07.10.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi
“Alo” demezdi telefonda, “Gününüz hoş olsun, yüzünüz gülsün” diye
açardı doğrudan. Anında yüklerdi enerjiyi. Gamı kasaveti tuz buz eder, boşluğa savururdu.
Mutlaka bir şakaya bağlanacak konuşması, ciddiyetle başlıyormuş gibi devam
ederdi. Çok ciddi konulardır ama hepsini latifeyle terbiye eder, yutması kolay
olurdu. Karşılıklı “Çok geç tanıştık”
yarışmasına girmiştik sanki. Birbirimizin lafını tamamlıyorduk bitmeden.
Kafalar, uymuştu. Çok geç tanışmıştık. Ama çok...
Selamı bol, eğitimde ciddi ağabey
- Hüseyin ağabey,
merhaba.
- Merhaba Hüseyin
bey.
Samanpazarı’ndan
Kale’ye doğru, Koyunpazarı Sokak’tan çıkarken solda Pirinç Sokak var. Eski
Ankara Saklı Teras Kafe’yi, sırf o ortamda olmak, orada zaman geçirebilmek
için, kiracıyken satışa çıkarılınca almak zorunda kalmıştı. Daha önce Pirinçhan
içinde de bir Anadolu köy odası toparlamıştı. İşte bu selamlar o kafenin önünden.
Çocuk-yaşlı, kadın-erkek, 7’den 70’e selamı boldu.
- Karnın aç mı?
- Sağol.
- Bir şey iç o
zaman.
Hele çocukları, hiç
ikramsız salmıyordu. Kale’nin, Kayabaşı’nın çocukları için hep projeleri vardı.
Mahallenin kazanması, çocukların okuması içindi projeler. Sahici
ciddileşiyordu; “Eğitim deyince akan
sular durur!” Binlerle sayılan çocuğu, genci okutmuştu. Sayıyı vermiyordu
da fikrimiz olması için yuvarlak bir rakamda ısrar edince zorla “2 bin 500’den fazla” cevabını aldık.
Nesli tükenmiş bir işadamıyla tanışıyorduk ama çok geç tanışmıştık, çok!
Lafçı değil pratikti
Aynı sahiplenmeyi
Kale esnafına da gösteriyordu. Yalancıktan esnafla gerçeğini ayırıyor,
yetenekli ve ahlaklısına, arka çıkıyordu. Dediğini lafta bırakanlardan değildi,
pratikti. Herkesin kendine göre çözüm önerileri üretiyor, kendine düşen bir şey
varsa çoktan eyleme geçmiş oluyordu. Bizimle bağı da Kale’ye olan ilgimiz
nedeniyle kurmuştu zaten; hasta bir ortak yakınımızı, iyileştirmeye çalışıyor
gibiydik.
Alın bu şablonu,
götürün Hamamönü’ne, Haymana’ya oturtun. Oralarda da aynı çabayı gösteriyor,
aynı saygıyı, sevgiyi görüyordu.
Arabasının
bagajında, hep bir şeyler vardı. Çocuklara, halinden fark ettiği insanlara,
bizzat şahidim, kendisine kaba davranan otoparkçıya bile çıkarıp, veriyordu.
Küçük hediyeler... “Sonra gelir
boyatırım” diye ayakkabı boyacısına 5 lira aktarımı da şehadetimize maruz
kaldı! Herkes Bektaşlar Turizm’in, Radyo Bek’in sahibi olarak biliyordu ama o, bir
o kadar memlekete, Ankara’ya, Haymana’ya ve sokağına da sahip çıkıyordu. Çok
geç tanışmıştık...
Arayı kapatmaya çalıştık
“Adam, 2 ay önce tanışmış ama ne anlattı
yani!” diye sormak hakkınızdır. Ancak ‘pratik
adam’ dedik ya, hem önermeye hem fikir almaya çok açık biriydi Hüseyin
Bektaş. Susamış gibi sık görüşüyor, Ankara için projeler, adımlar tasarlıyorduk.
Geç tanışmanın farkını kapatmanın telaşı içinde gibiydik. Onun bir bildiği
varmış da telaşemiz onun içinmiş gibi oldu. Ağır gribi yüzünden bayram ertesine
bırakmıştık son toplantımızı. Son konuşmamızmış!.. 4 Ekim 2014 akşamı, içimizi
yakan vefat haberini aldık.
Hüseyin Bektaş,
öncelikle Ankara, sonra memleket için iç yakacak bir kayıptır. Bu köşeye, bir
fikri tarif kısmını sığdırmaya çalıştık. Kişiliğini varlığının önünde tutmayı
beceren, bir memleket ve hayırseverini kaybetti Türkiye. Hele Ankara için, çok ama
çok erken kayıptır.
Not: 2 ay önce kendisiyle yaptığımız söyleşi linki; http://i.milliyet.com.tr/Orjinal/2014/08/05/man-06-08-2014-sayfa-2-4278228.Jpeg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder