17.10.2014 Milliyet-Ankara Gazetesi
Önlerinde
Ankara’nın yeni şehir planı, Alman mimar ve şehir plancısı Hermann Jansen
soruyor; “Bir şehir planı tatbik
edebilecek kadar kuvvetli bir idareniz var mıdır?” Atatürk, iyi ki
hiddetlenip, bastonla Bentderesi’ne kovalamamış kendisini; mahcup olurmuş! Yedi
düveli dize getiren lider, arazi ve emlak rantçılarıyla baş edemediğini,
zamanla fark ediyor. Himiniler gibi orasından burasından tırtıklayıp, delik
deşik ediyorlar yeni şehir planını.
“İnsanoğlu
toprağa yakın yaşamalı”
Geçen
yıl Nisan ayında, Başbakanken Recep Tayyip Erdoğan’ın bir feryadını hatırladık;
“Bizim metropollerimiz (büyükşehir) vardı ama o metropoller beceriksiz ve
estetik dünyası olmayan, estetik ruhu olmayan ellerde adeta nekropole, yani ölü
şehirlere dönüştü. Eskiden yeşilin içine, yeşille uyumlu yapılar inşa edilirken
şimdi artık saksılarda çiçekler yetiştiriliyor.. Şuradan daha fazla rant
elde edelim. Onun için emsali 1,5 değil, 3'e çıkaralım! Allah aşkına bu
mantıktan vazgeçin” le başlamış, sonunda
“Fevkalade bir hal olmadıkça bu tür yapılanmalarda gökdelenler dikilmemeli.
..insanoğlu toprağa yakın yaşamalı. Biz, çocuklarımızın rahat rahat inip
çıkabileceği konutlar inşa etmeliyiz” diye bitirmişti.
Selamsız
gökdelenleri
Vallahi İstanbul yoldan çıktı da zaten, o günden
beri Ankara’da güneşin giremediği siteler, mızrak gibi yüksek binalar, aynı
hızla yükselmeye devam ediyor. Yenileri, daha yapılmadan, maketi üzerinden
satılıyor. Dar bir kesim kazanç sağlarken toplumsal doku değişiyor,
apartmanlaşmayla insanlar arasında kısmen kopan bağlar, gökdelenleşmeyle iyice
açılıyor. Komşuluk ilişkileri, asansör merhabalaşmasından
öteye geçemiyor. O da lütuf buyurup, selam veren varsa eğer.
Çocuklar, sokaktan ve topraktan uzaklaşıyor, beton
gibi yetişiyorlar; harcı dondu mu, insanlıkları da donuyor. Sokağa çıkamıyorlar
çünkü inmeye kalksa iki otobüs durağı arasını yürümüş kadar yol gidecek. Hiçbir
anne-baba, kollayamayacağı uzaklığa göndermek istemez çocuğunu. Plastik çiçek
gibi ya televizyonun ya da bilgisayarın başında oturup, kalıyorlar.
Kendilerine benzeyenlerden oluşan dar bir çevrede,
eksik büyüyorlar. Sokaktan yalıtılmış bir hayatın çocukları, hayatla ve
zorluklarıyla nasıl baş edecekler acaba?
Bina yükseldikçe büyükler de bırakın dertleşmeyi,
bir tatlı kaşığı tuz için kapısını çalacak komşu tanımıyor. Oysa evin eksiği
için komşu kapısı çalmak, çocukluğumuzun en sıradan işlerindendi. Birinden
olmazsa öbüründen, bulana kadar dolaşırdık kapı kapı. Ne tuzu, selam vermiyor
şimdi adam!
Uyarmaya
da yapılaşmaya da devam
Eylül’ün başında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “İmar mevzuatındaki problemler nedeniyle Türkiye’de dikey
yapılaşma arttı. 2-3 katlı yapılara izin verilen bir bölgede, çok katlı
binalara izin veriliyor.. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız’ın rol tanımının
yeniden yapılması gerekiyor. Bakanlığın kendisine, düzenleme ve ülke genelinde
harmonizasyonu sağlamak gibi bir misyon biçmesi gerekiyor” diye bir kez daha konunun
altını çizmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder