27 Aralık 2015 Pazar

DAHA SOĞUK 27 ARALIKLAR



25.12.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi


Heyet-i Temsiliye üyesi Mazhar Müfit anlatıyor: “Hava güneşli idi fakat kuru bir soğuk, şiddetle ortalığı donduruyordu. Mus­tafa Kemal Paşa, orada dizilmiş olan kız talebelerin üşüdüklerini düşünerek, çocukların gitmelerini Vali Yahya Galip Bey’e söyledi. Yahya Galip Bey, “Yal­nız çocuklar değil, biz de donduk” diyerek hatibe (hariciye memurla­rından Fahrettin Bey’e) “Bey birader, biraz kısa kes, titriyoruz” dedi. Hatip bey de heyecandan zaten nutkun ilerisini getiremeyerek kesmeğe mecbur oldu.”

2 bin yıl sonra
27 Aralık 1919 günü, Mustafa Kemal ve arkadaşları Ankara’ya gelmiş, daha sonra Birinci Meclis, sonra Halk Fırkası Genel Merkezi, şimdi Kurtuluş Savaşı Müzesi olan o zamanki İttihat ve Terakki Cemiyeti kulüp binası önündeler. ‘Hoş geldin’ konuşmaları yapılıyor. Tam da bugünlerde Ankara’nın en soğuk ayazını yaşarken belki daha iyi anlayabiliriz, Vali Vekili Yahya Galip Bey nutuğunu atmış ancak Fahrettin Bey’i dinlemeye tahammül yok. Hareket lazım millete, o yüzden soğuk batıyor.

Bu güneşli ama çelikten ayazında geldiler Ankara’ya. 2 bin yıl önce Roma İmparatorluğu’nun 100 bin nüfuslu şehri ki “200 bindi" diyenler de var, 2 bin yıl sonra 20 binlere düşmüş, kerpiç, toz toprak bir kasaba haline gelmişti. Köyleriyle beraber, yaklaşık 85 bini zor buluyordu toplam nüfus. 1917 yangınından sonra cazibeli mahallelerini de kaybetmiş, ilk görenin aklının ucundan geçmiyordu burada yeni bir devlet kurulacağı.
Haymana Kuvayı Milliyesi, Ankara dışında Mustafa Kemal ve arkadaşlarını bekliyor-27 Aralık 1919

7 ayda umutlar yeşerdi
19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan Milli Mücadele, Amasya, Erzurum ve Sivas’tan sonra Ankara’ya geliyordu. 18 Aralık 1919’da Sivas’tan yola çıkılmış, 9 günlük seyahatin 7 günü yolda geçmişti. Ankara’ya kadar yeni devletin kaba kesimleri yapılıyor, dikimi ve nakışları için, aslında Sivas’tayken Ankara kararlaştırılıyordu.

Gölbaşı’ndan başladı; Ankara’daki 20.Kolordu’nun Komutanı Ali Fuat Paşa ve Vali Vekili Yahya Galip Bey, Eymir Gölü’ne kadar gelmişti karşılama için. “3’ü 10 geçe Kızılyokuş’tan (Dikmen sırtları) iniyorduk” diyor Mazhar Müfit. Yaklaşık 7 ay içinde yapılanlar halkın umudunu yeşertmiş, yol kenarlarına köylerden kasabalardan onbinlerce Ankaralı yığılmış, “Yaşa.. yaşa” nidalarıyla karşılıyordu heyeti. 700 yaya, 3 bin kadar atlı seymen, kıyafetini kılıcını kuşanmış, selamlıyor, zeybekler dönüyordu. 200-250 yılın birikmiş kasveti boşalıyordu o nidalarda ve bayrama denk bir sevinçle dizlerini kırıyordu seymenler.

Kızılca Gün’dü 27 Aralık; umudun yeşerdiği, karanlığın aydınlığa döndüğü gün.

Soğuktu, ayazdı ancak Eymir’den Taşhan’a(Ulus) kadar başka bir iklimdi. Koca bir millet, unuttuğu iki duyguyu hatırlıyordu; umut ve sevinç.

Onu yaşatanların arkasında durdu, soğuğa, sıcağa, açlığa dayandı, malını, canını önüne koydu, dünyanın süper güçlerine kafa tuttular. Doğum sancısına katlandı, Türkiye Cumhuriyeti devletini doğurdular.

Buz gibi geçiyor
Ancak artık 27 Aralıklar, Ankara ayazından daha soğuk geçiyor. Devleti de yöneticileri de Ankaralılar da yok Kızılca Gün’de. Üst makamlar hiç yok, kamu kurumları vekil seviyesinde katılıyor, siyasi partiler, vekil bile göndermiyor törenlere. Kendi arzusuyla gelen vekiller oluyor, o da tek tük. Yasak savıyoruz.

Unutuyoruz... Çocuklarımız, hiç bilmiyor bir milleti böyle ayağa kaldırmanın ne demek olduğunu. Ceza gibi ezbere zorlandıkları tarihlerinden soğuyorlar. Islanıyor, üşüyorlar, bilmek de istemiyorlar eziyet gibi bayramlarını, törenlerini. Vefasızlığın destanını, bir de 27 Aralıklar’da yazıyoruz. Sahibinin sahip çıkmadığı insansız bayramlar, buz gibi geçiyor.

Hiç yorum yok: