30 Temmuz 2012 Pazartesi

NASİHAT DİNLEMEYENİN İLACI MUSİBET

27.07.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Yine İstanbul’da, İstanbul’a bakıyorum. Aşırı nemli, çok sıcak günlere denk geldi bu kez. Aşırı nem, çok sıcak ve tıkalı trafik üçlüsü, çekilecek gibi değil. İstanbullular’ın çoğu şehir dışındayken boşalmış İstanbul, boşken bile herhangi bir kenti yeterince rahatsız edecek kadar trafikli. Suç, Fatih Sultan Mehmet ve Haliç Köprüleri’nde yürütülen tamiratlardaymış. Bu şehir kadar büyük bir yorum hatası. O kadar plansız gelişiyor ki bir sokağı kapansa her yanında bir yerler kilitlenebiliyor. Nereyi vuracağını kestirmek imkansız.

İstanbul’a iyi bakıyorum. İyi bakıyorum ki Ankara, hangi hatalara düşmemeli, ders çıkarmaya çalışıyorum. İstanbul’da, Ankara’ya bakıyorum.

Türk işi dönüşüm
Adapazarı’ndan Tekirdağ’a kadar esnemesi durmuyor İstanbul’un. Bu yayılmayı durdurmak için toparlamaya çalışıyor, mızrak gibi gökdelenleri, gelişigüzel saplıyorlar kentin değişik yerlerine. Bir buğday tanesinin, başağa dönmesine denk sürede büyüyen gökdelenler var. Teknoloji harika. 4 ay önce yokken bir kasabayı barındıracak gökdelenler yükselmiş görmeyeli. Bakalım yayılması duracak, içine doğru büzülebilecek mi şehir? Büzülse derdi bitecek mi? Kentsel dönüşüm, bina dönüşümünden öteye geçebilecek mi?

Çünkü bu ilçe barındıracak binaların çoğu, toplu taşıma merkezleriyle kesişmiyor. Toplu taşıma olanakları, hep nüfus artış hızının gerisinde kalıyor. Yeşil kuşak, binaya yayılmış saksılardan ibaret. Yeni kentsel dönüşüm furyamız, yeşili içermeyen beton ruhlu insanlara sesleniyor. Arabalarıyla evlerine gelmeyi planlayanlar için sokak ya da cadde genişletmesi yapılmamış, zamana bırakılmış. O kadarcık sokak, o kasabayı kaldıracak mı bilinmiyor. Tam Türk usulü; yola çıkılmış, istim arkadan gelecek. İstimi, altyapı…

Plansız işin acısı
Gelişigüzel, bulduğu arazi parçasına, bina dikme çılgınlığı yaşanıyor İstanbul’da. Kentin bir plan gözeterek geliştiğini, en azından göründüğü kadarıyla söylemek zor. Plansız işin acısı, bir yerden, mutlaka çıkar. Bir kentin çıkarları, bazen kişilerin çıkarlarıyla uyuşmayabilir. Plan denen şey, biraz da bunların arasını bulur.

Bir kaldırımın altındaki altyapı eksikliği, nasıl Ordulu işçi Kadir Sevim’i yuttuysa bir kentin plansız gelişimi de bir kenti hatta bir milleti içine çekebilir. Plan, insanlığın hatalarından çıkardığı derslerdir.

Bir musibet bin nasihat
O yüzden İstanbul’a bir de bu gözle bak Ankaralı. Her yaptığını moda gibi taklit etmek yerine, hatalarına bak, ayıkla. Mağaradan gökdelene geçebildiyse insanoğlu, musibetlerden ders aldığı içindir. Nasihat, musibetin hem ürünü hem önlemidir. Bir musibet bin nasihatten iyidir ya.. işte nasihat dinlemeyenin tek ilacı, atasözümüzdeki gibi maalesef, yine musibettir.

26 Temmuz 2012 Perşembe

ANKARA YEMEKLERİ

24.07.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ankara’ya turist gelse… Gezse tozsa… Karnı acıksa… “Aman ne derin bir tarihi varmış, kim bilir ne biçim kendine özgü yemekleri vardır bu kentin” dese… Aklı ve gözü doyan turistin, karnını da doyurabilir miyiz acaba? 5 milyonluk Ankara’da, kaç tane Ankara yemekleri yapan lokanta var biliyor musunuz? Biri Kızılay öbürü Ulus’ta, 2 tane. Onlar da bazı yemeklerini yapıyor. Biraz kalabalık gelse turist, hamburger, pizzaya talim edecek. Onlardan çok var çünkü. Ankara’nın, kendi ülkesinde bıktığı yemeklere talim etmek zorunda kalan talihsiz turistleri!

Göz yaşartan mutfak algımız
Çin’den Meksika’ya kadar her yörenin lokantalarından geçilmeyen cadde ve sokaklarımızda Ankara yemeği, iki lokantada anca tencere tepsi bulabiliyor. O da dediğimiz gibi bazı yemekleri. Kendi yemeğini, kendisi bile yiyemeyen Ankara’ya, binlerce kilometre öteden gelen yemekler hakim.

Kentin anası, ninesi Ankara Kalesi’nde, tek bir lokanta yok Ankara yemekleri yiyebileceğiniz. Ankara yemeği diye sadece Ankara Tava’yı bildim uzun yıllar. Geçen hafta da 40 yıldır Ankara’da yaşayan, Ankara Tava’yı duymamış biriyle sohbet ettim. Beterin beteri var türünden, göz yaşartıcı bir tecrübeydi. Ankara’nın taşına, gözlerimin yaşına!.. Bir biçimde gözleri yaşartacak şeyler oluyor, boşuna yazılmamış bu sözler.

Ankara Yemekleri Kitabı
Ankara Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1 yılı aşkın süredir bir çalışma yürütüyor, ‘Ankara Yemekleri Kitabı’ hazırlamaya çalışıyordu. Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’in, Ankara için kurduğu hayallerden biriydi. Hazırlandı ve yayımlandı kitap. Yüzlerce yıldır ihmal edilmiş bir birikim, kayıtlara geçti. 5 bin yıllık bir kentin, günümüze kalan yemek hafızası, kaldığı kadarıyla çorbaları, et, sebze yemekleri, hamur işleri, pilavları, tatlıları, salata ve turşularıyla kayıt edildi. ‘Kitapsız Ankara’ dediğim, 1 buçuk yıl olmuş. Yeni bir kitabı oldu Ankara’nın, hayırlı olsun.

Tatlarımızdan habersiz
Yiyemedim ama fotoğraflarına baka baka yutkundum. Ne kadar zengin mutfağı varmış Ankara’nın, şaşırdım. Bu mutfağı, yüzlerce pizzacı ve hamburgerci ezmiş, 2 lokantaya kadar düşürmüştü kendi evinde. Çin’den Meksika’ya kadar uzanan tatlar, yaşadığı kentin tatlarından daha yakındı Ankaralılar’a. Yaşadığımız kentin tatlarından habersiz, yaşıyoruz içinde. Tam bir saçmalık!

Kendi tadını bilmiyorsan kültürünü de bilmiyorsun demektir. İçinde yaşadığın tatlardan önce başka tatları tanıyorsan ya kişiliğini yitirmiş ya da yozlaşmışsın demektir. Yozluk kısır, kültür doğurmaz. Devam etmese kısırlaşmasak keşke.

Kendi evimizde misafir
‘Ankara Yemekleri Kitabı’, ninelerimiz, dedelerimizin, analar, babalarımızın tarif kitabı. Okuyup ta damağımızla buluştursa lokantalarımız. Pizzacıların, hamburgercilerin yarısı kadar olabilseler bari. Başımızı, hangi Kale’nin üzerinde yükseldiği kayalara vursak ta akıllansak acaba, kendi evinde nasıl misafir kendi mutfağımız?

23 Temmuz 2012 Pazartesi

MADEN SUYU!

20.07.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Milliyet Ankara Gazetesi gündeme getirdi; içme suyunda, bir ara alüminyum zenginliği yaşamışız. Kızılırmak suyu, şebeke suyumuza bağlandığında da sodyum, klorür ve sülfat zenginleşmesi yaşamıştık. Vallahi maddi madeni, milli kaynaklarımız. Kimse, hakkımız olan kaynaklardan mahrum edemez bedenlerimizi! Vatandaşın neyi eksik?

Yine ortada kaldık
22 Haziran 2012’de, Çankaya, Yenimahalle, Mamak ve Etimesgut gibi ilçelerde yapılan ölçümlerde, normal değerlerin 3-4 kat üzerinde alüminyum tespit edilmiş içme suyumuzda. Ölçümü yapan Sağlık Bakanlığı’na bağlı Ankara İl Halk Sağlığı Laboratuarı. Ölçümü rapor eden Kimya Mühendisleri Odası Ankara Şubesi. Raporu inceleyip, Milliyet Ankara Gazetesi’ne taşıyan, arkadaşımız Şevket Yaman. Bir haftaya kalmadan olayı unutan,  bendeniz. Demek bünyeye maden girince, kafa alüminyum sahan olduysa hafıza da tın tınnn!

Aynı ölçüm, 3 Temmuz 2012’de de yapılmış. Bu kez aynı ilçelerde, normale yakın çıkmış alüminyum değerleri. Zenginleşme, kısa sürmüş. Şimdi resmi kurumlar, birbirini yalanlamakla meşgul. İçtiğimiz suyun durumunu bilemiyoruz. Her zamanki gibi ortada kaldık.

Sorular
Şu anda alüminyum sahan, yarın alüminyum tencere olur. Kendi tınlamasından kendi sorularını duyamayabilir kafam. Sorayım da unutmayayım:

1- İçme suyunda yükselen alüminyum oranı, eğer eskimiş, paslanmış borulardan kaynaklanıyorsa niye bu borular düzenli alüminyum akışı sağlamıyor da bir artıyor bir azalıyor? Hem de aynı anda birbirinden uzak ilçelerde.
2- Bu borular, alüminyum mu içeriyor, alüminyum paslanır mı?

3- Eğer söylendiği gibi dedikodu ve su satan firmaların oyunuysa bu, Sağlık Bakanlığı’na bağlı Ankara İl Halk Sağlığı Laboratuarı’ndaki temsilcisi zatı muhterem, niye  kulağından tutulup, kamuoyuna teşhir edilmiyor?

4-  Ben, niye haftası dolmadan unutuyorum neyi unuttuğumu?

Zararsızsa niye durduruldu?
Maziyi anımsadım; yaklaşık 3 yıl önce. Güzelim çam ve meşe ormanlarından süzülen Işıklı-Gerede suyu yerine, sodyumlu, sülfatlı, bol klorlu, Kızılırmak suyu geldi Ankara’ya. Şebeke suyunda hiç olmaması gereken koliform bakterisine de rastlanmıştı içinde. Onca yoldan gelen, bir mahsuru olmadığı söylenen Kızılırmak suyunun, tepkiler üzerine, şebeke suyuna verilmesi durdurulmuştu. 2009 seçimlerine 1 ay vardı.

Zararsızdı da niye durdurulmuştu?

Sonra haber verilmeden, düşük oranda yeniden verilmeye başlandığını öğrendik. “İçiyorsunuz haberiniz yok, bir şey oldu mu?” dendi. Tam bilemiyorduk. Yöneticilerimiz ve bazı su uzmanlarına itibar ettik. Böyle sodyum, sülfat, klorür, koliform bakterisi gibi şeyler, insan vücudunda olmasa daha iyiydi ama itibar ettik. Onlar içiyor mu bilmem ama biz,  tavsiyeye uyup, lıkır lıkır içiyoruz güvenceleri üzerine. Şimdi bir de alüminyum eklendi içine.

Sinir sisteminde tahribat
Kanserden bebek ölümlerine, kansızlıktan sindirim sistemi bozukluklarına, hafıza kayıplarından böbrek hastalıklarına kadar pek çok yan etkisiyle beraber sinir sistemine de olumsuz etkisi olurmuş bunların. Abartılı buluyor, öyle olduğunu sanmıyorum.

İçiyor, Beypazarı ve Kızılcahamam’dan sonra ‘Başkent’ diye yeni bir maden suyu markası kazandığımıza inanıyorum!

18 Temmuz 2012 Çarşamba

GÜRÜLDEYEN GENÇLİK VE MESLEK OKULLARI

17.07.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Olsun da yavaş olsun. Yavaş olsun, eksik olmasın. Eksiği tamamlansın tam olsun.

Sıcaklığı artan, ısındıkça toprağı zorlayan kaynar bir su kaynağı üzerindeyiz sanki. Altımız kaynıyor, basınç artıyor,   sıkışmış enerji, patlayacak çatlak arıyor. Gençlik, gürüldüyor altımızda.

Ya bu enerjiyi zamanında ve doğru değerlendirecek, kaplıca gibi sıcaklığından şifa bulacağız ya da patlamasıyla hepimiz, tedbirsizliğin cezası, baştan aşağı kavrulacağız. Gençliğin  damarlarında akan deli kan, yapıcı da olur yakıcı da. Coşkun enerji, yönlendirmeye bağlı.

TCDD!
Özel okul ve devlet okulu ayrımı, birçok çocuğumuzu, gelecekten kopardı. Devlet okullarında, iyi eğitim verilmediği izlenimi var ve bu okullarda okuyan çocuklarımız, daha yolun başında gelecek ümitleriyle vedalaşıyor. Bir yandan da okulların hepsini etkisiz kılan dershane sistemi yürüyor. Türkiye Cumhuriyeti Dershane Devleti adeta. Demiryolları’nın adına ortak çıktı; bu da TCDD!

Üniversite havucunun peşine sürüklenen milyonlarca gencimiz,  okullarını bitirip, eller cepte, kaldırım arşınlıyor. Üniversite okumuş niteliksiz işgücü üretiyor sistem. Daha liseye başlarken ümidi kırılmış gençler ne yapsın peki? Ümitsiz gençten, şifalı gençlik olur mu?

Haberleri yok
1 yıldır Ankara Sanayi Odası Başkanı ve Ankara Ticaret Odası Başkanı, iş garantili kurslarına başvuru gelmemesinden şikayet ediyor. Gelmez. Dershaneden, kurstan geçilmeyen memleketimin gençleri, yanlış adamların elinden aldıkları kurs sertifikalarını, uçak yaptılar çünkü. ‘Kurslar’ın, ciddiyetinden şüphe ediyor, uçakları kafamıza atıyorlar. Çok ihtiyacı olan ama olanaksızlıklar içinde boğuşan gençlerimizinse bırakın kursları, odalarınızdan bile haberi yok.

Bu gençleri, ümidi kırılmadan bulmak, yakalamak zorundayız. Öncelikle meslek lisesi ya da meslek yüksekokulları yoluyla. İşsizlikten başı ağrıyan bir devletin ciddiyeti de bunu gerektirir. İşsizlik içinde yoğun işgücü arayışında bir sanayimiz var ama nitelikli işgücü yok. Hem iş var hem de işsizlik. Ne garip!

Yaklaşık 1 buçuk yıldır peşindeydi Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir. Resmi Gazete’de yayınlanınca 4 gün önce açıkladı; “Özel Eğitim Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle organize sanayi bölgelerinde açılacak teknik lise ve meslek lisesi öğrencilerine, devlet desteği sağlandı.” Milli Eğitim Bakanlığı, bu amaç için ödenek ayırdı. Ankara Sanayi Odası ilk meslek okulunu kurmak üzere. Ostim Meslek Yüksekokulu’ysa 80 kişilik ilk mezunlarını verdi bu yıl.

70 kat derin derdimiz
Sorum geldi, soruyorum: “Kendi okullarına niye özensiz Bakanlık? Devletin meslek okulları, niye geri kalmış bir teknolojiyle sanayiden kopuk, güncel olmayan bir eğitim veriyor da organize sanayi bölgeleri, okul açmak zorunda kalıyor? Sanayi, “eğitilmiş eleman” diye fırdönerken bu okullar ne işe yarıyor?

Hayır işledi, başına bela aldı Nurettin Özdebir. Bakanlık ağırdan alıyorsa Ankara Sanayi Odası, Ankara Ticaret Odası öncülüğünde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Ankara’nın meslek okullarını masaya yatırmalı, tek tek okulların raporu alınmalı, müfredatı ne, neyi eksik, teknolojisi ne alemde, biz ne yapabiliriz, dökülmeli.

Ankara’nın, 70 katlık binalardan önce 70 kat dertlerine derman lazım. 70 kat genç, gürüldüyor çünkü derinlerde!

14 Temmuz 2012 Cumartesi

TARIM VE HAYVANCILIK UFKUMUZ

13.07.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Türkiye’de tarım ve hayvancılığın 1980’lerde kaymaya başlayan ipi, 2001 ekonomik krizinden sonra iyice çıktı elimizden. Üretim, günden güne düştü, dışarıya bağımlı bir ülke haline geldik. Ekilebilir arazilerimiz küçülüyor, hayvanlarımız azaldığı gibi para etmiyor. Canlı hayvan ucuz ama et pahalı, süt pahalı. Buğday ucuz, ekmek pahalı. Nedeni bilinmiyor herhalde, bilinse önlem alınırdı. Tarlalar daralmaya, hayvanlar, sürüyle meralardan çekilmeye devam ediyor.

Gerileyen hayvancılık ve tarım
1980’de 50 milyon koyunumuz varken 2012’de 22 milyona, 16 milyon sığırımız varken 11 milyona düşmüş. 3 keçiden ikisi kayıp. Sokaklar, meralar, Avustralya’nın, kamyonlardan atlayan kafayı yemiş Angus sığırlarına kaldı.

2001 krizinden önce ekili alanlar 24 milyon hektar iken 2010 yılında 3 milyon eksilip, 21 milyon hektara gerilemiş. Tarlalar, 18 milyondan 16 milyon hektara. Bu arada 1980 yılında 44 buçuk milyonluk nüfusumuz, 2010 yılında 74 milyona dayanmış. Yani tarım alanları daralıp, hayvan üretimi hızla  düşerken nüfus, aksine, yaklaşık 2 katına çıkmış. 2023’te 82 buçuk, 2050’de 94 buçuk milyon olacağımız hesaplanıyor.

Nüfus artıp, üretim düşerse
Nüfus artıp, üretim düşünce ne olmuş? Örneğin tarımda bugün, 4 milyar 750 milyon dolarlık ürün satıyor ancak 8 milyar 200 milyon dolarlık ürün alıyoruz dışarıdan. Yaklaşık 3 buçuk milyar dolar zarardayız. Bu kadar dolar, 6 buçuk milyar lira, eski parayla 6 buçuk katrilyon demek. Oysa 2001 yılındaki verilere göre 4 liralık satıyor, 3 liralık alıyor, 1 lira kar ediyormuşuz. Bir de çiftçiye, ekmediği tarla için, dönüm başı para veriyor mu Dünya Bankası? Özetle; böyle devam edersek paramızla da aç kalırız.

Bir teklif, bir proje, bir uygulama
Ordulu Kadir Sevim’in, Ankara’nın göbeğinde göçen çukurda boğulduğu günlerdi. CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, aynı günlerde, Polatlı Tarımı Geliştirme ve Organik Tarım Uygulama Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Teklifi verdi. Yeni göçüğümüzün şaşkınlığıyla teklife ve tarımdaki göçüğümüze  değinemedik. Bu teklifin bir benzeri, 2 ay önce Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Ahmet Çolak hoca tarafından yapılmıştı. O da ‘Agropark’ yani tarım teknoparkı kurmayı öneriyordu Ankara’ya. Üstelik projeleri hazırdı ne var ki uygulayacak mali kaynak bulamıyorlardı.

Hayvancılıkta ise o adım atıldı; Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’in başlattığı Çubuk Hayvancılık İhtisas Organize Sanayi Bölgesi inşaatı devam ediyor. 255 hektarlık alanda, 18 bin hayvanın barınacağı 99 ahırlık, mezbahası, yem fabrikası, hayvan karantina merkezi, hayvan hastanesi ve et entegre tesislerinin içinde bulunduğu bir bölge kuruluyor. Türkiye’de bir ilk. Bir de içinde, alanında yine ilk olan Hayvancılık Meslek Okulu açılacak.

Masal bitti, masamızı seçeceğiz
Aylin Nazlıaka hanımefendinin kanun teklifi, Ahmet Çolak hocanın tarım teknoparkı, Alaaddin Yüksel’in Hayvancılık Organize Sanayi Bölgesi, geleceğimiz için çok önemli. “Dünya küresel bir köy” masalı bitti. “Nerede ucuzsa oradan al” ekonomisi bitti. Küreselleşme efsanesi, 11 Eylül 2001’de çöken İkiz Kuleler’le beraber çöktü. Başınızın çaresine bakacaksınız.

Rantçıların ve dışarıdan alıp, içeride satan komisyoncuların dönemi değil yarın. Yaşamayacak onlar. Gerçek ihtiyaçlara yönelen yatırım ve üretim kazanacak. Dışarıya savurmayın, kendi midenize, projelerinize yatırarak değerlendirin sermayenizi. 50 ya da 100 yıl sonra oturacağımız masayı, bu ayrımı fark eden yöneticiler ve yatırımcılar belirleyecek,  rantçılar ve komisyoncular değil.

Söz sahibi mi olacağız, söyleneni mi yapacağız? Oturacağımız  masayı, karnımızın tokluğu belirleyecek.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

YOLDA DAĞILMASIN ANKARA?

10.07.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Israrlı selleriyle bir İstanbul efsanesine dönüşen Ayamama Deresi’nden ders alınmayınca doğanın şiddetli tokadı, bu kez Samsun’dan geldi. Baştan aşağı yeni bir ibret hikayesiydi adeta. Bu yazı sırasında 12’ydi kaybettiğimiz can sayısı. Maddi kaybın hesabı verilmedi henüz. Ancak evlerin değil de  kapıcı dairelerinin yerini değiştirme kararıyla doğaya kafa tutmaya devam edeceğimiz anlaşıldı. Dere yatağı bir kez TOKİleşmişse hata derededir; göre göre niye taşıyor arkadaş!

Göçük tokadı
Ordu’dan gelip, belki daha işyerini bile görmeden, devletin en yüksek kurumları arasında kayboldu Kadir Sevim. Devletin en yüksek kurumları arasında, 17 saat bulunamadı. Devletin en yüksek kurumlarıyla beraber kentin en yüksek kurumlarından da kimse “Ne oluyor?” deme gereği duyup, o çukurun başına gitmedi. İşte bu göçük, Ankaralılar’ı bilmem ama bana çok şiddetli bir tokat oldu.

Ne beklerken
Çünkü ben, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri gerileyen Ankara’nın, yeni atılım sürecini anlatmak, bu süreçte atılan adımları günü gününe paylaşmak, kentin başarılarıyla yarım yüzyılı geçkin zaman sonra yeniden gururlanmak istiyordum. Yeni yatırımlara hazırlanan sanayisini, girişimcisini, bilgisini onunla paylaşmaya başlayan öncü üniversitelerini, motoru güçlendirecek teknokentleriyle Bilişim Vadisi’ni, ayağa kalkacak Kalesi’yle binbir tür turizme açık birikimini, ülkenin ve dünyanın her yanından kolay ulaşılabilmesini, modern tarım ve hayvancılığı ile bunların destekçisi meslek okullarının önemini anlatmaya çalışıyordum.

Hızlandıkça arıza dökülüyor
Oysa kaportası fena değil ama kalanı dökülen Ankara, hızlandıkça gıcırtıları, yalpaları artan, gaza bastıkça arızaları daha da ortaya çıkan yorgun bir arabaya benziyor. Kılıfı kurtarıyor ancak içi paslı, vidaları gevşek, eklemleri oynak. Bu arabaya mı yepis yeni bir motor takmaya çalışıyoruz?

Sünger ve hava süzgecimiz AOÇ
Ankara Çayı hariç, 20’den fazla deresi kayıp Ankara’nın. Yapıların, yolların altına gömdük, ne alemdeler, bilmiyoruz. İçine göçünce öğreniyoruz. İsminde ‘dere’, ‘çay’ geçen semtler, bakınsınlar etrafına “Neredeler?” diye. Yakında, Akpınar Mahallesi gibi, bir bir o dereler üzerine kurulu semtlerin kaderini tartışıyor olabiliriz. Yetmezmiş gibi kentin fazla suyunu emen süngeri Atatürk Orman Çiftliği’ni, hergün açıklanan yeni bir projeyle betonlaştırma ve asfaltlaştırma inadımız sürüyor. Hem süngeri hem hava süzgecidir Ankara’nın, anlatıyorlar, anlamıyoruz.

Otoyolda dağılmayalım
Araba, hızlandıkça sarsıntı artıyor. Kullanmayı seven ama bakım yapmayı sevmeyen şoförler direksiyonda. Kaportaya, görünüşe güvenip, yola çıkmaya, hız yapmaya çalışıyorlar. Motorunu yenilemeye, dünya otoyoluna çıkarmaya çalıştığımız bakımsız bu Ankara, yola çıkamadan dağılmasın sonra?

7 Temmuz 2012 Cumartesi

KALDIRIM FEST!

06.07.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Teyy teyy teeeyy.. çalsın davullar, oynasın kızlar.. çok acayip mutluyuz! Her döşenen metreden sonra cümbür cemaat, haydi hopp halaya diziliyoruz! 20 yıl sonra caddelerinde medeni kaldırım gören Batıkent, gözlerine inanamıyor. Döşenen kaldırım taşlarını, bizzat gözleriyle görünce inanıyor! 20 yıl sonra caddelerine, Büyükşehir Belediyesi gelmiş Batıkent’in, ahali coşkuya boğuluyor. Hoş geldin Büyükşehir! Nerelerdeydin?

20 yıl; aşağı yukarı ömrümün yarısı. Süre uzadıkça özlem artıyor. Uzadıkça varlığından şüphe ediyorsunuz özlediğinizin. Aniden karşınızda bulunca bir sevinç oluyor tabii!

“GAKK!” dedirten iş
2009 Yerel Seçimleri’nden 7-8 ay sonra, Batıkent’te, unuttuğumuz bir şeyle karşılaştık; sokak kaldırımlarımız yapılıyordu. Eğri büğrü, göçük, çamur, bazen asfalt karması, bazen hiç olmayan kaldırımlarımız, birörnek, pırıl pırıl düzenleniyordu. Yenimahalle Belediyesi, alışık olmadığımız çok kısa bir süre içinde bitirdi çalışmaları. Tünemiş baykuş, “Kim bilir kaç yıl sürer bitmesi” diye kollarken karga gibi “GAKK!” deyivermişim. A-naaa!.. Bu kadar sürede bir semtin kaldırım işi, bitebiliyor muymuş?

Bitti ama bazı yerler eciş bücüş, çamurlu, göçük kaldı. Sonradan öğrendik; sokak ve caddelerde, 12 metre kuralı varmış. 12 metre ve üzerindeki genişliğe sahip yollar Büyükşehir Belediyesi’nin, 12 metreden az olan genişlikteki yollar, yerel belediyelerin sorumluğuna giriyormuş. Yani Yenimahalle Belediyesi, üzerine düşeni yapmış, Büyükşehir Belediyesi’ni bekliyorduk. Aradan yaklaşık 2 yıl aktı, geçti, 18 yılın üzerine.

1 metresi daha bitmiş kaldırımın, halayı dönelim.. teyy teyy teeyyy!..

Refüjlere karışan kaldırımlar
15 gün önce ‘Büyükşehir Belediyesi’ tabelası dikilmiş bir kaldırım çalışması başladı Batıkent’te. Alışık olmadığımız bir hızla ilerliyor. Vay bee, ömrümüzün yarısı kadar özlemişiz bu tabelayı! Düğün, bayram olduk, halay düzdük başına.

O ne? CHP Ankara Milletvekili Levent Gök gelmiş. “İncek Yolu’nda, yol ortasına 2 yıl önce döşenen 13 kilometrelik refüj taşları, durup dururken değiştiriliyor, siz halaydasınız” diyor.
- Sayın vekilim, siz, birkaç gün önce İncek’te görmüşsünüz ama Ankara’nın değişik yerlerinde o taşlar, 2 aydır  değiştiriliyor.
- Neee?
- Biz, 20 yıl sonra kaldırım taşı gördüğümüz için delirdik, halaya vuruyoruz! ‘Kaldırım Fest’ bizimki. Pardon.. geliyorum hemen. Teyy teyy teeeyyy!

Başım dönüyor dönmekten.
- Kusura bakmayın, mutat halayımız!
- Meclis’te soracağım hesabını!
- Biz de yıllardır bunu bekliyoruz zaten.
- Burada mı oturuyorsunuz?
- Hayır, 3-4 kilometre ileride evimiz sayın vekilim.
- Niye bu halaydasınız efendim?
- Anlayın ilgiye olan hasretimizi. Ankara sofrasında, Beypazarı’ndan, Bala’dan, Kazan’dan sonra geliyor Batıkent’in yeri. Büyükşehir Belediyemiz, oraların altyapısını bizden önce bitirdi.
- Anlaşıldı, ararsanız Meclis’teyim.
- Selametle…

Oy seçimin hizmet herkesin
Evet, Beypazarı, Bala ve Kazan’ın altyapısını, merkez semt  Batıkent’ten önce bitirdi Ankara Büyükşehir Belediyesi. Daha tüm il sınırlarından sorumlu olacağı ‘Yeni Belediyeler Yasası’ çıkmadan. Sıralamada, daha da geriye düşebiliriz yani! Yine de hizmet gördüğümüze seviniyoruz uzun ayrılıktan sonra.
- Oy?
- Oy oy oy!.. “Hepimizin Büyükşehir”i diye bilmek isteriz sizi. Oy, seçimin, hizmet, herkesin konusu.

Olmayan otobüs duraklarımız ve ihtiyaç olan tesislerin, kaldırımlardan sonra devam etmesi temennisiyle inşallah!

4 Temmuz 2012 Çarşamba

ÇARPIYOR AMA ELEKTRİĞİ DEĞİL

03.07.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Ankara’nın, bu kez de elektrikle sınavı başladı. Çok azı basına yansıyan, en sık duyduğum şikayetlerden biri oldu. Anlatan, kim olursa olsun, büyük bir kızgınlıkla anlatıyor. Kesilen, muhatap olacak adam bulamıyor, bulan, bağlanması için pazarlık yapıyor, pazarlık yapacak gücü olmayan, yaz ortasında buzdolabını, çamaşır makinesini, elektrikli ama elektrik harcamayan müzelik bir şaheser olarak dünya kamuoyuna sergiliyor!

Tasarruf bize yaramıyor
Tasarruflu ampule para yetişmiyor. Evler, şirketler, çoğu yoğun kullanıma geçti ama tasarruftan kim kazançlı çıkıyor belli değil. Bizim faturada, bir değişiklik olmadığı gibi yaz, kış faturalarımız arasında bir fark da kalmadı. Eskiden, kandırmaca, 10 lira eksilirdi, bu yaz, o da eksilmiyor. Şimdi de 10 yıllık elektrik sayaçları değişecekmiş. Demek elektriği sayaç üretiyorsa değiştirince huzura ereceğiz. Tasarruf, şimdi başlayacak!

Okuyucularımız, berber müşterileri, site yöneticileri, arkadaşlar, tanıdık, tanımadıktan dinlerken süpper gözlemciliğim sayesinde ben de dahil oldum konuya. Akşamları yürüyüş yaptığımız güzergahta, birer ikişer sokak lambaları sönmeye başladı. Önce tek tüktü ama katlanarak artıyor sayıları. Yakında ‘Elazığlılar Gecesi’ne en uygun mahalle oluruz; Çaydaçıra için daha karanlığını bulamayacaksınız çünkü!

Şikayetler niye arttı?
Ne oldu da şikayetler bu kadar arttı? Yeni bir şey değil elektrik arızaları, anlatanlar niye bu kadar kızgın? Bizim sokağın lambaları, niye eksiliyor?

Belli ki vermekle yükümlü olduğu hizmeti, iyi anlayamamış birileri işletmeye başlamış elektrik kurumunu. ‘Hizmet vermeden tahsilat’ mucidi birileri. Ankara’yı değil, memleketi kökünden kurutacak bir icat. Geleceğin güçlü Türkiyesi, 2023’ün Ankarası, hayaldir bu icatla. Akıllı başka biri çıkıp, odun, kömürle çalışan buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon, sokak lambası icat etmezse eğer!

Şikayet için arayan birine, “Siz orayı açtırın, biz gelir bağlarız” demişler. Nereyi açtıracak adam? Elinde kontrol kalemiyle koca sitenin elektrik sisteminde, kopuk yeri mi tespit edecek? Bulunca bir de parasıyla kazacak adam arayacak. Başka birine, her arayışında “1 saat sonra gelecek ekiplerimiz” demişler. 9 saat sonra delirmiş, araya hatırlı birini sokmuş. 16 saat sonra Çankaya Köşkü’nün dibine elektrik gelmiş. Şanslıymış. Aylardır elektrik sorunu çözülmeyen mahalleler, koca koca siteler var. Muhatapları yok ama.

Çaydaçıra’nın başkenti
Şikayet çok. “Şöyle marka kent olacağız, böyle atılımlar gerçekleştireceğiz” diye benim de desteklediğim çok önemli girişimler var. Nasıl olacağız? Çağın, su kadar önemli bir gereksinimi artık elektrik. Odun, kömürle mi?

Tahsilat kudretiyle eşdeğer hizmet anlayışı olan bir elektrik kurumu lazım Ankara’ya. Yoksa Elazığlılar kusura bakmasın, Ankara, Çaydaçıra’nın da başkenti olacak!


Vakıfbank’a teşekkür
Telekom, Tarımspor, SGK ve Emlak Toki’nin, voleybol alt yapısını feshetmesinden sonra Vakıfbank’ta Ankara 3’üncü Lig Bayan Voleybol Takımı’nı kapatma kararı almıştı. Yazımız üzerine, VakıfBank Genel Müdürü Süleyman Kalkan bizzat ilgilenmiş, 120 çocuğumuzu ilgilendiren takımı, başka bir kuruma devretmeden kapatmayacakları güvencesini vermişti. Sözünde durdu; takımı, Karşıyaka Spor Kulübüne devretti, çocuklarımızı ortada bırakmadılar. Kendilerine müteşekkiriz. İzmir’in Karşıyaka’sı, Ankara’nın çocuklarına sahip çıktı. Dönüp, mangalda kül bırakmayan Ankaralılar’a, bakıyoruz sadece!

Ayrıca Süleyman Kalkan beyefendi, bankanın Halk Müziği Korosu, banka sergi salonu, sergisi ve lokalini kapatmayacağı sözünde de durdu. Söz gevezeliği yüzünden yazılarımda yer bırakmayıp, teşekkürü 2 hafta geciktirdiğim için şimdi ben özür diliyorum.