23.01.2018 Milliyet - Ankara Gazetesi
Nazik
adıyla ‘neoliberalizm’, kaba adıyla
‘vahşi kapitalizm’ diyoruz. Daha da
kabalaşırsak ‘altta kalanın canı çıksın sistemi’ demek mümkün. ‘Küreselleşmecilik’le semiren bu siyasi
sistem biçimi, gerçekten de bir virüs gibi gelişmiş- gelişmemiş ülke ayırt
etmeksizin tüm dünyaya bulaşmış vaziyette.
Parayı
bütün insani ilkelerin üzerine koyuyor, ekonomiyi toplumun elinden alıyor,
devletleri küçültüyor ve dünyayı, idare iddiasındaki bir nevi derebeylerinin
kontrolüne veriyor. Milyarlarca insanı önce yoksullaştırıyor, sonra hiç
iyileştirmeyen reçetelerle sözde kurtarmaya çalışıyor, hatta bağ bağışlar gibi sadakalarla
bir de ‘iyiliksever’ gösteriyor kendini.
İnsanı ilkelleştiriyor
Her
ne kadar 1929’da Amerika’daki büyük ekonomik krizden sonra geliştiği söylense
de hazırlık süreci daha gerilere gidiyor aslında. O bunalım, bahanesiydi belki
de hazırlanan sisteme geçişin. Neoliberalizmi, binlerce yıl önce uygulanan krallık,
derebeylik yönetim biçiminin nazik kavramlara büründürülerek güncellenmiş hali diye
tanımlamak mümkündür. ‘Neo’ yani ‘yeni’ denenin içinde, temel uygulamalar
açısından değişen pek bir şey yok çünkü.
50
yıl önce yönetimlere hakim olmaya başlayan, son 30 yılda freni boşalan bu
siyasi sistem, şimdi yaşamıyla beraber insanı dönüştürüyor, bilgi ve
teknolojinin en kolay ulaşılabilir olduğu çağda, onu ilkelleştiriyor. En başa,
içgüdüleriyle davranan insana ilerliyoruz gerisin geriye.
Bu da mı insani değil?
Kütüphanelere
sığmayan bir siyasi kuramı, hayli eksiğiyle bu kadarcık özetlemiş olalım. İnsanın
sürekli gerilim ve geçmişe özlem içinde yaşaması, değersizleşmesi, sermaye ve teknolojinin
bu kadar geliştiği bir çağda çok garip. Kargaşanın düzeninden medet umuluyor
hala. Bu çağ da mı insani değil yoksa?
Kentleşen kimmiş
Geçtiğimiz
20 Ocak Cumartesi, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde 4 oturumdan oluşan bir açık
oturumlar dizisi vardı. Konu; ‘Ankara’da
Gökçek Dönemi–1994-2017’. Kayıtlar iyi tutulmuş, bir bir sıralandı
yanlışlıklar. Şehirciliğe, şehir plancılığına, mimariye aykırı uygulamalar
döküldü. Tarihi doku ve mahalle dokusunda yapılan tahribatlar, görsel
malzemeler eşliğinde sergilendi. Kıyaslamalar yapıldı, daha bozulduk şikayet
ettiğimizi bile kaybetmekten.
Her
konuşmacı başka bir pencere açtı, her açılan pencereden şehirli adına karanlık,
rant adına günlük güneşlik bir manzara çıktı.
1980’den
sonra yerel idarelerin güçlenişi ama bunun olumsuz anlamda gelişmesi anlatıldı
örneklerle.
Tüm
dünyada moda büyük alışveriş merkezleri, rezidans, site, ofis arasına
sıkıştırılmış yeşilden kopuk yaşamların amacı açıklandı.
Şehirlinin
geleceğe nasıl borçlandırıldığı, imar hatalarıyla kentliliğin nasıl yok
edildiği, kamu idaresi ve ona saygının nasıl bitirildiği, hem örnek hem rakamlarla
sıralandı.
‘Ekmek ve sirk’ idare biçimi olarak
tanımlayan da oldu; iş alanı açılacağına yüzbinlerce kişiye yapılan yardımlar
ve bir sürü eksiği dururken en son Ankapark’la zirveye ulaşan eğlence yatırımları
anımsatılarak.
Sonuçta
gördük ki boşa şikayet ediyor, talepler ve önerilerde bulunuyormuşuz, konu
bizimle pek ilgili değilmiş; buna ‘sermaye
tabakasının kentleşmesi’ deniyormuş!
Onca temel altyapı ve ulaşım sorunu dururken başkentin sırtına maliyetiyle yüklenen Ankapark, ekmek-sirk politikasının zirve ürünü müydü? 2 katrilyonluk maliyeti şehirlinin ödeyeceği.. |
Zamanımızın fethi
“Aman
altyapı.. toplu taşıma.. trafik yaya önceliklidir araba değil.. kentsel dönüşüm
mahalleyi bozmasın.. tarihi dokuya dikkat; Hacı Bayram’ın bile semtini
tanıyamaz hale getirmek, 2 bin yıllık Bizans duvarını yıkıp yenisini yapmak..
kentliliğin tutkalı kamusal alanları, meydanları kaybetmeyelim.. yahu
uzmanları, vatandaşları da dinleyin.. yaşanabilir şehirleri yapan nasıl
yapıyor..” diye saçımızı başımızı yolduğumuzla kalıyormuşuz.
Siyasi
değerlendirmenin yapıldığı son açık oturumda, tam oturduk oturduğumuzun
üzerine. Neoliberalizm denen vahşi kapitalizm, meğer mekanımızı fethetmiş, zamanımızı
fethetmeye başlamış. O yüzden bilgiye en kolay ulaşılır teknoloji çağında zaman
darlığı çekiyor, yetişemiyormuşuz her şeye. Yetişemez hale getiriliyor, kendi
derdimizden burnumuzun dibini göremez oluyormuşuz.
Şehrin başkanı, ödüllü ve yerli mimari eseri İller Bankası'nın yıkılışını kutluyor sabahın 3'ünde |
Neoliberalizme göre normal
Geçim
derdi, şehirde yaşama mücadelesi verirken kamu idaresini denetleyecek zamanı da
takati de kalmıyormuş insanın. Hazreti neoliberalizm de zaten, ‘Ben yaptım oldu-Ben her şeyi yaparım’
zihniyetini seviyormuş idareci olarak. Bize aykırıymış gibi gelen, neoliberalizme
normalmiş yani. Yurttaşa fazla gerek olmayan bir sistem velhasıl. Kenti
savunanları da ‘arpası bol seçkinler’
olarak yaftaladınız mı işlem tamammış!
Anlatılanlardan
yola çıkarak şimdi fevkalade zorlanacağınız kazık soruyu soruyoruz işte: 23
buçuk yıl belediye başkanlığı yapan Melih Gökçek mi neoliberalizmi,
neoliberalizm mi Melih Gökçek’i kullanmıştır? Bu çetin sorunun yanıtıyla
yapacağımız muhakeme, en kötü ihtimalle yaşadıklarımızı tanımlamaya
yarayacaktır.
1 yorum:
Ulaşım ana planından bir ses var mı? O KONULARI DA YAZ ABİCİM BİRAZ.
Yorum Gönder