Anılar canlandı.
1989-1993 yılları arası 4 yıl, ağzına kadar dolu 32.Gün’ler geçirdik. Araya
birbirinden iddialı, çok ses getiren belgeseller sığdırdık. Onlarca ülkeyi
dolaştık, dünyanın neresi sıcaksa oraya burnumuzu soktuk. Kendiyle ve kendi
içinde yarışan bir program ve ekip olduk. Aramızdaki adı “MAB” dı. Bizden sonra
belki 3 televizyon kanalı kuracak ekip geçti elinden. Brüksel’den kesin dönüş
yapıp, Türkiye yerleşti. “Dönünce yavaş yavaş bize benzemeye başladın”
dediğimde “Hadi oradan ukala!” diye pek tanıdık yanıtı almıştım. Ukalalıkla
başlamıştı iş ortaklığımız.
Ukalayla tanışma
Kasım 1988. Arşiv ve
ekip, TRT’deki odaya sığmadığı için Meclis’in Çankaya Kapısı’na bakan
binalardan kiralanmış bir daire. Bir akşam saat 6-7 gibi, Mehmet Ali ağabey
oraya topladı bizi. Beni ve Mustafa
Ünlü’yü ekiple tanıştıracak. Turan Yavuz, Ahmet Sever, Musa Çözen, Talip
Korkmaz, Birand ve bizi öneren Metin Çorabatır, soluk floresan ışığının altında
buluştuk. “Ali’yle Mustafa bizimle başlıyor” diye bir giriş yaptı Birand. Yapım
ve yönetmen yardımcısı olarak başlıyorduk. Ne yapacağımızı anlatırken araya
girdim; “Yalnız bana, büroya tıkıp, sadece kaset taşıtacaksanız şimdiden
bırakın gideyim” dedim. Öğrenmek istiyor, çekimlere çıkmak dahil mümkünse her
şeyin içinde fiilen olmak istiyordum. 23 yaşında velet, Türkiye’nin bir
numaralı televizyon programı ve efsane ekibine koşul sürüyordum. Odaya bomba
atılmış gibi oldu. Önce Musa abi başladı, bir güzel tozumu aldı herkes.
Gençliğin verdiği sarsaklıkla ukalalığın sınırlarını zorlarken Birand, hep
dinledi.
32.Gün’de taştım
Tanışma faslı bitti,
hep beraber yemek için, meşhur Milka Restoran’a yürüyorduk. Mehmet Ali ağabey
kolumdan çekti, biraz geri kaldık. “Çok büyük konuşuyorsun, içini
doldurabilecek misin?” dedi. Üniversitenin ikinci ayından itibaren sinemanın ve
televizyonun felsefesinden kurgu tekniğine, kamerasına, sesine, ışığına,
sunumuna kadar, ulaşabileceğim bütün kaynakları tüketmiştim. Yetmeyeceğini
anlayıp, felsefe, estetik, psikoloji, mimari, sanat tarihi gibi daha bir çok
konuya da dalmıştım. 1987 yılından beri de TRT Dış Haberler’e stajla başlamış,
çalışıyordum. Yani gözlerimden kulaklarımdan bilgi taşıyor ama değerlendirecek
kapsamlı uygulama fırsatını bir türlü bulamıyordum. Gözüm dönmüştü.
Çalışmaya başlayıp,
gece gündüz demeyince birkaç ay sonra bütün ağabeylerimizin desteğini görmeye
başladık. Cenk Başlamış, Vahap Yazaroğlu dahil. Uyumlu bir çalışma ortamı
olmuştu. 6 ay sonra Mithat Bereket, yaklaşık 1 yıl sonra Can Dündar katıldı
aramıza.
Suya atarak yüzme öğretirdi
Birand, suya atarak
yüzme öğreten ustalardandı. Brüksel’de oturduğu zaman, bir iş için gitmem
gerekti. Kıbrıs’ı saymazsak ilk kez yurtdışına çıkacağım, hiç bilmediğim
Brüksel’de, Mehmet Ali ağabeyin evine gideceğim. ”Ağabey, tek başıma
çağırıyorsun, nasıl geleceğim ben” deyince “Oğlum, adresi verdim ya” demişti! İleri
aşaması da şöyle oldu: 1990 yılı, Birinci Körfez Krizi için sık sık Irak’a
gidiyoruz. Ya Başbakan Taha Yasin Ramazan ya Dışişleri Bakanı Tarık Aziz’le
söyleşi yapıyoruz. Geciktirdiler bizi, Celal Talabani’yle söyleşi yapmayı
düşünüyorduk, yetişmedi. Birand’ın Ankara’ya, programa yetişmesi gerekiyordu. Otelin
lobisine çağırdı, elime sorular verdi. “Çevirebilir misin şunları?” dedi. Yapım
yönetim yardımcısı, kamera kullanıyor, kurgu yapıyordum, bir bu eksik kalmıştı!
Soruları İngilizce’ye çevirdim, verdim, baktı, “Talabani’ye sen gidiyorsun” dedi.
Şaklava’da, o zaman pek belirli olmayan Kuzey Irak sınırlarının, ilk kez açık
haritasının çizildiği söyleşiyi yapmıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder