Birkaç gündür İstanbul’dayım. 12 yıl Ankara’dan sonra 14 yıl yaşadım içinde. Son 2 yıldır yine Ankara’dayım ama sık aralıklarla gidip gelmeye devam ediyorum. Misafir olarak gidip, gelmeye başladıkça olanı ve değişenleri daha iyi kıyaslayabildiğimi fark ettim. Göze ve akla aykırı şeyleri, içinde yaşarken nasıl kanıksamış olduğumu, mantıksızlığı nasıl kabullendiğimi. Medeniyetin kötü huyları, tüketen toplumun acımasız iştahı, doğa harikası bir kenti, göz göre göre yutuyor. İstanbul’da yaşamak başlı başına uğraş, bir iş kadar zaman çalıyor günlük yaşamdan. Kanıksadıkça içinden çıkılmazlığı büyütüyor, kimse de frene basmaya niyetli görünmüyor.
İstanbul manzarası
Trafik, altyapı düşünmeden dikin dikin dikiyorlar gökdelenleri. Üstü yapıp, altını sonraya bırakıyorlar. Sanayi, gelişigüzel, beğendiği yere yerleşiyor. Dere yatakları dahil. Hatta dere yatağında üniversiteler bile var. Yeşile aman vermiyor girişimci ve en uyanık ruhlar. Kanser hücresi gibi yayılarak ormanları küçültüyor, su havzalarına mahalle kuruyorlar. 10 metreye 20 metre, birkaç ağaç ve çalıdan oluşan park vardı bildiğim. Süper zeka bir şahsiyet, oncacık araziye lunapark sığdırmış, biri de ona izin vermiş. O parkta oynayan, toprağa dokunan çocukların doğayla bağı, bindikleri oyuncak trende kopmuş. Ana yol çevresinde, arabaların dumanını emecek yeşilliklere, bina dikiliyor artık. Yeşil, vahşice kentin dışına kovuluyor.
Ulaşım deseniz… Önlemler, hep talebin çok gerisinden geliyor. Eskiden bir yol kapanmışsa yan yollardan kaçabilirdiniz, şimdi kaçılabilecek yan yollar da tıkanıyor. Metrosu, tramvayları tıkabasa doluyor. Bir keresinde dolu geldiği için, 2 sonraki tramvaya binebilmiştim Eminönü’nden. Her türlü toplu ulaşım aracı tıkabasa, yıllardır hiç azalmaksızın artıyor kalabalık. Özel aracı olan, normal günde, 6 kilometreyi 3 buçuk saatte gidebiliyor. Kadıköy sahilinde, balonun orada otopark var. Oradan postaneye 55 dakikada varmıştık geçen gelişimde. Arası, kuş uçuşu, 50 metredir!
Saymakla bitiremem eksiklerini, değerlendiremediği değerlerini. Dünyanın en güzel kenti bana göre İstanbul ama onu, çirkinleştirme yarışındayız sanki. “Binayla zina artınca kıyamet koparmış” derdi rahmetli babannem. Zinasını bilmem, binasını biliyorum. Kıyameti kopmuş çok semti var.
Planlı yürüyelim
Ankara’da niye İstanbul anlatıyorum? Plansızlığın şaheserine dönüşmek üzere olduğu için. Planlı yürümek için ders çıkartalım diye. Arazi ve bina rantına kapılıp, sanayi yatırımlarımızı, yeşil alanlarımızı katletmeyelim diye. Arazi ve bina rantı, İstanbul sanayisinin hayallerini ve üretimlerini küçültmüştür. Uymayalım, İstanbul’a bakıp, ne yapmayacağımızı görelim diye anlatıyorum. İstanbul, tarihi eserleri ve boğazıyla bir süre daha kendini kollayabilir ama bizim ne boğazımız var ne de tarihi birikimimiz yeterli ilgiyi görüyor. Sanayi, turizm, eğitim, sağlık, yeşil… Hepsini, küçük, büyük demeden mutlaka bir plan dahilinde geliştirmeliyiz. İstanbul’dan alacaksak her şeye rağmen süren kent dayanışmasını almalıyız. Ağzı salyalı rant canavarına vermeyelim Ankara’yı.
İstanbul’a dönüşünü seviyordu ya Ankara’nın, kimin aklına gelirdi Yahya Kemal’in lafı tersine dönecek? Bir boğazını, bir de Ankara’ya dönüşünü sever oldum ya ben İstanbul’un!
İstanbul manzarası
Trafik, altyapı düşünmeden dikin dikin dikiyorlar gökdelenleri. Üstü yapıp, altını sonraya bırakıyorlar. Sanayi, gelişigüzel, beğendiği yere yerleşiyor. Dere yatakları dahil. Hatta dere yatağında üniversiteler bile var. Yeşile aman vermiyor girişimci ve en uyanık ruhlar. Kanser hücresi gibi yayılarak ormanları küçültüyor, su havzalarına mahalle kuruyorlar. 10 metreye 20 metre, birkaç ağaç ve çalıdan oluşan park vardı bildiğim. Süper zeka bir şahsiyet, oncacık araziye lunapark sığdırmış, biri de ona izin vermiş. O parkta oynayan, toprağa dokunan çocukların doğayla bağı, bindikleri oyuncak trende kopmuş. Ana yol çevresinde, arabaların dumanını emecek yeşilliklere, bina dikiliyor artık. Yeşil, vahşice kentin dışına kovuluyor.
Ulaşım deseniz… Önlemler, hep talebin çok gerisinden geliyor. Eskiden bir yol kapanmışsa yan yollardan kaçabilirdiniz, şimdi kaçılabilecek yan yollar da tıkanıyor. Metrosu, tramvayları tıkabasa doluyor. Bir keresinde dolu geldiği için, 2 sonraki tramvaya binebilmiştim Eminönü’nden. Her türlü toplu ulaşım aracı tıkabasa, yıllardır hiç azalmaksızın artıyor kalabalık. Özel aracı olan, normal günde, 6 kilometreyi 3 buçuk saatte gidebiliyor. Kadıköy sahilinde, balonun orada otopark var. Oradan postaneye 55 dakikada varmıştık geçen gelişimde. Arası, kuş uçuşu, 50 metredir!
Saymakla bitiremem eksiklerini, değerlendiremediği değerlerini. Dünyanın en güzel kenti bana göre İstanbul ama onu, çirkinleştirme yarışındayız sanki. “Binayla zina artınca kıyamet koparmış” derdi rahmetli babannem. Zinasını bilmem, binasını biliyorum. Kıyameti kopmuş çok semti var.
Planlı yürüyelim
Ankara’da niye İstanbul anlatıyorum? Plansızlığın şaheserine dönüşmek üzere olduğu için. Planlı yürümek için ders çıkartalım diye. Arazi ve bina rantına kapılıp, sanayi yatırımlarımızı, yeşil alanlarımızı katletmeyelim diye. Arazi ve bina rantı, İstanbul sanayisinin hayallerini ve üretimlerini küçültmüştür. Uymayalım, İstanbul’a bakıp, ne yapmayacağımızı görelim diye anlatıyorum. İstanbul, tarihi eserleri ve boğazıyla bir süre daha kendini kollayabilir ama bizim ne boğazımız var ne de tarihi birikimimiz yeterli ilgiyi görüyor. Sanayi, turizm, eğitim, sağlık, yeşil… Hepsini, küçük, büyük demeden mutlaka bir plan dahilinde geliştirmeliyiz. İstanbul’dan alacaksak her şeye rağmen süren kent dayanışmasını almalıyız. Ağzı salyalı rant canavarına vermeyelim Ankara’yı.
İstanbul’a dönüşünü seviyordu ya Ankara’nın, kimin aklına gelirdi Yahya Kemal’in lafı tersine dönecek? Bir boğazını, bir de Ankara’ya dönüşünü sever oldum ya ben İstanbul’un!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder