19 Ekim 2016 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN KOCAKAFASI İLE TIKANIK KALBİ



18.10.2016 Milliyet - Ankara Gazetesi


Doğan Kuban’ın ‘İstanbul ülkeyi çökertecek, kalkınmaya engel noktaya ulaştı’ başlıklı yazısı, yeni bir hatırlatmaydı. Ulaştığı ekonomik ve nüfus büyüklüğüyle “..ülkenin vücudunun taşıyamayacağı bir koca kafa haline dönüşen..” İstanbul’un, gelirin ülke bütününe dengeli yayılmasına engel olduğu gibi, çektiği yoğun nüfusla Anadolu’yu boşalttığını söylüyordu Kuban. Tarım arazileri terk ediliyor, geleni tüketici olmaya özendiriyordu büyük şehir. İstanbul’un, ülkeyi ekonomik olarak çökertme sınırına getirdiğini haykırıyordu makale.
Doğan Kuban

"Anadolu'yu kurutuyor"
2012’nin Ocak ayı boyunca TOBB Ekonomi Üniversitesi öğretim üyesi ve TEPAV Direktörü Prof. Dr. Güven Sak’ın yazıları, kocakafanın kontrolsüz büyümesine ilişkin ciddi uyarılarda bulunuyor, “Türkiye’nin artık çok merkezden dünyaya bağlanmayı düşünmeye başlamasında fayda vardır  diyordu sonunda. Bu yazılar, Mustafa Sönmez’in makalesinin, ‘İstanbul Yağması Anadolu’yu Kurutuyor’ başlığında özetleniyordu.

İstanbul, kent rantına avuçlarını sıvazlayanların hakimiyetinde hastalıklı büyüyen bir kocakafaya dönüşüyor, taşrada, köyünde üretici olanlar, tüketici hanesine yazılıyordu 17 milyonu zorlayan sınırları belirsiz şehirde. Ülkenin hem kaynaklarını hem de bütün enerjisini emen bir girdap, ülke içinde ülke olmuş İstanbul, anlayış ve yaşayış olarak da başka bir gezegenin değerlerini taşıyor sanki.

Yeter ki yeter
Anadolu’da azıcık serpilen sermaye, postu İstanbul’a sermek, bir loca kapmak için can atar, kaynaklarını taşıdığı yetmezmiş gibi dönüp bir daha arkasına, azıcık minnet duygusuyla varlığını borçlu olduğu topraklara bakmaz. Kapalı devre yaşamaya başlar, bir perde iner göze, İstanbul’dan ötesi görünmez olur.

Bakamazlar da zaten çünkü İstanbul, küresel ağın bir istasyonudur artık ve küresel düşünüp yerel davrananı sevmez. Fişteklediği daha da çok kazanma, kendileri için kazanma, her ne şartla olursa olsun mutlaka kazanma hırsı, ahlaki ve milli değerleri aşındırır. Ülkenin geri kalanı da İstanbul da tüketilebilir bir ‘şey’ olur, daha da fazla değerleri yoktur.

Bu doymayan kocakafayı besleyebileceğini sanan yönetimler, ülkenin geri kalanından alır, sussun diye hep onun önüne koyar. Kafa koca, vücut cılız, ekonomik bir garabettir manzara. Lakin gördük ki her ekonomik krizde İstanbul arazi olur, Anadolu’nun sırtına yıkılır ağır bedel. Nihayetinde kocakafa İstanbul, uzman akıllarının “Yeter!” diyeceği noktaya getirmiştir ülkeyi. Yeter ki yeter, bu ülke taşıyamıyor artık bu kafayı.

Bu sorunu çözecek ülkenin kalbindeyse damarlar tıkalı. Başkentin pompaladığı kan, kocakafadan dönüp vücuda yayılamayacak kadar zayıf.

Bu başkent mi yapacak?
Yanlış siyasetlerin, yanlış ve hedefsiz eğitim sistemlerinin, yönlendirilemeyen gençliğin, üretimin önündeki atıl bürokrasi ve bürokratların, gayrimenkul ve kent rantına teşne sermayedarın ve dahi yanlış kentleşmenin tıkadığı damarları açacak ameliyat, yapılamıyor başkentte. Kendi elindekini bile İstanbul’a kaptıran başkent Ankara, derman olacağına, marifetmiş gibi bir de onun rantçı aklını taklit etmekte yarışıyor.

Ekilmeye uygun topraklarının 12’de birini sulayabildiği tarımını gözden çıkarmış, hayvancılığını bitirmiş, köyleri ilçeleri ıssız, altyapısı ilkel, şehiriçi ve şehirdışı ulaşım ve taşımacılığı dert, sanayisinin önünde bizzat engel olarak duran, tüketime dayalı ticareti besleyen, küçük esnafı onun altında ezen, onbinlerce eleman ihtiyacına karşın nitelikli insan gücünü değerlendiremeyen hatta olanı da İstanbul’a kaptıran, toplumsal yaşamı güdük, hiç turizmi olmayan başkent mi yapacak bu ameliyatı? Zor...

Sen önce kendine bak” derler. “İçinde barındırdığın devleti uyutmuşsun, önce onu uyandır, uyandır ki neşteri eline alsın” derler. “Elini çabuk tut, Ankara damarı açılmaz, bizim kocakafanın büyümesi durmazsa bu kafa, yakında kendi vücudunu yiyecek” derler.

Hiç yorum yok: