31 Mayıs 2011 Salı

ANKARA DİNOZORLARI


31.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi


Dinozor var efendim Ankara’da. İri yapılı, keskin dişli, silip, süpürebilen bildiğiniz dinozor. İskeletine bile bakarken eliniz, ayağınız boşalıyor. Bir kaburga kemiği, kazara kafanıza düşse beyin faaliyetlerinizdeki tarih algısı alt-üst olur. Bilim camiasında, yırtıcılık ya da  efendilikleri konusundaki çelişkili görüşler, kesin bir kanaat sahibi olmamızı engelliyor. Gelmiş, geçmiş, mevcut dinozorların, bilimin ışığıyla aydınlatılmasını ısrarla bekliyoruz.



Erken dinozorluğum

Yıl 1987. Ankara Üniversitesi’nin, o zamanki Basın-Yayın Yüksekokulu, bugünkü İletişim Fakültesi’nin, meşhur okul gazetesi ‘Görünüm’ için bir araştırma yazısı hazırlamak istedim. Bugün anlı-şanlı pek çok gazeteci, Görünüm’ün tezgahından geçmiştir; ünü oradan gelir. Konu: Arkeoloji. O yaşlarda, arkeolojiye karşı saplantılı bir ilgi baş göstermişti bende. 20’li yaşlarında, İletişim Fakültesi’nde, arkeoloji araştırması yapma düşüncesini, aklım erdikçe daha farklı değerlendirir oldum; bende de bir dinozorluk varmış Allah için!



Dinozorluğun kökeni

Öğrencileri, okuldan soğutmayı göze alamayan hocamız Nevzat Dağlı, yazımı Çorum Gazetesi’ne göndermekte bulmuştu çareyi. Ortada yapılmış bir araştırma, emek var, kıyamamıştı. 15 ve 16 Ocak 1987 tarihli Çorum Gazetesi’nin sayfalarında, öğrencilerini korumak uğruna, kendi memleketlilerine kıymıştı!



Çok şaşırdığım bir bilgiye, bu araştırmayı yaparken ulaşmıştım: Ankara’da dinozor vardı, mamut vardı, milyonlarca yıllık fosiller vardı. Nasıl yani? Evet, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün  (MTA) içindeki Tabiat Tarihi ve Madencilik Müzesi’nde ikamet ediyorlardı. Gittim, oradalar hakikaten. Ağzım açık müzeyi gezerken bir yandan da Ankara’da dinozorluğun, zaten derin bir kökeni olduğuna ilişkin düşüncelere garkoldum.



140 milyon yaşında

Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün, Tabiat Tarihi ve Madencilik Müzesi, 6 yıllık bir aradan sonra kapılarını, tekrar ziyaretçilere açtı. Türkiye’nin, alanındaki tek müzesi, dünyanın en önemli müzelerinden. Yanlış inşaat nedeniyle kapanan müze, yenilenerek ve sağlamlaştırılarak yeniden açıldı. Müze sakinlerinin en yaşlısı, 140 milyon yıldır yeryüzünde. 140 milyon yaşındaki Allosaurus, 15 milyon yaşındaki mastodont fosili, 3500 yaşındaki fil iskeleti, hepsi müzede.



Çocuklar müzeye

Evren ilçemizde, mamut ve dinozor kalıntılarını kapsayan kazılar sürüyor. Kazan ilçemizin  dudak uçuklatır cinsinden fosilleri de çıkmaya devam ediyor. Allahtan bunların sergilenebileceği müze yeniden açıldı. Yoksa çocuklarımıza nasıl tanıtacaktık?


Dinozorların, bir beden bir de ruh hali var. Gelişen koşulları algılayamadığı, uyum sağlayamadığı ve mücadele edemediği için bedenen yokolmuştur dinozorlar. Ancak ruh hallerinin sindiği bazı insanoğlu, dolaşıyor olabilir aramızda. Gelişime her zaman açık Ankara, zarar görecekse yaşayan dinozor ruhlarından görecektir. MTA’nın, Tabiat Tarihi ve Madencilik Müzesi’ne götürün çocuklarınızı. Götürün ki “dinozor” dediğimizde, sokakta dolaşanın neye benzediğini bilebilsinler!

27 Mayıs 2011 Cuma

ÇILGINLARIN ARASINDA EN ÇILGINI


27.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Başbakan Tayyip Erdoğan, Ankara’yla ilgili projelerini açıkladı ama bence en çılgını, diğerleri arasında kayboldu. Hatta bazı gazeteler, televizyonlar ve internet siteleri, atlamıştı projelerin içinde bu kısmı. Projeden bile saymamışlardı herhalde. Bir hayli zamandır Ankara’dan kopan basın-yayın kuruluşları, Başbakan’ın projelerine, Fransız kalmıştı. Ankara’nın önceliklerinden habersiz, ‘Güneykent’ projesine saplandı, ötesine geçemediler.  Gerçi uzun zamandır, İstanbul dışındaki her yere Fransız kalmaya başladılar ya!

Gecikmiş ihtiyaçlar
Birkaç tanesi tartışılacak ama genelde Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı projeler, Ankara’nın gecikmiş ihtiyaçlarıdır. Her çakılacak çiviye, acilen ihtiyacı var Ankara’nın. Havacılık ve Savunma Sanayi, sağlık, şehriçi raylı sistemler ve ülkeyi bir uçtan diğerine bağlayacak hızlı tren, önceliği olanlar yatırımlardır. Ek olarak ülkenin en iyi üniversitelerinin, desteklenmesi olabilir. Diğer projelerin hepsini, bu listenin arkasına aciliyet sırasına göre ekleyerek devam edebiliriz. Ankara’ya, yatırım yapmak bile çılgınlıktan sayılır oldu; en çılgınını söyleyeyim:

En çılgını
Birçok basın-yayın kuruluşunun atladığı projelerin en çılgını, Ulus Tarihi Kent Projesi kapsamında Ulus ve Kaleiçi’yle çevresinin, tarihi ve mimari dokuya uygun düzenlenmesidir. Yok öyle kaçmak, dinleyin, niye çılgınlıkmış fikriniz olsun. Bu Kale’de, bir şey var; elektrik verilmiş gibi dokunanı zıplatan, arkasına bakmadan kaçıran, kulaklarına pamuk tıkatan. En  Ankara uzmanlarına, en cevval girişimcilerine, “Kale…” dememle 5 metre öteye sıçramaları bir oluyor. Niye? Kördüğüm olmuş çünkü. Gordion’un ‘kördüğümü’, Ankara Kalesi’nde artık!

Kördüğüm
Kördüğümün, birinci ve en çetin nedeni, mülkiyet sorunları. Çözene kadar birkaç belediye başkanını yemiş, yutmuş oluyor davalar. Gözü korkan, sonrakine devretmiş yıllarca bu sorunu. İkincisi ise kördüğümün kördüğümü olmuş alt-yapı sorunları. El atmaya kalkan belediye başkanlarını, kabuslar basmış. Arapsaçı çünkü altyapı. “Bu kadar mıymış?” diyorsunuz. Bu kadar… Çözsün bakalım “Bu kadar mı?” diyen.

Bir cesaret Vali Alaaddin Yüksel, 15 Şubat 2011 günü, önemli bir adım sayılacak ‘Ankara Kalesi Toplantısı’ düzenledi. 4 ay olacak, etrafındaki sivil toplum örgütleri, girişimciler, bürokratlar arazi oldu. 15 katttan 60 dairelik bir bina diker, bir yıl sonra kazanmaya, milyon dolar döker, gelecek yıla fabrikasını çalıştırmaya başlar girişimci. Sonunu göremediği için, sivil toplum örgütü geride durur; “Azıcık gücümüz var, onu da Kale’de telef etmeyelim” diye. Bürokrat, başkasının yiyeceği kaymağın cefasını çekmeye gönüllü olmaz. Karışmaya başladı değil mi işler? “Karışık, kördüğüm” demiştim.

En uzun vadeli çılgınlık
Başbakan Erdoğan, bir cümlede, “Ankara için çılgın projemiz Kale’dir” deyip, kürsüden inse yeriydi. ‘Çılgın Proje’ diye buna denir çünkü Ankara’da. Hamamönü’nde, Bentderesi ve Hacı Bayram’da, düzenlemeler sürüyor ama olanaklar ve para çok sınırlı. Belediyeleri, Valiliği aşan bir çalışma Ulus Tarihi Kent Projesi; hükümetler ve siyasetlerüstü, bir devlet projesi. Bu kördüğüme kılıcını vuran yöneticiler, Augustus gibi, hem tarihe hem Ankara taşına kazınacaktır gelecekte.

Kale dışındaki bütün projeler, maliyetine karşın yapılabilir projelerdir. Ancak içlerinde sadece Kale, gelecek 3 yüz, 5 yüz belki bin yıla uzanacak yatırımdır. İhtiyaçlar, üretim biçimleri ve teknolojiler değişebilir ancak modası asla geçmeyecek olan tarih ve kültürdür. İncik cıncık çok  uğraşmak ister ama her nesilde, alıcısı eksilmeyecek en uzun vadeli yatırımdır. İstanbul’a hitap etmese de Ankara’nın çılgın projesi, basit olarak budur.

24 Mayıs 2011 Salı

NİHAYET BATIKENT!


24.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Otel semt Batıkent… Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar’ın ağzından ilk duyduğumda çok hoşuma gitmişti. Zihnimi açmıştı bu tanımlama. Bütün Ankara gelişip, renklenirken Batıkent, 20 yıl önceki orjinalliğini özenle koruyordu. Tarihi yapılar bile Batıkent’ten fazla değişiyordu. Anlam veremediğim bir durgunluğu vardı. Fethi Yaşar, jetonumu düşürdü; otel olarak kullanıyorduk semti.

Semt merkezine benzemiyor
Bu gözle bakınca semtin aksaklıklarını, röntgen filmine bakar gibi görmeye başladım. Alışveriş dahil, neredeyse bütün etkinliklerimiz için semt dışına çıkıyorduk. Bugün son durak olarak bildiğimiz Metro durağının çevresi, Batıkent’in merkezi olamadı bir türlü. Bildiğimiz semt merkezlerine benzetemedim yıllarca. Bir iğretilik var ama 18 yılımız gitti kavrayana kadar. Başka bir yerde de benzerini görmedim zaten.

Metro durağının çevresindeki işhanlarının yarısı, uzun süre boş kaldı hep. Kendi semtimizin merkezine, alışamadı ayağımız. Ağaçsız kaldırımlar, duraksız otobüs durakları, insana çarşıda olduğu hissini vermeyen işhanı ve dükkanların dizilişi… Dükkanların tezgahları, sandalyeleri  yok kaldırımlarda. Kalabalık ama kuru kalabalık.

Kalbi oluşmadığı için
Çamurlu kaldırımlarla devam ediyordu yan mahalleler. Metro için açılan çukurlar, 10 yıldır bize arkadaşlık ediyor ve bir de onlar bölüyordu semtin bütünlüğünü. Merkezi oluşamadığı için semti sahiplenmiyorduk. Başka semtlere atıyorduk kendimizi ilk fırsatta. Bir belediye olabilecek nüfusa fazlasıyla sahip Batıkent, başka belediyelere gönderiyordu sakinlerini. Bir hızla doğmuş, kalbi oluşmadığı için durmuş ve semte dönüşememişti.

Çarşıya benzer inşallah
20 Mayıs’ta, Batıkent otelinin merkezinde bir Kültür ve Ticaret Merkezi açtı Yenimahalle Belediyesi. İyi bir kültür tüketicisidir Batıkentliler. Her semt kadar hakkı ayrıca. Haziran ayında, hemen karşısındaki Atlantis alışveriş merkezi açılacakmış. Çok hızlı yapıldı, bittiler. Alışık değiliz bu hıza. Yeni merkez üzerine yapılan tartışmalar olsa da buranın Batıkent’e, can katmasını, otelden semte çevirmesini umuyorum. Batıkent çarşısı, çarşıya benzer inşallah.

Bir şeyler olmaya başladı Batıkent’te. Kaldırımlar yapıldı, parklar derlendi toparlandı, fidanlar dikildi, yürüyüş yolları ve spor alanları açıldı, yollardaki çukurlar kapatıldı, Yenimahalle Devlet Hastanesi, Ali Dinçer Parkı açıldı. Çıplak gözle bir hareket geldi Batıkent’e. Yıllar sonra, bu kadar kısa zamanda bir şeylerin değiştiğini görüyorum. Metro çukurları kapanıp, içinden trenler geçmeye başlayınca parçalı Batıkent, yapışıp, yeniden kente dahil olacak.

Ne yapardınız?
Çok mu ballandırıyorum? 18 yılın 14 yılında İstanbul’daydım. Her yıl geldiğimde, hiçbir şeyin değişmediğini görürdüm. Bir yıl önceki çukur dururdu bir yıl sonra da. 18 yıl aynı çamurlu kaldırımdan yürüdük. Aynı sokak lambası yanmazdı yine. Metro, gelecek yıla kalırdı hep. Esnafı, tutunamamış, o dükkanlar yine boştu. Ömrünüzün neredeyse yarısında, hiçbir olumlu gelişme görmediğiniz bir semti, otel olarak kullanmazsınız da ne yapardınız acaba?

20 Mayıs 2011 Cuma

ÇİFTLİK YEŞERİYOR, GÖZLER ÇİFTLİKTE


20.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Hayırlı, memnun gözler de Çiftlik’te, kem gözler de. Hayırlı gözler, bir şey yapabilmek için bakıyor, ona göre çalışıyor. Benim ki gibi üstüne titreyen gözler, yapılanı memnunlukla izliyor. Kem gözler, suyu, yeşili, böcekleri, temizlenen havayı, tarımsal ve hayvansal üretimi görmüyor, haritadan, alabildiğine kaymaklı kazanç bir arazi görüyor. ‘Atatürk’ün emaneti’ yazmıyor haritasında!



Yanık satırlar

Önceki hafta, ‘Yağmur Yağıyor Ankara’ya’ yazımızın içinde, “70 yıl sonra, hala çoraktır Çiftliğin çoğu. Şimdi Ankara’nın, Belgrad Ormanları’nı soluyor olmalıydık. Aman hiç girmeyeyim, çok dertliyim Çiftlik’ten!” diye içten yakınmalı satırlar vardı. Ertesi gün erkenden, yanık satırlarımın etkisinde kalan Atatürk Orman Çiftliği Müdürü Ömer Bülent Arslan bey aradılar. “Ali bey, çorak değil, yeşilleniyor; 3’te 2’sinin yeşillendirme çalışmaları bitti” deyip, rakamlarla açıklamaya başladılar. “Aman Ömer bey, biraz ham bir zihin var bende, dönüm, dekardan değil, gördüğümü anlar, ona inanırım ancak” diye frenledim kendisini. “Yeter ki görmek isteyin!” diyen neşeli sesiyle çiftliğe davet ettiler beni.



Gittim. Püüü, Çiftlik’te, hareket var! Yeşillendirmekle kalmıyor; sonradan çıkası, sessizce yürüyen bir sürü etkinlik yolda. Şöyle tek tek, açıklamalı, fotoğraflı, süslemeli güncel bir yazıya sığar ancak ama şimdilik, yeşillenmesiyle yetineceksiniz!



Çorak yeşilleniyor

2002 ile 2010 yılları arasında, 18 bin 500 dekar alan ağaçlandırılmış. Bunun yarısı son iki yılda yeşillendirilmiş. 1 dekar, 1000 metrekareden… Şimdi dönüm, dekar çıkamayız içinden. Özeti; Ankara’nın göbeğinde, akla zarar bir arazi yemyeşil olacak. Hava Kuvvetleri, Zırhlı Birlikler, yakındaki firmalar, bu hızlı yeşillendirme için Çiftliğe, gönüllü yardımcı olmuşlar. Niye çorak görünüyormuş bana? Taze fidanlar, uzaktan seçilemiyor, yakından görmeyince çünkü! Üstelik 750 dekar, yani 750 dönüm, yani 75 bin metrekarelik bir ‘Milli Botanik Bahçesi’ hazırlığı başlamış durumda. Uluslararası çapta bir botanik bahçe. Yeşilleri gecikmiş Çiftlik, kendini bulacak.



Bakan ve öngörü

Bu arada Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in, hakkını teslim etmeliyiz; Çiftlik konusundaki hassasiyeti nedeniyle. Atatürk Orman Çiftliği’nin çalışmalarına desteği ve  bürokratik işlemlerin hızla yürümesine katkısı olmasa bu satırlar, bir 70 yıl daha bekliyor olabilirdi.



Birileri, nazikçe ‘enayi’, kabaca ‘keriz’ diyorlar şu anda bana, biliyorum. 80 yıl önce büyük caddeler açıldığında “Bu kadar geniş caddelere ne gerek vardı” demişti birileri. 2011 yılında, o caddelerden akıyor trafik. Mustafa Kemal’in Çiftliği de bir araziden ibaret değil; bir örnek, bir öngörü. Sincan, Etimesgut, Batıkent, Ümitköy, Söğütözü derken Çiftliğin çevresine dolandı şehir. Bu biçimde gelişebilir zaten. Gözünüz dönmediyse Atatürk’ün vasiyetine dokunmaya gerek kalmadı. Kalmasın da hiçbir zaman…



Çeşm-i bozkır

Amasra’ya, tepeden inilir. Küçük koy, yukarıdan göze benzer. Fatih Sultan Mehmet, 550 yıl önce o zaman yeşillikler içindeki bu koyu görünce “Lala, Çeşm-i Cihan ( Dünya’nın Gözbebeği) bu mu ola?” demiştir. 30 yıl sonra Çankaya’dan, yeniden dirilmeye çalışan Kale’den baktığında herkes şunu söyleyecektir: “Bozkırların gözbebeği burasıdır, nasıl becerdiniz?


Çiftlik, Kale’den sonra en değerli mücevheri olacaktır Ankara’nın. İleri değil, önüne bakanlara sakın kulak asmayın.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

DAHA ÇOK İŞ İÇİN


17.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ekonomide baş döndüren rakamlar, toplumsal olarak karşılığını bulamıyor bazen. Çok para kazanıyorken aynı anda yoğun bir işsizlik hastalığına tutulmuş olabiliyor ülkeniz, şehriniz ya da yöreniz. Hemen nedenlerini saptayıp, hızla tedaviye başlamazsanız ilerliyor hastalık. Toplumların hastalanma hızını ve zamanını kestirmek zordur; işi şansa bırakmamak lazım.  Hastalığın muzdariplerinden biri de Ankara.



İşportacı

Seyyar satıcıların artmasından şikayetçi belediye başkanlarımız. Adres vermek istemiyorum ama bazı merkezlerdeki artış, bir süredir dikkat çekici hale geldi. ‘İşportacı’ da diyoruz onlara. Çok satıp, az kazanarak, günü kurtarmaktan başka çaresi kalmamış insanlardır. 20 tane mendil satarsa o günü 5 lirayla da kapatabilir, 15 lirayla da; marifetine kalmış. Niteliksiz işçidir çünkü, kentin ondan beklediği marifetlerle yetişmemiş, eğitilmemiştir. Memleketini terk etmiş, mahallesinde doyamaz olmuştur. Büyük kent ve kentin merkezi, son çaresidir. Daha kenarda köşede, dikkat çekmeyeceği yerlerde satarken gözünü karartır ve en görüneceği yere, merkeze gelir. Bütün gün kaç-göç yaparak, her an diken üstünde, şansını dener. Vergisini ve kirasını veren tüccara haksızlık olur. Bir kentin merkezinde, işporta artıyorsa kent ekonomisinde bir aksilik var demektir.



Bu işin bir yanı. Bir başka açıdansa…



Nitelik yoksa projeler hayal

Nitelikli işgücü, göçediyor Ankara’dan. Demek ki eğitilmiş, yetiştirilmiş, üstelik tecrübe edinmiş işgücüne, iş yaratamıyor, o becerilere uygun yatırımlar yapmıyor Ankara. Abdullah Değer, Ankara Genç İşadamları Derneği (ANGİAD) Başkanı. Bakın ne diyor: “İşçi ile sadece üretim yapılır. Araştırma-Geliştirme çalışmaları yapmazsanız, işgücünde niteliği arttırmazsanız, dışarıdan teknoloji satın almaya devam eder, hiçbir atılımı gerçekleştiremezsiniz.” Yani ‘Bilişim Vadisi’ hayal olur, savunma sanayi projeleri de güdük kalır diye anlıyorum Abdullah Değer’i. İşçinin çokluğu yeterli değil; nitelikli teknik çalışanların çokluğu da önemliymiş demek bir iş alanında.



Beyinlerimiz mevcuttur!

Konuştuğumuz şeye bakın! Nitelikli işgücünün, gerekliliğini anlatmaya, açıklamaya çalışıyoruz. Araştırma-Geliştirmenin önemini vurguluyoruz. Ne zaman önemsizdi ki bunlar? O yetenekli beyinleri Ankara’da tutamıyoruz, gidiyorlar. Dünya’ya, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinde yetişen beyinlerin buluşlarını, ürünlerini göndereceğimize, bizzat beyinlerin kendisini gönderiyoruz. Dışarıdan alıp, içeride satmaya biraz fazla alıştık galiba. “Kim uğraşacak, ne gereği var” rehavetinden, kendi çocuklarımızı görmez olduk. Kent girişine tabela asalım; “Toptan, perakende beyinlerimiz mevcuttur!



Doğru okuyalım tabloyu
Meslek okulları, üniversite-şirket işbirlikleri, niteliksiz işgücünü yönlendirmenin önemini bir kez daha yinelemiş olalım. Güzel projeler var önünde. Büyük işlerin arifesindeki Ankara, bu işleri söküp, almak zorunda. Fırsatları kaçırmaya dayanacak gücü yok. Nüfusunun şişkinliği, ekonomik büyümeden çok ümidini büyük şehire bağlayanların artmasından kaynaklanıyor. Balon, gün be gün şişmeye devam ediyor. Bu tabloyu, yanlış okumamalıyız. Okursak eğer, kentin göbeğine akan seyyar satıcılar, en az suçlusu olacaktır işgallerinin.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

AŞTİ SERVİS DERDİ


13.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Yolcuları, otogara ya da gara taşıyan servisler olmayınca yolcuya düşen cefayı ve maliyeti anlatmaya çalışmıştım. 22 Mayıs 2010 tarihinde, ‘Gar, Otogar, Bizden Bu Kadar’ diyen bir yazıyla. Yaklaşık 1 yıl sonra bir karar çıktı Büyükşehir Belediye Meclisi’nden; “Yolcuyu, AŞTİ’ye götüremezsiniz ama AŞTİ’den götürebilirsiniz” diye. Böyle bir sorun yokmuş gibi yaşamış bir yılı Ankara. Ulaşanı ulaştığına, ayrılanı ayrılacağına pişman eden kent!



Geleni gideni sevmeyen

Uzak semtlerden, AŞTİ ya da Gar’a ulaşımın zorluğundan bahsetmiştim. Otobüs ya da minibüsle ağır eşyalarını taşıyamayacak durumda olanların, taksiyle gitmek zorunda kaldıklarında ödedikleri parayı kıyaslamıştım. Ankara dışına çıkmak için ödedikleri bilet fiyatının iki katını, Ankara içinde, AŞTİ ya da Gar’a ulaşmak için ödüyorlardı. Havaalanını, dikkate bile almamıştım; daha basiti çözülemediği için. Bir yıl sonra Büyükşehir Belediye Meclisi, maliyeti yarıya indirecek bir karar aldı!



Biraz daha anımsatayım: Efendim, Metro ya da Ankaray’ın ulaşamadığı bölgelerden AŞTİ ya da Gar’a ulaşmak, tam bir eziyet. Yüklü bavullarıyla otobüs ya da minibüs gibi toplu taşıma araçlarını kullanmak zorunda kalanların perişanlığını gözlerimle gördüm. Bunların içinde bu yükleri taşıyamayacak çok yaşlı insanlar vardı. Taksiyi karşılayacak güçleri olmadığı için toplu taşıma araçlarıyla ulaşmaya çalışıyorlardı. İçi acıtan manzaralardı. Ne gelmek, ne de gitmek isterdiniz bu kentten. Geleni, gideni sevmeyen kent!



Kovboy filmi gibi

Büyükşehir Belediye Meclisi’nin aldığı kararı görünce kararsız kaldım; maliyet yarıya inse de ortada kalmıştı yine mesele. Otobüs firmalarına, AŞTİ’den yolcularınızı taşıyabilir ama AŞTİ’ye taşıyamazsınız diyordu karar. Diğer yarısındaki sorun nedir, çözemedim. İnsanlar, hafif gidip, ağır dönsünler diye mi, anlamadım ki. Ticari açıdan, ağır gidip, hafif dönmeleri daha mantıklı  değil midir?



Geçen yazımız, ulaşımın öneminden ve her türlü turisti Ankara’ya çekebilmenin öneminden  bahsediyordu. Ankara’ya inenin halini, hesaba katmamıştık. Bu kararla anımsadık tekrar. Yürümeyen merdivenlerden bavullarını taşıyan bayram yolcularını anımsadık. Sürüye sürüye merdivenlerden tırmanan bavulları. Ser sefil… Kovboy filmi gibi, nedir derdi; yabancıları sevmiyor mu bu kasaba? Yerlisini de sevmiyor zaten bu durumda. Nedir efendim, seyahat edenle bu kentin derdi?



Ertelemeyin sakın
Meclis’in aldığı kararın, diğer yarısını almadan tamamlanacağını sanmıyoruz. Ya belediye üstlenecek bu görevi, ya da zaten yapmaya gönüllü firmalara tümüyle devredecek. Aksi taktirde Ankara dışına seyahat etmek, Ankara içinde seyahat etmekten daha kolay olmaya devam edecek. Anneler babalar, dedeler nineler, çocuklarıyla torunlarıyla buluşmayı erteleyecek. Hatta giden, gitmişken bir daha dönmemeyi aklından geçirebilecek. Aman Allah korusun, sevdirmeye çalışıyoruz biz Ankara’yı!

11 Mayıs 2011 Çarşamba

ULAŞILIR BAŞKENT


10.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

17 yıldır bitmeyen Ankara Metrosu, nihayet Ulaştırma Bakanlığı’na devredildi. Bakanlığın, metroyu, 2 yılda bitirme sözüne inanıyorum. Neden inanıyorum? Çünkü son bir yılda, Eskişehir ve Konya hızlı tren hatlarını gerçekleştirdiler. Ay sonunda Konya seferleri başlayacak. İstanbul hattında kulaklarımız. İşin içine siyaset karışmazsa bazı hatların, 2 yıldan bile çok önce biteceğine eminim. Sabır Ankara!..



İstanbul inadı

Ankara’nın ulaşım işleri, çok ama çok geç kalmıştır. Hem iç ulaşımı hem de şehir dışıyla ulaşımı… İstanbul’la kısmen çözülen kara ulaşımı dışında hala zor ulaşılır başkente. Hava ve raylı sistemlerle Türkiye’nin her yanına ulaşım, 2011 yılında, yine zayıftır. Türkiye’nin başkentinden, bazı merkez şehirlere uçuşlar, bu yıl başlayabilmiştir ancak. Yurtdışı uçuşlar içinse hala İstanbul’a yüklenmek gibi garip bir inat sürmektedir. Yurt dışına çıkanların yaklaşık yarısını, Anadolu yolcuları oluşturduğu halde.



Turizm ve ulaşım

Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’in, ‘turizm’ seçeneğine vurgusu, yavaş yavaş Ankara’nın ileri gelen kurum ve kişilerinde karşılığını buldu düşüncesi oluştu bende. Sağlık, eğitim, fuarcılık ve kültür turizmi için önerilerin, daha yüksek sesle seslendirildiğini duyar oldum. Bu öneriler, TRT Radyosu’ndan, iç ferahlatan akşamüzeri fasılı gibi yayılıyor kulaklarıma. Dinlemek bile dinçleştiriyor.



Turizm’ demek, önce ulaşabilmek, ulaştırabilmek demektir. Birine ‘turist’ diyebilmek için de önce bir yere gitmesi gerekir. Gidebildiği yere gider turist. Hele doygunu, yeni keşifler peşinde koşar, gitmediği yerleri keşfetmek ister. Ulaşım kolaylığı, kendi halkını hızla başkentiyle buluşturur, turistin aklı çeler.



Hızlı trenler, İzmir’e, İskenderun’a, Antalya’ya, Muğla’ya, Diyarbakır’a, Van’a, Erzurum’a, Samsun’a, Tekirdağ’a, Edirne’ye uzansa… Uçaklar, vızır vızır dünya başkentlerine ve ticaret merkezlerine uçsa… Bu ağ, üretilen mallarımızı, hızlı ve ucuz biçimde limanlara ve başka ülkelere ulaştırsa…



Turist Ankara’ya kolay ulaşsa

Antalya’ya inen bir turist, “Trenle 3 saat. Eski Ankara çok güzelmiş. Eşi olmayan Kalesi’ni görür, Kızılcahamam, Ayaş, Haymana kaplıcalarında romatizmalarımızı dindiririz. Beypazarı’nın, kurusu ve yaprak sarmasını tadar, Tuz Gölü’nün eşsiz manzarasında, çıplak ayakla gezinir, fotoğraf çektiririz. Evren’de, dinozorlarla tanışabilir, eşek kulaklı Midas’ın, Büyük İskender’i misafir ettiği Frig başkenti Gordion’u, görmüş oluruz. Meşhur ‘Bilişim Vadisi’ni merak ediyorum; yatırımlarım açısından” diyebilir.



Ucuz ve nitelikli sağlık hizmeti almak için başkenti dolduran yabancıların, ucuz ve nitelikli eğitim almak için Ankara’ya akan öğrencilerin, ‘Bilişim Vadisi’ne, projelerini gerçekleştirmek için doluşan dünya akıllarının, hücumunu hayal ediyorum. Dünya’ya kafa tutmuş başkente, bu trafiği çok yakıştırıyorum. Her açıdan akla ve mantığa yakın buluyorum.



Ankara’yı açın dünyaya

Metronun, Ulaştırma Bakanlığı’na devrinden çok, Ankara-Konya hızlı tren hattı tetikledi heyecanımı; Eskişehir hattı gibi, bitirilmiş bir işi gördüğüm için. Olabiliyormuş demek. İsteyince pek ala yapılabiliyormuş. Diğerlerinin olmaması için bir neden göremiyorum.


Siyasetler ve partiler üstü bir projedir Ankara. Ankara için yapılacaklar da siyasetler ve partiler üstü kabul edilmelidir. Oyları da bu düşünce yönlendirir. Dolmuş, taşmış İstanbul’un, sınırlarını zorlamanın alemi yok. Osmanlı padişahlarının hatasına düşüp, patladığı zaman ülkeyi altüst eden bir irine dönüştürmeyin İstanbul’u. Bir kapı daha açma düşünceniz varsa Ankara’yı açın dünyaya!

7 Mayıs 2011 Cumartesi

YAĞMUR YAĞIYOR ANKARA’YA


06.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bu yıl, son anda güzel bir kar yağışı yakaladık. Bitkiler, çok sever. Bazıları, hastasıdır. Hele ince yapraklı, çam türü ağaçlar. Dibine dibine, serin serin yağmışsa o yıl, sıçraya sıçraya büyürler. Bir haftadır da yağmur, bereket oldu yağıyor Ankara’ya. Damlasına muhtaç bozkıra düşen her damla, küskün toprağın asık suratını gülümsetiyor. Fazladan düşen her damla, toprağın altında, belkide onlarca yıldır bekleyen tohumlara can oluyor. Minnetlerini, yeryüzüne çıkarak çiçeklerini açıp, yeşil eteklerini savurarak gösterir bitkiler. Yeşeren her türlü bitki, çıplak toprağın koruyucusu olarak doğar.



Bitki olmazsa

Toprağın üzerinde hangi bitkinin olduğu değil, bir bitki örtüsünün olması önemlidir. O bitki örtüsü toprağı tutar, verimli kısmının rüzgarlarla fırtınalarla savrulmasını önler. Verimli tabakası savrulan toprak, çorak kalır, çölleşir. Üzerinde bitki tutamaz. Bitki tutamayan toprak, ne oksijen üretir ne havamızı temizler ne de karnımızı doyurur. Orası artık toprak değil, yeryüzündeki  cehennemdir.



Korumalı toprağı

1 santimetrelik verimli yani humuslu toprağın oluşması için 100 ile 400 yıl arası beklememiz gerekiyor. Ekilebilir verimli toprak içinse 3 binle 12 bin yıl arası bir zamana ihtiyacımız var. ‘Toprak’ deyip, geçebilir misiniz bakalım! Bir fabrikayı 6 ayda, koca bir siteyi 1 yılda dikebiliyoruz artık yeni teknolojiyle. Ancak bu sürede verimli toprak yapmaya dünyanın sermayesi yetmez. Olan toprağı, niye korumamız gerektiğini uzatmaya gerek kalmadı herhalde.



Bozkırın şenliği

Ankara gibi karasal iklimli bölgeler, az yağış alır. Az yağış, cimri, hızlı büyüyemeyen ve yayılamayan bitkiler demektir. Toprağı tutmaktan çok, cılız bedenlerini yaşatmaya çalışırlar. Ağaçları, güdük kalır. Her düşen kar tanesi ya da yağmur damlasını, kendine saklar, pintice tüketirler. O taneler ve damlalarda, çeşme ve kuyu sularımızda olmayan zengin mineraller vardır. 10 dakikalık yağmurdan alacakları mineralleri, 15 gün çeşme suyuyla sulasanız veremezsiniz. Yağmur, kar, şenliklerin büyüğüdür bozkır için.



Yeşeremeyen Çiftlik

Ankara’nın içinde, çevresinde, gözüm çıplak topraklara takılır. Birkaç metrekare de olabilir, göz alabildiğine bir arazi de. Ağaçlandırmakta, yeşillendirmekte niye gecikildiğine yanarım. Kurulduğu zamandan daha az ağaca sahip Atatürk Orman Çiftliği’ne üzülürüm. Göstermelik kavaklarla çevrili boş topraklar, İstanbul Yolu, Eskişehir Yolu boyunca içimi acıtır. 70 yıl sonra, hala çoraktır Çiftliğin çoğu. Yapan, zamanında nasıl yapmış be kardeşim? Şimdi Ankara’nın, Belgrad Ormanları’nı soluyor olmalıydık. Aman hiç girmeyeyim, çok dertliyim Çiftlik’ten!



Yeşil bereketi çağırır

Güzel yağıyor bu yıl Ankara’ya. Bizim Batıkent’te, Botanik Durağı var. Yakınında, üzerinden  yüksek gerilim hattı geçen uzun ve boş bir arazi. 18 yıl sonra, ilk kez yeşillendiğini gördüm bu çorak arazinin. Patladı yeşilleri bu yıl. Meğer yıllardır, neler saklıyormuş toprak ana bağrında. Tanıştığıma memnun oldum!



Güzel yağıyor Ankara’ya bu yıl. Ağaçmışım da köklerime süzülüyor sanki bereket. Onlarca yıl sonra topraktan uzanıp, güneşle tanışan bir ayrık otuyum. Ayrık ta olsa yeşilim, toprağın bekçisiyim. Ayrık ta olsa Ankara’ya soluğum. Unutmayın; yeşil, bereketi çağırır. Yağış yüklü bulutları, en istekli davetlerle misafir eder. Yeşil bereketi, bereket yeşili çoğaltır.


Aa!.. “Çayımı içerken pencereye vuran yağmur damlaları..” falan diye romantik bir şeyler  anlatacaktım, ne ara elimde cetvelle tahtaya geçtim ben?

3 Mayıs 2011 Salı

MİSKET ANKACAN

03.05.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Arena Spor Salonu bahçesinde, çocuklar coşkulu. Elimde çayla keyifleniyorum. Çocuk olan yerde, ses oluyor. Uyumsuz çığlıklar halinde ama yaşam dolu. Ciyak ciyak ağlasa bile yaşam, en yalın haliyle çocukların sesinden yayılıyor. 23 Nisan’ı başka şehirlere yollayan Ankara, Dünya Çocuk Oyunları’yla çocukları geri çağırıyor.



Gidene üzülüp, gelene sevinirken ayaklarım yerden kesiliyor, neye uğradığımı şaşırıyorum. “Hidayete erdim, evliyalara karışıyorum, Arena’dan havalanmak nasipmiş çok şükür” diyeceğim, elimdeki sıcak çay dökülüp, canımı yakmasa. Eren adamın, canını bir şey yakabilir mi? Oyunların maskotu Misket’in kucağında, arabaların arasından koşarak Gençlik Parkı’na doğru, karşıya geçiyoruz. Yangından ilk kurtarılacak kırmızı noktalı arşiv dolabı gibi kaçırıyor beni. 2 metrelik maskotu gören yavaşlıyor, geç gören “iyyykkk” diye frene basıyor. Sonra aval aval seyreliyor alemi!



Çabuk atıyorum sersemliği. Maskot kostümünün içini, adım gibi biliyorum; Ankara Canavarı Ankacan bu! Gençlik Parkı’na girince Ankara kedisi, kafasını çıkarıyor. Pis pis sırıtan Ankacan çıkıyor içinden. Kendisi zaten kostüm kadar, nasıl sığmışsa içine?



- Heh heh hee.. nasıl fikir?

- Canım kardeşim, senin canavarlığın bana mı? Korkutulacak adam mı yok Ankara’da, niye benim yüreğime indirmeye çalışıyorsun?   

- Heh heh heh!..



Havuzun çevresinden İtfaiye Meydanı’na doğru yürüyüşe geçiyoruz. Kafası insan, vücudu kedi biriyle yürüyorum. Koca kafası elinden sarkan bir kediyle.

- Neye borçluyuz bu suikastinizi?
- Fena mı oldu Çocuk Oyunları?

- Olur mu hiç, çocuklar her zaman Ankara’ya yakışır. Hele 23 Nisanlar’da… Açılışı kaçırdım, çok görkemliymiş.

- Görkemliydi vallahi, kıpır kıpır oldum.

- Keşke 23 Nisan töreni de aynı görkemde düzenlenebilseydi.

- Keşke…



Suskunluk oluyor. Biraz susmuşken Gençlik Parkı’nı tarıyoruz beraber. “Ağacı, yeşili eksildi sanki bu parkın?” “Düzenlemesine düzenlendi ama eksildi yeşili, doğru” diyor Ankara kedisi,“Fazla taş oldu park.” Acıktım.


- Bit Pazarı’nın girişindeki kokoreççiyi biliyor musun?

- Girerken sağda.

- Yer misin?

- Yemem mi!

Havuz çevresinden kıvrılarak devam ediyoruz. Sorular başlıyor:


- Ekonomisi küçülüyor mu hakikaten Ankara’nın?

- Türkiye İstatistik Kurumu ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın rakamları, küçüldüğünü söylüyor.

- Nüfusu artıyormuş. Ekonomi küçülürken nasıl artıyor?

- Toprağından, tezgahından ümidini kesen çiftçi, esnaf, çareyi Ankara’da arıyor herhalde. Ama gelenler, Ankara’da ekmek bulmak için yeterli donanıma sahip değillermiş maalesef.

- Expo 2020’yi alabilir miyiz?

- Kaçmış trenin arkasından koşuyoruz. Kaçırılmamış trenler bekliyor halbuki Ankara Garı’na girmek için. Onları yakalamalıyız. ‘Fuar’ treni, ‘Bilişim Vadisi’ treni, ‘Turizm ve Ankara Kalesi’ treni, ‘Sağlık’ ve ‘Eğitim’ trenleri… Bu trenleri Gar’a yanaştırıp, onların yükünü indirmeliyiz. Bu trenlerin de çok değerli yükleri var. Saptanmış fuar alanını açacağımıza, kaçmış trenin arkasından koşmakla eğleşiyoruz. Aklı çok karışık Ankara’nın.



Kokoreççiden içeri giriyoruz. Ben 2 yarım, Ankacan, başlangıç için 4 yarım söylüyor. Ekmekleri kendine özel, normal ekmek gibi değil. Kokoreçleri beklerken…


- Kale çok önemli Ankacan, çokk! Bütün gün oralardasın, var mı bir gelişme?

- Canından bezdi Kale esnafı. Hızlı tren çağında, kağnıdan beter Kale.

- Tarihine küskün kent, yürür mü? Ankara’nın eklemleri kireçlenmiş hareketsizlikten. Gelişmelere, gıcırdamaktan tepki veremiyor. Verene kadar başkaları alıp, yürüyor. Kale, derhal fethedilmeli!

- Senin şu eğitim, meslek okulu yazıların…

- Girme o konuya, kokoreçler soğuyacak.

- Havacılık, savunma sanayisi?

- Olur o iş.

- Seçim?

- Seni görmeyen vekili tanıma.


Yanına acılı şalgam söylüyoruz. Bol baharatlı, Çubuk biber turşulu, acılı mı acılı kokoreçleri gümletiyoruz. Acıdan burnum akıyor, gözüm yaşarıyor. Durduk yerde eziyet ediyoruz kendimize; acıyı kabullenmiş, eziyeti zevk edinen Ankara gibi!