12.06.2010 Milliyet-Ankara Eki
1980 öncesi Sakarya Caddesi şöyleydi: Bugünkü metro merdivenleriyle Selanik Caddesi arasındaki sokakta, boydan boya iki sıra küçük büfeler vardı. Özellikle bira ve bira nevalesiyle meşhurlardı. Mevsim uygun olsa da olmasa da müdavimleri vardı ama yazın bir başka olurdu bu sokak. Yazın, Sakarya Caddesi’nin içlerine bu sokaktan giremezdiniz; iğne atsan yere düşmez kalabalığı olurdu. Hele iş çıkış saatlerinden sonra…
Kızılay kavşağından, patates tavaya karışmış kokular gelmeye başlardı. Hep köşeyi dönüp, o cıvıl cıvıl, mahşeri kalabalığı görmeye can atardım. Kalbi, Ankara’ya, kan pompalardı buradan. Ankara’nın tansiyonunu, Sakarya Caddesi’nden ölçebilirdiniz. İçten, coşkuyla yaşayan bir yerdi.
Alçak tabureler karışmış, her yer herkesin, sipariş ettiğiniz büfeyle ayrılırdınız. Garson, atmaca gibi, o mahşeri kalabalığın içinde sizi bulur, eksiksiz siparişi getirirdi. Hep kuruntulanırdım; “bu garson bizi bulmayacak” diye. Hangi insan sevmez patates tavayı, kaldı ki ergenliğini selamlayan bir gençseniz!
Adamların masasında, adam olurdum. Adam edasıyla muhabbetleri dinler, yan taburelerin, hayatımızda ilk kez gördüğümüz sakinleriyle sohbet açmanın raconunu, kaynaşmayı öğrenirdim.
Ayakta bile yer bulamayacak kadar kalabalık olurdu ama bu kalabalığın coşkun enerjisi, saatlerce ayakta tutabilirdi insanı. Her ayrılışımız, erken kalkış olmuştur benim için; doyamazdım keyfine!
Darbeli Cadde
Birgün “darbe oldu” dediler, 12 Eylül 1980’de. ‘Darbe’yi anlayacak hiçbir birikimim yok. O yaz Ankara’ya gelmiştim, “Ya haydi, Sakarya’ya gidelim!” dedim. Bir tereddüt oldu ama anlayamadım. Köşeyi dönünce ‘darbe’yi yedim! Dokunduğunu solduran, yok eden darbe, Sakarya Caddesi’ni söndürmüştü. Hayal kırıklığımı anlatamam; abra kadabra, sokak sönmüştü! İğne atsan yere düşmeyen kalabalığın yerinde, seyrek insanın gezindiği, herhangi bir sokak peydah olmuştu. Köşede kalakalmıştım. Daha Kızılay kavşağından, patates kokuları gelmediğinde anlamalıydım!
Sağolun Gençler
Yıllarca sürdü bu koma hali. “Sakarya ölürse Ankara ölür” diyordum. Yıllar sonra Ankara’ya geldiğimde, gençliğin, bu tıkanan damarı açmakla kalmayıp, yandan bir kanal daha açtığını gördüm: Yüksel Caddesi! İkisi de cıvıl cıvıl, beraber kan pompalıyordu. Çocuklar gibi şenlendim; Ankara yaşıyor!
Moda olup, kaybolan semtleri değil, kalbi önemlidir bir kentin. Bir kentin kalbi olan yer de moda olup, kaybolmayan yeridir. O kalbin atması için, her inişinizde bir ayak basmanız gerekir. Karşılıklı işletmeciler ve Ankara sakinleri, ne kadar özenli olursa Sakarya’nın çeşitliliği de o kadar artacaktır.
Son icraatıyla gönlümdeki yerini bir kez daha pekiştirmiştir Sakarya: Geçtiğimiz kış, sıfırın altında 15 derecede, kaloriferli evlerimizde bile kat kat giyinmek zorunda kaldığımız soğuklarda, sokaklarda yatan TEKEL işçilerini bağrında ısıtmıştır.
Aslanımsın Sakarya Caddesi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder