04.12.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi
Kültürü, sıvıya
benzetirler. Akışkandır. Bazen ısınır genleşir bazen soğur büzülür.
Sıkıştırılamaz. Kabı, insandır. Kap temizse
bir başkasına, duruluğu, berraklığı, pırıltısıyla akar. Değilse kiri, çamuru, tortusuyla diğerini
de kirletir. Kirli kabın bulanık kültüründen, arı düşünceler, kendine güvenli
tavırlar türemez. Belirsizliğin, bir başka adıdır bulanıklık. Eğriyle doğru,
ayırt edilemez. Bir milletin amacı, davası, yönü şaşar. Şaşacağı kadar şaşmış,
uzmanlarını dinleyince yürekleri dağlıyor kirli kapların pervasızlığı.
Kirlilik zorla bilincimize sokuluyor
24 Kasım’da, Ankara
Kulübü’nün düzenlediği ‘Geçmişten
Günümüze Ankara Halk Müziği Sempozyumu’ 14 uzmanın, her biri tokat
kıvamında bilgi ve değerlendirmeleriyle aklımızı alan sunumlarına sahne oldu. Sabahtan
akşama kadar kültürel bulanıklığın, kesif kirliliğin kitabı yazıldı adeta. Yozluk kültür, yozlaştıran sanatçı olmuş. Piyasası
da hiçbir değer gözetmeden mikroplu mayiyi pazarlamaya gönüllü olmuş. Bünye zehirlenmiş,
bilinç bulanık. Bu değerli teşhisler, inşallah kitaplıkların raflarıyla da buluşup,
tedaviye yol gösterecek.
Adının başına
‘Ankaralı’ sıfatını koyup, Ankara türkülerini, sözüyle müziğiyle oyunuyla bize
göründüğünden de derin köklerden baltalıyormuş sanatçı kişiler ve onun
piyasası. Milleti de bu kökten bozulmayı, alkışlarla izliyormuş. Kaba
cinsellik, kaba argo, hatta birbirini tutmayan belirsiz dizeler, Ankara’nın
kültürü olmuş. Tüm ülkede olduğu gibi. Kirli kültür, kendi ürettiği yetmiyormuş
gibi, yüzlerce yıllık türkülere, geleneklere de bulaşıp, kirletmekten bir
saniye utanç duymuyor. “Milletin öz malı
olan bu eserler, çıkar için böyle hoyratça kullanılamaz” diye yükseliyor
bir konuşmacının isyan çığlığı. Ancak en çok kirleteni, daha da meşhur edilerek
gece gündüz zorla gözümüze, oradan bilincimize sokuluyor.
3 örnekle dönüşüm
Birbirinden değerli
uzmanların verdiği, bilgiler, görüşler arasından seçim yapmak çok zor. Ancak üç
tanesine, fikir vermesi için değinmek istiyorum:
Örneğin ‘meclis’, ‘muhabbet’,
‘cümbüş’, ‘oturak’, ‘ferfene’, ‘irfaniye’, ‘cem’ diye adlar alan sazlı sözlü
pek çok toplantı düzeni vardır. En büyüğü, en büyük oda kadardır. Yüzyüze
bakarak çalınır söylenir, kaynaşma olur. Çoğu, kadınlı erkekli toplantılardır.
Kuşaklararası uzaklık, bu toplantılarda kapatılır. Oysa bugün, herkesin tek bir
yöne, sahneye baktığı konser salonlarında, tanışmadan, kaynaşmadan sazları
sözleri dinliyor, bitince de salonu paylaştığımız ama hiçbir yakınlık
kurmadığımız insanlardan ayrılıyoruz.
Bir başka köklü
dönüşüm, usta-çırak ilişkisinde kendini gösteriyor. Bu ilişkiye ‘bitti’ gözüyle
bakılıyor artık. Usta, ömrünü o işe vermiş, başka bir şeyle ilgilenmemiş
kişidir. Kendi işinin inceliklerini çözmek, geliştirmekle geçirmiştir her
gününü. Bir dönüşüm olacaksa eğer, en uygun zaman ve biçimde ustalar yapabilir
o uyarlamayı. Sonra birikimini, çırağına aktarır. Yukarıda değindiğimiz
yozluk, çırak olmadan usta da olamayanların yarattığı bulanıklıktır biraz da.
Derine inen darbeler
Etkileyici
düşüncelerden biri de mekan ve müzik ilişkisi üzerine olandı. Kentin ve müziğin, ayrı ayrı
kendi ritimleri olduğunu öğrendik. Bu ritimler, bildiğiniz şekillerle kağıt
üzerinde gösterilebiliyor. İnişli çıkışlı grafikten, kentin gelişimini ve
müziğinizin kaderini anlayabiliyorsunuz. Kültür radarı gibi; yeri, durumu
saptayabiliyorsunuz. Örneğin, ahşap binadan ses dışarı sızabiliyor, beton
binadan sızmıyor. Sokağa inemeyen ritim, kentin ritmiyle buluşamıyor. Bu
ritimler örtüşmezse o kentin müziği, taşıdığı kültür yok oluyor. Tüylerim diken
diken oldu yozlaşan müziğimizi düşününce. Balta, derinden vuruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder