8 Ekim 2014 Çarşamba

HÜSEYİN BEKTAŞ VEDA ETTİ



07.10.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Alo” demezdi telefonda, “Gününüz hoş olsun, yüzünüz gülsün” diye açardı doğrudan. Anında yüklerdi enerjiyi. Gamı kasaveti tuz buz eder, boşluğa savururdu. Mutlaka bir şakaya bağlanacak konuşması, ciddiyetle başlıyormuş gibi devam ederdi. Çok ciddi konulardır ama hepsini latifeyle terbiye eder, yutması kolay olurdu. Karşılıklı “Çok geç tanıştık” yarışmasına girmiştik sanki. Birbirimizin lafını tamamlıyorduk bitmeden. Kafalar, uymuştu. Çok geç tanışmıştık. Ama çok...


Selamı bol, eğitimde ciddi ağabey



- Hüseyin ağabey, merhaba.

- Merhaba Hüseyin bey.



Samanpazarı’ndan Kale’ye doğru, Koyunpazarı Sokak’tan çıkarken solda Pirinç Sokak var. Eski Ankara Saklı Teras Kafe’yi, sırf o ortamda olmak, orada zaman geçirebilmek için, kiracıyken satışa çıkarılınca almak zorunda kalmıştı. Daha önce Pirinçhan içinde de bir Anadolu köy odası toparlamıştı. İşte bu selamlar o kafenin önünden. Çocuk-yaşlı, kadın-erkek, 7’den 70’e selamı boldu.

- Karnın aç mı?

- Sağol.

- Bir şey iç o zaman.

Hele çocukları, hiç ikramsız salmıyordu. Kale’nin, Kayabaşı’nın çocukları için hep projeleri vardı. Mahallenin kazanması, çocukların okuması içindi projeler. Sahici ciddileşiyordu; “Eğitim deyince akan sular durur!” Binlerle sayılan çocuğu, genci okutmuştu. Sayıyı vermiyordu da fikrimiz olması için yuvarlak bir rakamda ısrar edince zorla “2 bin 500’den fazla” cevabını aldık. Nesli tükenmiş bir işadamıyla tanışıyorduk ama çok geç tanışmıştık, çok!



Lafçı değil pratikti

Aynı sahiplenmeyi Kale esnafına da gösteriyordu. Yalancıktan esnafla gerçeğini ayırıyor, yetenekli ve ahlaklısına, arka çıkıyordu. Dediğini lafta bırakanlardan değildi, pratikti. Herkesin kendine göre çözüm önerileri üretiyor, kendine düşen bir şey varsa çoktan eyleme geçmiş oluyordu. Bizimle bağı da Kale’ye olan ilgimiz nedeniyle kurmuştu zaten; hasta bir ortak yakınımızı, iyileştirmeye çalışıyor gibiydik.



Alın bu şablonu, götürün Hamamönü’ne, Haymana’ya oturtun. Oralarda da aynı çabayı gösteriyor, aynı saygıyı, sevgiyi görüyordu.



Arabasının bagajında, hep bir şeyler vardı. Çocuklara, halinden fark ettiği insanlara, bizzat şahidim, kendisine kaba davranan otoparkçıya bile çıkarıp, veriyordu. Küçük hediyeler... “Sonra gelir boyatırım” diye ayakkabı boyacısına 5 lira aktarımı da şehadetimize maruz kaldı! Herkes Bektaşlar Turizm’in, Radyo Bek’in sahibi olarak biliyordu ama o, bir o kadar memlekete, Ankara’ya, Haymana’ya ve sokağına da sahip çıkıyordu. Çok geç tanışmıştık...



Arayı kapatmaya çalıştık

Adam, 2 ay önce tanışmış ama ne anlattı yani!” diye sormak hakkınızdır. Ancak ‘pratik adam’ dedik ya, hem önermeye hem fikir almaya çok açık biriydi Hüseyin Bektaş. Susamış gibi sık görüşüyor, Ankara için projeler, adımlar tasarlıyorduk. Geç tanışmanın farkını kapatmanın telaşı içinde gibiydik. Onun bir bildiği varmış da telaşemiz onun içinmiş gibi oldu. Ağır gribi yüzünden bayram ertesine bırakmıştık son toplantımızı. Son konuşmamızmış!.. 4 Ekim 2014 akşamı, içimizi yakan vefat haberini aldık.



Hüseyin Bektaş, öncelikle Ankara, sonra memleket için iç yakacak bir kayıptır. Bu köşeye, bir fikri tarif kısmını sığdırmaya çalıştık. Kişiliğini varlığının önünde tutmayı beceren, bir memleket ve hayırseverini kaybetti Türkiye. Hele Ankara için, çok ama çok erken kayıptır.


Geç tanışmasak iyiydi. Ama çok geçmiş!.. Nur içinde yatsın, Allah gani gani rahmet eylesin.

Not: 2 ay önce kendisiyle yaptığımız söyleşi linki; http://i.milliyet.com.tr/Orjinal/2014/08/05/man-06-08-2014-sayfa-2-4278228.Jpeg

Hiç yorum yok: