17 Mayıs 2010 Pazartesi

KAPANAN DÜKKANLAR, BOŞ ÇARŞILAR

15.05.2010 Milliyet-Ankara Eki



Uzun zaman sonra yolum düştü, gitmişken 3 yıl dibinde oturduğum Atakule’ye uğradım. O ne!.. Çarşı kısmında açık dükkan kalmamış neredeyse. Kalanlar niye kalmışsa?

Aşağı yürüyorum. Karum Çarşısı’nda, arkada açık dükkan kalmamış, öndekilerde bile boş dükkanlar var. Üç aydır gözlediğim; kapanmalar sürüyor.

Aşağı, Tunalı Caddesi’ne yürüyorum. Cadde, her zamanki gibi hareketli. Birkaç pasaj dışında, pasaj içleri karanlık, onlarca kapalı dükkanla dolu. Her yerde 5-10-15 Liralık etiketler dikkatimi çekiyor. Tunalıda!..

Tunus Caddesi’nden yürümeye devam ediyorum. Daha çok kapanmış kafe levhaları okuyorum.
Yürümeye devam… Hayatımda ilk kez, tadilat dışında, Kızılay’da boş dükkanlar görüyorum. Bazıları 7-8 aydır kapalı.

Kendimi tutamıyor, soluğu Opera’nın karşısındaki Bit Pazarı’nda alıyorum. Neyi merak ettiğimi biliyormuş ta bana duyurmak istiyormuş gibi mobilya satan iki esnafın, dükkandan dükkana atışmasını duyuyorum. Şu cümlelerden yakalıyorum:

- Abicim, şerefime yeminle 5 gündür siftahsız kapatıyorum!
- Ya git oğlum…
- Yeminle diyorum yaa!..

Giysi satan bir dükkanda 15-25-35 Liralık etiketleri görüyorum. Ne satılıyor diye bakıyorum. İçimden “ Ama babacım, bu kabanın daha iyisini hem de sezon ortasında, büyük alışveriş merkezlerinde aynı fiyata satıyorlardı” diyorum. “Tunalı’dan bile pahalısın neredeyse.”

Vergi müfettişi ihtirasıyla gördüğüm çarşılara, pasajlara dalıyor, anket yapar gibi, kapalı dükkan-açık dükkan karşılaştırması yapıyorum. Müfettiş olsam amirim, “uğursuz herif!” diye odasından kovalar; kayıtlarımın iç karartıcılığına dayanamadığı için!

Kentin göbeğinde, boş dükkanlarıyla koca alışveriş merkezleri, karanlığa gömülmüş pasajlar, cadde üstünde hayalet dükkanlar… Kentin bazı kısımlarını etkileyen biyolojik silah atılmış, cama, çerçeveye zarar gelmemiş gibi bir manzara. Ürkütüyor insanı. Caddeden insanlar akarken 5 metre sonra çarşı içinde, buz gibi bir sessizliğe çarpıyorsunuz. Kentin göbeğinde, hastalıklı hücreler gibi kara noktalara dönüşmüş, yaşamayan yerlerde geziyorsunuz. Bu yaşamayan mekanlar, niye yayılıyor acaba?

Bir şeyler oluyor ama fark edemiyor muyuz? Ekonomik kriz var, ondandır deseniz “sadece krizden olamaz” derim. Milletin birbirini çiğnediği büyük alışveriş merkezlerini görüyorum çünkü. Krizin, bu süreci tetikleyip, azdırması mümkündür ancak başka bir şey daha var sanki, Bit Pazarı’nı rağbetten düşürürken Tunalı’yı da düşüren.

İnsan vücuduna benzetirsek eğer; Ankara’nın kalbi, Ulus’tan Kızılay’a kaydığında Ulus, ölmemiş ama başka bir organın işlevini üstlenmiş, görev değişimi olmuş diyebiliriz. Yaşam, kararmamış, devam etmiş. Yukarıda anlattıklarımızsa yeni bir görev değişiminin sancıları olabilir. Aynı esnaf, başka yerlerde dükkanlarını kurabiliyor, sadece yer değiştiriyorsa, görev değişimi diyebiliriz. Öyle midir peki?

Dolaşmak için ağır adımlarla girdiğim çarşıları, koşaradım terk ediyorum. İnler, cinlerle hiç ticaretim olmadı! Gördükçe insanın, değil çarşıdan, semtten ayağını keseceği geliyor. Harabelerin çağa uymuş haline benziyorlar: Modern harabeler!.. Turist getirip, gezdirelim bari.

Bu ‘modern harabeler’in durumu ne olacak? Kentin ortasında ölü yatırıma dönüşen bu milli servetlerin, yaşamayan mekanlar olduğu için, yaşayan insanlara nasıl bir faydası olabilir acaba? Yaşatılabilirse yaşama nasıl döndürülecekler, döndürülebilirse neyi bekliyoruz? Yoksa bunların çürüyüp, yıkılmasını mı bekleyeceğiz? Yani içi boş diye aldanmamak lazım. Allah korusun, bir de yıkılacağı tutarsa altında kalanların oraya nasıl girdiğine hiç şaşırmamak lazım!

Hiç yorum yok: