Kale’ye, öğle yemeğine gidiyoruz. Atpazarı Meydanı’nında arabalardan indik. Aklıma geldi, uzaklaşmadan sordum “Vehbi bey, sizin dükkan neredeydi?” “Bura işte” dedi. Sohbetlerden, sanki Koyunpazarı Yokuşu’nun daha aşağılarındaymış gibi kalmış aklımda, önünde inmişiz meğer. Vehbi beyin “Bura” dediği yer, bu meydanı bildiğini sanan biri olarak dikkatimi çekmemişti daha önce. Yıkık, dökük, içinde değil dükkan, insan olma ihtimali olmayan, gözün görmeyi reddettiği izbe bir yerdi. “Sizin dükkan duruyor mu?” dedim. “Duruyor” dedi ve beraber indik, baktık. Sahiden dükkan var içeride. “Gelmişken ilk iş yerinizde de çekelim sizi, yarın öbürgün yıkılır gider” deyip, kamerayı hazırlamaya koyuldum.
1920’lere gittik
Lokanta mutfağı basan Uğur Dündar ekibi gibi, Vehbi bey önde biz arkada, hücum ettik. Erimeye yüz tutmuş tahta kapısıyla soluk floresan ışığıyla rafları, masası ve masada oturan adamıyla 1920’lere geldik sanki. Küçük bir camdan, güçlü bir ışık huzmesi süzülüyor içeri, floresan seçilmiyordu bile. Adam, hiçbir şeyle oyanlanmadan, donmuş gibi, masanın yanında bir yere bakıyordu. Vehbi bey, “Bir yere gidiyorum, otur sen” demiş, hiç yerinden kımıldamamış, hareketsizlikten yaşını göstermeyen tezgahtar, bizi görünce 70 yıl sonra ilk kez yerinden kalkıyor gibiydi. Zamanda yolculuk yapıyorduk!
Müzelik esnaf
Kameralı falan 5 kişiyle hışımla dükkana dalmamız, etkilememişti bezgin dükkan sahibini. Vehbi bey selam etti, çuvallar içinde zahire ve bazı nalburiye malzemesi içinde, lütfen bir “buyurun” sesi işittik. Amca, müşteri sanıyor hala; bize çivi, mercimek satacak. Kamerayı yadırgamayan o kadar bezgin bir esnaf. Tepki göstermeyince “Tanıdınız mı?” dedim. “Tanımam mı lazım?” dercesine sessiz ve uzunca süzdü. “Vehbi Koç’a benzettim ama…” dedi. Yanında Mehmet Ali Birand duruyor. Vallahi Vehbi beyin 1920’lerde bırakıp, unuttuğu tezgahtar olsa gündemden bu kadar uzak olamazdı. Tam müzelik bir ademoğlu!..
Çengelhan’daydık; dökülen, yıkıldı yıkılacak Çengelhan’da. O gün öğrenmiştim adını. Kısa bir sohbetin ardından çıkıp, hala yaşayan ve tezgahının başında oturan, çevre esnaftan diğer arkadaşlarını dolaştık Vehbi beyin.
Belgesel tanıştırdı
Çekimleri, yapımcılığını Mehmet Ali Birand’ın, metin yazarlığını Hikmet Bila’nın, mutfak işlerini de Mustafa Ünlü ve bendenizin yaptığı ‘Vehbi Koç Belgeseli’ için yapıyorduk. 1991’le 1993 yılları arasına yayılan, bir buçuk yıllık bir çalışmaydı. Çengelhan’la tanışmamıza aracı olmuştu. Daha önce 2 ziyaret girişimini, müzelerin kapalı olduğu Pazartesi gününe denk getirdiğim için yeni halini bir türlü göremediğim Çengelhan’la.
Hacı Bayram’da yapılan yeniden düzenleme çalışmalarını görmeye gitmiştim, zamanım kalınca Çengelhan’a çıkayım dedim. Çıktım, gezdim. Yıkılmaya yüztutmuş bir yapı, bu kadar aslına uygun ve başarıyla düzenlenebilir, ayağa kaldırılır. Yeni teknoloji, bu kadar içinde eritilebilir eskinin. Çok beğendim eski halini bilen biri olarak. Yemeğinizi yiyip, çayınızı, kahvenizi içebileceğiniz 500 yaşındaki Çengelhan’ı, geri kazanmış Kale. İçindeki Rahmi Koç Müzesi ve yanındaki Çukurhan Divan Oteli, Atpazarı Meydanı’na “haydi!” diyor. Kalmış meydanın düzenlenmesi çünkü!
Tesadüfün böylesi
Hanı gezdiren yetkili arkadaşlarımızla sohbet sırasında lafı geçti, o an fark ettim. Ya “Yahu bir türlü gidip, görmedin yeni halini” diyordu Vehbi bey ya da rahmet istiyordu. Tesadüfen ölüm yıldönümü 25 Şubat’ta görmek nasip olmuştu yeni Çengelhan’ı. Görmekse gördüm Vehbi bey, rahat uyuyunuz, olmuş, hem de çok güzel olmuş Çengelhan. Rahmetse rahmeti esirgemez milletiz, Allah babadan size, gani gani rahmet diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder