geveni
















Bir kıyım 
Leylek uçar, bozmayanların damına, dalına kurar yuvasını. Ya öz be öz Ankaralı bir bitki olan Beypazarı Geveni ne yapsın? Yol kenarında bir yamaçta bulduk. Neden, bilmiyoruz, sadece  orada yoğun olarak yaşıyorlardı” diyor Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü ve Botanik Anabilim Dalı hocalarından Profesör Doktor Mecit Vural. Yol genişletme çalışması sırasında kepçeler, yamacı eritirken Beypazarı Gevenleri’ni de cümleten yoketmişler. “İnşallah başka yerlerde yaşıyorlardır” diye içlenerek ekliyor hocamız.
Beypazarı Geveni'nin yaşadığı yamaçtaki yol çalışması











Uyum ve özen olmayınca
800 kadar saptanmış bitki var Ankara’da. “Bin 400’e kadar çıkar sayısı” deniyor ama Mecit hoca, bin 700’ü bulacağına inanıyor. Sayayım birkaç tanesini: Kızılcahamam Çançiçeği, Ankara Civanperçemi, Nallıhan Akyıldızı, Ayaş Geveni, Çayırhan Sığırkuyruğu, Kazan Çançiçeği, Koçhisar Geveni… Tabii ki Gölbaşı’nın, korunduğu halde telef olmakla karşı karşıya Yanardöner’i, yani Sevgi Çiçeği var. Henüz sadece Ankara’ya has saptanmış bitkilerimizin sayısı 300’e yakın. Son 10 yılda 10 tür daha keşfedilmiş. “Kurumlararası uyuma ve çok sayıda genç araştırmacıya ihtiyacımız var” diyor Mecit hoca. Uyum olmayınca kepçe ve gelişigüzel tarım, kökünden söküp atıyor doğal hazinelerimizi.

Başkent’in göbeğinde bir değer
Bitki hazinesi gibi bir de hayvan hazinemiz var. Kurbağası, kertenkelesi, yılanı, tavşanı, akbabası, şahini, sonuncusu 1974 yılında öldürülen Ankara Parsı var. ‘Bozkır’ diye bilinen Ankara’nın, Bahri, Macar Ördeği, Elmabaş Pakta, Dikkuyruk, Angıt, Sakar Meke, Ak Balıkçıl gibi su kuşları var. “Bir ‘Güzel Nazuğum’ kelebeği var ki” diyor Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden Doçent Doktor Can Bilgin hoca, “kozadan çıkma zamanı, dünyadan izlemeye geliyor uzmanları.” Bir renk ve desen cümbüşü maaşallah. Neredeymiş kelebek? Başkentin göbeğinde, içinden yol geçirme kavgası verilen ODTÜ arazisinde!

TEMA Ankara Temsilciliği ve Ankara Kulübü’nün düzenlediği açıkoturumda, Ankara’nın bitki ve hayvanlarıyla ilgili bu bilgilerin 10 katını dinledim. Yanlış tarım, yanlış yeşillendirme ve uyumsuz kurumların, bu hazineyi nasıl vahşice tehdit ettiğini gördüm. Birkaç kez “Gelecek doğanın ve doğayla uyumlu yaşayanların” demiştim. Elmas, nasıl az bulunan bir taş olduğu için değerliyse her bölgenin kendine has bitki ve hayvanları da elmas değerindedir. Kıymeti bilecek bilgi ve görgü lazım.

İyi haberler
Hep kötü değil, iyi haberler de geçti konuşmalarda: Kızılcahamam’da, leylekler yuva yapabilsin diye, üstü müsait direkler dikmeyi akıl edebilen yöneticiler var. “Sonuncusu katledildi” dediğimiz Ankara Parsı’nın, yaşadığına ilişkin bilgiler geliyormuş. Kayıt altına alınamadığı için kesinleştirilemiyor bilgi. Ve sonuncusu; Eskişehir Yolu üzerinde, büyük bir bitki bahçesini de içeren bitki koruma ve saklama müzesi için yer tahsisi yapılmış. Çok önemli… Dünya gözüyle yapıldığını görüp, bahçesinde çay içemezsem bilin ki gözü açık giderim!

Fotoğraflar, Prof. Dr. Mecit Vural'ın arşivinden

2 Haziran 2012 Cumartesi

BULUŞUYORLAR

01.06.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ankara’nın bilgisi okul sınırlarını, uygulayıcılar, fabrika çitlerini, atölye duvarlarını aşıyor. Bilginin ve uygulamanın buluşması gerekiyordu, hergün bir adım daha yaklaşıyorlar. İşbirliği arttıkça bugüne kadar olması gerekene yaklaşmakla kalmayıp, tüm ülke yararına bir hedefe doğru yola çıkmış olacağız. Yoluna çıkılması bile bir milletin, geleceğini kendi elinde tutmasına yetecek önemde bir hedef. Çelme takıldıkça sendeleyip, bir türlü yoluna çıkamadığımız.

Kırdığımız sini ayağı
Ankara Sanayi Odası’nın da teşvikiyle OSTİM, ANADOLU ve BAŞKENT gibi organize sanayi bölgelerimiz, Ankara üniversiteleriyle dirsek temasına geçti. Ankara’nın yetkin  teknoparklarıyla işbirliği arayışını artırdı, hatta bazılarıyla çalışmaya başladılar. Bir yandan da meslek okullarımızın eksikliğini kavradı, gündemlerine aldılar. Meslek okullarının önemi, üniversitelerimizin de gündemine girdi. Birer birer açılan meslek okulları, zamanında birer birer kapatarak kırdığımız sini ayağıydı. Bir an önce onaracak, soframızı yeniden kuracağız inşallah.

Bilgi ve uygulama buluşunca
19 Aralık 2011’de ‘Ona Değil Buna Bakıyorum’ demiştim. Atılım Üniversitesi’nden kızlı erkekli 23 öğrenci, Anadolu Organize Sanayi Bölgesi’ni ziyaret etmişti. “Ayakları, daha okuldayken mesleklerinin uygulama alanına değdi” demişim. İşte o öğrenciler, bu arada, Anadolu OSB’ye yönelik araştırma ve incelemeler yaptı, 30 civarında proje geliştirdi. 23 Mayıs 2012’de, Anadolu OSB’yle yaptıkları Çalıştay sonunda, bu proje ve fikirlerin uygulanması kararı alındı.

Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü hocası Yardımcı Doçent Doktor Savaş Zafer Şahin tarafından geliştirilen ‘Kamusal Akıl Stüdyosu Programı’nı, Anadolu OSB’de uygulama fırsatı buldular. Proje, hem dünyada hem Türkiye’de bir ilk. Üstelik projeleri geliştirenler, daha üçüncü sınıf öğrencisi.

Bir başka gelecek projesi
Ankara’nın geleceğini ilgilendiren bir başka proje, Türk Hava Kurumu Üniversitesi’nden geldi. İşletme Fakültesi öğretim üyeleri, Esenboğa Havalimanı’nın, uluslararası hava trafik merkezi haline gelebilmesi için bir proje hazırlamış. 3 ay gibi kısa bir sürede sonuçlandırılacak proje, Ankara’yı, uluslararası bir yolcu ve yük taşıma merkezi haline getirecek. Ankara Kalkınma Ajansı, projeyi incelemiş, mantıklı bulmuş ve destekleme kararı almış. Bu, yeni iş olanakları, Ankara’nın stratejik öneminin artması demek.

Ankara’dan Türkiye’ye uzanıyor
Bir ay önce Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği (OSİAD), meslek liselerinde, ‘sanayi tanıtım toplantıları’ başlatmıştı.  Meslek lisesi öğrencilerine bir yandan sanayiyi tanıtırken öte yandan yön gösteriyorlardı. “Ümitsizliğe kapılmayın” deyip, okullarının önemini anlatmaya çalışıyorlardı. İlk durakları Abidinpaşa Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’ydi. Arkasından Gazi Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi ve Batıkent Endüstri Meslek Lisesi’yle devam ettiler. Yanlarında kendi alanında başarılı, örnek sanayicileri de götürüp, deneyimlerin aktarılmasını sağlıyorlar. Hızını alamamışlar demek, en son Sivas Endüstri Meslek Lisesi’nde görülmüşler. Ankara’dan Türkiye’ye uzanıyor hareket.

Okul ve uygulamanın buluşmasından bahsediyoruz. Üniversite okutup, işsiz sokağa bıraktığımız gençlerin geleceğinden. Ya da gelecek ümitlerine, üniversite sınavı ve dershane makinesinde kıyılan gençlerimizden. Bu örnekleri, “Çaresi var” demek için anlatıyoruz. “Bilgiyle uygulamayı buluşturun, onlar kendi yolunu açar” demek için.