19 Mart 2011 Cumartesi

ÖLÜRSEM ŞEHİT YAŞARSAM GAZİ


18.03.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Deyip, “büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öperim” diye bitiyordu. Başı da en fazla “Nasılsınız? Cenab-ı haktan dileğim iyi olmanızdır” diye başlar. Cephede, okuma-yazma bilen arkadaş bulanın mektubu da anıları da bu kadardı. Bu kadar kısa, birörnek mektuplardı. Bir zaman sonra, komutanları bile günlük tutmaya, mektup yazmaya zaman bulamaz olmuştu.

Oysa Anzak askerlerinin, yüzlerce kitap olmuş mektupları, anıları vardı. Yayınlanmayanlarla binlerce belki. Bazısı, adeta saniyeleri kaydetmişti defterlerine. Kara, traşsız, öldürülesi barbarları yeryüzünden kaldırmaya gelmişlerdi. Günler ilerledikçe Avustralyalı askerlerin satırları, düşmanını sevecenlikle tarif eden ve anlatan satırlara dönüşmüştü. Türk safını, onların anılarından öğrendik. Anafartalar Cephesi’nde, dünyanın, gelmiş geçmiş en ilginç savaşı gerçekleşiyordu; dostane bir savaş!

Kendi tarihini başkalarından öğrenmek
Merak etmeyin, Çanakkale Savaşı’nı anlatmayacağım! Çanakkale Savaşı’nı, 28 yaşında öğrenmiş olmaktan yakınacağım. Kendi şirket olanaklarımızla çekmeye karar verdiğimiz belgesel olmasa iki paragrafa sığan bir tarihle ölecek olmanın utancını paylaşmak istiyorum. İngilizler, Fransızlar, özellikle Avustralyalılar, Çanakkale tarihlerini yazmış, bir biz yazamamıştık anlaşılan. Anzakların bizi andığı adı koymuştuk belgesele; ‘Johnny Türk’. Belgesel için okuduğum Anzak askerlerinin anıları, günlükleri ve resmi tarihlerinin sayfaları, zihnimde patlayan tokat oldu birer birer. Kendi tarihimi, başkalarından öğreniyor, göz yaşlarım, onların yazdığı sayfalara damlıyordu. Sanki derdini anlatamayan bir dilsizin anlaşılamamasına kızıyor, hırsımdan ağlıyordum.

Çanakkale bize anlatılamamış
Şimdi gibi değil; 1994 yılında, okunacak kitap yoktu neredeyse Çanakkale Savaşı’yla ilgili. O belgesel olmasa, kıymet bilmez, dedelerinin toprağını küstahça çiğneyen, minnetsiz bir cahil olarak dolanacaktım ortalıkta. İçinde Çanakkale Savaşı olan her şeyi dikkatle okur oldum sonra. “Dedelerimiz dedelerimiz” dediğimiz içinde, 13-15 yaşında çocuklar var. Bugün, dökülen kanı küçümseyen, tarihi çarpıtan, yattıkları toprağı ticaretin, siyasetin malzemesi yapan yetişkinler var. Olmaz olsunlar; düşmanımızın(!) sayfalarında yok sizin kabalığınız, saygısızlığınız!

Çanakkale Savaşı’nı, çocuklarına anlatamayan bir millet, ancak kendisine ihanet ediyor olabilir. “Anlat Çanakkale’yi” derseniz, “Çanakkale bize anlatılamamış” derim. Tarihimi geç öğrenmekten duyduğum utancı, hala taşırım. Karlı, yağmurlu, güneşli her mevsimde gördüm Gelibolu’yu, Anafartalar’ı. Hiç şaşmadı, her ziyaretimde, dedesinin izinde bir Anzak’la, mutlaka karşılaştım!

Jülide Gülizar
Bir deniz fenerimizi daha kaybettik. Son saniyeye kadar meslek ahlakıyla arı diliyle okşayan sesi ve kararlı duruşuyla bir anıtımız daha devrildi. 82 yaşındaki çabasının, 10'da birine ulaşamadım. Meslektaş olarak, aydın bir kadın olarak, dilimizi sahiplenişiyle son ana kadar çalışkanlığı ve uyanık bilinciyle ruhumuzun emniyet kemerlerindendi. Dinlerken izlerken içim aydınlanırdı. O koca çerçeveli gözlükleri gördüğüm her yerde izledim onu. Biraz da okuldayken kurs almıştık kendisinden. Alçakgönüllü bir efsaneydi. Yapıcı bir kişiliğe duyduğum minnetle bu satırları yazıyorum. Yalpalamayan bir meslek ahlakı ve kişiliğe minnetle...

Nur içinde yatın Jülide Gülizar, mekanınız cennet olsun, Allah baba, hem sizin hem Çanakkale şehitlerimizin ruhuna gani gani rahmet eylesin.

Hiç yorum yok: