Dilsiz değiller, biz
anlamıyoruz konuştuklarını. Kendi aralarında anlaşıyor, insana anlatamıyorlar.
Doğa hepimizin ama şehirler, sadece insanların sanki. Artık şehir dışında,
dağda bayırda da rahat yok, tüm acımasızlığı ve yıkıcılığıyla her yerde insan. Tüketim toplumuna dönüşüp,
çıldırdıkça, daha da acımasızlaşıyor. Kendinden ve keyfinden başka bir şey
düşünmeyen, doğayı, kendisinden ayrı bir dünya zanneden, zannetikçe de özünden
uzaklaşan bir aymazlar topluluğuna dönüşüyoruz. Bilgisayar dünyası iyice
doğasından koparıyor, sadece insan kalsa yaşayabileceğini sanıyor modern
cehalet. İnsan, mağara insanlarının doğayla kurduğu uyumu ‘bilgi çağı’ diye
böbürlendiği çağda kuramıyor, kopuyor doğasından. Ninem rahmetli, “Başımıza
kıyamet kopacak” derdi bugünleri görse!
İnsanlık dersi
Yıllardır,
apartmanda oturduğumuz zamanlarda da mahallenin insandan hariç sakinlerini,
ihmal etmedi annemle babam. Kendi derdi, tasası olduğu zaman bile biz vermesek
açlıktan öleceklermiş gibi unutmadılar kuşları, kedileri, köpekleri. Kuşların,
ıslatılmış bayat ekmekleri, simitleri, arada onlara özel ikram buğdayları,
eksik olmadı balkonumuzdan, bahçemizden. Tavuk, balık, et artıkları, çöpe
dökülmedi, sokağın ya da bahçenin rahatsızlık yaratmayacak bir köşesinde, kedilere,
köpeklere afiyet oldu. Bana da annemden babamdan insanlık dersi.
Hasta misafirimiz
Geçen kış
oturduğumuz sitede, iri beyaz bir köpek görünmeye başladı. Topallıyor, belli ki
canı yanıyor, hep yatmak istiyordu. Kışın soğuğundan bir evin sıcak duvar
dibine sığındı. Sessiz bir mutabakatla kimse kovmaya yeltenmedi, günlerce yattı o duvar dibinde. Yiyecek ve su
bıraktığımız yeri öğrenmiş, yiyip, içip, yine aynı yere yatmaya gidiyordu.
Hastalığıyla ilgili olabilir, kış olmasına karşın çok su içme ihtiyacı
duyuyordu. Sular akşamdan donduğu için, sabah ılık suyla değiştiriyordu babam.
3 hafta sonra bir gün, bir başka köpekle koşturup, oynadığını gördüm.
Topallamıyordu. Büyük ihtimal kolunu oyun arkadaşının omzuna atıp, Gençlik
Parkı’na eğlenmeye gittiler, bir daha görmedim çünkü!
Yazın su, kışın yiyecek
Yazın niyetlenmiştim
ama bugüne nasipmiş; “Sıcaklarda, bir kap su koyalım” diyenlere katılmak
istiyordum. Örneğin bizim mahallenin çevresinde, bir su birikintisi ya da havuz
yok. Kapıya koyduğumuz suyu, kuşların, kedilerin, köpeklerin hatta böceklerin nasıl kana kana içtiğini bildiğimiz
için, ailecek hep kontrol ederiz kapları. Onlar içer, bize şifa olur sanki.
Şimdi şimdi başladı; bazı parklara, hayvanlar için yalaklar konuyor artık. Hepsinde bile olsa yetmez
tabii, bizler de düşünmeliyiz komşularımızı. Yazın su, kışın birkaç lokma
yiyecek. Çeyrek ekmekle kaç kuşu doyurduğunuza şaşıracaksınız.
Kalabalık bir kentte,
dikkati dağıtan o kadar çok şey var ki dibinde öten kuşların cıvıltısını duyamaz,
gözünün önüne konduğunu göremez oluyor insan. Her şeyi, sadece işine yaramakla
değerlendirecek kadar kopuyor bazen çevresinden. Kendisinden başka, insanları bile görmez
oluyor ucunu kaçırırsa. Oysa dikkati özümüzden uzaklaştıran kent yaşamıyla doğamıza uygun yaşamın arasını bulmamız
lazım.
Mutlaka iyi gelecek
Yaz-kış, kuşların
cıvıltısıyla uyanıyorum ben. Kışın, yabancı kuşlar da misafir olabiliyor
sitemize. Geçen sonbahar ağaçkakan bile
geldi, bir ağacımızı kakma işiyle iştigal etti bir süre. Her ilkbahar,
anneleriyle beraber, yavru serçeler, güvercinler, çembercikler, saksağanlar büyütüyoruz.
Sarsak yavrular büyürken her yıl sitemizin kuş cıvıltıları da çoğalıyor. İnsan
ruhuna, ilaç olsun diye ses verilmiş sanki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder