29 Şubat 2012 Çarşamba

KENDİ ARALARINDAKİ MAÇTAN


28.02.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Siyaset; bitmeyen maç. Bir değişiklikle bütün seyri değişebilen oyun. Kazanıyor sanırken kusurlu bir hareketle geriye düşebilirsiniz. Bir karar ya da oyuncu değişikliği, beraberliği getirebilir. Biri kaybettim öbürü kazandım sanırken bazı hamleler, her şeyi tersine çevirebilir. Takımın adı, oyuncuları, oyun tarzi değişebilir, temsil ettikleri taraftar kitlesinin kişiliği ve istekleri değişmez. O yüzden tarih boyunca en çok izlenen ve bu yüzden bitmeyen tek maç, siyaset maçıdır diyebiliriz belki.

Zemin kaygan
Spor salonuna doğru yaklaşıyorum; Türkiye’nin sayılı, Ankara’nın en iyi salonu Arena’ya. Bir öncekine göre cansız geliyor davulların sesi. İçeri girmeden ‘hoşgeldin’ bahşişi için çalan davullar, isteksiz. Oysa her yanından yine ciddi bir kalabalık akıyor salona. Çay ocakları, köfte, kokoreç mangalları, her türlü parti bezemeleri satan tezgahlar etrafta. Dumanları tütüyor, renkleri parlıyor. Salon dışındaki alan temizlenmemiş, buzlaşmış karların üzerinde çok dikkatli herkes. Zemin kaygan, hava kapalı.

Kopukluğun nedeni
Giriyoruz, dev bir ‘CHP, 16’ncı Olağanüstü Kurultayı’ yazısı sahnenin gerisinde. Yanına ‘Demokrasi Şöleni’ diye eklenmiş  slogan. Sunuşlar, Anadolu Ateşi’nin gösterisi, Divan’ın oluşturulması derken Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, kürsüye yürüyor. Önceki Kurultay’da da böyle olmuştu; CHPliler, Kılıçdaroğlu’nu, bir genel başkanın görmekten keyif alacağı coşkuyla karşılıyor ve kürsüden inerken coşkuyla yolcu ediyorlar. Ancak konuşması boyunca aralarında bir kopukluk oluyor. Kılıçdaroğlu’nun, sesini yükselterek vurguladığı bazı konulara ya tepki vermiyor ya da vermekte gecikiyorlar. Bazı konularıysa normal vurguladığı halde aynı anda, topluca coşkuyla karşılıyorlar.

16’ncı Olağanüstü Kurultay’da iki yerde kesiştiler; biri muhaliflerin salonda yarattığı ilk gerginlik sırasında gerçekleşti. Kılıçdaroğlu’nun, “Hiç kimse halkın yürüyüşünü engelleyemeyecektir” demesiyle yıkıldı ortalık. Diğeri, Kılıçdaroğlu kürsüdeyken sahne önünde yaratılan bir kargaşa sırasında gerçekleşti. Korumaların duvar gibi önünü kaptamasına sert çıkan Kılıçdaroğlu’nun, "Koruma arkadaşlar, lütfen çekilin. Beni, CHP’lilerden korumak gibi göreviniz olmamalı" demesiyle bütün Kurultay’ın en şiddetli ikinci tezahüratını gösterdiler. Sonrası için ölçü olabilir belki bu kesişme noktaları diye altını çiziyorum.

Konuşmanın ardından havalanmaya çıkıyoruz dışarı. Hava ılımış, buzlaşmış karlar erimiş. Günler sonra güneş, hem parlıyor hem ısıtıyor. 12 bin kişilik Arena Spor Salonu’nun içi, 15 bini bulmuş gibi tıka basa dolu. Yarısı kadar insan salon dışında voltalıyor.

İki durumdan hangisi?
Bu yazı yazıldığı sırada 17’nci Olağanüstü Kurultay başlamamıştı. Ancak 16’ncıdan daha sert bir Kurultay  bekleniyordu. Tüzük değişiklikleri, tazelenme için fırsat ama CHP’nin genel gidişatına etkilerini kestiremiyoruz henüz.

Yalnız kurultayların içinde saklı şu soruları sorabiliriz belki: Ya CHP, bir kitleyi temsil etmek istiyor ama o kitleye uygun takımı çıkaramıyor ya da siyaset maçında muhalefet edeceği iktidara karşı idmanı abartıyor. İdman için kendi aralarında o kadar çok maç yapıyorlar ki asıl oynayacakları takımın karşısına çıktıklarında takatleri kalmıyor. CHPliler’in kendi aralarındaki siyaset maçıysa her daim iktidar ödüllü şampiyonluk maçı kadar ilgi çekiyor izleyici  tribünlerinde.

25 Şubat 2012 Cumartesi

DÖNME DOLAP


24.02.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Hayalgücüm zayıftır benim. En uçuk hayalim bile gerçeklerden kopamadığı için bir masal ya da bilim-kurgu senaryosu yazma ihtimalim, yok kadar azdır. Mantık zincirinden bir halka eksilse aklım almaz. Birkaç halka eksikse ‘yok’ hükmündedir artık konu. Bazen çok dar kafalıyım. Ancak mantık bağı kurabilmişsem eğer “İnsan ‘an’da yaşar tüm zamanı” denince hiç ikiletmem. Uzayları sığdırırım bir nefese. Olağanüstü, çok şaşırtıcı olurken dahi kopmamalı zincir.

Fikir oturmayınca
Örneğin Ankara’nın girişlerinde 50’şer metrelik semazenler dönecekti. 5 tane. Hemen şöyle düşünmüştüm:
Kente dışarıdan gelen bir yabancıyım. Otobüste uyuya kalmışım. Şehir girişine yaklaşınca gözüm açılıyor. Dönen dev semazeni görüyor, “Allahım aklıma mukayyet ol!” nidasıyla kalp sektesi geçiriyorum. Ya da yine yabancıyım, şehrin elektrikleri kesik. Tam semazen hizasına yaklaşırken geliveriyor. Beklemediğim görkemiyle zamansız karşılaştığım maneviyat simgesi aklımı alıyor, “Eşhedü en laaa!..” diye yol kenarındaki hendeğe kırıyor, kalp sektesi geçiriyorum!

Niye orada olduğunu çözemediği için buna benzer saçma ihtimaller üretiyor aklım. Fikri oturtamayınca olumsuz  çalışıyor kafa. Geçenlerde 5 Ankara girişine 5 kapı konusu açılmıştı. Kapı nerede olur? Ya binada ya da savunmalı bir şehirde. “Kapılar arası sur örmek zorundayız” diye düşündüm doğrudan. Yoksa ortada yükselen 5 kapı, dayanaksız 5 çıplak çıkıntıdan ibaret olacak. “Kapı” denince sadece oradan girilebilmeli. Olağanüstüyü anında kabullenen Ankaralılar’a, gıpta ediyorum.

Kedi Gözü
Büyükşehir Ankara Bülteni var. Metro ve otobüslerde parasız dağıtılan. Hararetli takipçisiyim. Kapağında, 'Hemzemin Çilesi Bitiyor' manşeti. Tren yolundaki hem zemin geçitlerde, kavşak çalışmaları hızla ilerliyormuş. Tam da yazmak isteyeceğim güzel bir gelişme. Sayfayı çeviriyorum, İngilizcesi su gibi Ankaralı’ya hitaben, 'Güvenpark’a Ankara Cat Eye' yazıyor. London Eye’dan daha büyük olacakmış. Cat Eye’ın Türkçesi Kedi Gözü. London Eye, Londra Gözü demek. Londra Gözü, Londra’nın en merkezi, turistik yerinde dev bir dönme dolabın adı. Onu kopyalayıp, daha büyüğünü yapacakmışız Güvenpark’a. Katı tavrımı yumuşatıyor, ihtiyacı anlamaya zorluyorum kendimi.

Göremediklerimizi göreceksek
Gençlik Parkı’ndaki çukurda kalıyor zaar, Güvenpark’a, 135 metre yüksekliğinde, turistik amaçlı bir dönme dolap oturtacakmışız. Çıktın mı tepeye, 40 kilometrelik mesafeyi izleyebilirmişiz. Olay budur! Olmalı bence. Dönme dolapsız göremediklerimizi, görme menzili kazandırır bize.

Etimesgut, Sincan, Mamak, Kayaş otobüs duraklarına yığılmış Ankaralılar’ı, görebiliriz bu dönme dolaptan. Yükü yetmiyormuş gibi yeni yerleşim alanları açılmak istenen Eskişehir Yolu’ndaki yoğun trafik tıkanıklığını, durağı olup, treni gelmeyen metro duraklarını görebiliriz. 50.Yıl Mahallesi’yle Cengiz Topel Mahallesi’nde, heyelanla kayan 236 gecekonduyu ve acı ayazda sokakta yakılan ateş etrafında ısınmaya çalışan mahalle sakinlerini görebiliriz. Atatürk Orman Çiftliği arazisinin nasıl küçüldüğü, kabak gibi görünür. Tepeden aşağı, ucube Kızılay ve yıkılamayan SSK binaları, daha iyi seçilir. Kala kala bir avuç kalan Güvenpark’ı görmek için daha iyi açı olamaz. Hatta bir tanede Oran ya da İncek sırtlarına oturtsak Bala, Haymana, Çubuk, Nallıhan, Ayaş derken tüm Ankara sınırlarına genişler menzil. Oturduğumuz, pardon, döndüğümüz yerden her derdi gözleyebiliriz.

Dediğim gibi; mantık zinciri kurulsun, en gerçeküstü fikirlerin yılmaz savunucusu olabilme kabiliyetine sahibim. Yeter ki gerçeküstü de olsa yöntem, en acil ihtiyaçlarımıza çare olsun!

22 Şubat 2012 Çarşamba

RAHAT UYUYAMAYIZ


21.02.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Rahat uyumamalıyız. Sıfırın altında 20 dereceye kadar gördü Ankara. Kendi ayazı bile kemiklere işlemeye yeterken ne garezi varsa Sibirya, derin dondurucu soğuklarını salıyor üzerimize. Neredeyse 2 aydır donuyoruz. Evin içinde dayanamıyor, “dışarısı” demeye dili varmıyor insanın. Bala’daki depremzedeler evlerine girmeden, Çankaya 50.Yıl Mahallesi’yle Mamak Cengiz Topel Mahallesi’nin heyelanzede sakinleri sıcak bir çatı altına sığınmadan, rahat uyuyamayız. Yürüyen binalarıyla huzursuzluğunda hiçbir değişiklik olmayan Akpınar’ı da unutmayalım. Sibirya’yı suçlamaya işlemez inşallah parlak zekalar.

Soğuk manzara
Bala’da, inşa edilen 737 konutun 135’ini devralmıştı depremzedeler. Hayvanlarını koruyacak ahırlı ve tandırlı ev beklerken Çay Yolu villası verildiği için villaları almak istemiyor, derme çatma barakalarda kalmaya devam ediyorlar. 50.Yıl Mahallesi’nde 95, Cengiz Topel Mahallesi’nde 141 konut etkilendi heyelandan. Toplam 236 konut. Bayat siyasi atışmaları uzatmadan önlem almaya çalışıyor Çankaya ve Mamak Belediyeleri. Bu arada Ankara Valiliği olaya el attı, bölgenin ‘afet bölgesi’ ilan edilmesi için çalışmalara başladı. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’ndan yanıt bekliyor. Umarız siz bu yazıyı okurken yanıt gelmiş olsun. Akpınar’dan haberler, isyankar duyurular halinde gazetemizin posta kutularına düşmeye devam ediyor.


Devlet var
Ankara Valiliği’nin, geçen kış başlattığı ve şu zamana kadar başarıyla sürdürdüğü Mekansız ve Sokakta Kalanlarla İlgili Önlemler’i, vicdanı olan herkes gibi, beni de mutlu etmiş,  rahat uyumamı sağlamıştı. Hala da sağlıyor. Biri dışarıda donarken içeride, horul horul uyuyabilme terbiyesiyle büyümedik biz. Sadece sokaktan kurtarmakla kalmayan, evsiz vatandaşlarımızın, barınma, yemek, temizlik ve sağlık kontrollerine kadar ilgilenen bir çalışma. İş bulmaları, yakınları ve akrabalarına kavuşturulmaları da dahil. Verilen verginin karşılığına, yöneticinin sorumluluğuna yakışır  uygulama. “Burada devlet var” diyor.

Canıyla başbaşa
Bala, 50.Yıl ve Cengiz Topel Mahalleleri ile Akpınar, bu  dokunuşu bekliyor. Zor günde vergisinin, hizmetinin  karşılığını. Uzamadan, sünmeden, gününde, zamanında darlığına çare soruyor. Devletin dibinde, sahip çıkılmak istiyor. Ankara da vicdanını rahatlatmak. Afet koşulları, siyasi çekişmelerin en değersiz, siyasetçilerin en kimliksiz olduğu hallerdir. Canıyla baş başadır çünkü mağdur.

Zeminden kopmuş uçan balon
Dili kaşınanlar dilini ısırsın, siyasi cilveleşmeler uygun zamana bırakılsın. Bu acı soğuklarda düşülen her çaresizlik, hepimizindir. Afet neredeyse hepimiz içindeyiz. Yöneticilik, kıymetini bulmalı.

Bulamazsa herkes ayakta, uyutmadığı gibi, bir de küstürür  durduk yerde. Kişilerin keyfiyetine kalamaz vergilerin karşılığı, tabirimi hoş görün, haraca dönüşür. Bu rahatlık hali, zemininden kopmuş, uçan balon yönetici tarifine uyar. Vicdanı ağırlık yapanınsa başı yastığa, yanağı örtüye, huzurla değemez Sibirya ayazlı, titreyen çocuklu şu havalarda.

18 Şubat 2012 Cumartesi

BAŞLIK HANGİSİ OLSUN?


17.02.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Kim İlgilenecek 2’ mi olsun ‘Kaygan Zemin 2’ mi? Birincilerini yazmıştık, bu yazıya yakışacak başlıkta kararsızlık baş gösterdi. Yeni başlık üretmek dert değil de olaylar ve şikayetler, düzenli bir devamlılık arzedince birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü.. diye yazmak daha mantıklı olabilir.

- Ali bey, ‘Kim İlgilenecek 3’te tavırlıydınız. ‘Kim İlgilenecek 14’teki küçümsermiş gibi yaklaşımız üzdü bizi.


- Efendim, dikkat buyurunuz; ‘Kim İlgilenecek 35’te acımasızca yönelttiğim eleştiri okları, bu yanlış anlamaya yanıt mahiyetindedir. Ayrıca ‘Kim İlgilenecek 42’de, bakış açımdaki yeniliği fark edeceksiniz.

Yerinde sayma günlüğü
Bazen aynı başlığın arkasına numaralar ekleyerek yerinde saymanın günlüğü yazılabilir gibi geliyor Ankara’da. Yürür gibi görünüyor ama yerinde sayıyor. Yürünen ama ilerlenemeyen bir yürüme bandındaymış gibi. İlerlemeye bakar toplum. İlerlemeyen hareketin sonu, ilgisizlik ve yılgınlık. Kıpraşacak olsan bu sefer de bakacak adam bulamazsın.

Kayıyor Ankara
Bir önceki yazımızın başlığı ‘Kaygan Zemin’di. Kar yağınca Ankara sokaklarında, kaymaktan nasıl hareket edilemediğini  tasvir etmeye çalışmıştık. Zaten kaygan olan siyaset zeminine, katkısından bahsetmiştik. Başka türlü de kaymaya başladı Ankara. Akpınar Mahallesi’nden sonra şimdi de Cengiz Topel, 50.Yıl ve Dilekler Mahalleleri kayıyor. Bir kısmı Mamak, bir kısmı da Çankaya Belediyesi sınırları içinde. Koca koca mahallelerin altındaki toprak kayıyor. Bildiğiniz heyelan. Çatlaklar, kırıklar, patlayan su ve kanalizasyon borularıyla deprem manzarası adeta. Afet koşulları oluşmuş başkentin göbeğinde.

Bayat siyaset
Bu koşullarda gazete manşetlerine ne yansıyor? Belediye başkanlarının atışması: Çankaya Belediye Başkanı, yardım isteyen halka, “Kime oy verdiyseniz o yardım etsin” demiş. Mamak Belediye Başkanı, kendi kulaklarıyla duymadığı bu ifadeyi Büyükşehir Belediye Meclisi’ne taşımış. Büyükşehir Belediye Başkanımız’da, ara bulmaya “Herkes gelsin, yüzleşin o zaman” demiş. Kışın ortasında, bu soğuklarda, 200 gecekondu boşaltıldı. Neresinden baksanız 800-1000 kişi çare bekliyor, konuşulanlara, manşetlere bakın.

Akpınar’ın sorumlusu ve çözümünü bekliyorduk, demeye kalmadan  bir başka felaketle karşı karşıyayız şimdi. Ve bu, belediye başkanlarımızın gölgesinde kalmak üzere olan bir felaket. Modası geçmiş siyaset dediğim budur işte. Aziz Nesin, tam 50 yıl önce kitabını yazmıştı. İlerleyememiş, hala aynı yerdeyiz. Bu yürüme bandında, 21’inci yüzyılı idrak edemiyorum ben. Sokağa inip, yürümek, sokaktaki çağı hissetmek gerekiyor belki.

Yakına uzak başkent
Zor günlerinde, kötü sınavlar veriyor Ankara. Bir başkent için çok üzücü. Pakistan’a, Somali’ye, Gazze’ye uzanan kudretli elin başkenti değil sanki. Birkaç kilometre ötesi, bir anda binlerce kilometre uzaklaşıyor başkentinden. Nasıl düştüğünü değil ama uzak düştüğünü anlıyor içinden.

Yerinde saymanın günlüğü bitsin, aynı başlığın arkasına yeni rakamlar eklenmeden. Yazımız, başlığını bekliyor, merakla öpüyor okuyucusunun ellerinden!

15 Şubat 2012 Çarşamba

KAYGAN ZEMİN


14.02.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Yine geliyor kar. Tahminler şaşıyor, belki de gelmiştir. “Manimiz var, bu hafta müsait değiliz” diyemiyorsunuz, geliyorsa gelir her çeşit doğa hali. Örneğin Van’a, hem deprem hem kar hem don felaketi gelir, “gelme” demekten anlamaz doğa. Dünya’nın patronu odur, onun istediği olur. Doğaya kafa tutulmaz, ona uyacaksınız. Yaşamı ona göre uyarlayacak, koşullarına uygun yaşayacaksınız. Van’ı düşünüp, şikayet etmeye, kent caddelerine bakıp, keyif çıkarmaya uygun değil asabımız. Oysa çocukların yaptığı gibi düğün bayram, şen şakrak karşılanacak sağlıktır, berekettir kar. Bu yıl da haram Ankara’da kar keyfi yazmak.

Tek kamyon
Bir önceki yağışa gidelim. Gazeteden çıkıp, bir şeyler atıştırmaya gidiyoruz arkadaşımla. Tipinin rüzgarsız hali gibi yağıyor kar. Hava durumları, yoğun yağışı ertesi gününe verdiği için ciddiye almıyoruz. Yaklaşık 1 saat sonra yemekten çıkıyor, karın, aynı şiddetle yağmaya devam ettiğini görüyoruz. Her yer tutmuş. Kahve içmeye yer ararken “Gel, evlere dağılalım, bu havanın şakası yok” diyorum. İkiletmiyor ve yolculuğumuz başlıyor.

Önce Ayrancı’dan Oran’a çıkıp, arkadaşımı bırakacağız, sonra bendeniz Batıkent’e gideceğim. Cinnah ve Yıldız yokuşunu tırmandıkça karın şiddeti, araba camındaki buğu artıyor. Oran’ın merkezine zor girip, sonra zor çıkıyoruz. “Açıktır” diye geldiğimiz Konya Yolu, gayet karlı. Ağır ağır İskitlere kadar iniyoruz. Akköprü’den İstanbul Yolu’na dönünce açılıyor yol. Sincan sapağına kadar yol güzel ama Batıkent girişi, cetvelle çizilmiş gibi karlı. Üvey evlat muamelesine alışık Batıkent’te, kaya savrula eve ulaşıyoruz.

Haritayı alın, güzergaha bakın. Bu hat boyunca bir tane kar küreme kamyonu gördük. Konya Yolu’nda, Akpınar Mahallesi civarıydı. O da nedense Oran yolayrımından değil, ortadan bir yerden başlamıştı küremeye.

Kabak lastikli otobüs
Geçen kar yağışına gidelim şimdi. Cinnah yokuşu. Bir belediye otobüsü kaymış, yolu, olduğu gibi enine kapatmış. Arkasına, kimsenin bir yere kaçamayacağı trafik birikmiş. Her karda kabak lastikleri sorumlu tutan, her kar öncesi kabak lastiklileri uyaran Büyükşehir Belediyemiz, bu otobüs şoförünü atlamış. Derhal ‘kabak lastik eğitimi’ne almalı ve şiddetle uyarmalı kendisini. Trafik, Atatürk Bulvarı ve Tunalı boyunca uzamış çünkü.

Yürünemez mesafeler
Özel araçlarımızı bırakıp, toplu taşıma araçlarını kullanmamız önerilmişti. Gelmeyen toplu taşıma araçları yüzünden evlerine yürümek zorunda kaldı Ankaralılar. Sincan, Eryaman, Etimesgut, Batıkent, Oran, Gölbaşı, Çay Yolu, Bilkent, Mamak, Kayaş, Çubuk gibi semtler, ilçeler var bu şehirde. Neresi yürünür bu mesafelerin?

Başkent’in zemini kayganlaşırsa
Aynı gün MİT Müsteşarı Hakan Fidan, savcılığa ifade vermeye çağrılmış. Ortalık, siyaseten de karışık. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, müsteşarıyla görüşmek istiyor. Haberlerde, “Görüşme için yollar açılmaya çalışılıyor” diye anonslar yankılanıyor. Zemin kaygan, devlet, kendine bile ulaşamıyor!  Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki muhabirler, haber yapmak için gazetelerine, televizyonlarına ulaşmaya çalışıyor yürüyerek. Birkaç vekilimiz de yürümek zorunda kalsa Meclisimiz, görürdü belki bu çaresizliği.

Yarım günlük “yoğun kar yağışı” yerine haydi “kar afeti” diyeyim. Ne afetler var, bu kar yağışına “afet” diyeni, dediğine misliyle pişman edecek. Burası başkent; Ankara. Geciken her yatırım, bir gün mutlaka devleti ilgilendirecektir!

Bizim elimiz varmıyor ama ‘Ankara’da kar keyfi’ diye dökülen yazılar ve haberler, Ankara’dan habersizliğin mührüdür ancak.

12 Şubat 2012 Pazar

VEKİLLERİMİZDEN GÜNDE 1 SAAT



10.02.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ülke gündemi de Büyük Millet Meclisimiz’de çok hareketli. O kadar hareketli ki takip ederken başımız dönüyor. Bırakın haftayı, bazen günde ardı ardına 3 ciddi olayla sarsılıyor, sersemliyoruz. Artık baş dönmesi, mide bulandırmaya başlıyor. İnsanın ne zihni ne de ruhu, bu kadar yoğun ve hızlı akan bir gündemi kaldırmıyor.

Neyse ki yüzlerce yıla uzayan, bitmez tükenmez bunalım tecrübemiz var, şerbetliyiz çok şükür! Siz boşverirseniz millet de sizi boşveriyor. Halinden anlamıyorsanız, kendi başının çaresine bakıyor. Yüzlerce siyasetçi, binlerce yönetici, milletin tarihinde ‘yok’ görünüyor. Oysa 8 yıllık görev süresinde yararlı işler yapan valisi Abidin Paşa’yı, 130 yıl sonra bile minnetle anımsıyor Ankara.

Bitmez bu bölgenin derdi
Bitmez, bitmiyor da zaten. Coğrafyanın doğası; sorunu, bunalımı bitmeyen, tarihteki büyük sıçramaların bölgesi. Bir Avrupalı, Rus, Çinli ya da Amerikalı gibi düşünemezsiniz burada. Hiçbiri, maddi ve manevi böyle bir kavşak üzerinde oturmuyor. Kendine has koşulları olan, sadece kendine has düşünce ve yöntemlerle yönetilebilir bir bölge. İşte biz, o  bölgenin, göbeğindeki ülkeyiz.

Yani efendim, hizmet için, memleket sorunlarının hafiflemesini bekleyerek yöneticilik yapamazsınız burada. Varolan koşullarda, hem yerel hem memleket sorunlarıyla aynı anda ilgilenmek zorundasınız. Koşullar bu, yüzlerce hatta binlerce yıldır da değişmemiş.

Kof büyüme, yeni süreç
Yeni devletin kuruluşuna ev sahipliği yapan Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olurken Romalılar'dan 1700 yıl sonra, tarihinin en büyük atılımını yapar. Kale ve eteklerinden uzaklaşamayan kent, bugün Gölbaşı’yla Sincan’la Ayaşla, Çubukla birleşecek büyüklüğe erişmiştir. Ancak bu, kof bir büyümedir. Nüfus ve binadan ibaret, ürettiğinin 4 katını tüketen, 5 milyona dayanmış bir kalabalık. 1940’larda İkinci Dünya Savaşı’nın nefesini kestiği gelişme süreci, 1980’lerden sonra yeni bir gerileme dönemine girmiş, halen de bu eğilim sürüyor.

Sürüyordu” diyebiliriz ama. Ankara ve Ankaralılar, artık kabına sığmadığı gibi dünya ve ülke koşulları, yeni bir atılım sürecini bastırıyor başkente. Tüm ekonomik ve kültürel becerilerinden, kendine yakışır yeni bir kent kıyafeti biçmek istiyor. Modası geçmiş fikirlerin, kar etmeyeceği bir dönem. Ankara vekilleri, böylesi bir dönemin gerisinde kalmış durumda, farkında değiller.

Bir tek siyasiler yok
Sanayicisi, tüccarı, çiftçisi, üniversitesi, yerel yönetimleri, kendince yolunu çizmeye, bulmaya çalışıyor. Ortada, bu hamlelerin yolunu açacak, destekleyecek, düzenleyecek siyasiler yok bir tek. Bir iki vekili görüyoruz sık sık, onların da ilgisi dar alanlarda. Oysa bu çapta bir atılım sürecinde, devleti ayağa kaldırmak lazım.

Seçim öncesi, sonrası defalarca yineledik çağrımızı; “Bu hamle sizinle güç bulacak ve hızlanacak” diye. 17'si AK Parti, 10'u CHP ve 4'ü MHP'den, 31 vekilimiz var. Toplu ilgilerini çekemedik ne desek.

Çürütmeye çürütür
Kırmıyoruz hevesimizi. Şu zaman, başkentin önünde çareler bulunan bir zaman. Havacılılık, uzay ve savunma sanayisi, ulaşım yatırımları, bilişim vadisi, turizm, sağlık ve eğitim yatırımları, fitilin ateşlenmesini bekliyor. Tarım ve hayvancılık, çağı yakalama arzusunda. Bu ülkenin derdi bitmez, dalıp, Ankara’yı unutuyorsunuz.

Milletin arkasından gelen lider olmaz. Nalını toplamak istemiyorsanız bari günde sadece 1 saatinizi verin şu kente. Yatırımlarıyla meslek odalarıyla okullarıyla yerel yöneticileriyle yakından 1 saat ilgilenin. 80 yıl sonra gelen bu döngüyü, doğru değerlendirelim.

Hepimizin hayrı için günde 1 saat ‘Ankara’ yazıyorum vekillerimize. 1700 yıl beklemiş kent, çürütmeye çok idareci çürütür yoksa.

8 Şubat 2012 Çarşamba

SAĞLIKSIZ MI ŞİŞMANLIYOR ANKARA?


07.02.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Türkçesi varken ‘obez’ diyorlar. Sağlık Bakanımız Recep  Akdağ, ‘şişko’yu tercih etmişti. Bugünkü konumuza, ‘şişman’ daha yakışacak. ‘Şişko’ biraz sevimli gelebilir, ‘şişman’ deyip, aradaki mesafeyi koruma arzusundayım. Bu kadar çok şişko, şişman diyerek ülkenin 3’te 1’ini karşıma almış olduğumu da bilmenizi isterim!

İrileşiyoruz ama sağlıklı değil. Yavaş ve zor hareket eden,  birkaç adımda nefes nefese kalan kof bir irileşme, kentlerimize de bulaştı artık. Bazı kentlerimiz irileşiyor, irileştikçe yanlış beslenmeye devam ediyor, ettikçe daha da yağlanıyor. İlk rahatsızlık halinde, bütün kofluklarıyla  günlük yaşamımızın üzerine yığılıp, kalıyorlar. “Kalıbının kenti değilmiş” diye hayıflanıyoruz.

Şişman İstanbul
Geçen yazımızda, şişman İstanbul’un, ne hale geldiğine değinmiştik. Bir günlük yoğun kar yağışıyla zincirleme aksaklıklar, ardı ardına vurdu kenti. Toplu taşıma, doğalgaz ve elektrik altyapısı, kentin vücudunu taşımadı. Yan illere yansıdı etkisi. Bir kentin altyapısını, bağışıklık sistemine benzetebiliriz. Güçlüyse yaşamın üzerine böyle yığılmaz. İri ama bağışıklığı zayıf, bir şişman kentmiş İstanbul.

Şişmanlığa meyilli Ankara
Gelelim Ankaramız’a: İstanbul kadar olmasa da düzenli kilo alıyor, yağlanıyor başkent. Şişmanlamaya meyilli ikinci kent Türkiye’de. Polatlı ilçemiz kadar nüfus eklendiğini öğrendik son sayımda. Ancak şişmanlığı taşımaya ne altyapısı ne de iş alanlarıyla yeterince hazırlıklı olmadığını söyleyebiliriz.  Şişmanlığı teşvik edecek yatırımlarsa alabildiğine, hızla ilerliyor. Aslında sağlıklı gelişme için ne yapmalıydık?

Öncelikle kentiçi, yurtiçi ve yurtdışı ulaşım ağlarımızı tamamlamak zorundayız. Alınacak en acil önlem ulaşım. İkincisi; tarım ve hayvancılık yatırımlarımız. Gelecek, hızla kalabalıklaşan dünya nüfusunun boğazından geçecek. Üçüncüsü; bilişim atılımları. Bugün varolan pek çok meslek 10 yıl sonra olmayacak ama bilişim, geleceğin mesleklerini barındırıyor içinde. Dördüncüsü; turizm yatırımları. Ankara’nın en bakir ve gelecek vadeden gelişme kaynağı; kent ekonomisine taze kan. Eğitim ve sağlık alanında iyi bir altyapımız var, ciddi desteklerle dünya markası olmaya her zaman adayız.

Ortak akıl
Demekle olmuyor tabii. Kişilerin çabalarıyla da altından kalkılacak iş değil. Bu, ortak bir aklı, ortak bir çabayı gerektiren devasa bir yapılanma planı. Sanayicisi, tüccarı, yerel yönetimleri ve vekilleriyle devleti ikna edecek gücü olmalı, lobisi olmalı Ankara’nın. Yok çünkü… Bir düzen içinde  yönlendirilmeli yatırımlar.

2 hafta önce Ankara Valisi Alaaddin Yüksel, “Herkesin ayrı telden çalması kabul edilemez, takım oyunu şart” diye yinelemek zorunda kaldı. Ankara sanayisinin, bu çağrıya kulak verdiğini gösteren buluşmalar iyice sıklaştı bu aralar. Hatta kent ve ülke dışından ziyaretçileri var sanayicilerimizin. Ancak gerisi, henüz dinlemede. Valiyi duymayan bizi mi duyacak?

Reçete önümüzde
Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, gelmek üzere olan bir ‘teknoloji tufanı’ndan bahsetmiş, “Tufan gelince borsada kayıtlı şirketlerin en az yüzde 99’unun, Amerikan borsasındaki şirketlerin en az yüzde 80’inin kapanması bekleniyor” demişti. 5 gün önce Boğaziçi Üniversitesi’nde, TedxReset Konferansı’nın katılımcılarından Thomas Frey, “2022’de 1 milyar, 2030’da 2 milyar iş yokolacak” dedi ve “yeni işler yaratılması, insanların eğitilmesi gerekecek” diye ekledi. ‘Ortak akıl’ çağrısı, belki de 10 yıl gecikmiş bir çağrı ve hala dinleyenler ve hiç dinlemeyenler var.

Altyapıyı bağışıklık sistemine benzetmiştim ya, yağ hücrelerini de ‘rant’a benzetiyorum. Kof şişmanlığın tedavisi, sağlıklı irileşmenin reçetesi, önümüzde duruyor. Kof şişmanlara özenmeyeceğiz, önümüze bakacağız sadece.

4 Şubat 2012 Cumartesi

KARALTI


03.02.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Vah zavallı İstanbullular!.. Vah Cennet Mahallesi’nin yokuşunu tırmanamayan metrobüslere! Vah lunaparkın çarpışan oto sahasında, birbirinin üzerine binerek haber bültenlerinde eğlencemiz olan arabalara! Toplu taşıma araçları bile işlemeyince işe gitmek için saatlerce yol yürümekte tereddüt etmeyen çalışanlara, vah ki vah! Türkiye’ye kış gelmiş!

İstanbul’un kar manzarası
O kar, memleketin iç bölgelerinde, Karadeniz’de ve Doğu’da yağmadı sanki 10 gündür. 2 dakikaya bütün memleket, kalanı İstanbul. Bir bülten süresince cadde cadde, sokak sokak  İstanbul izledik. Zevk alırcasına ağızlarını doldura doldura, felaketin kendisi yetmiyormuş gibi, habere ilginçlik katma yarışına girmiş muhabirlerin sunumlarıyla izledik. Bir felaket bu kadar zevkli hale getirilebilir. Van’a da gönderseler ya muvaffak olanları?

13 milyon 624 bin kişilik yeni nüfusuyla neredeyse ülkenin 5’te birinin yaşadığı kent olmuş İstanbul. Ancak tampon tampona giden köprü trafiğinde, yürüyerek geçen yayaların karaltıları kıpırdıyor. Kar tipi demeden azimle yürüyenler, bir de “Çıkayım da arabayı çarpıp, geleyim” diye felakete kafa tutanlar dışında koca kent, kasaba kadar sakin. Aman “Ya deprem olsa?” demeyin. Bir felakettir, geçtiği ülkeyi dize getirdi, gider de dönmez inşallah.

Üstü var altı yok
Bir hafta önce TOBB Ekonomi Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr.Güven Sak’ın, İstanbul’a yığılmayı eleştiren ‘İstanbul Yağması Anadolu'yu Kurutuyor’ başlıklı makalesi yayınlanmıştı. O satırlarda, “Kent rantının köpürtülmesi, kışkırtılması, sanayi karından daha cazip hale getirilmektedir” demiş “Plansızlık, kar uğruna kısa görüşlülük, geleceğimizi tüketmektedir” diye eklemişti.

Bir hafta sonra süper, şahane, uzay teknolojisi zehir zekalı gökdelenler, alışveriş merkezleri, siteler ve ülkenin 5’te birini barındıran nüfus, kendini kaldırmayan bir altyapı üzerinde yaşadığını, acı bir tecrübeyle tekrar gördü: Toplu ulaşım,  yeterli değilmiş henüz. Elektrik kesintileriyle doğalgaz işlemiyor, işlese basıncı düşüyormuş. Odun, kömür, katalitik sobası olmayan, üşürmüş. Ya sular da akmasaydı? Aman “Ya şey olsaydı” demeyin, olmasın!

Gelişme gelmemiş
2001 ekonomik krizinden sonra, her televizyon kanalında Profesör Doktor Mehmet Altan’ı görüyordum. Şu iki cümlesi kazındı aklıma; “Ülkenin tarımsal nüfusu çok yüksek, yüzde 45’ler civarında. Gelişmiş ülke olacaksak bu oranı yüzde 15’ler noktasına çekmeliyiz.” Yani “şehirlere dolduralım milleti” diyordu. Son nüfus sayımında, kırsal kesimin ülke çapında, yüzde 23’lere gerilediğini gördük. Şehre geldik, ‘gelişme’ gelmemiş!

Elim varmadı
Ayakları seke seke, kolları yanda, aklı havada romantik bir ‘Ankara’da Kar’ yazısı olacaktı. Kale’deki düzenlemeler bitince Hacı Bayram’ı gören bir otel ya da pansiyon odasında kalacak, sabah kahvaltısında, kar manzaralı eski Ankara’ya uyanacaktım. Ne alakasız bir şey çıktı.

Çıkar. Soğuk bu; üşütür de dondurur da canlıyı. Van’ımız üşürken bu yanımda kar şikayetleri sıralamaya, soğuktan yakınmaya elim varmadı. İllaki ilgi lazımsa “Köy ve beldelerde yaşayanların nüfusu yüzde 3’lere düşmüş ama Polatlı kadar nüfus eklenmiş Ankara’ya” diyeyim. Ötesini arif olan anlasın, değil mi Ankaralılar? Anlasınlar ama artık değil mi?

1 Şubat 2012 Çarşamba

KİM İLGİLENECEK?


31.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bala’da, deprem konutlarına giremediği için Sibirya soğuklarında, derme çatma barakalarda barınmaya çalışan Ankaralılar. Dikmen’de, yılan hikayesine dönen kentsel dönüşüm, Sibirya soğuklarında yıkım kavgası. Yine Dikmen’in Akpınar Mahallesi’nde, heyelan nedeniyle bu soğuklarda evlerini terk etmeye zorlanan ev sahipleri. Birbirini suçlamakla ya da muhatap bulamamakla gözümüzün önünde, sürüyor da sürüyor tartışmalar. Kim “Dur” diyecek?

Bala villaları
2007 yılı Aralık ayında, 5.7 büyüklüğünde bir deprem olmuştu Bala’da. Yıkılan ya da zarar gören evlerin yerine yeni konutlar yapıldı. Ancak 4 yıldır çoğu hak sahibi, TOKİ’nin yaptığı bu evlere girmedi. Bir televizyon haberinde, detaylı görüntülerini gördüm; köylük yere, Çayyolu’ymuş gibi, çiftkat villa tipi evler yapılmış. Elektriği, suyu, gazı bağlanmamış. Çok güzel, çıplak evler. Oysa evlerde ahır düşünülmediği, hayvanlarını da bırakamadığı için evlere giremiyor köylüler. Bir de tabii tandır, köylük yerde ciddi bir ihtiyaç. Çayyolu sokağı sanki, villaları koymuş gitmişler.

Milliyet Ankara Gazetesi’de, manşet oldu derme çatma barakalarda yaşayan Balalılar. Ama tam derme çatma. Bu soğuklarda, Van depremzedelerinden farkları yok. Biri ülkenin bir ucunda, diğeri Ankara’nın dibinde. Gerçeklerden uzak bu planı yapanları, ‘köysel dönüşüm’deki devrimleri için kutlamak lazım!

Dikmen kördüğümü
Gelelim Dikmen Vadisi’ndeki yer kavgasına. Kentsel dönüşüm planı çerçevesinde, gecekonduları yıkıp, modern binalar, siteler yapmak istiyor Büyükşehir Belediyesi. Gecekondu sahipleri, haklarını alamadığına inanıyor ve direniyor. Tartışma kavgaya dönüşüyor, aylardır Ankara gündeminden düşmüyor. Sibirya soğuklarında, sinirler ısınıyor. Hatta Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, gazetemize verdiği söyleşide “Gireceğiz, yıkacağız ve kendi işimize bakacağız. Hiçbir direniş, devletin gücünü aşamaz” diyor ısınmış sinirleriyle. “Devlet’le gecekonducular, karşı karşıya” gibi yanlış bir anlam çıkıyor. Gecekonduya izin veren, yol, elektrik, su, gaz bağlayan, tapu veren kendisi değilmiş gibi.

Akpınar heyelanı
Akpınar Mahallesi’ne de bakalım: Koca koca, hem de yeni yapılmış binalar, inşa edildikleri yamaçtan kayıyor. Belki de daha borcu bitmemiş ev sahiplerine, “Çıkın” deniyor. Çıkamıyorlar. Soğukların azdığı günlerde, Büyükşehir Belediyesi’yle Çankaya Belediyesi’nin, voleybol maçı gibi, topu birbirine atmasını izliyoruz. Sorun acil, daha sorumlusu belli değil.

İlgisizliğin başkenti
Detaylarına girmeden anımsattığımız, gündemden düşmeyen üç sorun bunlar. Ankara’ya ilgisizliğin tescili gibi sündükçe sünen, sünmesinden rahatsızlık duyulmayan sorunlar. Hatta Atatürk Orman Çiftliği, Ankaragücü gibi ekledikçe ekleyebiliriz arkalarına. Devletin merkezinde, devletin ve Ankaralılar’ın, maç izler gibi izlediği çözüm bekleyen sorunlar. Başkent sınırları içindeki ilgisizliğin, ürkütücü sessizliği. Ankara’ya gareziniz yoksa uzaktakilerin halini düşündürüyor insana.

O halde soralım; Ankara’da, çözülemeyen sorunlar varsa lastik gibi uzayan sonuçsuzluğu izleyeceğine, kim ilgilenecek?