Şekersiz. Ciyk ciyk çiğnedikçe çeneyi yoruyor. Döndü dolaştı Ankara Amblemi, ağızlara çiklet oldu yine. Karşımızda, çiklet çiğnemekten konuşamayan iki kişiyi izler gibiyiz; kısır bir çene faaliyetiyle oynayan ağızlar. Çiklet bile çok çiğneyince çürür ancak 16 yıldır çiğniyoruz biz bu çikleti. Başladık yine çiğnemeye.
Simgesini süzemeyen kent
Daha eski tarihlerde yerleşim olmasına karşın, bilinen haliyle 2 bin 500 yıllık bir kent geçmişi olduğunu söyleyebiliriz Ankara için. Bazen büyüyen, bazen küçülen sonra yine büyüyen, yine küçülen zorlu ve dalgalı bir seyir izlemiştir günümüze kadar. Bunca zaman ve yaşadığı süreçler içinden kendi simgesini süzemeyen bir kent, olsa olsa kişiliksiz bir kenttir. Öne çıkaracağı bir marifeti, ürünü, başarısı yok demektir. 2 bin 500 yıl sonra, simge arıyor olur muydu yoksa?
Ne olabilir ortak simge?
Çiklet çiğnemek yerine, ortak bir simge aramayı deneyelim: Tartışmayı bitirecek, güncel gelişme ve siyasetten uzak, herkesi tatmin edecek simge ne olabilir acaba? Hani üzümü var, armudu, vişnesi var desek yok artık. Balı var, ağzı tatlandırır, enerji verir; özgün Ankara balı kalmadı. Kedisi var, tavşanı var, keçisi var; numunelik kaldılar. Kocatepe? Ayasofya, Süleymaniye, Selimiye Camileri’ne ayıp. Atakule? Uzaktan görünen bir kule ama ilgi görmedi. Dibindeki çarşıda, açık dükkan kalmadı. İlgi görmeyen şey, simge olur mu?
Anıtkabir’den olur mu? Hala Ankara’nın, en çok ziyaretçi toplayan, ilgi gören tek yeridir. Ancak Ankara’nın simgelerinden biri olarak kalmalıdır. Bugün yaşandığı gibi yarın da siyasi ve toplumsal çekişmeler yaşanacak. Dünyanın, memleketin çekiştirdiği yetmiyormuş gibi bir de yattığı kentin çekiştirmesine bahane hazırlamamak lazım. Bari Ankaralı rahat bıraksın ebedi uykusunda büyük önderi.
Yegane simge
Ne kaldı geriye? Hiç aklınızın ucundan geçmeyecek, bakıp, görmediğimiz, görüp, bilmediğiniz bir seçenek kaldı. 2 bin 500 yıllık tarihi boyunca krallıkların, imparatorlukların yıkılışına, devletlerin kuruluşuna, nesillerin tükenişine, türlerin kayboluşuna şahitlik etmiş ama bütün hırpalamaya karşın kendisi kalmış bir abide; Ankara Kalesi! Çok mu şaşırdınız? Ben de Ankara Kalesi dururken bir simge kavgasına taraf olmaya zorlanışımıza şaşırıyorum. Tartışmayı bitirecek, yegane simgedir. En iyi ürünüdür Ankara’nın. Üstelik yakında yeniden parlamaya hazırlanırken…
Hitit Güneş Kursu, bakarken büyülenircesine etkilendiğim bir eserdir. Çok özgün ve çözülememiş bir derinliği var. Ancak arkeolojik araştırmalar ilerledikçe Ankara’yla Hitit Uygarlığı’nın bağı neredeyse kopmuştur. Tamamen Çorumlu’dur artık Hitit Güneşi. Büyükşehir Belediyesi’nin önerdiği simge ise hem güncel kaygılarla sınırlı hem de bir simge için oldukça karışık. Simgeler, hiyeroglifle yazılmış metinlere benzememeli; basit, kolay anlaşılır olmalıdır. Kendini Ankara’ya adayan dernek ya da kurumların, simge olarak ilk aklına Ankara Kalesi boşuna gelmiyor.
Bir öneri daha
Eğer güncel gelişmeler ve siyasetin etkisiyle değişecekse Ankara’nın amblemi, bir önerim daha var: 1946’lardan bu yana ülkedeki çekişmeye, 1980’den sonra bir de kendi içindeki çekişmeyi katan Ankara’nın, yeni simgesi keçi olmalıdır; tiftik keçisi. Nesli tükenmekte olan bir türe de dikkat çekilmiş olur!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder