20 Ekim 2014 Pazartesi

BURNUNUN DİKİNE YAPILAŞMA



17.10.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi

Önlerinde Ankara’nın yeni şehir planı, Alman mimar ve şehir plancısı Hermann Jansen soruyor; “Bir şehir planı tatbik edebilecek kadar kuvvetli bir idareniz var mıdır?” Atatürk, iyi ki hiddetlenip, bastonla Bentderesi’ne kovalamamış kendisini; mahcup olurmuş! Yedi düveli dize getiren lider, arazi ve emlak rantçılarıyla baş edemediğini, zamanla fark ediyor. Himiniler gibi orasından burasından tırtıklayıp, delik deşik ediyorlar yeni şehir planını.



“İnsanoğlu toprağa yakın yaşamalı”

Geçen yıl Nisan ayında, Başbakanken Recep Tayyip Erdoğan’ın bir feryadını hatırladık; “Bizim metropollerimiz (büyükşehir) vardı ama o metropoller beceriksiz ve estetik dünyası olmayan, estetik ruhu olmayan ellerde adeta nekropole, yani ölü şehirlere dönüştü. Eskiden yeşilin içine, yeşille uyumlu yapılar inşa edilirken şimdi artık saksılarda çiçekler yetiştiriliyor.. Şuradan daha fazla rant elde edelim. Onun için emsali 1,5 değil, 3'e çıkaralım! Allah aşkına bu mantıktan vazgeçin” le başlamış, sonunda “Fevkalade bir hal olmadıkça bu tür yapılanmalarda gökdelenler dikilmemeli. ..insanoğlu toprağa yakın yaşamalı. Biz, çocuklarımızın rahat rahat inip çıkabileceği konutlar inşa etmeliyiz” diye bitirmişti.



Selamsız gökdelenleri

Vallahi İstanbul yoldan çıktı da zaten, o günden beri Ankara’da güneşin giremediği siteler, mızrak gibi yüksek binalar, aynı hızla yükselmeye devam ediyor. Yenileri, daha yapılmadan, maketi üzerinden satılıyor. Dar bir kesim kazanç sağlarken toplumsal doku değişiyor, apartmanlaşmayla insanlar arasında kısmen kopan bağlar, gökdelenleşmeyle iyice açılıyor. Komşuluk ilişkileri, asansör merhabalaşmasından öteye geçemiyor. O da lütuf buyurup, selam veren varsa eğer.



Çocuklar, sokaktan ve topraktan uzaklaşıyor, beton gibi yetişiyorlar; harcı dondu mu, insanlıkları da donuyor. Sokağa çıkamıyorlar çünkü inmeye kalksa iki otobüs durağı arasını yürümüş kadar yol gidecek. Hiçbir anne-baba, kollayamayacağı uzaklığa göndermek istemez çocuğunu. Plastik çiçek gibi ya televizyonun ya da bilgisayarın başında oturup, kalıyorlar.



Kendilerine benzeyenlerden oluşan dar bir çevrede, eksik büyüyorlar. Sokaktan yalıtılmış bir hayatın çocukları, hayatla ve zorluklarıyla nasıl baş edecekler acaba?



Bina yükseldikçe büyükler de bırakın dertleşmeyi, bir tatlı kaşığı tuz için kapısını çalacak komşu tanımıyor. Oysa evin eksiği için komşu kapısı çalmak, çocukluğumuzun en sıradan işlerindendi. Birinden olmazsa öbüründen, bulana kadar dolaşırdık kapı kapı. Ne tuzu, selam vermiyor şimdi adam!



Uyarmaya da yapılaşmaya da devam

Eylül’ün başında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “İmar mevzuatındaki problemler nedeniyle Türkiye’de dikey yapılaşma arttı. 2-3 katlı yapılara izin verilen bir bölgede, çok katlı binalara izin veriliyor.. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız’ın rol tanımının yeniden yapılması gerekiyor. Bakanlığın kendisine, düzenleme ve ülke genelinde harmonizasyonu sağlamak gibi bir misyon biçmesi gerekiyor” diye bir kez daha konunun altını çizmişti.


Ekim’in başındaysa Ankara’nın belediye başkanları, Cumhurbaşkanı oldukta sonra Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etti. Demek daha önce İstanbul’da anlatamamış, bir de Ankaralı başkanlara seslendi Erdoğan; “Şehirlerin geneline, dikey yapıların hakim olmaması lazım” dedi. Arkasından, daha önce olduğu gibi, bir tartışma açılmadı. Öğüde kulak asmayıp burnunun dikine, dikey yapılaşmaya devamdı yani!

Hiç yorum yok: