14 Eylül 2011 Çarşamba

KANDA PİŞEN PARK BAZLAMASI


13.09.2011 Milliyet-Ankara Gazetesi

Bugün 13 Eylül; Sakarya Meydan Savaşı Zaferi’nin, 90’ıncı yıldönümü. Zaferi, gerisindeki kahramanlıkları, acısıyla tatlısıyla güzel şeyler yazmak vardı. Ancak bir haber ki topu üzerime doğrultmuşlar da güllesi kafama ateşlenmiş; kafamla beraber bütün değerlerim parçalanmış, yokolmuştu.



Şehitli baz haberi

Mamak-Şirintepe Mahallesi’ne, park yapılmış. Şehit Onbaşı Ali Kandemir ve Şehit Er Mustafa Akpolat’ın adını vermişler.  “Şehitler için dev bir anıt yapıyoruz” deyip, boş durmasın anıt, bir işe yarasın diye içine de baz istasyonu uygun görmüşler. Mahalleli konuya uyanınca tepki göstermiş, polislerle karşı karşıya kalmış.



Yapanların acelesi olsa gerek parkın adı, tabelaya şöyle yansımış; ‘Şehit Akpolatlı, Şehit Akdemir Parkı’. Doğrusu; birinin soyadı Akpolat diğerinin Kandemir. Şehitlerine, bu kadar duyarlı bir park yapılan!



Düşündürücü duyarsızlık

Duyarsız genişliğimiz, buralara kadar genleşmiş; bilmiyordum. Her milletin, kendince kutsal değerleri vardır; oraya dokununca dünyayı ayağa kaldırırlar. Biz, yeterince genişlediğimiz için sadece yerel gazetelerde yer aldı haber. O da ‘yine bir baz istasyonu vakası’ tadındaydı. İstisna meslektaşlarımı, bir yana koyuyorum. Haberin kendisi de gazetelerde yer alışı da ibretlikti. Kanda bazlama pişiyor, birkaç kasaba kurnazının, yaptığı yanına bırakılıyordu.



Şehitlik ve ticaret ahlakı

Memleket savunması adına kaybettiğimiz bütün gençler, bizim de çocuğumuz olur artık. Bizden büyüğü, ağabeyimiz, ablamız olur. Bu uğurda kaybettiğimiz bütün dedeler, nineler, hepimizin dedesi, ninesidir. Hayır duası okumak için kendi çocuğumuz, kendi büyüğümüz olmasına bakmayız. Şehitler, hepimizin duasını bekler. Karşılıksız verdiği can için, bu kadarcıktır beklentisi.



Affedersiniz ama bu haberde geçen tavır, tam bir ‘yozlaşma’ göstergesiydi. Yerel basının ötesine taşması gereken bir haberdi. Ticaret ahlakının vardığı bir seviye yoklamasıydı. Öğretmedilerse Ankara doğumlu Ahiliğin, ticaret ahlakına danışabilirler. O günlerin terbiyesini bekleyemeyiz ama pervasızlığa bir sınır koyma gereğinin, toplum sağlığı açısından yararı anlaşılabilir belki. Daha ağır şeyler söylemek geçiyor içimden ama bir kelebek engelliyor.



Kelebek etkisi

Gece yazıyorum yazılarımı. Işığı gören kelebekler, balkona doluşuyor. Bazen 20 taneden 40 kanat, “pıt pıt” çarpıyor pencereme. Bütün “pıt”larını duyuyorum. Kapıyı aralık bıraktığımda birkaçı içeri kaçıyor. Şu an bir tanesi, bileğimin üstünde. Uydurmuyorum, şu an bileğimde. Yazarken de ısrarla duruyor, kaçmıyor. Elimi, kolumu tutuyor, sanki “Öyle yazma” diyor. Elimin ağırlığına, kendi hafifliğiyle denge olmak istiyor. Ne diyelim o zaman kelebek, söyle?



Polatlı’da, Sakarya Meydan Savaşı’nda, tarihin yönünü değiştiren şehitlerimizi, gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Kaderin değiştiği Duatepe’den, teselli edecek dualarımızı, rahat uyumaları için hepsine okuyoruz; “Merak etmeyin, bilmeyen pervasızlardan çok pervalılar, hala kıymetinizi ziyadesiyle bilmeye devam ediyor”.


O baz istasyonu kurulmuş, biliyor musun kelebek? Haklısın; fersah fersah zararlı bir anlayış, baz istasyonundan tehlikeli olamaz. Aman canım, kabahat sahibinden daha kaygılı olacak halimiz yok ya!

Hiç yorum yok: