27 Temmuz 2014 Pazar

NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR!


25.07.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Diyecek kadar yaşadık çocukluğumuzda. Ucundan yakaladık o ‘eski Ramazanlar’ı. Tarifi çok zor, şimdiki çocuklara, gençlere, mümkün değil anlatmak. Hem değişen günlük yaşam hem dünyadaki gelişmeler, bilene bile unutturuyor eski Ramazanlar’ı. O günleri yaşatanlar, başka bir insanlık sanki. 

Anlatamayız

Bu Ramazan’ı da bayramını da önce yangını körüklenmiş çevre ülkelerin çığlıkları, sonra kendi içimizde tırmandırılmak istenen gerginlik içinde geçiriyoruz. Niyeti bozuklara, Ramazanlar kar etmiyor artık. Hırs, gözü dönmüş bir  sabırsızlıkla isteklerine mola veremiyor. Ruhuna has saygı, hoşgörü kalmayınca Ramazan’ın da alelade aylardan farkı kalmıyor.

Çocuklara ve gençlere, eskisini belki anlatabiliriz ama Ramazan’a, oruç tutanıyla tutmayanıyla kendiliğinden hoşgörüye zorlayan nasıl bir beraberlik duygusunun sindiğini anlatamayız. 

O duygu kaybedilince

Varlıklıyla yoksulun aynı sofrada karıştığı, küslüklerin bittiği ay. O duyguymuş bize Ramazan’ı da bayramları da sevdiren. O duygu hissedilmeyince yavanlaşıyor, ruhuna geçmiyormuş insanın. O hissi kaybedince her yandan fışkıran uzmanların telkinleri, tekdüze bir uyarıya dönüşüyormuş. İçinde olacakmış, içinden gelecekmiş insanın.

Ramazan ayını, Suriye’de, Irak’ta, müslümanın müslümanı tavuk gibi katletmesiyle geçirdik. Bayramına da Gazze felaketiyle giriyoruz. Birkaç yıldır Hacı Bayramlar’da, Hamamönleri’nde, toplu iftarlarda, “O duyguyu yeniden canlandırabilecek miyiz acaba?” diye beklerken içeride de seçim sürecinin ayırıcı dili ve yan etkilerine maruz kalıyoruz. Bir ay nefeslenemiyoruz, herhangi günler gibi geçiyor Ramazan.

E insan, haliyle özlüyor tabii eski Ramazanlar’ı.



Tadını özünden alıyormuş 

Şimdi her şeyin alası var ancak Ramazan’ın bu yavanlığıyla beraber. Hacıvatı, Karagöz’ü, çadır tiyatroları, pamuk helvası, atlı karıncası o duyguyla güzelmiş. Şimdi 50-100 lirayı beğenmiyor çocuklar ama 25’er 50’şer kuruştan 1’er lira harçlıkları o yüzden bereketliymiş. Tatlılar tatlı, ikramlar o yüzden lezzetliymiş. Şimdi bir araya gelemeyen adamların, o gün akla karayı karıştırmadan, oturup kalkmasındaymış keramet. Hacıyatmazları, sadece oyuncakmış!

Enseyi kararttık biraz ama yaklaşırken uzaklaşmayalım, püf noktası kaçmasın diye. Birlik beraberlik duygusu veriyormuş her şeyin tadını. O yüzden eski Ramazanlar’ı anlatmak bir şey ifade etmiyormuş; özü varmış meğer.

Biz yaşayabildiysek niye aktaramıyoruz? Artık çocuklarımız, hiç tanışamayacak mı bu duyguyla? 

Eski Ramazanlar’ın tadında, bayramınız kutlu olsun.

ÇİFTLİĞE YAPILDI EYMİR’E DE YAPILIR

22.07.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Rant canavarının frenleri boşaldı. Yeşil, vasiyet, şehircilik, kamu yararı, hak hukuk tanımıyor, daha fazla kazanma hırsıyla yokuş aşağı süratle adeta düşüyor. Ancak her ulaşılan hedefin zararı, hepimize paylaştırılıyor. Bedelini, biz de ödüyoruz yani.



Çiftlik, dönüm noktası

Atatürk Orman Çiftliği, Ata’nın vasiyetine karşın yapılaşmaya açıldı. Bir hukuk faciasının konusu artık. Çiftlik, daha önce koşullu verilen arazilerdeki istismar edilen yapılaşma dışında, Başbakanlık binası, Ankapark, TOKİ’ye devredilen araziler ve parselleme işini gören otoban büyüklüğünde yollarla adım adım niteliğini kaybediyor, hızla rantın kollarına bırakılıyor.



Aynı yollar, şimdi Şeker Fabrikası’nın arazisine dikti gözünü. Önce yol sonra Çiftlik’teki gibi yapılaşma gelecek.



Gölbaşı’nda, Mogan Gölü’nün son bakir kısmına da girdi villalar. Kuşların yumurtladığı ve sığındığı bu sazlık bölgede, durmadan yangın çıkıyor nedense.



Silah bile çekildi

Devlet Tiyatroları’nın, GİMAT’da 60 yıldır kullandığı ve bir cennet bahçesi gibi ağaçlandırıp yeşillendirdiği İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’nin arazisi dümdüz edildi. En son sahneyi ortadan kaldırmak için silahlar çekildi, hem de insanlar hedef alınarak.



Tarım yapılmıyor, tarım arazileri, aynı hızla yapılaşma kurbanı. Hayvancılık, daralan meralar nedeniyle bitmek üzere. Başka şehirlerden hatta yurt dışından saman bulmaya çalışıyor besici.



Sıra Eymir’de

ODTÜ Ormanı, ağız sulandırıyor. Çiftlik gibi onun arazisi de şehir ortasında kaldığı için rantı çok yüksek. Tepelerinden başlamıştı şimdi de ODTÜ’ye bağlı Eymir Gölü çevresine geldi sıra.



Çevre ve Şehircilik Ankara İl Müdürlüğü, ODTÜ arazisine yönelik hazırlanan yeni koruma planında, gölün çevresindeki bazı alanların sit derecesini düşürdü. Eymir Gölü ve çevresi, halka açılacakmış. E zaten halka açık, daha nesi açılacak. Eymir bir şeye açılacaksa bu haliyle ranta açılır ancak.



Eymir’i kaybeder, yapay bir gölle telafi ederiz nasılsa. Hak, hukuk, mahkeme kararı tanımadan Çiftliği kaybeder, başka yerden çiftlik getirmeye gücümüz yeter çok şükür. Atatürk’ün vasiyeti Çiftliği’ne yapabildikten sonra Eymir, vız gelir tırıs gider netekim.



Ankara’ya yakışır 2 kitap daha



Geçtiğimiz hafta Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü(BYEGM), belge niteliğinde iki nefis Ankara kitabıyla tarihe önemli bir not düşmüş oldu. ‘Ankara 1930-1960' ve 'Yıldız Albümleri'nde Ankara Fotoğrafları' kitaplarıyla eski Ankara’ya, iki yeni pencere açılmış oldu. Kitaplar, araştırmacılıklarına ve emeklerine bizzat şahit olduğum Turan Tanyer ve Uğur Kavas gibi iki Ankara aşığı tarafından hazırlandı. İkisi de çok ciddi arşiv araştırması, koleksiyon taraması ve birikim gerektiren kitaplar. Durup durup kedi yavrusu gibi seviyorum vallahi!



Tarihin boşlukları doldu

İki kitap da fotoğraf ağırlıklı. Turan Tanyer’in hazırladığı 'Ankara 1930-1960' kitabında fotoğraflar, o yıla ait anılar, gazete kupürleri, biletler, davetiyeler, afişler ve pullarla desteklenmiş. Kaybolmuş sokaklarda, o günü yaşıyorsunuz adeta.



Uğur Kavas’ın 'Yıldız Albümleri'nde Ankara Fotoğrafları' kitabıysa fotoğrafa meraklı II. Abdülhamid dönemine ait Yıldız Albümleri'nde bulunmuş 64 fotoğraftan oluşuyor. Kavas, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi'nde, 1880’li yılları içeren 35 bin 535 fotoğraflık 911 albümü taradı ve bazı ilçeleri, Ankara Kalesi, resmi binaları, camileri, çeşmeleri, hastaneleri, medreseleri ve köprüleriyle ilk kez göreceğimiz bir Ankara’yı gün yüzüne çıkarmış oldu.


Tarihte birkaç boşluğumuz daha dolduruldu. Tüm emeği geçenleri, içtenlikle selamlıyor ve kutluyoruz.

24 Temmuz 2014 Perşembe

SOKAKARASI ESKİ ANKARA



18.07.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Eskiyi sevmiyor bizim millet. Tarihine el sallar, yarına yüz vermez, anı yaşar. Bir toplum yeniliğe açık olur ama tarihini, eserlerini yok edecek kadar da olmaması lazım. Sonra gidip elalemin yazdığı kitaplardan kendi tarihini öğrenmeye, başka ülkelerin yüzlerce, binlerce yıllık eserlerini, oralarda gezmeye çalışır. “Biz, burada oturuyorduk” dediği yerde çatlasa 15 yıllık apartman ya da işyeri vardır. Üstelik yıkılmış, yeniden ve yeniden yapılmıştır. Çocuğunun bile anıları kalmamıştır.



Teneke merdivenli Suluhan

Bu hafta söyleşi için gittiğimiz Ulus’ta, bir kez daha yüreğimiz hopladı. Posta Caddesi’nden (yeni adı Şehit Teğmen Kalmaz Caddesi) Çerkes Sokak’a ineceğiz, Suluhan’dan inelim dedik. Suluhan, 500 yaşlarında bir han. Harabeyken 1971 yılında başlayıp 1984 yılında biten 13 yıllık bir tadilattan geçmiştir. Daha inmeden, merdiven başında pancar motoru gibi homurdanmaya başladık. Tarihi taş hana, hala teneke merdivenlerden iniliyor. 1984 yılında geldiğimde, merdivenlerin geçici olduğunu düşünürdüm. Değilmiş. Ankara’da taş bitmiş, tenekeye dayanmışlar demek!



Beyaz plastik sandalye ve plastik çiçeklerin hakim olduğu han içini anlatmıyorum, kafanız plastik faraşa döner maazallah. Hanın meczubu olduk, homurdanarak Çerkes Sokak’a yöneliyoruz.

Çerkes Sokak'ın arkalarındaki evler yıkılmayı bekliyor


Çürüyen Ankara evleri

Çerkes Sokak’ın, Pala Sokak’ka kesiştiği yere kadar, çok hareketli bir çarşısı var. Çarşıda, 1933’de açılan Ertürk Şekerlemecisi gibi, 70-80 yıllık sakinler var. Çoğu esnafın çocukları, hala işletiyor o dükkanları. Bir de yine Pala Sokak’a kadar sağlı sollu, haritalarda olmayan çıkmaz sokakları var Çerkes Sokak’ın. O sokakların içinde, arkasında ve ilerisinde, çürüyen güzelim Ankara evleri.



Çöksün diye gözünün içine bakıyorlar sanki. İçi göçmüş, duvarları bel vermiş, ahşabı, işlemeleri çürümüş çok güzel evler. “Kafamı nerelere vurayım” diyorsunuz ama vurunca altında kalabilirsiniz, mel mel bakıyorsunuz sahipsizliğe.

Çerkes Sokak tarafından Pala Sokak girişindeki evler


“Ekmek lazım mı?”

Biraz ilerleyip Pala Sokak’a geldiğinizde, cumbaları tokalaşma mesafesinde, yanmış, çökmüş, konak olmasa da büyük evlerin, köprü gibi altından geçiyorsunuz. Böyle bile yandaki çirkin betonarmelerden çok güzeller. Sesleneyim de Zehra teyze çıksın cumbaya, “Ekmek lazım mı?” diye sorayım istiyor insan. Kültürümüzün güzel olduğu kadar sıcak yanı bu evler, güzelliğin de sıcaklığın da yok edilmesini bekliyoruz.



Sabrımız çok
Bu hisleri Kale’de, Ulucanlar’da, Yahudi Mahallesi’nde, İsmetpaşa’da olduğu gibi, eski evlerin kaldığı her semtte aynen yaşıyorsunuz. Eski onlar, bize gelmez. Rantı düşük. Eğer kendi yıkılmazsa biz yakarız. ‘Yıkılsa da yenisini diksek’ bekleyişindeyiz her zaman; başka ülkeye gezmeye gittiği evlerin, kendini memleketinde yıkılmasını bekleriz. Korumaya değil ama beklemeye sabrımız çok.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

YERLİ OTOMOBİLE TREN SEÇENEĞİ


 17.07.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yerli otomobil üretimi için ‘babayiğit’ arıyordu. Otomobile de hazırlar ama asıl raylı ulaşım sistemleri için hazır babayiğitler. 1950’li yıllarda Avrupa’da da tanınmış bir motor profesörü olan Necmettin Erbakan’ın asistanı ve iş arkadaşı Doçent Doktor Sedat Çelikdoğan’la tren önerisini ve sanayide yerli üretimin 60 yılını konuştuk.
Çelikdoğan, fabrikası Yavuz Motor'da yüzde 90 yerli üretimi gerçekleştiriyor. Fotoğraflar: Şenay Güner


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2011 Eylül’ünde “Siyasiler hem de işadamlarımız için yerli bir otomobil markası oluşturmanın, topluma karşı da bir borç olduğuna inanıyorum. Bu ülkede elbet bu işe soyunacak bir yiğit, bir babayiğit vardır” demişti. 1956 yılında Necmettin Erbakan’ın kurduğu Gümüş Motor’dan bu yana süren bir tartışmanın başına dönmüştük. “Yerli üretmeliyiz, üretemeyiz” diye sürüyor 58 yıldır.

Ülkenin teknik ve ekonomik koşulları daha gelişti ancak Türkiye, aynı dönemde, dünya çapında 4 otomobil markası üretme aşamasına gelen olan Güney Kore gibi, kendi markasını üretme becerisini gösteremedi. Bu arada Başbakan’ın ‘babayiğit’ arayışından yaklaşık 3 yıl sonra, Ankara’dan bir ses geldi. Ankaralı sanayiciler adına Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir, “Babayiğit oluruz, yeter ki kamu, alım garantisi versin” derken ülke çapındaki sanayicilerin de düşüncelerine tercüman oluyordu. Yalnız başka bir alanda babayiğitlik yapmak istiyorlardı; raylı ulaşım sistemleri.

Türkiye’nin her yanından 82 firma bir araya gelmiş, Haziran 2012’de, Anadolu Raylı Ulaşım Sistemleri Kümelenmesi ARUS’u kurmuşlardı. 2 yıl gibi kısa bir sürede çok yol kat ettiler. Ankara metrosunun yüzde 51’ine talipken 2 yıl sonra yüzde 100’üne talip olur hale geldiler. Hatta yüksek hızlı trenler için de aynı iddiayı taşıyorlar artık.



Erbakan’ın Gümüş Motor’u, 1964’de Pancar Motor olmuş, yerli üretim ve motor üretiminde ateşleyici bir işlev kazanmıştı. 1966’da Necmettin hocanın asistanı ve devamında iş arkadaşı olan Doçent Doktor Sedat Çelikdoğan, o tarihten beri hem hala bu işlerin içinde hem de yerli üretim konusunda fikir üretmeye devam ediyor. Şu anda OSTİM Teknoloji Araştırma Geliştirme Merkezi A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı. Çelikdoğan’la Başbakan’ın yerli otomobil talebinden yola çıkarak Gümüş Motor’dan bugüne sanayide yerli üretimi konuştuk.

“Erbakan, Almanya’ya gitmedi”

Ali İnandım- Sedat bey, Necmettin Erbakan’la ne zaman tanışmıştınız?

Sedat Çelikdoğan- Erbakan hocanın, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde(İTÜ)öğrencisi olduk. 1964’de derslerini aldım. 1966’da asistanı oldum. Avrupa’da da tanınmış bir motor profesörüdür. 1950’lerin başında Almanya’da doktorasını yapmış, fabrikalarını inceleme fırsatı bulmuş biridir. Bir gün Almanya’dan, Berlin Üniversitesi’nden, bir hoca geldi. Çok iyi bir ücretle Motorlar Kürsüsü başına çağırdı kendisini. Gitmedi. Davet yazısını ben gördüm. 1971’de doktoramı bitirdim, 1976’da doçent oldum. 1975‘de TÜMOSAN’ın resmi kuruluşu gerçekleşti, 1976 yılının Haziran’ında temeli atıldı. TÜMOSAN’ı kurmak için beraber ayrıldık üniversiteden.
- Gümüş Motor niye yaşayamadı sizce?
- Gümüş Motor’u ithalatçılar boğdu. O tarihlerde çok kötülediler. 6 ay satamazsan yaşayamazsın bu sektörde.

Yolu Pancar Motor açıyor

- Pancar Motor olunca ne değişti?
- Gümüş Motor’u Pancar Kooperatifi satın alınca ‘Pancar Motor’ oldu adı. İthalatçıların hegemonyasının dışına çıkmış oldu fabrika. Çünkü kooperatif, motorları, üyesi çiftçilere satınca pazarı garantilemiş oldu. Daha sonra Pancar Motor, HATZ firmasıyla anlaştı, yeni modellerle ürün çeşitlendi. 70-80 beygire kadar çıkabildi ama ithalat ederek çıktı bu güce. 1-2 silindirliyi kendi yaptı ama 3-4 silindirliye ithal ederek çıktı. Böylelikle ticareti de faaliyetleri içine koymuş oldu. Daha sonra 1-2 silindirli hava soğutmalı motor üretilmeye başlandı. Öncekiler, su soğutmalıydı. Parçaları da yerli yapılmaya başlandı. Kalite yüksekliği olunca yılda 35 bin motor üretildi. Türkiye’nin ihtiyacını gördü. 1980’den sonra ülkeye düşük kalite, ucuz mallar girmeye başladı. En son Çin girince piyasayı iyice daralttı. Hele elektrikli motorla sulama başlayınca Pancar Motor zor duruma düştü. Elektrikli motor 4’te 1 daha karlıdır çünkü. Kapanmak zorunda kaldı fabrika. Ancak daha sonra küçülerek tekrar açıldı. 
- TÜMOSAN’ı niye kurdunuz?
- TÜMOSAN, kamyon, ağır kamyon, traktör, minibüs, midibüs, kamyonet motorları ve dişli kutusu, akslar yani bir aracın canını üretmek için kuruldu. Şu anda Türkiye’nin ikinci motor fabrikası. Gemi motorları da planlandı, Trabzon’da temeli atılacaktı ama üretime geçilemedi. Hala o boşluk var.



Turgut Özal, “Moralini bozma” dedi

- Neden geçilemedi?
- Ne zaman üretmeye kalkışsak hükümetleri devirdiler hep. Ben TÜMOSAN Genel Müdürü’ydüm, Turgut Özal geldi, moral verdi “Bu motor işini 2-3 senede bitirirsen çok iyi olur” dedi. “3-5 senede bitmez, moralini bozma” dedi bana. DPT Müsteşarı o zaman. “3 yıl uğraştım, İngiliz Perkins Motor firmasını Türkiye’ye getiremedim” dedi. O dönemde arka arkaya TÜMOSAN’ı otomotiv alanında, TAKSAN’ı takım tezgahları alanında, TESTAŞ’ı elektronik sanayisi alanında, TEMSAN’ı komple sistemiyle enerji sektörü alanında, GERKONSAN’ı, fabrikalar için çelik konstrüksiyon alanında kurduk. TÜMOSAN’ı kurduktan 2 yıl sonra (1977) Güneş Motel’deki 11 milletvekili olayı meydana geldi ve hükümet düşürüldü. Batı istedi bunu. İçeriden bir grubun da çok katkısı oldu. Başa gelen hükümet, her şeyi bir kenara koydu. Aynı tarihlerde Güney Kore, Samsung, Hyundai, LG, KIA, Doosan gibi firmaları kurdu. Onlar sürekliliği sağladı, Türkiye sağlayamadı. 
- Ne oldu TÜMOSAN’a? 
- TÜMOSAN olarak hem traktör hem motor için İtalyanlar’la FİAT’la anlaşmıştık. 30 Mart 1981’de ilk yerli dizel motoru ürettik. Mercedes’le 4-6 silindirli 90-168 beygirlik kamyon motoru anlaşması yaptık. Aksaray’da fabrikayı kurduk, 2 bin 500 motor ürettik onlara. Bedford kamyonlarına da takılmıştı o motorlar. Rağbet görmeyen Bedfordlar’ın satışları fırladı, Mercedes motoru taktık çünkü. Bunlar 1981-82 yılları. MAN,FORD ve BMC “Biz, takmayız. Markası neyse motoru da öyle olmalı” dediler. Doğru değilmiş, aradan geçen zamanda BMC, Volvo motoru taktı çünkü. TIR motoru için Volvo’yla anlaştık, hükümet (Turgut Özal hükümeti), durdurdu maalesef. Batı, tarım endüstrisi, eğitim, enerji ve sağlık dışındaki bir alana giremezsin diyordu bize, tek kuruş kredi vermediler.

“Batı’nın vermediği krediyi Doğu’da bulduk”

- Ne yaptınız peki?
- TAKSAN, Çeklerle ve Doğu Almanya ile anlaştı, teknoloji için krediyi onlar açtı. TAKSAN’ın tezgahları güzeldir, hala kullanırız. Enerji santralleri de Doğu Bloku’yla çalışıldı. TESTAŞ, İslam Kalkınma Bankası yeni kurulmuştu, krediyi oradan aldı. 1978 olması lazım. İlk leasing kredisini biz almıştık. Batı’nın sevmediği bir hareketti bu. 2 yılda düştü hükümet. O aralar 1 buçuk sene ortalamayla hükümet düşüyordu. Ama Güney Kore, o arada hep yürüttü bu işleri.

Yavuz Motor'da, bir TAKSAN tezgahı önündeyiz


“200 milyon dolar verelim, işe girişin

- Başbakan yeniden gündeme getirdi konuyu. Hala üretemiyor muyuz kendi otomobilimizi? 
- Üretebiliriz ama bugün otomobil üretsek bayi bile bulamazsın. Neden? Bir araba firması, 5-6 çeşit model üretiyor, satıyor. Sen, tek arabayla yaşayamazsın. Bayi de sen de. O zaman araba yapmak, satmaktan daha kolaydı çünkü Türkiye ekonomisi kapalı ekonomiydi. Anadol için sadece kaporta yapılıyordu ama sıra vardı Anadol’da. Bugün serbest piyasa ekonomisi var, özel tüketim vergisini verirsen her şeyi yapabiliyorsun. Erbakan hocanın Başbakanlığı döneminde danışmanıydım. Otomotiv Sanayi Derneği’ni çağırdık, “Tasarım için 200 milyon dolar verelim, işe girişin” dedik. Doblo, Connect böyle çıktı. Fransa, “Tasarımı, Türkiye’de yapmam” demişti ama Megan, burada doğdu, gelişti. Yaşamak için marka çıkarmak zorundasınız. Otomotiv sektöründe 20 milyar dolarlık ihracatımız var ama dış ticaret açığını engelleyemiyoruz. İtalya’dan fazla ürettiğimiz halde. Ancak otomobil üretelim denirse üretiriz, Başbakan’ın talimatına bakar bu iş.

“5 senede yüzde 100’ünü yapmış oluruz”

- Ne kadar motor üretiyoruz?
- Biz, 1 milyon 150 bin motor üretiyoruz. Buna karşılık 1 milyonun üzerinde motor ithal ediyoruz. Çin 20, Amerika 12- ile 15 milyon arasında motor üretiyor. Onları Japonya ve Almanya izliyor. Güzel bir yan sanayimiz var, motor yapmak kolaylaştı. Bugün araba motoru da tank motoru da yapabiliyoruz. “Yapalım” dendiğinde 5’inci senesinde yüzde 100’ünü yapmış oluruz. Bizim Yavuz Motor’da bile (kendi şirketi), yüzde 90’ını yapabiliyoruz. Turbo şarjır ve yakıt sistemini dışarıdan alıyoruz sadece.

“Elektrikli otomobil için erken”

- Bir yandan da elektrikli otomobiller gündeme geliyor. Orada bir şansımız olur mu? 
- Elektrikli otomobil olmaz, şimdilik hobi olur o. 20 tane arabayla olmaz. Zaten elektrikli sistem tam gelişmedi. Alman Bosch firması, elektrikli sistemlerin oturması 20 yıl sürer diyor raporunda. Amerika, Tesla diye bir motor yaptı, şık ama çok pahalı. Elektrikli otomobil için erken henüz.
- Anadolu Raylı Ulaşım Sistemleri Kümesi ARUS’un oluşumunda ve gelişiminde Ankara sanayicileri ve OSTİM olarak büyük emekleriniz var. Yerli otomobile harcanacak enerjiyi, raylı ulaşım sistemlerine harcamayı tercih ediyor gibisiniz. Bu yatırım daha mı mantıklı?

“Raylı sistemlerde bir gelecek var”

- Bizim için ilk aşamada raylı sistemlerde bir gelecek ve pazar var. ARUS sayesinde 2 markamız çıktı. Biri Ankara merkezli Bozankaya firması. Kayseri’de 30 tramvay ihalesi, Malatya’da, 10 trambus ihalesi aldı. Diğeri Bursa merkezli Durmazlar firması. Bursa’nın tramvay işini aldı, İzmir’de İZDAŞ’ın ihalesine en düşük fiyatı verdiler. Bunlar, ARUS yapılanması çerçevesinde oldu. Bu firmalar, 2-3 sene sonra yurt dışı ihaleler alacaklar. Şu anda yüzde 60’ını yerli üretim yapıyorlar ama birkaç sene sonra yüzde 90’a çıkacak bu oran. Raylı taşıtlarla ilgili yeni ürünlerimiz ve milli markalarımız çıkacak. Berlin Fuarı’nda, en çok bizim tramvay ziyaret edilmiş. Özellikle İslam ülkeleri, büyük ilgiyle incelediler tramvayımızı. Uluslararası rekabet edecek boyutlara da geleceğiz. Projemiz hazır, Başbakan’ın davetini bekliyoruz.
- Bunun için altyapımız var mı yani?
- Oluştu. Türkiye’nin her yanından 82 firmayla ARUS’un oluşması yanında demiryolu alanında Karabük Üniversitesi, ülkenin uzman üniversitesi olacak. Danimarka, rüzgar tribünleri geliştirmek ve üretmek için devlet politikasıyla yola çıktı. Bu alanda 4 üniversite çıkardılar ve rüzgar enerjisi sanayisinde hakim oldular.

“Yerli uçak çok stratejik bir konu”

- Yerli uçak konusuna nasıl bakıyorsunuz?

- Uçak konusu, teknolojik, teknik bir konudan çok stratejik bir konu. Çok daha uzun vadeli bir iştir. Uzun yıllar güzel uçaklar yapan Hollandalı Fokker firması dayanamadı mesela.  Amerikan Mc Donnell Douglas da öyle. Avrupa Birliği de Airbus’da birleşerek çözdü işi. Tasarımdan başlarsak yüzde 50 yerliyi buluruz. Tasarım yapacak bir altyapımız oluştu. Yüzde 40’ını 50’sini yapabiliriz. Çok sabır isteyen bir konudur, siyasetçi de sabırlı olmalı. TAİ, zirai uçak tasarladı. Bir örnek de üretildi fakat zirai ilaçlama zehirlenmeye neden oluyor diye yasaklandı. Büyük bir pazardı zirai uçak pazarı. Yangın söndürme uçağı üzerinde de çalışıldı ama onu modifiye ettik sadece.  

Doç.Dr Sedat Çelikdoğan


“Ülkenin üretimi, ülkenin gücüdür”

- Beklentiniz nedir yerli üretim için?
- Bugün Türkiye’nin dünya üzerinde ciddi bir mali gücü var. Ülkenin üretimi, ülkenin gücüdür. Madeni de çıkaramadığın sürece toprağın altında bir potansiyel değildir. Bizim gündemimizde yeterli üretim yok. Motivasyon da çok önemli bir etkendir. Çünkü bazılarının kabiliyeti var ama farkında değil. Almanya’da 3 eyalet, bizim sanayicilerin peşinde. Marka çıkarmışız, bir şey sormadan (raylı ulaşımla ilgili) iş yapmış, üretmişiz, daha ne!