9 Mayıs 2013 Perşembe

TAŞ KALBİN OCAKLARI


07.05.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Yetkililer duymamakta ısrar ediyor ama taş ocakları, Ankara’nın çevresini yaşanılmaz hale getirmeye devam ediyor. Yerleşim birimlerine çok yakın kurulan ocaklar, önlem alınarak işletilmediği için havayı, suyu, köyü, mahalleyi kirletiyor, yöredeki tarımı, hayvancılığı, insan sağlığını bitiriyor. Kontrolsüz kullanılan patlayıcılar yüzünden kopan taşlar, yerleşim bölgelerine savruluyor, sarsıntıdan evlerin duvarları çatlıyor, uyku haram oluyor. Birileri de bunların olacağını bile bile izin veriyor, verdikten sonra da denetleme gereği duymuyor. “Başımıza taş yağacak” derlerdi, işte yağıyor ama sen söyle, günahımız neydi ya rabbim!



Ormana ve baraja taş ocağı

En son Elmadağlılar ayağa kalkmış. Bugün Şevket Yaman arkadaşımızın haberinde okuyacaksınız; ağaçlandırılmış, ormana dönüşmüş bir arazinin, nasıl taş ocağına dönüştürülmeye çalışıldığını. Taş ocağı yapılmak istenen yer, aynı zamanda Elmadağlılar’ın en yoğun olarak kullandığı mesire alanı. Üstelik Türkiye'nin en büyük yeraltı barajı olan Kargalı Barajı'nın, kuş uçuşu 300 metre yakınında. Oysa TÜBİTAK raporlarına göre taş ocaklarının, su kaynaklarına 5 kilometre uzak olması gerekiyor. Suyun ve ormanın katledilmesi göze alındığına göre, memlekette yer de taş da bitmiş demek.



Kutludüğün Köyü ders olmamış

Sık sık Milliyet Ankara Gazetesi’nde okuyorsunuz; taş ocaklarıyla ilgili yapılan şikayetleri ya da eylemleri. Hemen aklınıza Mamak civarındaki Kutludüğün Köyü gelmiştir çünkü canına tak ettiği için en çok şikayeti de eylemi de onlar yaptı bugüne kadar. Astım, kanser gibi hastalıkların artması,  çocukların sürekli hasta olup, normal gelişmesinin gerisinde kalması, Kutludüğünlüler’i sokağa dökmüştü. Tozu dumanı bitmediği için bitkiler, ağaçlar, tozdan görünmüyor, o tozlu bitkiyi hayvan yiyemiyor, su kirleniyor, ne insan ne hayvan  içebiliyordu. Önlem aldırmaya ise kimsenin dili, denetlemeye ayağı varmıyordu.



Akyurt ve Gölbaşı’nda durum

Çok var ama yakın zamanda gördüğüm bir iki örnek daha aklıma geliyor; Akyurt’un Çamköy’ü gibi. Taş ocakları yüzünden çökme tehlikesi yaşıyor, biçerdöverler, tarlalara girmeyi reddediyordu. Ya da Gölbaşı’nda andezit (Ankara taşı)ocakları gibi. Sukesen Deresi yoluyla Mogan Gölü’nün dibini doldurmuş, dere de göl de insanlar da imdat sesini duyuramıyordu. Ankara’nın çok acı bir anısıdır; Dikmen ya da Oran’ın sırtını dayadığı Çal Dağı var ya, o tepede kalan son alıç ağacına kıyan da yine bir taş ocağıdır. Ocaktan fışkıran taş kalplilik!


Daha ne şikayetler, şikayetçiler var ama Ankara’nın taş ocakları, belli ki Ankara’nın çok içinde. Ya da şehir, taş ocaklarını içine alacak hızla büyüyor. Her iki durumda da denetimleri sürdürmek, önlem almak gerekmiyor mu? Gerekmiyorsa başımıza taş yağıyor madem, günah kimin, onu bilsek bari!

Hiç yorum yok: