29 Ocak 2014 Çarşamba

HASANOĞLAN’I GÖRMELİ

28.01.2014 Milliyet-AnkaraGazetesi

Özellikle çocuklar ve gençler görmeli. Görmeyen büyükler de görmeli ki unutulanlar hatırlansın. Üzerinde tepindiğimiz devletin harcındaki kan kadar alınterinin, azmin kıymeti bilinsin. Şimdi mutfaktan su getirmeye üşenen çocuklar yetiştiriyoruz ama bu çocuklar, çocuk halleriyle ülkenin kaderinde yeni bir sayfa açmış, paha biçilmez emekleriyle o sayfayı doldurmayı becermiş.

Yılmak yok
Köy Enstitüleri’nin çocuklarından bahsediyoruz. Kızlı erkekli omuz omuza vererek, 1940’la 1947 arasında, ülkenin önünde yepyeni bir ufuk açan 7 yıllık bir nesil. Bütün iftiralara, bütün yalanlara, bütün engellemelere karşın 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ne kadar önü kesilemeyen nesil. O nesle yönelik en büyük kıyım, bu darbeyle yapılmıştır diyebiliriz.

Önü kesilemiyor çünkü aldıkları eğitim, yaptıkları işler, mücadele üzerine, yılmak yok kitaplarında. Zorla mücadeleyi, yaşayarak, yaparak öğrenmişler.

Kendi ellerliyle okullarını, yatakhanelerini, fırınlarını, hamamlarını, işliklerini, yollarını, sinemalarını, amfitiyatrolarını yapmış, uzaklardan sularını getirmişler. Yemeklerini, ekmeklerini pişirmiş, kıyafetlerini dikmiş, yırtıklarını yamamışlar. Çatlamış eller, bu işleri yaparken bir yandan da müzik aleti çalmayı, tiyatro oyunları hazırlamayı, kütüphanenin kitaplarını yutmayı becermiş.
Enstitü yerleşkesinin köy tarafından genel görünüşü

Türkiye’nin her yanından gelen çocuklar, tek çalı olmayan araziye öyle bir yerleşke kurmuşlar ki bugünküler, çürümesini beklerken gölgesinde oturuyor dikilen ağaçların. Oturduğu gibi kıymet de bilmiyor. Yeni nesil, gölgenin sefasını sürmekten iyice rehavete düşmüş.
Uzaktaki beyaz lekeler enstitünün olduğu yer. İki kap su, oraya taşınıyor

Gelir gelmez
21 Köy Enstitüsü’nün 15’incisi Hasanoğlan. İlki 17 Nisan 1940’da kurulan Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü. Hasanoğlan, 10 Nisan 1941’de kurulmuş. İlk öğrencileri Kırklareli  Kepirtepe ve Çifteler Köy Enstitüsü’nden gelenler. Daha üçüncü gün, kendiliklerinden köy meydanında boşa akan kaynağa el atmış, üstüne şadırvan inşaatına girişmişler. Sonrasında, gelenek olduğu üzere, her enstitüden öğrenciler takımlar halinde gelip, bir eksiğini tamamlamış yerleşkenin. Tabii ki Hasanoğlan’dakiler de diğerlerine aynı katkıda bulunmuş.

“Komonist” demiş, “faşist” demiş, çirkin iftiralar savurmuş, bir kılıf uydurmaya uğraşmışlar. Herşeyin kıt olduğu zaman harcanan büyük emeğe, hocaların ve çocukların tertemiz alınterine, göz nuruna kara çalmış, sonunda kapattırmışlar.

1947 yılında kapatıldıktan sonra 1975’e kadar Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu olarak, 1975’den 1989’a kadar Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesi, 1989’dan bugüne kadar da Atatürk Anadolu Öğretmen Lisesi olarak devam etmiş büyük emeklerin ürünü.
Sarı bina, ilk idare binası

Bugünkü hali
İçindeki hamam gibi bazı yapılar dökülüyor, çatıları çökmüş. Sinema salonunda ciddi bir tadilat var ama özgünlüğünden çok uzak bir tadilat. Amfitiyatronun sahne duvarı, özgün taşlarla hiç ilgisi olmayan bir taşla kaplanmış, ‘Beceriksizlik Oyunu” hiç eksik olmuyor sahnede! Genelde yapılan onarımlar, yapıyı tamamen bozuyor, enstitünün özgün dokusundan koparıyor ama..
Çoğu çökmüş hamam kısmı

Ama daha bozulmamış hamam, kiler, mutfak, fırın yanında  terzi, ağaç ve demir işlikleri, idari binalar gibi çok bozulamamış kısımlar var. O zaman yapılan amatörce heykeller, yol üzerlerinde, bina girişlerinde, havuzbaşında sergileniyor.

Koca yerleşke ve içindeki emeği düşününce içine işliyor insanın. Tam bir gezi ortamı; çocuklarımız ve gençler, mutlaka bu haliyle görmeli. Şımarıklığa, iyi gelir diye düşünüyorum.

Ben de önce bu örnek işleri yapan o çatlak, yumuk elleri tek tek öpüyor, saygıyla selamlıyor ve düşünmeye gidiyorum. Bakalım bunca laftan sonra  ‘komonist’ mi ‘faşist’ mi, acaba hangisi oluyorum!


Arşiv fotoğraflar, Hasanoğlan'da kendisi de bir öğretmen olan Mustafa Güneri'nin, yine kendisinin çektiği fotoğrafların olduğu 'Hasanoğlan Köy Enstitüsü Kurulurken' kitabından.


Ve birkaç fotoğraf daha..
Tuvalet yerine taşınıyor

İstasyona gelen kerestelerin nakli. Hasanoğlan'a kadar çekecekler

Bir müzik aleti öğreniliyor, tiyatro oyunları hazırlanıyor, konserler veriliyor

Lalahan istasyonuna gelen tuğlalar boşaltılıyor. Daha köye taşınacak




Özgünlüğünü kaybederek tadilatı süren sinema salonu

Ahşap işliği... Arkadaki bina terzi işliği

Sağdaki yüksek bina arşiv

Hamamın arka kısmı


Sahne arkasındaki duvar tarihi dokusuyla ilgisiz bir taşla kaplanmış amfitiyatro
 

27 Ocak 2014 Pazartesi

MOGAN’A UZANAN HANÇER


24.01.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi



Akşamüzeri Gölbaşı… Sabahki yağmurdan eser yok, birkaç pamuk yumağı bulut kalmış gökyüzünde. Ankara’nın meşhur gün batışı  kızılının ucu görünüyor yavaş yavaş. Haymana yolu tarafından girdik, Mogan Gölü’nün Konya yoluna doğru ucundayız. Altın sarısı bir saz ormanı, kırçıllı bir battaniye gibi gölün bu kısmını örtmüş. Türlü kuş cıvıltısı geliyor altından. 10’arlı, 20’şerli, bazen 50-60’ı bir arada, kalabalık sığırcık sürüleri, akşam toplantısına geliyor.



Öff ki öff!

Profesör Doktor Adnan Ataç’la Ankara’nın doğal zenginliği üzerine söyleşi yapmıştık, o manzarayı mutlaka görmem gerektiğini söyleyerek bu saatte gölün bu kısmına getirdi beni. Kendisi aynı zamanda bir doğa fotoğrafçısı ve Ankara’nın kelebekleriyle ilgili kitabı var. Kuşlarıyla ilgili olanı da yolda. 4 çeker arabasıyla bölgenin en yüksek tepesine çıktık, izlemeye başladık. Sığırcıklar toplanmaya devam ederken her yanı inceleme fırsatımız oldu. Öfff!.. Öff ki öff!..



Göl havzası içinde derme çatma barakalar, konteynır evler, istiflenmiş teller, moloz yığınları… Mogan Gölü’nü, Dünya Kuşları Koruma Kurumu’nun bilimsel ölçülerine göre Türkiye’deki 184 ‘Önemli Kuş Alanı’ndanA’ sınıfı bir sulak alan diye biliyorduk ama… ‘A’ sınıfına böyle bakıyorsak ‘B’sini Allah korusun!



Yeni hançer 11 villa

Milliyet Ankara Gazetesi’nin Perşembe sayısı hazırlanırken önünde durduğumuz yer, aynı anda gazetenin manşeti oluyor; “Kuşların Yaşam Alanı Yapılaşıyor!” Başkent Ankara Meclisi Başkanı Nevzat Ceylan, “Son zamanlarda Mogan Gölü etrafında, kıyı çizgisine çok yakın yerlerde betonlaşmaların başladığına şahit olmaktayız. Özellikle gölün güney uçlarında, en çok kuş nüfusunun ve yuvalarının olduğu bölgede göle hançer gibi uzanan 11 villa yükselmeye başlamış” diyor. Tam oradayız işte, taze taze yaşıyoruz manşeti.



Uzun yıllar kaba inşaat olarak beklemiş villalara, kaldığı yerden devam edilmeye başlanmış. Hızla yürüdüğü söyleniyor inşaatın. İşin içinde bozmak varsa bizden hızlısı bulunmaz alemde. Korunacaksa da bizden yavaşı…



Sevgi Çiçeği de kuşlardan farksız

Az önce de dünyada sadece Gölbaşı’nda yetişen Sevgi Çiçeği’nin has arazisinden geçtik. Üzerinde bir çiftlik var. Yanında kalan az buçuk arazideki atlar, dünyanın en özgün bitkilerinden birini otluyor. Ondan önce de taş ocaklarının göle akan molozlarına çare istiyorduk. “Ankara’nın Haliç’i olmasın” demiştik.



İnşaat, 227 kuş türünün yuvası Mogan Gölü’ne de ev sahiplerine de çekilmiş yeni bir hançer olarak uzuyor içeri doğru. Çok tehditkar! Bizim de yüreğimize dokunuyor ucu.



Eksik cümbüş
Güneş, bir topak pamuk buluttan sıyrıldı, bizimki gibi kızgınlığın kızıllığı mı acaba, bütün kızıllığını yayarak uykuya hazırlanıyor.



‘A’ sınıfı korunamayan Mogan Gölü’nde, cümbüş zamanı; sığırcıkların akşam dansı başladı. Yüzlerce sığırcık, tek bir vücut gibi, havada her yana savrularak tekrarlıyor aynı hareketleri. Birden toprağa çöküyor, birden havalanıyorlar. Binlerceymiş ama birkaç gündür azalmış sayıları. Adnan hoca, “3 gün önce buradaydılar, bir şeyden korkmuşlardır” diyor.


Korkmuşlardır vallahi; böyle ilgisizlik ve tehditten ancak korkulur.

24 Ocak 2014 Cuma

ÇİFTLİK’TEN AÇIKLAMA VAR


21.01.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi


7 Ocak 2014 tarihinde Sayıştay’ın Atatürk Orman Çiftliği ile ilgili raporunu ele almış, “Tokat Gibi Rapor” demiştik.  Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü, yazımızda geçen konularla ilgili açıklama yolladı. Önce onu paylaşalım:



Bira Fabrikası

“.. 2008 yılından günümüze kadar Sayıştay Raporları’nda da ifade edilen, Atatürk Orman Çiftliği arazi varlığının değişimi 1939 yılında Bira Fabrikası’nın 3697 sayılı Kanunla Tekel Genel Müdürlüğü’ne devredilmesiyle başlamıştır. Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun 05.02.2002 tarihli ve 2002/6 sayılı Kararı ile TEKEL’in özelleştirilmesine karar verilmiştir.



AOÇ Müdürlüğü, bahse konu arazilerin tekrar mülkiyetine devri için girişim başlatmış olsa da AOÇ Bira Fabrikası’nın, Tekel Genel Müdürlüğü’ne devrinden sonra AOÇ Müdürlüğü’nün yasal tasarruf hakkı kalmamıştır. Şu an ki yasal tasarruf hakkı Özelleştirme Yüksek Kurulu 25.04.2013 tarih 2013’e 74 sayılı kararı ile Maliye Hazinesi’dir.


Yeni tahsis hazırlıkları

- Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü, Türkiye Zirai Donatım Kurumu’nun tasarrufunda iken özelleştirilen arazilerin iadesi konusunda gerekli işlemlerin başlatılabilmesi hususundaki Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından bahse konu arazide; Jandarma Genel Komutanlığı’na hizmet süresince tahsis edilmiş olduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Gazi Üniversitesi Rektörlüğü hizmetlerinde kullanılmak üzere tahsisinin istenildiği, söz konusu taşınmazlara ilişkin tahsis talepleri değerlendirilmektedir.



- Kurumumuza ait kiralık alanların rutin (her zamanki) takipleri yapılmakta olup, sözleşmelerine aykırı durumlar tespit edildiğinde hukuki yollara gidilmektedir. Son yıllarda kira bedellerinin ödenmemesi sebebiyle mahkemelerce verilen tahliye kararları uygulanmıştır. Marmara Oteli’nin bulunduğu alanın tahliyesi ve Merkez Lokantası’nın kira alacağının mahkeme kararıyla tahliyesi buna örnek olarak gösterilebilir.



Arazi varlığı değişmemiş

- Atatürk Orman Çiftliği, hazineye bağışlandığında yaklaşık 55 bin 538 dekar araziye sahipti. AOÇ arazilerinin mülkiyeti 1939-1983 yıllarında çıkarılan 9 yasa, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu Yönetim Kurulu Kararları ve 1973-1994 yılları arasında ise yargı kararlarıyla elden çıkmıştır. Mahkeme kararları ile satışı yapılan arazi miktarı ise yaklaşık 43 dekardır.



En son 31.07.2008 tarih ve 5801 sayılı Kanunla Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne 258 bin 186 metrekare (258 dönüm) arazi 49 yıllığına bedelsiz olarak tahsis edilmiş olup, mülkiyeti AOÇ’dedir.

Kurumumuz’un arazi varlığı 1983 yılından günümüze kadar değişmemiştir. 1983 yılında 33.256 dekar olan arazi varlığımız, 2014 yılında da 33.256 dekardır.



Ağaçlandırma çalışmaları

- Kurucumuz ATATÜRK’ün de talimatları doğrultusunda, Atatürk Orman Çiftliği’nde, kuruluş yıllarında ağaçlandırma çalışmalarına büyük önem verilmiş fakat daha sonraki yıllarda ağaçlandırma çalışmalarına uzun süre ara verilmiştir.


Atatürk Orman Çiftliği’nin kuruluş yıllarından günümüze kadar yapılan ağaçlandırma çalışmaları yıllar itibari ile; 1925- 2002 arası (77 yılda) 4 bin 500 dekar, 2002–2012 arası (10 yılda) 18 bin 500 dekardır. Son yıllardaki yoğun ağaçlandırma faaliyetleri sonucunda AOÇ arazilerine yaklaşık 2 milyon 200 bin ağaç dikilmiştir..



AOÇ arazisinin yüzde 69’una tekabül eden yaklaşık 23 bin dekar alan, park, orman ve rekreasyon alanına dönüştürülerek halkımızın hizmetine sunulmuştur. Yeni oluşturulacak park ve rekreasyon alanlarının eklenmesiyle AOÇ arazisinin yaklaşık yüzde 73’ne tekabül eden 24 bin 225 dekar alan orman, park ve rekreasyon alanını olarak halkımızın hizmetine sunulmuş olacaktır.



15 milyon vergi 3 milyon kar

Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü, bütün yatırım ve cari harcamalarını kendi öz kaynakları ile karşılamakta, devletten hiçbir ödenek almamaktadır.



Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü’nde 2013 yılı Kasım sonu itibariyle 359 kadrolu personele ilaveten dışarıdan hizmet alımı ile alınan 153 kişi ile birlikte 512 kişi istihdam edilmektedir. İstihdam edilen personelin 2013 yılında Kuruma yıllık maliyeti 17 milyon (trilyon) 500 bin liradır.



Bununla birlikte 2012 yılında toplam 10 Milyon 830 bin, 2013’te 15 milyon 300 bin TL vergi ödeyerek bütçeye katkıda bulunmuştur. AOÇ Müdürlüğü’nün 2012 yılı karı 3 milyon 248 bin 139 lira 66 kuruştur..”



Açıklamada, Çiftlik’te üretilen ürünlerin çeşitlendirilmesi, çevre düzenlemeleri ve müzelerle ilgili bilgiler de var ama uzun açıklamadan, daha çok raporla bağlantılı başlıkları aldık. Sağolsunlar, her Çiftlik yazımızdan sonra mutlaka kendileriyle ilgili kısımlara yanıt veriyor Müdürlük.



“Vasiyet insan hakkıdır”

Ancak Çiftlik’le ilgili başından beri yazdıklarımızın muhatabı daha çok Meclis, ilgili Bakanlıklar ve yargıdır. Çünkü Atatürk Orman Çiftliği, hem yetkisiz etkisiz bir müdürlük hem üstüne milyonlarca lira vergi veren bir özel şirket hem de hakkında verilen kararlara müdahale edemeyen bir kurum durumunda. Dolayısıyla amaç dışı kullanım ve yargı karşısında iyice kırılgan bir yapı oluşturulmuş. Yani işlememesi için ne gerekiyorsa yapılmış. Böyle bir yönetim biçimiyle ayakta durması mucize.



Daha önce de söylemiştik; “Vasiyet, yasaların ve anayasanın üzerinde bir insan hakkıdır, çiğnenmemeli” diye. Amaca uygun arazi tahsisi olabilir ama kimse kimseye hele ki mülkiyetini devredemez arazilerin. Açıklamada geçen ve bugüne kadar yapılan devirler, hukuken geçersizdir. Buradan tartışılmalı konu.


Şimdilik Çiftlik Müdürlüğü’ne açıklamasından dolayı teşekkür ediyor, ayrıntılı tartışmaları ve gelişmeleri ele almak üzere gelecek yazılarımıza devrediyoruz.

22 Ocak 2014 Çarşamba

BAŞKAN İYİ


17.01.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi



Gece kulaktan kulağa yayılmaya başladı, sabah, internet sitelerine düştü; “Tanık, kalp krizi geçirdi!” Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık’ın kalp krizi geçirdiği haberi, tüm Türkiye’ye, internet olunca tüm dünyaya yayılmış oldu. Bir hafta önce Perşembe günü (dün), öğle yemeğinde buluşmak üzere Tanık’la sözleşmiştik. “Aman ne oluyor?” diye telefonlara sarıldık. Basın bürosu her ne kadar “Bir şey yok” dese de gazeteciler kurtlu olur, gözüyle görmeyince inanmaz çoğu.



Krizli Başkan seke seke!
Bazısı da işkilli olur, gözüyle gördüğüne de inanmaz. Yarı işkilli tayfasından hemen aradık, buluşmanın akıbetini sorduk. “Buluşma tarihi ve saati hala geçerli” dediler. Editörümüz Ömür Ünver’le kafamızda soru işaretleriyle çıktık, soru işaretleri eksiksiz buluştuk.



Önce ‘kül yutmaz’” süzmeleriyle bir röntgenini çektik Başkan’ın. Dış görünüş iyi. Çankaya Belediye Başkanlığı’ndan çıktık, Sakarya Caddesi’nden yemek yiyeceğimiz lokantaya yürümeye başladık. Baktık vatandaşların geçmiş olsun dilekleri arasında neredeyse sekerek gidiyor Bülent bey.



3 ay öncesi var
Ön tetkiklerimiz olumlu sonuç verdi. Yarı işkilli olanlar, ön tetkikle yetinmiyor. Oturduk, muayene başladı. Konunun 3 ay öncesi var, oradan başladı Bülent Tanık:



3 ay önce, Mehmet Haberal hoca, tahliye olduktan sonra ziyaretine gitmiştim. Konu nasıl oraya geldiyse sağlığımı konuşmaya başladık. Bir kontrol yaptırmadığımı öğrenince lafın ortasında, alelacele başhekimi arayıp beni kontrol ettirdi. Bir damarda bir uç gördüler, tehlike yaratmayacak kadar küçük olduğu için temize çıktım. Daha sonra İstanbul’da yine eşimin zoruyla bir kontrole girdim, o da aynı şekilde çıktı. O sonuçlarla yeniden Başkent Üniversitesi’ne geldim. ‘Bir anjiyo yapalım, kafanızı meşgul etmesin’ dediler ve anjiyo yapıldı. Olay bundan ibaret. Akşam oldum, gördüğünüz gibi sizinleyiz.



"Kalp krizi mi geçirmek gerekiyormuş"
Yemek sırasında geçmiş olsun telefonları devam ederken “Bunca iş yaptık, basında yer almak için kalp krizi mi geçirmek gerekiyormuş” diye şakasını da yaptı Bülent Tanık. Gazeteci milleti isterse haberin nasıl hızlı yayıldığına da tanıklık etmiş oldu böylece.



Yemeğin ardından, gezmek nasip olmamıştı, yeni Belediye binasını gezdirdi bize. Herkesin kullanımına açık Basın İletişim Bürosu’nu da gördük. İnternetten televizyon yayınına başlamak üzere test yayınları devam ediyor. İlk canlı yayınlarını yapmak bize nasip oldu. 2 dakikalık canlı yayında, çok şahane geveledim, televizyon hayatım başlamadan bitti!



Velhasıl kelam efendim, yemekten sonraki takatini de değerlendirirsek muayene sonuçlarını açıklayabiliriz; Başkan iyi.

14 Ocak 2014 Salı

KEÇİÖREN’DE BİRŞEY OLUYOR


14.01.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi



Seçim bürolarının taşlı saldırılarla camları kırılıyor, bazılarına molotof kokteylleri atılıyor, geriye uyarı amaçlı uzun namlulu silah mermileri bırakılıyor. Yaklaşık 850 bin nüfusuyla Türkiye’nin en büyük ilçesinde saldırılar devam ediyor, sorumlular bulunamıyor, normalmiş gibi kimseden ses seda çıkmıyor. Yeni nesil bilmez; 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce terörle yatıp kalktığımız yıllarda olurdu böyle müdahaleler. Başa mı dönüyoruz?



7 müdahale

Son 2 haftada 7 müdahale oldu. Bunlardan 5’i BBP Keçiören Belediye Başkan adayı Turgut Altınok’un bürolarına, biri MHP adayı Mehmet Ali Tanrıverdi'nin, biri de CHP Keçiören Yakacık Temsilciliği'ne yapıldı. Memleketin havası sislenmişken hiç hayırlı gelişmelere işaret etmiyor bu müdahaleler. Şu ana kadar cana bir zarar gelmedi ama bu bürolara bırakılan mermiler, karanfil çiçeğinden yapılmıyor.



Partiler, yöneticiler sessiz

Saldırılar sonrasında siyasilerden ya da partilerden de bir açıklama gelmedi. Milliyet Ankara Gazetesi sorunca “Demokrasiye vurulan darbedir” türünden yanıtlar aldık ancak partiler bir araya gelip, konunun vehametine işaret edecek ortak bir açıklama yapmadı. Sıradan bir durum olarak  karşılanıyor galiba, devam ettiği halde kentin yöneticilerinden de ses çıkmadığına göre.



Bir yerin güvenliği, karışık zamanlarda, zor günlerde belli olur. İyi günde zaten herkese iyidir. Baştan aşağı tüm yöneticilerin sorumluluğundadır böyle gelişmeler. Ucu kaçınca toparlaması zor olur çünkü. Ya da eğer şiddet, siyasi seçimleri belirleyecekse öyle ülkelere de seçimlere de ‘demokratik’ denmiyor. Demokratik olmayan seçime, yöneticiler tarafından da seyirci kalınmış demektir.



Ders almadık mı?

Keçiören’de oturmuyorum. Keçiörenliler’in tercihiyle de bir alıp veremediğim yok. Bununla beraber Türkiye’nin başkenti Ankara’da, devletin merkezinde yaşıyorum. Sadece makam arabaları geçerken bile yerimizden kıpırdayamazken birileri mermiler bırakarak geziyorsa başkentte, ürkerim. Zaten ürkütmek için yapılan müdahaleler de amacına ulaşmış olur.



Neredeyse 70 yıldır bütün çirkinliğini yaşadığımız kaba siyasi ayrımcılıktan ve kaba kuvvet yönlendirmelerinden ders almadık mı?


Keçiören’de bir şey oluyor ve bir sessizlik içinde olmaya devam ediyor. Ne diyeyim; “İyi ki Keçiören’de oturmuyorum” mu?

YÜRÜTÜLEMEYEN MERDİVEN


10.01.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi



Ne merdivenmiş be arkadaş! İşi gücü bıraktık merdivenlerle dalaşıyoruz. Yaklaşık 18 yıllık mazisi var ama 4 yıldır bizzat dalaşıyorum. İsim takmaya doyamadık, hiç üstüne de alınmıyor. ‘Yürümeyen yürüyen merdiven’di, “Yenisi yapılıyor” dediler, yürümediği gibi bu sefer de ‘bekleten merdiven’ oldu. Bitmedi de bitmedi yapılması. Yaklaşık 1 aydır da ‘Yürütülemeyen merdiven’ olduğuna kanaat getirdim. Az kaldı ‘İllallah merdiveni’ demeye!


Sabır çıtası yüksek
Ankaralı’nın, sınavı bitmiyor, bir de merdivenlerle varmış. 18 yıl oldu neredeyse. Yerin dibindeki metro istasyonlarına, dimdik merdivenlerinden ine çıka sabır çıtamız yükseldi. Yetersiz otobüs seferlerinden kaldırımlarına kadar çıtayı yükseltiyoruz habire. İnsaf, Ankara’ya sık uğramıyor.



Metro duraklarındaki merdivenler, yürüyen merdivene çevriliyor diye sevinmiştik. 3’üncü ay oldu, birçok yerde inşaatı bitmedi, bitenlerin dağınıklığı toplanmadı, ucu açık elektrik kabloları tepemizden sarkmaya devam ediyor, bitenler de yürümeye başlayamadı. Daha çocuk ya, önce yürümeyi öğrenmesini bekliyoruz.



Merdiven eylemde
Bu arada çalışan merdivenlere de bir hal oldu. Küstüler herhalde, iş yavaşlatma eylemine başladılar, sık sık dururken görüyorum bir hafta 10 gündür. Hem durma hem iş yavaşlatma eylemleri bir yandan, ha çalıştı ha çalışacak diye dişini sıkanlar bir yandan, tepeden sarkan elektrik kablolarını da ekleyince hava gergin velhasıl. Metro istasyonu değil, korku tüneli mübarek!



Meczuplar arası fark
İnsan, 4 yıl aynı şeyleri tekrarlayınca şüpheye düşüyor; “Merdiven İdaresi’nden meczup muamelesi mi görüyorum acaba?” diye. Sanki burası başkent değil, sanki 5 milyon kişi burada yaşamıyor, sanki milyonlarca kişi bu metroyu kullanmıyor da taşa oturmuş, aynı şeyi sayıklayan bir meczup mırıldanıyor.



Refik Halid Karay’ın bizzat yaşadığı olaydaki gibi; İkinci Meclis’in inşaat taşlarında oturup, boş araziye bakarak hergün “Evler evler evler.. saraylar saraylar saraylar!” diye ünleyen meczubu hatırladım. Refik Halid de bakınıyor nerede bu evler, saraylar.



O, meczup değilmiş, gerçekten geleceği görebiliyormuş. Biz, sorduğumuz halde, sabah bindiğimiz merdivenin, akşam yürüyeceğini kestiremiyoruz. Teknolojiyle barışamadığımız gibi ileri görüş de sıfır!



Kafaları güncellemeli
21’inci Yüzyıl’a girdik, 2014 yılına geldik. Bir başkent, hala metrosunun merdivenini yürütmekle eğleşiyorsa eğer sorun sadece duyarsızlıkla değil beceriyle de ilgili olabilir. Ne bileyim; belki merdiven son teknolojidir ama yürütecek olanın teknolojisi geri kalmıştır. Hepsini güncellemek lazım, değil mi efendim!

8 Ocak 2014 Çarşamba

TOKAT GİBİ RAPOR


07.01.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi



Sayıştay’ın ‘Atatürk Orman Çiftliği 2012 Raporu’, Çiftliğin sahipsizliğini, çaresizliğini, istismarını tescil raporu adeta. İşletme ve hukuk dersi gibi. 2003 yılında Devlet Denetleme Kurulu’nun da saptadığı pek çok sorunun, aynen devam ettiği anlaşılıyor. Ah Çiftliğim, öksüzüm!



Raporun daha başlarında “Atatürk’ün bağış mektubunda arazinin yeşillendirilerek korunması ve geliştirilmesi temel amaç olmasına rağmen, zaman içinde çok değerlenen boş arazilere yönelik talepler ve tecavüzlerin artmasına engel olunamamıştır” denerek özetlenmiş aslında her şey.



1950’den sonra korunamamış

Rapor, 1950 yılında çıkarılan 5659 sayılı Kanunla Atatürk Orman Çiftliği(AOÇ) arazilerinin korunması amaçlanmasına karşın, özellikle 1950-1960 yılları arasında çıkartılan özel kanunlarla 14.541 dönüm arazinin daha kamu ve özel kuruluşlara satıldığını, sakıncaları gidermek amacıyla birçok kez hazırlanan kanun tasarı ve taslaklarının kanunlaşamadığını söylemiş.



Çiftliğin, 1992’de, 2436 sayılı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Kararı’yla Doğal ve Tarihi Sit Alanı, 1993’de 3097 sayılı Kurul Kararı’yla sınırlarının belirlendiği, 1998’de de 5742 sayılı karar ile Birinci Derece Doğal ve Tarihi Sit Alanı ilan edildiği belirtilmiş. Ancak 1937’de 55 bin 500 dönümlük Çiftlik arazisi, bugün 33 bin dönüme gerilemiş.



Hukuku çiğnemeye devam!

Kaybedilen arazi 22 bin 500 dönüm. Özellikle son 30 yılda bu arazinin çoğunda Atatürk’ün bağış koşulları yerine getirilmiyor. Üstelik TOKİleme suretiyle hem başkalarına satılıyor hem amaç dışı kullanımla hızla betonlaştırılıyor. Hukuk çiğneniyor yani.



Rapor, “AOÇ Müdürlüğü’nün sorunlarının başında; kiracıların kiraladığı açık ve kapalı alanları sürekli genişletme eğilimleri ve Müdürlük aleyhine haksız kazanç sağlama girişimleri gelmektedir” dedikten sonra arazi tecavüzü, tahliye ve kira alacağı sorunlarının üzerine kararlılıkla gidilmesi gerektiğini vurgulayarak Birinci Derece Doğal ve Tarihi SİT Alanı ilan edilen bu arazilerde, “..önceden süregelen bağ ve bahçe çalışmalarının dışında yeni bir faaliyetin yapılması mümkün görülmemektedir” saptamasını yapmış. Hukuku çiğnemeye devam!



İmar planları bağışa aykırı

Ayrıca kabulünden sonra Çiftliği tanınmaz hale getiren kanuna da değinilmiş: “08.07.2006 tarihli resmi gazetede yayımlanan 5524 sayılı kanun ile 5659 sayılı kanuna ilave edilen ek madde ile; AOÇ dahilinde bulunan arazilerle ilgili olarak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın uygun görüşü ile Ankara Büyükşehir Belediyesi öncelikle üst ölçekli plan ve koruma amaçlı imar planı ve bunlara uygun her türlü imar planlarını yapmaya yetkili kılınmıştır” dedikten sonra yapılan imar planlarına ve bunlara açılan davalara değinen rapor, “Yapılan imar planlarının, alt ölçekli planların veya mahkeme kararına göre hazırlanabilecek alternatif imar planlarının, AOÇ Kuruluş Kanunu’na, içerdiği tarihi, kültürel ve doğal özelliklerine ayrıca bağış mektubu esaslarına uygun olmasının sağlanması faydalı olacaktır” uyarısını yapmış.



Kanun, teşkilat, personel yetersiz

Raporda, kuruluş kanunu 1950 yılında, personelinin görev ve yetkileri 1953 yılında düzenlenen Çiftliğin, öngörülen teşkilat yapısının, bugünkü ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığı, arazi ile arsaların envanter çalışmaları ile kiralama ve imar uygulamalarından kaynaklanan sorunların takibinin gerektiği gibi yapılamadığı tespit edilmiş, “.. Kanun ve Yönetmelikler’in yeniden düzenlenmesi, AOÇ Müdürlüğü’nün görevlerinin ve faaliyet konularının yeniden belirlenmesi, teşkilat yapısının ve kadrolarının da buna göre oluşturulması gerekmektedir” diye öneride bulunulmuş.



Önemli bir başlık daha:

AOÇ Müdürlüğü Alım-Satım-Kiralama ve Kiraya Verme İhale Yönetmeliği’nin kendi içinde birtakım çelişkileri ve temel satın alma prensiplerine uygun olmayan yönleri bulunduğu, bu eksiklikleri gidermek için çalışma yapıldığı gözlenmiş.



Birkaç öneri daha

Ayrıca;

Tohum ıslah istasyonunun kurulması için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na aktarılan ve daha sonra Türkiye Zirai Donatım Kurumuna devredilen, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla Devlet Personel Başkanlığı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Sakarya Vilayeti Özel İdare Müdürlüğü kullanımına verilen arazilerin, atıl durumda olduğu ya da amaç dışı kullanıldığı tespit edilmiş.

Ankara Bira Fabrikası’nın kurulması için TEKEL Genel Müdürlüğü’ne devredilen, özelleştirilince kapatılan ve halen Gayrimenkul Anonim Şirketi mülkiyetinde bulunan arazi ve tesislerin geri alınması,


Geçmiş yıllardaki faaliyetlerde oluşan kârların, Atatürk’ün bağış mektubu ve Ankara halkının ihtiyaçları çerçevesinde yatırıma dönüştürülebilmesi için proje üretilmesi ve üretilen projelerin gerekli ödenek ve izinleri alınarak hayata geçirilmesi,


Su Üretimine Ait İsim ve Marka Kullanımı Karşılığı Kar Payı Ortaklığı İhalesi’ni alan yüklenicinin, yükümlülüklerini yerine getirmediği, idareye vereceği kar payının doğru belirlenmesi ve zincir marketler ile diğer alıcılardan alacakların arttığı, etkin bir alacak takip ve tahsilat sisteminin kurulması,


Kira bedeli dava konusu olmuş olan AŞTİ’nin, gerekli muhasebe kayıtlarının yapılması ile 1 Temmuz 2012 tarihinden öncesine ilişkin 6 trilyon 436 bin liralık kira alacağı ve bu tarihten sonrası için hesaplanacak kira farkının takip edilmesi ve tahsilinin gerçekleştirilmesi önerilmiş.


Atladığımız maddeleri de ekleyince, Çiftliğin hali duman yani.

4 Ocak 2014 Cumartesi

SOFTAN DERSLER


03.01.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi



Kanuni Sultan Süleyman, hem iç hem dış giyiminde tercih edermiş. Yeşil tonlu sof severmiş. İnceliği, yumuşaklığı ve parlaklığıyla ünlü, sadece Ankara’da üretilen has bir kumaş. Padişahların, imparatorların, prenseslerin, kraliçelerin kumaşı. Yaklaşık 370 yıl önce gelen Evliya Çelebi, Ankara için “Burası sof yeridir. Bu sof da Engürü' ye(Ankara’ya) mahsustur. Yeryüzünde başka bir yerde olmak ihtimali yoktur" der.



1800’lerin ortalarında Ankara’dan kaçırılan keçilerle bu iş önce İngiltere’de yapılmak istenmiş ancak Ankara tiftiği, Ankara’dan çıkınca tutmamış. Sonra Güney Afrika ve Amerika Birleşik Devletleri’ne götürülmüş. Kalitesi tutmasa da Türkiye’de kaybolmaya yüz tutan Ankara keçisi, yaban ellerde yaşıyor bugün.



İpek gibi

"Tiftik keçisi beyaz süt gibi olup, onun gibi beyaz mahluk belki yoktur. Sof ipliği bunların yününden olur. Bu keçilerin tüyünü makasla kırkarlarsa ipliği sertçe olur. Ama yolarlarsa Eyüp Peygamberin ipeği gibi yumuşak olur... Kadın ve erkek herkesin işi softur demiş Evliya Çelebi Ankara için. 1835’lerde, binden fazla tezgah var; her evin avlusu tiftik tezgahı neredeyse.



İpek hala dünyanın en değerli kumaşlarından. İşte Ankara’nın da kendi ipeği varmış ama şimdi yok. 1838’lerde ülkeye girmeye başlayan ucuz ithal fabrika mallarının üzerine 1880’lerde keçileri de kaptırınca, sofunu ve en değerli ekonomik değerini kaybetmiş Ankara.



Sadece sof mu?

Ankara, günümüze kadar sadece sofunu değil, başka ülkede olsa marka olarak gözümüze sokacakları daha pek çok ürününü de kaybetmiş. Üzümünü mesela. 11 çeşit diye biliyordum 17 çeşit olduğunu söyleyenleri duydum. 38 çeşit armudunu, her biri 300 gram tartan elmalarını, ceviz kadar vişnelerini, yuva kavununu, Ayaş domatesini, balını, tavşanını, kedisini, çiğdemini…



Tadınızı kaçıracağım ama özü bozulmamış Ayaş domatesi, şu anda sadece Ayaş’ın Ilıca ve Akkaya köylerinde yetişiyor. Onu da birkaç İstanbullu, daha biz görmeden, tarlada kapatıyor. Yani efendim Ankara, hala markalarına sahip çıkmak için birbirine bakarken başkaları yürüyüp, gidiyor. Ticaret erbabı, elindekinin kıymetini bilmediği için markalarını kaybetmiş Ankara. Hala da bilemediği, her birini dünya çapında ürüne dönüştüremediği için başkasından aldığını bize satmaktan fazlasını yapamıyor.



Markalarını yaratmalı
Ankara’nın, firma markaları gibi ürün markaları olması lazım. Sof gibi, üzüm gibi, bal gibi, vişne gibi... Buna da Ankara’nın tüccarları bir araya gelerek karar vermeli, plan yapmalı, ilgilenen firmalara hem maddi hem araştırma-geliştirme alanında destek olmalılar. Ticaretin,  kolları sıvayıp, Ankara’nın yeni markalarını da yeniden yaratmaya girişmesi lazım.



Koca koca Ankara firmaları dururken geçen hafta Kazan Belediyesi, sof kumaşı dokuma tezgahları kurdu ve üretime başladı. En azından tarihine ve kültürüne sahip çıktı Kazanlılar. Ayrıca ipek hala değerliyse sofun neyi eksik de  satılmasın? Teknoloji de gelişti.


Saydığımız bütün markalar, satma kaygısı olmadan her zaman alıcısı olacak ürünler. Fazla rehavet, göz kapaklarını ağırlaştırmış, önümüzü göremiyoruz. Satın aldığı kadar üretebilecek Ankara’nın, asıl derdi bu galiba.