Bu yıl, son anda güzel bir kar yağışı yakaladık. Bitkiler, çok sever. Bazıları, hastasıdır. Hele ince yapraklı, çam türü ağaçlar. Dibine dibine, serin serin yağmışsa o yıl, sıçraya sıçraya büyürler. Bir haftadır da yağmur, bereket oldu yağıyor Ankara’ya. Damlasına muhtaç bozkıra düşen her damla, küskün toprağın asık suratını gülümsetiyor. Fazladan düşen her damla, toprağın altında, belkide onlarca yıldır bekleyen tohumlara can oluyor. Minnetlerini, yeryüzüne çıkarak çiçeklerini açıp, yeşil eteklerini savurarak gösterir bitkiler. Yeşeren her türlü bitki, çıplak toprağın koruyucusu olarak doğar.
Bitki olmazsa
Toprağın üzerinde hangi bitkinin olduğu değil, bir bitki örtüsünün olması önemlidir. O bitki örtüsü toprağı tutar, verimli kısmının rüzgarlarla fırtınalarla savrulmasını önler. Verimli tabakası savrulan toprak, çorak kalır, çölleşir. Üzerinde bitki tutamaz. Bitki tutamayan toprak, ne oksijen üretir ne havamızı temizler ne de karnımızı doyurur. Orası artık toprak değil, yeryüzündeki cehennemdir.
Korumalı toprağı
1 santimetrelik verimli yani humuslu toprağın oluşması için 100 ile 400 yıl arası beklememiz gerekiyor. Ekilebilir verimli toprak içinse 3 binle 12 bin yıl arası bir zamana ihtiyacımız var. ‘Toprak’ deyip, geçebilir misiniz bakalım! Bir fabrikayı 6 ayda, koca bir siteyi 1 yılda dikebiliyoruz artık yeni teknolojiyle. Ancak bu sürede verimli toprak yapmaya dünyanın sermayesi yetmez. Olan toprağı, niye korumamız gerektiğini uzatmaya gerek kalmadı herhalde.
Bozkırın şenliği
Ankara gibi karasal iklimli bölgeler, az yağış alır. Az yağış, cimri, hızlı büyüyemeyen ve yayılamayan bitkiler demektir. Toprağı tutmaktan çok, cılız bedenlerini yaşatmaya çalışırlar. Ağaçları, güdük kalır. Her düşen kar tanesi ya da yağmur damlasını, kendine saklar, pintice tüketirler. O taneler ve damlalarda, çeşme ve kuyu sularımızda olmayan zengin mineraller vardır. 10 dakikalık yağmurdan alacakları mineralleri, 15 gün çeşme suyuyla sulasanız veremezsiniz. Yağmur, kar, şenliklerin büyüğüdür bozkır için.
Yeşeremeyen Çiftlik
Ankara’nın içinde, çevresinde, gözüm çıplak topraklara takılır. Birkaç metrekare de olabilir, göz alabildiğine bir arazi de. Ağaçlandırmakta, yeşillendirmekte niye gecikildiğine yanarım. Kurulduğu zamandan daha az ağaca sahip Atatürk Orman Çiftliği’ne üzülürüm. Göstermelik kavaklarla çevrili boş topraklar, İstanbul Yolu, Eskişehir Yolu boyunca içimi acıtır. 70 yıl sonra, hala çoraktır Çiftliğin çoğu. Yapan, zamanında nasıl yapmış be kardeşim? Şimdi Ankara’nın, Belgrad Ormanları’nı soluyor olmalıydık. Aman hiç girmeyeyim, çok dertliyim Çiftlik’ten!
Yeşil bereketi çağırır
Güzel yağıyor bu yıl Ankara’ya. Bizim Batıkent’te, Botanik Durağı var. Yakınında, üzerinden yüksek gerilim hattı geçen uzun ve boş bir arazi. 18 yıl sonra, ilk kez yeşillendiğini gördüm bu çorak arazinin. Patladı yeşilleri bu yıl. Meğer yıllardır, neler saklıyormuş toprak ana bağrında. Tanıştığıma memnun oldum!
Güzel yağıyor Ankara’ya bu yıl. Ağaçmışım da köklerime süzülüyor sanki bereket. Onlarca yıl sonra topraktan uzanıp, güneşle tanışan bir ayrık otuyum. Ayrık ta olsa yeşilim, toprağın bekçisiyim. Ayrık ta olsa Ankara’ya soluğum. Unutmayın; yeşil, bereketi çağırır. Yağış yüklü bulutları, en istekli davetlerle misafir eder. Yeşil bereketi, bereket yeşili çoğaltır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder