17 Ocak 2012 Salı

YIKILDI BE ANNEM!


17.01.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

İlk 1979’da, okul gezisiyle gitmiştim Kıbrıs’a. Orta son falandı. İlk andan sevmiştim Kıbrıs’ı. Girne’de kalmıştık. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, birkaç ay önce bitmiş gibiydi. Küçükkaymaklı’da, Kolej Binası diye anımsadığım yerdeki savaş izleri, çok tazeydi. Çocuk aklımda, anlatılanlar değil, sadece mermi izleri kalmıştı. Bir de Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Binbaşı Nihat İlhan'ın, eşi ve 3 çocuğunun daracık bir banyoda kıstırılıp, katledildiği küveti unutamamıştım. “Banyodan bir kapı olsa belki kaçabilirlerdi” diye çareler düşünmüştüm çocuk aklımla. Girne, Aziz Hilaryon Kalesi, Makarios’un evi, Yeşil Hat, Maraş Kumsalı, Namık Kemal Zindanı, Apostolos Andreas Manastırı, Güzelyurt, Lefke derken baştan aşağı gezmiştik Kuzey Kıbrıs’ı. Turistik, eğlenceli geziydi aslında. Küveti bile unutmuştum.

Tam 10 yıl sonra 1989’da, Mehmet Ali Birand’ın yapımcılığında TRT’ye yaptığımız ‘Kıbrıs Belgeseli’ için, tekrar buluştuk Kıbrıs’la. 23 yaşında, daha bilinçli ama yüksek siyasete birikimi yetmeyecek bir yapım yardımcısıydım bu kez. Belgeseli yaptıkça Kıbrıs’ı öğreniyordum. Dünyanın birkaç gündeminden biri Kıbrıs, güncelliğini yitirmeyen, efsane liderden biri de Rauf Denktaş’tı.

Söyleşi günü geldi, Cumhurbaşkanlığı kapısından girdik. Hemen söyleşi yapacağımız odaya kameralarımızı kurduk, hazırlığımızı bitirdik, beklemeye başladık. Basın Müşaviri’nin odasında beklerken sıkıldım, salona çıktım. Pencereden dışarı, bahçeye bakarken merdivenlerden inen adımları duydum. İri kalıbıyla  Denktaş’tı inen. “Geldiniz mi?” deyişindeki rahatlık, bana da bulaştı. İlk karşılaşmıyor, 23 yıldır tanışıyorduk sanki. “Kameraları kurduk, tozlandı bile efendim” dedim. Sonra da dilimi soksun diye kendi arzumla eşek arıları aramıştım!

Hoş beş derken söyleşi başladı. “Birlemiş Milletler bilmem kaçıncı kararı, Akritas Planı, Enosis, garantörlük, Londra, Zürih Antlaşmaları” diye çoğunu anlayamadığım bir sürü konu. Belgeseli yaparken öğrenecektim hepsini. Uzun söyleşinin birinci kısmı bitti. Öğle yemeğini beraber yiyecektik. O arada “Gelin size kuşlarımı göstereyim” dedi. Bir kafes, 2 kuş bekliyordum. Arka bahçeye çıktık, içinde Denktaş’ın bile rahatlıkla dolaştığı koca bir kafese geldik. Türlü kuşlar uçuşuyor içeride. Girdi içeri, tek tek isimleriyle seslendiği kuşlarla muhabbete başladı. Omzuna, kafasına, koluna konuyorlardı. Bakakaldık. “Bu, çok çaçarondur, kıskanır beni. Bu, narindir, inmez omzumdan. Bu, birkaç gündür rahatsız.” Atıyla panteriyle övünen lider görmüş, duymuştum ama ne bileyim, geçmedi şaşkınlığım. İtiraf edeyim; “Kuşların sevdiği, kuşları seven biri, nasıl devlet başkanı olabilir?” diye geçti cahil aklımdan. Dünyaya çalım atarken bir de kuşlara mı zaman ayırıyormuş!

Sonra 2 kez daha gittik Kıbrıs’a, yanına. Sonuncusu 1998 yılındaydı. Yön değiştiren rüzgara kırgınlık ifadesi, söyleşiden önce laflarken geldi: “Lağım akan derelerdeki suyu kaynatıp, içmeye mahkum olduğumuz günler ne çabuk unutuldu!” Rakiplerini bilmem ama benim duyduğum en ağır serzenişiydi Denktaş’ın. 9 yıl öncesine göre dünya ve Türkiye mengenesinde, daha da kıstırıldığını anlayabiliyordum Kıbrıs’ın. Denktaş’tan başka da dayanabilen yoktu bu mengeneye. Kızgınlığını yadırgamış, olmadan anlayamamıştım gelen günleri.

Dünya’yla beraber, Kıbrıs Sorunu’nun tek engeli gibi gösteriyorduk artık Denktaş’ı. 2004 yılındaki Annan Planı için yapılan halk oylamasına kadar hırpaladık kendisini. Rumlar yüzde 76’yla ‘Hayır’, Kuzey Kıbrıslılar yüzde 65’le ‘Evet’ deyince 40 yıllık perde indi, engel göründü; meğer Rumlarmış diredikleri ayağı Denktaş’a yakıştıran!

Güneş kavurdukça gölgesinin kıymeti anlaşılacak koca çınar  devlet adamı Rauf Denktaş... 'Yes be annem', yıkıldı sonunda! Dünya'ya dayandı, biz yıktık.




Not: 'Yes be annem' Türk tarafında, Annan Planı'nı kabul edelim diyen, Denktaş karşıtlarının sloganıydı.

2 yorum:

senemyaşar dedi ki...

Çok güzel kaleme almışsın Ali Abi ağzına sağlık

Sabiha Özbay Şahin dedi ki...

As always... More than wonderful...