Yine mahcup olduk.
Yine hoşça vaktin çoğunu, açıklamalarla geçirdik. Çok sık hatta hep mahcup
oluyoruz Ankara Kalesi’nde. Kale ve çevresi, bir türlü ciddiyetle
toparlanamadığı için ona sahip çıkmak isteyenler, hep mahcup oluyor. Dünyanın,
içinde hala yaşamın sürdüğü en güzel birkaç kalesinden biri olan Ankara Kale’siyle
övünemiyor, üstüne mahcup oluyoruz. Kapısına, “Turistler Kale’ye Giremez” diye yazsak yerdir. Ya da Ulus’la Samanpazarı girişindeki
yön tabelalarını, “Hüsran Kale’si”
diye değiştirebiliriz.
Ulucanlar’da karmaşık duygular
Haftasonu, şehir
dışından misafirlerimiz vardı. Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni merak ediyorlarmış,
önce orayı gezdik. Hem bizim konuklarımız hem diğer ziyaretçilerin ağzından sık
sık “Çok kötü oldum” cümlesi yansıdı
kulağımıza. Bu müzenin eski salaşlığı daha fazla korunmalıydı ancak yine de her
gezen üzerinde derin etkiler bırakmayı başarıyor bu haliyle bile. Yaşananlara
üzüldü, müzedense memnun ayrıldı konuklarımız. Hemen mutlaka kimleri
getireceklerini saymaya başladılar çıkışta. Yüzümüzün akıyla çıktık gezinin bu
kısmından.
Hoplamalı zıplamalı yollar
Ankara Kalesi’ne
yöneldik. Çok şikayetçiyiz ama Kale ve çevresine, uzun yıllardır uğramamış ya
da hiç görmemiş konuklarımız olursa mutlaka görsünler istiyoruz. Samanpazarı
girişinde kötü bir karşılama oldu; girişten kilitlendi trafik. Yollar,
kazılmış, kaba toprağı yine üzerine atılarak kapatılmış, lunapark gibi,
hoplamalı zıplamalı. Ankara’nın göbeği en turistik yerine, yarı şehir yarı köy
yolu olmuş. Geçmişi unutmayalım diye
herhalde. Köyle kentin farkını, ilk yağmurda, aynı anda kıyaslamak mümkün
olacak.
Kale kapısında
indik, bu çift karakterli yollardan sokaklara daldık. Seke seke sek sek oynar
gibi, atletik kabiliyetimiz ölçüsünde gezmeye koyulduk. Sokaklar kalabalık, kafeler,
bazı lokantalar doluydu. Helal olsun. Belediye, hepsine teşekkür etmeli, birer
plaketle ödüllendirmeli azim ve sabırlarından dolayı. Daha kötü günler için teşvik
edici olur!
Duvardibi turistleri!
Daracık sokaklarda,
bunca kalabalık içinde, bizi duvar diplerinde kıstıran arabalar geçiyordu.
Ankara söyleşilerimizde anlatıyorlardı da gözümün önüne getiremiyordum. Örneğin
şimdiki Talatpaşa Bulvarı, bir at arabası geçecek genişlikteymiş. Araba gelince
duvara dizilirmiş ahali. Talatpaşa, bulvar oldu ama Kale, nedense rahatsızlık
verecek konularda tüm özgünlüğünü koruyor hala. Misafirlerimiz, özensizliğin
başsemtine katlandılar adeta.
Tuvalet yassah hemşerim!
Bir korkum daha
vardı, çok şükür oturduğumuz kafeye kadar sesleri çıkmadı o konuda. Tuvaletin
yerini soracaklar diye ödüm koptu! “Efendim
böyle tarihi bir yerin içinde ne kadar ayıp!” derim diye hazırlamıştım
kendimi. Bir başka tabelayla da bu işi çözeriz diye düşündüm; “Kale’de Tuvalete Gitmek Yasaktır!”
Üzülmeden inilmiyor eteklerine
Uzun zamandır
görmeyenler ve hiç görmeyenler, sözbirliği etmişçesine Kale’de olmaktan
duydukları memnuniyeti paylaştılar bizimle. Ankara’ya geldiklerinde akıllarına
bile gelmiyormuş Kale. Tarihi havanın içinde, dokuya uygun kafeler, dükkanlar,
lokantalar çok hoşlarına gitti. Hele manzara… Nezaketlerini bozmadan, bizim
şikayet ettiğimiz şeyleri, bize şikayet ettiler. Bir efkarlandım…
Ümitlendikçe kursağımıza diziliyor, hiç yapılmaması gereken
yapılabiliyor, bir yapılan bütün yapılanları süpürüp, savurabiliyor. Ankara’nın
sığınacak bir Kale’si var ama Hüsran Kale’si olmuş; her defasında üzülüp,
efkarlanmadan eteklerine inilmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder