07.05.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi
Yetkililer
duymamakta ısrar ediyor ama taş ocakları, Ankara’nın çevresini yaşanılmaz hale
getirmeye devam ediyor. Yerleşim birimlerine çok yakın kurulan ocaklar, önlem
alınarak işletilmediği için havayı, suyu, köyü, mahalleyi kirletiyor, yöredeki
tarımı, hayvancılığı, insan sağlığını bitiriyor. Kontrolsüz kullanılan
patlayıcılar yüzünden kopan taşlar, yerleşim bölgelerine savruluyor,
sarsıntıdan evlerin duvarları çatlıyor, uyku haram oluyor. Birileri de bunların
olacağını bile bile izin veriyor, verdikten sonra da denetleme gereği duymuyor.
“Başımıza taş yağacak” derlerdi, işte yağıyor ama sen söyle, günahımız neydi ya
rabbim!
Ormana ve baraja taş ocağı
En son Elmadağlılar
ayağa kalkmış. Bugün Şevket Yaman arkadaşımızın haberinde okuyacaksınız;
ağaçlandırılmış, ormana dönüşmüş bir arazinin, nasıl taş ocağına dönüştürülmeye
çalışıldığını. Taş ocağı yapılmak istenen yer, aynı zamanda Elmadağlılar’ın en
yoğun olarak kullandığı mesire alanı. Üstelik Türkiye'nin en büyük yeraltı
barajı olan Kargalı Barajı'nın, kuş uçuşu 300 metre yakınında. Oysa
TÜBİTAK raporlarına göre taş ocaklarının, su kaynaklarına 5 kilometre uzak olması
gerekiyor. Suyun ve ormanın katledilmesi göze alındığına göre, memlekette yer de
taş da bitmiş demek.
Kutludüğün Köyü ders olmamış
Sık sık Milliyet
Ankara Gazetesi’nde okuyorsunuz; taş ocaklarıyla ilgili yapılan şikayetleri ya
da eylemleri. Hemen aklınıza Mamak civarındaki Kutludüğün Köyü gelmiştir çünkü
canına tak ettiği için en çok şikayeti de eylemi de onlar yaptı bugüne kadar.
Astım, kanser gibi hastalıkların artması,
çocukların sürekli hasta olup, normal gelişmesinin gerisinde kalması,
Kutludüğünlüler’i sokağa dökmüştü. Tozu dumanı bitmediği için bitkiler,
ağaçlar, tozdan görünmüyor, o tozlu bitkiyi hayvan yiyemiyor, su kirleniyor, ne
insan ne hayvan içebiliyordu. Önlem
aldırmaya ise kimsenin dili, denetlemeye ayağı varmıyordu.
Akyurt ve Gölbaşı’nda durum
Çok var ama yakın
zamanda gördüğüm bir iki örnek daha aklıma geliyor; Akyurt’un Çamköy’ü gibi.
Taş ocakları yüzünden çökme tehlikesi yaşıyor, biçerdöverler, tarlalara girmeyi
reddediyordu. Ya da Gölbaşı’nda andezit (Ankara taşı)ocakları gibi. Sukesen
Deresi yoluyla Mogan Gölü’nün dibini doldurmuş, dere de göl de insanlar da “imdat” sesini duyuramıyordu. Ankara’nın
çok acı bir anısıdır; Dikmen ya da Oran’ın sırtını dayadığı Çal Dağı var ya, o
tepede kalan son alıç ağacına kıyan da yine bir taş ocağıdır. Ocaktan fışkıran taş
kalplilik!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder