30 Ağustos 2011 Salı

İKİ BAYRAMIN SU VERDİĞİ ÇELİK


30.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Tarihi Gar Binası’nın üst katına çıktım. Çaldım kapıyı, içeri girdim. Görür görmez masasından kalkıp, sandalyenin arkasına asılı ceketine attı elini. Giyinirken “Hoş geldin çocuk, zamanında geldin” dedi. Yine çok şıktı. Çizmeleri de çekmiş. Yandan cepli pantolon, spor ayakkabılar, üstümde tişört, küçük bir sırt çantasıyla çok mu rahattım? At hırsızı gibi kaldım yanında! “Önce bayramlaşalım” diye uzattı, öpmek için eğildim, yere doğru bastırdı, öptürmedi elini.

- Ramazan Bayramın mübarek, Zafer Bayramın kutlu  olsun çocuk. Ne muhteşem bir tesadüf  değil mi?

- Muhteşem ki muhteşem Atam!

Omzuma attı elini, “Nasıl bir gezi tasarladın bakalım?” derken merdivenleri iniyorduk.



İlk durağımız için Sincan’dan Polatlı trenine binsek daha iyi olurdu. Yolcusu varsa Malıköy’de, o tren duruyor ancak. “Uygundur” dedi.  Karşılıklı oturduk. Geçtiğimiz Çiftlik’i, fabrikaları, sanayi sitelerini, evleri, yolları, her şeyi dikkatle inceliyor, aynı anda laflıyordu.

- Atam, bir ara bayramlarımıza, yıllık izin muamelesi yapıyorduk. Hala yapanlar var ancak biraz daha toparlandık gibi. İlk 2-3 günü, ailelerimizle yakınlarımızla geçirmeye özen gösteriyoruz. Şu aralar milli bayramlarımız sönük geçiyor. Fark edip, onun da çaresini bulacak milletimiz inşallah.

Yan hattan geçen Yüksek Hızlı Tren’i görüyor. Yüzüne yayılan ferah gülümsemeyle dinlemeye devam ediyor. Tren yavaşladı. Yarım saat olmadan gelmişiz bile. İniyoruz Malıköy’de.



Sakarya Meydan Savaşı’nın reviri, silahı, mühimmatı cepheye aktarma durağı aynı zamanda havaalanı Malıköy. Bazı silahlar, 2 uçak, bir lokomotif ve tarihi eşyalar, fotoğraflar sergileniyor bugün.

- Malıköy İstasyonu, 2008’de müzeleşebildi Atam. Müze olana kadar salaş bir tren istasyonuydu. Biz de müze olunca öğrendik tarihteki yerini.

- Malıköy’ün işlevini anlatmaya yetmez ama yapanlar sağolsun çocuk. Tıka basa hem eser hem insan dolmalı bu müze.



Çayımızı yudumladık. 10 kilometre öteye, Alagöz Karargahına gideceğiz; Sakarya Meydan Savaşı’nın, ‘Başkomutanlık Cephe Karargahı’na. Dünyanın süper güçlerinin öne attığı, son model silah ve araçlarla desteklediği Yunan Ordusu’nu, 22 günde tepeleyen kararların alındığı yere. 20 yıl önce gördüğümde inanamamıştım.

- 20 yıl önce burası, en son kapıyı siz çekip, çıkmışsınız gibiydi Atam. Çok şükür bugün, daha derli toplu bir müze artık.

Kapının önünde durduk. Binaya baktı, çevreye baktı, içeri girdik, gezdik, çıktık. Peynir- ekmek, çorba-ekmek, bazen biraz komposto yanına. Kahvesiz günler.

- Kumanda karargahımız ama anlaşılamamış galiba. Bu müze bile kasabaya çevirmeliydi Alagöz’ü. Bıraktığım köye geldim 90 yıl sonra!



Anayola çıkıp, bir otobüsle Polatlı’ya gidiyoruz. Sessizleşiyor yolculuk. Sakarya Şehitleri Anıtı’nın merdivenlerinden, ağır adımlarla tırmanırken sessizlik te ağırlaşıyor. Nemleniyor gözleri. İlgisizliğe mi, şehitlerimize mi, soracak cesaretim yok.



Bir düğüm boğazımızda, Duatepe’ye geçiyoruz. Cebinden küçük bir dürbün çıkarıp, ovaya bakıyor anıtındaki gibi.

- Bu kadar yakınlardı işte. Makus talihimizin değişmesini, Duatepe’nin alınışı müjdeledi bize çocuk.

Tekrar geri alıyor gibiydi tepeyi. Öyle uzun süzdü araziyi, ovayı. “Atam, son bir yer kaldı. Güneşi orada batıralım” deyip, Eskişehir Yolu’nun öbür yanına düşen Kartaltepe’yi işaret ediyorum.



Önümüzde, batmaya hazırlanan koyu kızıl bir güneş, sırtımızda düşmana “Dur” diyen devasa Mehmetçik Anıtı. Çöktük manzaraya karşı. “Yordum mu sizi Atam?” diyorum.

-Yorulmak olmaz çocuk, dedelerinizin düştüğü toprağı ziyaret ederken yorulmak olmaz. Ziyaret ederken yorulacak torunlar için düşmedi dedeleriniz bu topraklara.

- Sizi getirdiğim güzergahın, uzun zamandır ‘Kurtuluş Yolu’ olarak gezilere açılması planlanıyor. Açılamadı gitti. Görün istedim.

- Dedelerinizin kanı toprakta, ana babalarınızın kanı sizde karıştı. Bir çelik gibi güçlü milletin karışımı, kaynaşması bu. Bugün de hem Ramazan hem Zafer Bayramı aynı güne denk geldi. Bayramlar çeliğe su vermekse çifte su vermiş olacağız bugün çeliğe. Bu güzergahı gezecek çocuklarımızsa üçüncü su olur. Bırak kırmayı, bu çeliği kim bükebilir çocuk?


Rüyamı anlattım. Güzel bir rüyayla uyandım çifte bayram sabahına. Mübarek ve kutlu olsun çifte bayramınız.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

YENİ RANT ‘DOĞA’DA


26.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Kafadan söyleyeyim: ‘Rant’ denen yüksek karlı getiri kitabında, Allah babanın yarattığına sahip çıkmak enayilik, saflık, insanın yarattığına dört elle sarılmak, akıl göstergesi sayılıyor. Oysa doğa, varoluşla başlar, bugün de varolabilmemizin tek nedenidir. Allah baba doğayı, insan ‘rant’ı yaratmış. Haydi çıkın bakalım içinden; acaba Allah baba mı yoksa insanoğlu mu daha akıllı?



Biraz düşününce hemen Allah babaya hak vermiştim ben. Doğa bitince insan bitiyor ama ‘rant’ bitince havası kirlenmiş, suyu azalmış aç insan, acı içinde yaşamaya devam ediyor. Bu yüzden çıkarım olsa da olmasa da her zaman doğanın yanındayımdır. Doğa, içindeki canlılar ve insan arasında kurulan muhteşem yaşam zincirine, asla direnmem, gönüllü boyun eğerim. Yapacağımı, bu zinciri koparmadan nasıl yapabileceğime kafa yorarım. İyi geçiniriz.



Kararnamenin rüzgarı gibi

Geçtiğimiz Pazar günü, Ankara Haber Müdürümüz Serpil Çevikcan’ın, alarm nitelikli bir yazısı yayımlandı. Orman Genel Müdürlüğü’ne ait Gazi Yerleşkesi’nde, doğa için çalışmalar yapan kurumların taşınması ve o kurumların, çevresinde yarattığı doğal dokunun yokolması tehlikesinden yola çıkmıştı. Atatürk Orman Çiftliği’ni bekleyen tehlikeye değinmiş ve 17 Ağustos’ta çıkan ve çok tartışmalara gebe bir kararnameden bahsetmişti;  'Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'si. Türkiye'nin çevre, doğa ve kültür mirasının yönetimine ilişkin köklü  değişiklikler içeren bir kararnameydi ve rüzgarı kararnameden önce gelmişti sanki. Haftası dolmadan Ankara, tartışmalara garkoldu.



Betonla asfalt kapıya dayandı

Yaklaşık 1 yıldır, Çiftlik üzerinde yapılmak istenen uygulamaları, ara ara ama sıklaşarak tartışmaya başlamıştık zaten. İçinden geçirilmek istenen geniş yolu tartışıyoruz derken 17 Ağustos’un ertesine ardı ardına Gazi Yerleşkesi, ODTÜ içinden geçirilmek istenen yol, Eymir Gölü ve Botanik’le Seğmenler Parkı’ndaki yapılaşma tartışmaları gündeme geldi. Betonla asfalt, bir kez daha doğanın kapısına dayanmıştı. Haftasına kalmadan Ankara’nın gündemine oturan tartışmalar, Türkiye’yi bekleyen yoğun tartışmaların öncüsü gibiydi.



Çevre düzenlemesi diye taşlaştırılan, betonlaştırılan, gölgesinde oturmaya ağaç olmayan banklı meydanlar biliyorum. Adı ‘park’, beton ve taşlar arasına kıstırılan ağaçlar, çalılar, çiçekler biliyorum. Ortasından kapkara asfalt geçen bölünmüş araziler, ormanlar biliyorum. Gölgesi olmayan bankta oturmam, meydan zayi olmuş. Betonla taşa bulanmış parkta gezmem, beton ihtiyacımı evde görüyorum. Yolun öbür yanına geçemediği için zenginleşemeyen bitki, hayvan ve böcekler adına, yersiz kara asfalta karşı çıkıyorum.



Rant bile doğada artık

‘Rant’ kavramının, getirisi olmasa da biçimi değişti. Doğayı talan ve telef eden üretim ve rant sistemi bitti. Temiz hava, temiz su ve aslına en yakın gıda değerli bundan sonra. Parkın en doğalı, yolun en doğaya uygunu, binanın en çevrecisi değerli olacak, sanayide en doğaya uyumlu üreten kazanacak. Doğaya karşı kazanılmış bir savaş yok, onunla anlaşmaya karar verdi insanoğlu. Derdi ‘rant’ olan bile doğayla barışacak.



Bir de Ankara’nın gündemi ve Türkiye’yi bekleyen tartışmaya bakın. Gelmeden eskimiş bir gelecekle meşgulüz. Doğal değerlerimizin ve geleceğin rantını düşüren eski sistemin, göre göre, kurbanı oluşumuzu izliyoruz. Biz, rantsız da doğanın aklına inanmıştık. İnşallah birileri de uyanıp, duracak bir yerde.



SSK Binası, Bülent Tanık’ın sorusu
Büyükşehir ve Çankaya Belediyeleri arasında sorun haline gelen SSK İşhanı’nın yıkılmasıyla ilgili ‘Bir İleri Bir Geri’ yazımız üzerine Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık beyefendi aradı. Tartışma içeriği ve yıkılma sürecini, bir kez de sabırla bendenize anlattı. Hissettirmemeye çalışsalar da bir ‘bilek güreşi’nin tarafı olarak tanımlanmaktan incinmişlerdi. Sordu; “Biz alana kadar niye SSK binası, onu almak, yıkmak, yerine park yapmak kimsenin aklına gelmedi?” İşte bu soruya, bir şey diyemedim. Yeni bir öneriyle Büyükşehir’e gitme hazırlığı içindeler. İlgilerine teşekkür ediyorum.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

BİR İLERİ BİR GERİ


23.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

İlk günden beri kimse sevmedi bu binayı. Sevilmedikçe yerleşti o köşeye. ‘12 Eylül Gibi İşhanı’ demiştik 8 ay önce; “12 Eylül 1980 gibi, kültürsüzlük, kabalık ve kişiliksizlik anıtı!” Sevilmedikçe yerleşti. Ne kadar güçlü yapılmış ki yıkamıyoruz. Ankara’nın, iki vicdan azabından SSK İşhanı, Kızılay’a mıh gibi çakılmış, yıkılamıyor. Diğeri olan, uzaydan inme Kızılay binası da aynı eziyeti 20 yıl çektirdi bize. Belki de binalar, o kadar sağlam değil ama yıkacak iradelerin eklemlerinde, kireç yapmış olabilir 12 Eylül.

Paylaşılamayan yıkım
8 ay önce de aynı tartışma nedeniyle yazmak zorunda kalmıştık zaten. Çankaya Belediyesi, “Yıkıp, park yapacağım” demişti. Bir köşesine de belediye binasını kondurmak isteyince sahneye Büyükşehir Belediyesi çıktı, “Park yapabilirsin ama belediye binasına izin vermem” dedi. Veee neredeyse 1 yıla yaklaşan tartışma meyvasını verdi; işhanının kapısına kadar gelen balyozlar geri döndü. 12 Eylül ruhu ölmemiş, direniyor. “Yıkmayıp, bu haliyle düzenleyip, değerlendireceğim" demeye başladı Çankaya Belediyesi. Büyükşehir Belediyesi hemen yanıtladı; “Bana ver o zaman, ben yıkıp, düzenleyeyim, sana, başka yer vereyim” dedi. Sürdü gitti, neredeyse binanın yıkım tekniklerine kaydı tartışma. İş ki laf meydanı boş kalmasın.

Geleneksel bilek güreşi
- Geleneksel Büyükşehir Belediyesi ve Çankaya Belediyesi Bilek Güreşi Müsabakaları’na hoş geldiniz! SSK binası müsabakamız, yeni çekişmesiyle başlamıştır. Öyle izleyin Ankaralılar.

Bu müsabakada, müsabıklardan biri değil, hep Ankaralılar kaybetti. SSK İşhanı, 32 yıldır orada. Kızılay’da bir leke, Sakarya Caddesi’ni, karartan gölgedir. Eğlence ve alışveriş sokağının kapısını tıkamış bir takozdur, hem de çirkindir. Şimdi de parasını verdiği halde, sokağını geri alamıyor Ankaralılar. Böyle giderse sadece kendisinin zararlı çıkacağı bir bilek güreşi yüzünden.

Yıkın öyle tartışın
Yapılacak en büyük hata, bu binayı yıkmadan tartışmaya devam etmek olur. Ankaralılar, bu binanın yıkıldığını görmeli. Sonra tartışma devam etsin. Siz tartışırken belki Ankaralılar, Sakarya Caddesi’ne, hak ettiği canlılığı kendiliğinden getirmiş bile olabilir. Yok inatlaşma devam eder, zaten boşaltılmış bina bir de hepten mezbeleye dönüşürse tartışmanızdan, bizim kulağımıza ulaşacak hiçbir söz olamaz.

Yerinde sayma bedeli
Kızılay, Ankara’nın merkezi, SSK İşhanı’da bütün Ankara’nın sorunudur. Belediyelerimiz, tarihi bir fırsatı, günlük siyasetin ya da çekişmenin malzemesi yaparak büyük bir başarısızlığa imza atmak üzereler. İşte Ankaralı’nın, 60 yıldan fazla zaman alıştırıldığı şeydir bu; hizmetsizliği, başarısızlığı kanıksamıştır. Başarısızlığa atılacak imzanın, bizim duygu ve düşüncelerimizde fazla etkisi olmaz bu alışkanlık nedeniyle. Sizler de öncekiler gibi, Ankara hizmet tarihindeki sessiz yerinizi alırsınız. Bir ileri bir geri, günü doldurmuş oluruz.

Bir ileri adım atıldı, balyozların kapıdan dönmesiyle bir geri adım atıldı. Aynı yerdeyiz yani. Yerinde saymak için 50 milyon (trilyon) ödenebilen kent:

Ankara!

20 Ağustos 2011 Cumartesi

GORDİON TARLASI


19.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Yine Gordion’a giderken… Sırt çantası, fotoğraf makinesi… Banliyö treniyle Sıhhiye’den Sincan’a, Sincan’dan içi çağla yeşili, sert oturaklı treniyle Polatlı’ya, Polatlı’dan yürüyerek Basri Köyü’ne ve otostop çekmek için uygunluğunu defalarca denediğim köyün hizasındaki düzlüğe geliyorum. Daha önce anlatmıştım, biliyorsunuz; genelde güzergah bu. Arabanız varsa Ankara’da binip, Gordion’da iniyorsunuz!

1985’le 1993 arası, daha sık gittiğim yıllar. 2007’de, Gordion’da, 40’ıncı yılını dolduran arkeolog Kenıt Sems (Kenneth Sams), tanışmamızdan birkaç yıl sonra kazı başkanı olmuştu. Sabır ve keyifle gidiyorum mütemadiyen. Define avcılarından iradeliyim; 110 tümülüs(*)  var, 20-30’unu kurcalayıp, pes ediyor onlar. Bendeniz, yaz, kış, ilkbahar, sonbahar, her türlü haline hakim, azim yüklüyüm. İlgilendiğimi, takip ettiğimi, araştırdığımı görünce “Manyaksa bile uslu” olarak kabullendiler, hem kazı hem de müze ekibiyle kaynaştık.

Niye geldik Gordion’a?
Niye geldik yine Gordion’a?” diyebilirsiniz. “Daha çook geleceğiz, çookk!” derim.  Siz de gelin, Gordion’un gizemli sessizliğinde beraber susarız. “Neyi bulamadın da haciz memuru gibi inmiyorsun tepemizden, söyle, verelim, git arkadaş” diyenler de olabilir. “Aahh, beni hiç anlamamışsınız!” tavırlar da takınabilirim. Ama şundan geldik Gordion’a:

3 bin yıl bir teneke buğday
DHA muhabiri Metin Özdemir arkadaşımızın güzel bir haberi, 10 gün önce gazetemizin manşetiydi; “Tarih Katliamı: 3 bin yıllık tarih, tarıma kurban ediliyor!” Amerika’nın Pensilvanya Üniversitesi’nden arkeolog doktor Ayşe Gürsan Salzmann, “Bir teneke buğday için 3 bin yıllık tarihi yokediyorlar” demiş. Gordion çevresindeki tümülüsler, sürülerek, tarlalara katılmaya çalışılıyormuş. Tarih bilinci sıfır.

Suçlu kim?
Ayşe Salzmann hanımefendi, bütün cehaletimle soruyorum; 1954’de, büyük tümülüsü açan hocanız Radni Yang (Rodney Young)’dan beri, Pensilvanya Üniversitesi kazıyor Gordion’u. 1 ay kazıp, 11 ay boş bırakırsanız turizmden yararlanamayan köylü ne yapacaktı? Tek çaresi tarımdır. Bu hızla yürüyen bir kazıdan köylünün çıkaracağı sonuç şudur: “Tarih karın doyurmuyor!” Köy orası, kent değil. Kültür Bakanlığımız’ı ve yerel yönetimlerimizi de katarak soruyorum; sizce suçlu kimdir?

Soru-yorum
Bu sorum havada dururken kültürlerin korunması bilincini öğretmek ve küresel kültürü tanıtmak için köyün hanımlarını, Pensilvanya Üniversitesi Müzesi’ne götüreceğinizi söylemişsiniz. Birincisi; kazılarda köyün erkekleri çalışıyor işçi olarak. İkincisi; Amerikalılar’ın da gezmeye geldiği iki müthiş müzeden biri, 90 kilometre uzakta, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, diğeri 500 kilometre uzakta, İstanbul Arkeoloji Müzesi. Niye 10 bin  kilometre yol tepeceksiniz? Üçüncüsü; 1954’ten beri verilemeyen bu bilinci, bir geziyle verebileceğinize inanıyor musunuz?

1985 yılında Gordion’la tanıştığımda da tümülüsler aynı durumdaydı. Yarısına kadar traktörle sürülmüşleri vardı. 2011’deyiz, aynı şey. Efendim, 57 yıldır yapılamayanı bir geziyle çözmek, size de romantik gelmiyor mu? Ya da Kültür Bakanlığımız’la bağlarınız, ne zamandır kopuk acaba?

(*) Tümülüs; mezar odası üzerine yığılan toprakla tepe halinde belirginleştirilen mezar yeri.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

HİZMETE 12 METRE KALA


16.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi


Küçükken sorarlardı “Büyüyünce ne olacaksın?” diye. “Bizim oğlan, kaldırım mühendisi olacak” derdi büyüklerimiz. İçinde ‘mühendis’ geçtiğine göre iyi bir meslek olmalıydı. Başkası sorduğu zaman hemen “Kaldırım mühendisi olacağım” diye atlardık. Gülüşürlerdi. Mühendisliğin nesi komikti acaba, pişmiş kelle gibi, duyar duymaz sırıtılıyordu? Aaa, meğer  aylak aylak kaldırımları arşınlayan işsiz adama, ‘kaldırım mühendisi’ denirmiş! Doğru ya, ondan iyi kim bilebilir kaldırımların en güncel, son halini. Her çocuğun, bir kez madara edildiği bir şakaydı. Öğrendikten sonra da gülünsün diye bilinçli söylerdik. Şaka gerçek oldu!



Kaldırım tutmayan ülkenin mühendisleri

Yok, edebiyat parçalayıp, yüzbinlerce gencimizin durumuna değinmeyeceğim. Onlar, artık hem mühendis hem işsiz! Bildiğiniz kaldırımdan bahsedeceğiz. Dünyanın kaldırım tutmayan tek ülkesinde, milletçe, kaldırım mühendisine dönüştürülmemizden. Elalemin adamı, yüzlerce yıllık kaldırımda dolaşırken bize, kaldırım dayanmaz. Vatikan’da, bin yıllığı var. Bizimki bir seçim dönemi dayansa da dayanmasa da değişir. Bu kadar sık değişince, allamesi oluyor, bir nevi mühendis uzmanlığında hakim oluyorsunuz konuya.



Kaldırım ezberi

Batıkent, yapılmışla yetinmeye terkedilmiş bir semtti. Benim bildiğim 1993 yılından beri gerçek bu. Yaklaşık 20 ilimizden fazla nüfusu vardır. Yenimahalle Belediyesi’ne bağlı. Son yerel seçimlerle yönetim değişti. Birgün, iğreti ya da olmayan kaldırımlarımızın yapılmaya başlandığını gördüm. Görmemle “Bütün görev dönemi bitmez artık” diye geçirdim içimden. Aklımı alacak bir hızla bitti. Modern Arnavut kaldırımı diyebileceğimiz kilit taşlarından yapılmıştı. Yağmurda, karda iyi sınav verdi. Basınca gözünüzün bebeğine kadar yükselen, abdest alırcasına insanı, boylu boyunca sıvayan çamur ve suyla muhatap olmadık hiç. Kaldırım erbabı her Türk vatandaşı kadar ezberim bozulmuştu.



Yalnız bir sorun vardı; yeni kaldırımlar, bazı sokak ve caddelerin kesiştiği yerlerde bitmiş ya da bazı cadde boyları yapılmamıştı. Taşı mı bitmişti belediyenin? Nasıl planlamaydı bu, olmuş muydu şimdi? O zaman öğrendik: 12 metre ve üzerindeki sokak ve caddeler, Büyükşehir Belediyesi’nin, altındaki sokak ve caddeler yerel belediyelerin sorumluluğundaymış. Tam bize yakışır bir karar. Ezberimize çok uygun. Kaldırımlar, yarım yamalak kaldı anlayacağınız.



Hizmete 12 metre

Sözün özü, alacağımız hizmetle aramızda 12 metre varmış. Vatandaş, aldığı hizmeti bilir, almadığını değil. 1993 yılından beri Batıkent’in almadıklarını, en azından ben, iyi biliyorum. Şimdi, aldığımızın yarım yamalaklığını öğrenmiş olduk. 12 metrelik uzaklık, bütün belediyelerde aynı değil anlaşılan.



Kaldırımdan yola çıkıp, gazetemiz koordinatörü Ayhan Aydemir’in, 1984 yılında geçilen ‘Büyükşehir Belediyesi’ uygulamasından yakınan yazısına değinecektik. 12 metre aramızı açtı,  belediyelerin yetki alanı ve çekişmesi, başka bir yazıya kaldı.



Bir dilek

Yapıla, söküle mühendisi olduğumuz kaldırımlar, çocukluğumuzun şakasıydı. Ciddi ciddi hepimiz olduk ama. Uzun ömürlü kaldırımlar, gelişmemizin işareti olacak. Çocuklarımız, sadece kendi mühendisliğiyle ilgilenecek. Değil 12 metre, yüzlerce kilometre olsa hizmet, mesafe tanımadan ayaklarına gelecek. Bizim nesil de gereksiz mühendisliğini alıp, kendisiyle beraber götürecek.

İnşallah!

13 Ağustos 2011 Cumartesi

ANKARA’DA RAMAZAN BULUŞMALARI


12.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ankaralılar, Hamamönü’nü, nihayet yeniden keşfetti” diyebiliriz. Bu Ramazan, Hacı Bayram’ı yeniden keşfediyorlar. “Yeniden” diyorum çünkü bir kısım Ankaralı’nın, buralardan ayağı kesileli onlarca yıl olmuştu. Her ikisinde de eskisine uygun yeniden düzenleme ve tadilat çalışmaları sürüyor. Her geçen gün izbe ve sahipsiz görüntülerinden, biraz daha kurtuluyorlar. Ramazan akşamlarına saklanan coşku,  Hamamönü’yle Hacı Bayram’dan fışkırıyor artık. Ankaralılar, yeniden kaynaşıyor.



Paylaşılan kutsallık

Arkeolog Doğu Mermerci, “Tapınakların evrimi var orada” der küçücük Hacı Bayram alanı için: En altta eski bir Anadolu Tanrısı Mên’in tapınağı, üzerinde Agustus Tapınağı ve yanında Hacı Bayram-ı Veli Camisi’yle altlı üstlü, yan yana komşu ibadethanelerin, merkezi olmuştur hep bu alan. Yaklaşık 3 bin yıldır, ayrım yapmadan, kutsallık paylaşılmıştır.



Şenlikli kaynaştırma doğasında

Hamamönü’yse bayram yeri kurulan, bir zamanların 'Hamit Tarlası’dır. Bir elinde halka şeker öbüründe tak tak helvası, bir yanda canbaz, hokkabaz, öbür yanda atlı karınca, kayık, salıncak, hepsini saran davul çınlamalarıyla şenlik tarlası. Yıllaaar yıllar sonra, bugün olduğu gibi. Belli ki şenlikli kaynaştırma, Hamamönü’nün doğasındadır.



Karışma yerlerimiz

Her iki mekanın, asli işlevine dönüşüne şahitlik ettiğimiz tarihi günler bu günler. Kaybetmeye yüz tuttuğumuz ‘kolay kaynaşma meziyetimiz’i, canlandırmak için fırsat. Kopuk Ankaralılık bağlarımızı yeniden yapıştırmak için, işte ortam. Nasıl gitmeyi tercih ettiğimiz özel mekanlar varsa bir de ayırt etmeksizin herkesle paylaşacağımız ortak yerler olmalı. Kültür seviyesi, gelir düzeyi, dili, inancı, kökeni demeden herkesle karışacağımız yerler. Hapsolduğumuz çevrenin dışına taşabileceğimiz. Bahanesi Ramazan olur, bayram olur, seyran olur. Oralarda, tekrar yapışmalıyız. Dünyanın, sadece kendi çevremizde dönmediğini başka türlü anlayamayız.



Anılarınız bile yaşatır

Hacı Bayram’da, Hamamönü’ de hem ruhları hem de yerleri açısından kaynaşma yeridir. Aynı zamanda ayağa kalkmaya hazırlanan Ankara’nın, yeni dikilme adımlarıdır. Hiçbir fark gözetmeksizin, hepimizin ayağı değmeli buralara. Buraya değen adımlarımız, Ankara’nın dik duruş simgesi Kale’sini de ayağa kaldıracaktır. Bahanesi ramazansa ramazan ayında gidin. Hiç olmazsa ramazanlarda özlemle anacağınız, çocuklarınıza, torunlarınıza anlatacağınız anılarınız olur. Hiç olmazsa anılarınız, bu mekanları, yaşatmaya devam eder.



Çıkın mahallenizden
20-30 yıldır bu bölgeye ayak basmayan Ankaralılar, çıkın mahallenizden ve gidin. Tekrar buluşun kaybolduğunu sandığınız Ankara’yla. Oruca ‘tahammülü’ olan olmayana kulak asmadan, Ankara’ya, şenlikli Ramazanlar'ıyla karışın. 5 yıldızlı otel iftarlarına sığmayacak beraberlik, omuz omuza bu sokaklarda akıyor. Ramazan buluşmalarıyla Kale’nin eteklerinden başlayıp, Ankara’ya sahip çıkın.

11 Ağustos 2011 Perşembe

ÇİFTLİK’LE VEDALAŞIN


10.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bu projenin bitişiyle Atatürk Orman Çiftliği’de biter. Uygun dilimler halinde bölünmüş Çiftlik, işlevsiz bir arazi parçasına dönüşür. Sonra “Zaten işlevsiz, bari yeni yatırımlara açalım” denir. Arazisi yatırımından daha değerli, böyle bir kazanca kim “hayır” diyebilir? Aklından geçenin tüyleri ürperiyor, dişetleri kamaşıyordur. Sahibi Mustafa Kemal Atatürk, kendi parasıyla aldığı araziyi, kamu yararına kullanılmak üzere bağışlamıştır. Kimsenin yanından geçmediği bu bataklığı adam eden büyük önder, bu araziyi faydalı hale getirip, bağışlamıştır. Ancak ölümünden sonra Atatürk Orman Çiftliği, Ata’nın amacına hiçbir zaman ulaşamamıştır. Emeği ve parası savrulur, vasiyeti çiğnenirken Anıtkabir’de, döne döne yatmak zorunda bırakılmıştır.



Yeni Çiftlik Bulvarı

Proje’ diye Yeni Çiftlik Bulvarı’ndan bahsediyoruz. Süt fabrikası önünden başlayıp, Şaşmaz Sanayi Sitesi’ne, oradan Eskişehir ve İstanbul Yolu’na bağlanmak istenen koca bulvardan. 12 kilometre, 4 geliş 4 gidiş 8 şeritli, yaklaşık 35 metre genişliğinde bir yol. Köprülü kavşaklar, yeni yol bağlantıları derken Çiftliğin ortasından bir ‘otoban’ geçecek diyebiliriz. Sonunda gidip, Etimesgut Havaalanı’na toslamamak için Şaşmaz’dan yine İstanbul ve Zırhlı Birlikler önünden Eskişehir yoluna bağlanmak zorunda olan bir yol.



Zırhlı Birlikler’den Şaşmaz Sanayi Sitesi’ne, oradan İstanbul Yolu’na çıkan bağlantıya, çok uzun zamandır ihtiyaç var. Doğru ve acil bir yoldur. Ancak Süt Fabrikası önünden, tren yolu boyunca Şaşmaz’a bağlanan otaban gibi bulvar, kafa karıştırıyor. Kavşaklardaki altyollar sayesinde Ulus’tan İstanbul çevreyoluna kadar, işe gidiş-geliş saatlerinde bile ciddi tıkanıklık olmuyor. O yolu çok kullanan biri olarak söylüyorum; İstanbul Yolu, açık. Değil otoban gibi  bulvar, tek gidiş-geliş bir yanyola bile ihtiyaç yok.



Asıl Anadolu Bulvarı’na bakın

Batı Koridoru’nda iki nokta var sorunlu; biri Şaşmaz Kavşağı ile Eskişehir Yolu arasında, diğeri ODTÜ Kavşağı’ndan İstanbul-Samsun çevreyoluna bağlanan Anadolu Bulvarı’nda. Birincisi, yeni projeyle çözülecek. Anadolu Bulvarı ise Gimat Kavşağı’nda aşırı kilitleniyor, Karşıyaka’ya kadar ışıklarla sürekli duraklıyor, çevreyoluna çıkış ise hiç çevreyolu bağlantısına benzemiyor. İşte size sorunlu hat. Çiftliğin içinden yol geçirmekten daha hayati bir güzergah işaret ediyorum.



İstanbul yolundan çıkacak şehirlerarası otobüsler bu güzergaha yönlendirildiği için, her duraklama ve kilitlenme noktası katlıyor trafiği. 35 metrelik yol yapılacaksa Anadolu Bulvarı genişletilmelidir. Fatih Sultan Mehmet Bulvarı’yla (İstanbul Yolu)Anadolu Bulvarı’nın kesiştiği kavşak çözülmelidir. Batı Koridoru’nda, bir neşter vurulacaksa buraya vurulmalıdır.



Çiftliği bağrına deşilen otoban

Başkentray ve Yüksek Hızlı Tren yolunda, Çiftlik içinden geçen hemzemin geçit çözümlerine sesimizi çıkarmamış, desteklemiştik hatta. Her yol gibi, tren yolları da açık olmalıydı. Süt Fabrikası önündeki geçit, onlarca yıl gecikmiş bir projedir. Üstten değil de alttan geçse daha iyi olurdu. Ancak bu geçitle Şaşmaz arasındaki otoban kılıklı bulvar, derin bir hançer yarası gibidir. Yapıldıktan sonra, yeni yollarla bağlama talebi gelir. Çiftlik arazisi, dilimlene dilimlene işlevsizleşir. Çözüm bekleyen bulvarlar dururken Çiftliğin bağrına bir otoban deşmek Atatürk Orman Çiftliği’ni öldürür. Ya bu yanlıştan dönülecek, dönülmeyecekse Çiftlik’le vedalaşacağız.


Sen söyle sen dinle” mi oldu? Olsun. Biz söylemiş olalım da sonradan pişman olacaklar isterse dinlemesinler!

6 Ağustos 2011 Cumartesi

AKLIN SESİ


05.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Artık çay boyu, yol boyu fabrika kurulmasına izin verilmemeli. Fabrika yapmak için her yerde arazi üretebilirsiniz ama her yerde domates üretemezsiniz. Domates fidesi ekilen toprak, Hazreti Adem’den daha yaşlı” dedi Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir. Fayda sağlayacağım diye tarım arazilerine fabrika izni veren belediyeleri, ‘sanayi lekeleri’ oluşturmasınlar diye uyardı. Aklın ve geleceğin sesine, kulaklarımız her zaman açık olmalı.



Önümüzdeki çağ

Devam etti; “Eğer küresel kriz olmasaydı dünya, bugün gıda güvenliğini konuşuyor olacaktı. Toprağı kirlettiğimiz zaman biter. Afrika’nın durumu, yeterince anlatmıyor mu başımıza gelecekleri?” Bir paragrafa, büyük yanlışımızı sığdırmış Özdebir. Çevreyi ve insanı gözardı edip, günü kurtaran yatırımlar dönemi bitmiştir. Çağdışıdır. Önümüzdeki çağ, çevreye, doğaya uyumlu olma çağıdır.



Laf olsun diye değil

Bunları, laf olsun diye söylemiyor ASO Başkanı Nurettin Özdebir, uyguluyor aynı zamanda. Sincan’da, 954 hektar alana kurulu ASO 1’inci Organize Sanayi Bölgesi’nde, 235 fabrika üretim yapıyor. Parsellerin tamamı sanayicilere tahsis edilmiş durumda. Yeşil kuşaklar hariç, bölge genelinde, 1 milyon 25 bin metrekarelik yeşil alan ayrılmış. Çöpler otomatik makineyle toplanıyor, cadde ve sokaklar, otomatik makinelerle süpürülüyor. Kağıt, plastik gibi geri kazanılabilir atıklar, kaynağında, ayrılarak değerlendiriliyor. 40 bin ağacın yanı sıra 2 bin 200 bodur elma bahçesi olan bir sanayi bölgesi.



Türkiye’nin en büyük ‘çevre laboratuvarı’ burada. Atık su, içme suyu, baca gazı, hava kalitesi, gürültü ölçümleri yapılıyor. Ayrıca sektör araştırma analizleri, soğutucu gazların toplanması, geri dönüşüm ve iyileştirme çalışmaları, yine bu laboratuarın görevleri arasında. Yani artık sanayi bölgeleri, çevreyi kirleterek üretmek zorunda değil deniyor. Yani artık yeni teknoloji her şeye kadir, kullanın deniyor. Atıklar, değerleniyor. Üretimde başka bir çağ, başlamış bile.



Yeni üretim tarzı

Doğaya uyumlu yaşayan kazanacak bundan sonra. Güneş, su, rüzgar, deniz dalgaları ve atıklardan enerji üretilebiliyor. Suyu ve toprağı kirletmeden üretmek mümkün, hatta karlı. Doğaya ve insana kıyan yatırımlar, dünyayı dolaşmış belgesellerle aşağılanıyor artık. Dedelerimizin üretim tarzı, dedelerimizin zamanında kaldı. Yeni üretim tarzı, bizi de toprağı da suyu da havayı da korumak üzerine kurulu. Anlayanı taşıyacak geleceğe.



Neredeyse Çorlu’dan Adapazarı’na kadar tarım yapılacak topraklarımız, fabrikalarla doldu. Derelerimiz, çaylarımız, nehirlerimiz, atık akıyor. Özellikle son 20 yılda, tarım alanlarına tecavüzümüz hızlandı. Dünya’da gıda fiyatları, artıyor, artmaya devam edecek. Aç kalınca fabrika mı yiyeceğiz?



Ankara’nın ilerigörüşü
Daha önce de söylemiştik; 1 santimetrelik verimli yani humuslu toprağın oluşması için 100 ile 400 yıl, ekilebilir verimli toprak içinse 3 binle 12 bin yıl arası bir zamana ihtiyacımız var diye. “Domates fidesi ekilen toprak, Hazreti Adem’den daha yaşlı” diyen ASO Başkanı Nurettin Özdebir, boşuna etmiyor bu sözü. Ankara’nın, ilerigörüşüne yakışır, aklın, geleceğin sesi bu. Günü ve geleceği kavrayan Ankaralı sanayiciye, “Ağzınıza sağlık” diyoruz.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

BAŞKENTRAY BAŞLIYOR


02.08.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi


Devlet Demiryolları’nın başladığı her projeyi, ilgiyle gözlüyorum. Her yeni projesini, takip etmeye çalışıyorum. Sadece Ankara’da değil, ülkenin her yanında yaptığı ya da yapmayı düşündüğü projeleri. Çok geciktik çünkü demir ağlarla ülkeyi bağlamakta. Çok… Büyük şehirlerimiz, geciken raylı sistemler yüzünden, katlanılmaz hale geldi. Tıkalı yollarda, ömür tüketir, savaştaymış gibi can verir olduk. Toplu taşımacılığın yüzakı demiryollarıysa geciktikçe gecikti yüzümüzü aydınlatmak için. İyi haberlerini nasıl kollamayalım?

İyi haber
Türkiye’deki en uzun metroyu ilk yapan Ankara, arkasından gelen kentleri, arkasından izler duruma düştü. Raylı sistemler, büyük şehirlerde yaygınlaşıyor, Ankara, olanla yetinme huyuna yenik düşüyordu. Neyse ki yaz sıcağını bölen meltem esintisi gibi haberleri duyacağımız günler de gelirmiş. Ulaştırma Bakanlığı’na devredilen metro hatlarıyla ümitlenen Ankara’ya, bir kardeş projeyle yenisi katıldı; Başkentray Projesi. 1 Ağustos 2011’de başladı.

Alt-üst Ankara
Sincan-Kayaş arası banliyö trenleri ve hatları yenilenecek. Ankara-Sincan arası 5, Ankara-Kayaş arası 4 hatlı olacak. Sincan’dan Kayaş’a, çağdaş tekniklerle donatılmış raylı bir sistem  yapılacak. Alttan geçit, üstten geçitlerle yollar açılacak, trenler hızlanacak. Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Gazi İstasyonu’na üst geçit köprüsü, TİGEM kısmına karayolu altgeçidi, Celal Bayar Bulvarı Hipodrom kısmına karayolu alt geçidi, Hipodrom Gazi Devlet Hastanesi yanına karayolu alt geçidi, Şaşmaz’a üst geçit köprüsü yapılacak. Anadolu Bulvarı’nda bulunan Marşandiz Köprüsü yıkılarak yenisi yapılacak. Bir yandan da Yüksek Hızlı Tren’i yavaşlatan geçitler, düzenlenmiş olacak. Alttan üstten, altı üstüne getirilecek Ankara’nın!

Çiftlik’le barışık
Demiryollarıyla alt-üst edilmek, medeni her şeye açık Ankara’yı rahatsız etmez. Ancak bu medeniyetin önemli bir kısmı da Atatürk Orman Çiftliği arazisi ve çevresinde gerçekleşecektir. Yine Çiftlik içinden ve çevresinden geçecek 35 metre genişliğinde karayolu projeleri yapılmaya başlamıştır bile. Diyeceğim odur ki inşallah bu geçitler ve yollar, Çiftliği, çiftlik olmaktan çıkarmaz. Ankara, geleceğini hep Çiftlikle planlamalı, çağdaş projeler, Çiftlikle barışık olmalıdır. Bunu gözeten projelerin bayrağını versinler biz, önden koşarız.

Alkış hazır
Başkentray başlıyor. Ankara için çok hayırlı, ümitlendiren bir proje. Yeni metro hatlarıyla kaybedilen uzun bir zamanı bize kazandıracak. İkinci bir bildirime kadar bitişi belli değil. Demiryollarıyla ilgili her habere iyimser yaklaşan biriyim ama iki şeyi kaldıracak takatimiz kalmadı Ankaralılar olarak: Birincisi; bırakın zamanında bitmeyi, bitmek bilmeyen, ikincisi; hayırlısı içinde musibet barındıran projeler. Başkentray gibi projeleri, özlemle bekledik uzun zamandır. Yüzümüzü kara çıkartmayın. Bilin ki patlarcasına alkışlayacak avuçlarımız, birbirine çarpmak için sandığınızdan da sabırsız, heyecanla açılmış bekliyor.