4 Ocak 2011 Salı

GÜVEN DİNÇER SÖYLEŞİSİ-1


31.12.2010 Milliyet-Ankara Gazetesi

Güven Dinçer kimdir?

1934 Ankara doğumlu Dinçer, 1960 yılından 1990 yılına kadar Danıştay’da çeşitli görevler yaptı. 1990 yılında, Anayasa Mahkemesi Üyeliği’ne seçildi ve 1999 yılında, Anayasa Mahkemesi Başkan Vekilliği’nden emekli oldu. Emekliliğinden sonra zamanının çoğunu, doğduğu, büyüdüğü okuduğu ve yaşadığı Ankara’ya ayırdı. Kurucusu olduğu Ankaralılar Vakfı’nın, 2000-2004 yılları arasında başkanlığını yaptı. Kitaplar, haritalar yayımladı, sergiler, bilimsel toplantılar düzenledi. Ankara’nın, tarihi, kültürel ve güncel konuları üzerine, çoğu Gazete Ankara’da olmak üzere yazılar yazdı. Hukuki alanda Ankara’nın, haklarını savunacak çalışmaların içinde yer aldı.

Hukukçuluğu gibi Ankara konusunda da usta Güven Dinçer’le uzun söyleştik. Bittiğinde, “Bir sürü başlık kaldı konuşamadığımız” diye yakınıyordu. Birikmiş sorun ve şikayetlerin bir kısmı bile, Milliyet Ankara Gazetesi’nin, birkaç gününe zor sığacak uzunlukta oldu. Ülkedeki gelişmelerin Ankara’ya etkileri, iç içeydi söyleşimizde.










Ali İnandım- Sorunlardan başlayalım, güzel Ankara’ya doğru gidelim mi?

Güven Dinçer- Ankara’nın sorunları bir devletten geliyor, devletin bakış açısından geliyor. Sonra Türkiye’nin büyük kentlerini, ta Özal’ın zamanından başlayarak bir plansızlaştırma dönemi var. Ankara Belediyesi’nin, özel şanssızlıkları var. Nedir şanssızlığı? Tabii bu da Seçim Kanunu’ndan geliyor. Atina’da bile hep tura kalır seçim. Neden tura kalır? Çünkü halkın, bırakın seçmeni, oy verenin hiç olmazsa yüzde ellisini geçmesi lazım. Yani bütün mesele; yasalardan, devlet düzeninden gelen olumsuzluklar var. Ondan sonrada tabii devletin kendi içindeki olumsuzluklar var; idarecilerin yetersizliği vs. halkın ilgisizliği buraya kadar getirdi işleri.

Ali İnandım- Biliyorsunuz, Merkez Bankası, ‘Torba Yasa Taslağı’ndan çıkarıldı ama Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu ve Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıfbank başta olmak üzere finans merkezleri, İstanbul’a taşınmak isteniyor.  Bunu nereye oturtuyorsunuz?

Güven Dinçer- Devlet merkezini fiilen İstanbul’a götürmek istiyorlar. Atatürk’ün Dolmabahçe’ye gidişi, son hastalık dönemiyle ilgilidir ve biliyorsunuz o dönemde ağrıların çok etkisinde. Yani onu korumak, kollamak, sağlığa kavuşturmak isteyenlerin yaptığı bir öngörü. O zaman tabii tek tıp fakültesi İstanbul’da, büyük hocalar orada. O bakımdan Atatürk, son günlerini İstanbul’da geçirdi. Bunu biliyoruz. Dolmabahçe Sarayı, onun için yapılmış bir saray değil. Meclis’e aittir çünkü saraylar ve müzeler, Meclis’in manevi koruyuculuğundadır. İdaresi de ona aittir ama kendisi idare etmez. Uzmanlarla genel müdürlüklerle ama Meclis’in koruyuculuğu altındadır. İstanbul büyük bir kent, dünyaya açılan yüzümüz, İstanbul’da konferanslar olur, şu olur bu olur fakat devletle ilgili görüşmeler, kararlar, her şey Ankara’dadır. Yabancılar da Ankara’ya gelir. Zaten devletin merkezini Ankara’da kurarken cumhuriyet içinde onu söylemişler; yönetilecek kararlar burada alınır.

Ali İnandım- Bunu, büyük bir taşınmanın parçası olarak mı görüyorsunuz?

Güven Dinçer- Hiç şüphem yok. Çünkü bakın şimdi… Halk Bankası olsun, Ziraat Bankası olsun… Dikkat ederseniz Ziraat Bankası, dışarıda devamlı şube açıyor. İçeride de Yunan asıllı bilmem ne bankası iç kredi veriyor çiftçimize. Bu acayip bir zıtlık değil mi, tezat? Olacak şey değil. Ziraat Bankası’nın Avrupalar’da ne işi var. Belki sembolik olarak bazı yerlerde şubeleri olabilir ama Ziraat Bankası’nın, bir numaralı görevi Türk çiftçisine kredi vermektir. Çiftçiyi, kredisiz bırakmamaktır. Halk Bankası’da öyle; Türkiye’de orta kesimin, ticarette ve küçük üretimde ayakta tutacağı sistemin temeli Halk Bankası’dır. Halk Bankası’nın, İtalya’da da benzeri bir banka vardır, ben orada burs almıştım, Roma’da. İtalya’da hergün çarşaf çarşaf ilan çıkardı. Genç insanlar bunları okurlar, bir tane yer belirler; kendisine iş kredisi verilir, donanım kredisi verilir. Bunlar, uzun vadede öderler. Herkes bağımsız iş sahibi olur. Öyle şehir merkezinde, sokak ortasında alışveriş merkezi falan yoktur. Bilakis çarşı sistemi hakimdir. Ayrı yerlerde vardır, bu kadar da anormal değildir. Yani oralarda bu tarz işler yapılırken toplumun sosyal yapısının değiştirilmesi katiyen düşünülmez. Bakın İstanbul, 20 milyon. Geceyle gündüz arasında milyon fark var. İstanbul’da yatırım yapıyorsun, İstanbul’da iş imkanı, İstanbul’da cazibe yaratıyorsun, Anadolu, İstanbul’a taşınıyor. Ve İstanbul, İstanbul olmaktan çıkmış. Anadolu’da Anadolu olmaktan çıkıyor, sahibi kalmıyor.

Ali İnandım- Tarım, hayvancılık ve sanayii de bu parantez içinde alırsak?

Güven Dinçer- Şöyle oluyor tabii; köyde adam bırakmazsan üretici kalmaz. Köylüye desteği bıraktılar. Ziraat Bankası ajandasına baktım. Yurt dışında o kadar çok yerde temsilcisi var. Ne işi var orada, ben bunu soruyorum. Senin yerin, üreticinin, köylünün olduğu yer. Bütün gücünü oraya harcaması lazım. Halk Bankası’da öyle. Niye İstanbul’da? Ne işi var İstanbul’da? Anadolu’nun merkezinde açsınlar. Böyle bir hastalık var. Şimdi demek istediğim; dünyanın her yerinde büyük şirketler, bulunduğu yerden yönetilir. Bizde her şey İstanbul’a taşınıyor. En son İş Bankası gitti biliyorsunuz. Elektronik dönemde, finansın merkezi İstanbul’a gidiyor. Para, aynı anda saniyeler içinde gidiyor. İş Bankası, devletin koruması, kollaması altında gelişmedi. Tabii Ankara’da hayat mütevazı. Herkesin yaşayabileceği ortam da mütevazı İstanbul’a göre. Renkli değil. Işıltısı, pırıltısı o kadar değil İstanbul gibi. Onun için aldılar, götürdüler İstanbul’a İş Bankası’nı. Daha da acısı, buradaki galerisini kapattılar. İş Bankası’nın elindeki koleksiyon, İstanbul’da, sergilenmiyor bile. Hepsi Ankara’da olmuştur onların. Yani kültür mirasını bile oraya taşıdılar. Ve mirasını kaybetti. Buna hakkı yok bence. Ve işin daha acısı, orada yüzde 25’e yakın bir hisse Atatürk hissesidir. Atatürk’ün üzerindeki kamusal kaynaklı paralar. Tabii biliyorsunuz Atatürk, o paraları hiçbir şekilde kişisel olarak kullanmamıştır. Zaten vefat etmeden önce, vasiyetiyle bütün parasını, yanındaki birkaç korunmasını istediği kimse dışında, hepsini milletine bırakmıştır. Cumhuriyet’in temsilcisi insanlar, itiraz etmediler buna. İstanbul’a gitti ve şuradaki yerin altını, kültür merkezi vesaire çağdaş sanatlar yapabilirlerdi. Üstünü kiraya verebilirdi, onu bile yapmadılar. Meşrutiyet Caddesi’ndeki galeriyi de kapattılar, gittiler. Ne güzel değil mi?

Yarın: Atatürk Orman Çiftliği

Hiç yorum yok: