29 Aralık 2014 Pazartesi

BURNUMUZU ÇİPLE UZATIYORUZ



23.12.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi


Mikroçip denen şey icat edilmemiş olsa her evin en az salonu kadar bilgisayarlarımız olacaktı. 1960’ların sonlarına doğru bir sürü transistör ve elektronik parça 5 milimetre silikon üzerine sığdırılınca devrim başladı. Şimdi oda kadar bilgisayarlardan kat be kat fazla iş yapan telefonlar taşıyoruz cebimizde.



Çip ne ki?

İlk silikon çip, 1961 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde, Minuteman Füzesi’nde kullanılmış. 2015’e girdik sayılır, yani 54 yıl önce. Mikroçip denen minik fabrikada, milimetrik yüzeyler üzerinde onbinlerce yüzbinlerce devre elemanı ve son derece karmaşık elektronik devreler, genellikle silikon benzeri yarı iletken bir malzeme üzerine yerleştiriliyor. Ve nano teknoloji sayesinde her geçen gün daha çok işlem yapabilen daha küçük çipler geliştiriliyor.



Hayatın her yanına girdi çip teknolojisi. İnsana bile takıyorlar artık. Birkaç yıla kalmaz, kılcal damarlarımızda, hastalıkların tedavisi için dolaşan zerreciklerle tanışabiliriz. Çip dersimizi, burada noktalıyoruz.



Çipsiz Türkiye’ye çip geliyor

Gelelim Türkiye’nin bu işin neresinde olduğuna. Satın almakta üstüne yok ancak üretmeye gelince hiç yoktu canımız Türkiyemiz. Gelecek tamamen bu teknoloji üzerine kuruluyor ama kim uğraşacak, başkasından aldığımız parçaları birleştirip, başkasına satıyor, buna da ihracat diyorduk. İşte tam bugün, tarihi bir güne şahitlik edeceğiz.



ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi’nin ortaklığında, Türkiye’nin ilk çip fabrikasının temeli, Bilkent Yerleşkesi’nde atılacak. Fazla geç kalmış sayılmayız, topu topu 54 yılcık sonra!



Zihniyet değişimi mi?

Bu fabrika, çip üretilen bir tezgahlar dizisinden çok, bir zihniyet değişiminin işaretidir. Sanayi üretiminde hep gerilerde koşan canımız Türkiyemiz’in, ön sıralara doğru ilerleme hamlesidir. Takip eden ülke olmaktan çıkma, takip edilenlerin arasına katılma isteğidir. Çok ama çok ihmal edilmiş üniversite-sanayi işbirliğinin, beklenen meyvesidir.

Bu fabrikayla yeni dünyaya burnumuzu uzatıyor, “Merhaba” diyoruz. Bundan sonra bütün gövdemizle o dünyanın içinde olabilmeyi umuyoruz.



Umuyoruz çünkü bu ülkede ve tabii Ankara’da, gaza ve frene aynı anda basabilmek gibi bir huyumuz var bizim. Adama “Yürü” der frene basar, “Dur” der gazı da kökleriz bir yandan. O yüzden onca siyasi ve ekonomik canlılığına karşın ‘gelişmekte olan ülke’ sınıfından çıkamaz canımız Türkiyemiz. Fırsat verilince çip de yapan, araba da uçak ta tren de yapabilecek genç beyinlerimizi, başka ülkelere kaçırırız.



Araştırma-Geliştirme işleri masraftır bizde, sanki başka türlü icat yapılabilirmiş gibi. Araştırıyor, geliştiriyor gibi yapar, devlet teşviklerini ziyan ederiz. Ölü buluşlar mezarlığıdır aynı zamanda canımız Türkiyemiz.



Manzara-i umumi ve başşehir

Başka ülkelerde, fabrika kuracak adamın altyapı, ayağına kadar getirilir. Hatta Almanya, Güney Kore gibi ülkelerde, fabrika binası bile yapılır yeter ki çalışsın diye. Bizde, devlet ya da yerel yönetimlerden bir de dayak yemediği kalır sanayicinin. Hepsini kendi yaparsa yapar. Bütün organize sanayi bölgelerimiz, kendi işini kendi görür insaflı bir yöneticiye denk gelmediyse eğer. İşte çürüdük söylemekten; en acı örnek; Malıköy organize sanayi bölgesine, 14’cü yılında, hala su götürülmemiştir mesela.



Ankara, ülkenin en iyi teknokentlerini, üniversitelerini ve Türkiye’nin yüksek teknolojili ürünler üreten fabrikalarını barındırıyor. Teknokentleri de üniversiteleri de fabrikaları da fren-gaz ikileminde kendine bir yön bulmaya çalışıyor. Ya patinaj yapıyor yerinde sayıyor ya da küçük adımlarla sadece varolmaya çalışıyorlar.


ASELSAN ve Bilkent’in çip fabrikası, iddia ettiğimiz gibi bir zihniyet değişiminin işaretiyse eğer, mevzuatta, altyapıda, uygulamada ve işbirliğinde diğer frene basan ayakları da kaldırmalıyız yerinden. Yeni fabrikamız ve muhtemel zihniyetimiz, vatana millete hayırlı olsun!

Hiç yorum yok: