01.11.2015 Milliyet-Ankara Gazetesi
“MUTFAK İÇİN BERABER OLMAK
GEREKİR”
Türk Mutfağı'nın, unutulmuş tatları ve bilgileri...
Kitle
iletişim araçlarının etkisi ve piyasanın seçenek arayışı, Türk Mutfağı’nı
yabancı mutfakların yoğun baskısıyla karşı karşıya bırakıyor. Devletin bile
kendi mutfağını öğretmeyen yemek okulları var. Prof.Dr. Ömer Uluoğlu ile Orta
Asya’dan İspanya’ya, Türk Mutfağı’nın tarihsel süreci, çeşit zenginliği ile
yemek adabımızı konuştuk.
Gazete sayfa düzeni: Orhan Erkılıç
Fotoğraflar: Duygu Nil Özer-Alkan Uçarsu
Herkesin
mutfağı kendine güzel. Mutfak, arkasındaki birikimle yaşam biçimine, yaşama uyumuyla
kültüre dönüşebilir. Sonra yaşamları biçimlendirir. Türk, Fransız ve Çin
mutfakları, çeşitlilik ve farklı lezzetler açısından dünyada öne çıkan
mutfaklar. Damağının sevdiğini, bazen biraz da uyarlayarak içine alan Türk
Mutfağı, tarih boyunca ayak basılan her yerin çeşnilerinden örneklerle zengin
bir çeşitliliğe sahip. Başka mutfaklara karşı muhafazakar değil ama farklı
tatları harmanlayarak, kendine has lezzet kıstaslarını da oluşturmuş.
Bu
zenginlik Türk Mutfağı’nı, tarihi olarak, toplumsal olarak, malzeme ve pişirme
teknikleri olarak derya bir konu haline getirmiş. Ayrıca artık kitle iletişim
araçlarının yaygınlaşmasıyla yerine gitmeden de pek çok mutfaktan haberdar
olabildiğimiz için, sabah 10 bin kilometre ötede yapılan yemeği, öğlen pişirip,
evimizde deneyebiliyoruz. Beğendiğimizi, mutfağımıza katmaya devam ediyoruz.
Devlet okulunda öğretilmiyor
Kitle
iletişim araçlarının etkisi ve piyasanın seçenek arayışı, Türk Mutfağı’nı başka
mutfakların yoğun baskısıyla karşı karşıya bırakıyor. Türk Mutfağı’nı öğretmeyen
yemek okullarımız var maalesef. Ki bunların bazıları devlet okulu. Mutfağından
vazgeçmeyen aileler ve esnaf lokantalarıysa gelenekselin yaşatıldığı ama yeni
tatların da ihmal edilmediği vahalar.
Mesleğiyle
doğrudan ilişkisi olmamakla beraber Gazi
Üniversitesi Pataloji Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri’nden Prof.Dr. Ömer Uluoğlu ile yıllarca
araştırdığı, daldı mı çıkamayacağımızı
bildiğimiz, Türk Mutfağı denen deryanın kıyılarında dolaştık. Orta Asya’dan
İspanya’ya kadar açılan ve en son Anadolu’ya daralan mutfağımızın, bitkisinden
baharatına, etinden sütüne, yeme alışkanlıklarından sofra adabına gelişimini
konuştuk. Binlerce tür yemeği, yüzlerce tür tatlısı olan mutfağı, nasıl bu
kadar daralttığımıza ve iki elin parmakları kadar lokantaya nasıl sıkıştırdığımıza
şaştık.
“23’ün üzerinde kültürün
yemeği var”
Ali İnandım- Ömer hocam, eskiden evlerimizin mutfakları büyük olur, orada oturur
kalkar, neredeyse orada yaşardık. Küçülttüler mutfaklarımızı. Bazıları hepten
dar, yemek bile yiyemiyorsunuz.
Ömer Uluoğlu- Mutfağın oluşması için
beraber olmak, organize olmak gerekiyor. Mutfak, toplumsallaşma açısından
önemlidir, birarada olunan yerdir. Bizim toplumsal yapımıza uygunu da bu tür
mutfaktır zaten. Benim tespit ettiğim, 23’ün üzerinde kültürün yemekleri yer
alıyor Türk mutfağı içinde. Bu anlamda da mutfağımız kavrayıcıdır.
“Kalkanı çevirir, ekmek
pişirir, ters çevirir, sac kavurma yapar”
- Mutfağımız, nasıl bir
tarihsel süreç izliyor?
-
Otantik Türk mutfağı, genelde göçebe mutfağıdır. Orta Asya’da, tamamen hayvani
besine dayalıdır beslenme. Mutfak araç ve gereçleri de buna uygun, çok
amaçlıdır. Binlerce yıl evvelden beri oradan oraya göçtükleri için
kullandıkları eşyalar da obanın taşınmasıyla kolay taşınabilecek aletlerdir. Et
kesmek için kılıcı kullanır, bölmek için baltayı kullanır, kalkanı kullanır.
Kalkanı çevirir, üzerinde ekmek pişirir, ters çevirir sac kavurma yapar. Bugün
hala yediğimiz sac kavurmanın sacı neye benziyor sizce? Bütün yemek
alışkanlıkları hala sürer. Mesela sütün bozulmaması için torba yoğurdu, peyniri
yapmış, tuzla fermante ederek belli bir süre beklettikten sonra kefiri
geliştirmiştir. Kaşarı, peynir olarak yaptıktan sonra suyun fazlasını
kaybettiriyor, serin bir yerde bekletiyor. Savaşa gittiği zaman, gittiği yerde
toprağa gömüyor. Hasıra, çömleğe, tenekeye peynir, çok sonra, yerleşik hale
geçildikten sonra basılıyor. Eti, kavurarak ya da tuzlayarak çiğ koruyor. Yemek
yapacaksa ondan bir parça alır ya da kurutulmuş çiğinden keser öyle kullanır. Türkler’in
yaptığı gerçek pastırmada çemen yoktur. Sarımsak, kimyon, Anadolu bitkisidir,
Ermeniler’den gelir çemen. Örneğin pastırmalı kuru fasulye yahut nohut, çemenli
pastırmayla yapılmaz. Önce soğanla pastırma karılır ve bekletilir. Pastırma
soğanın lezzetini, soğan da pastırmanın tuzunu çeker.
“Hindistan’dan geçerken
helvayı aldık”
- Orta Asya’dan çıktık,
sonra serüvenimiz nasıl devam ediyor hocam?
-
Türkler, İran ve Rusya üzerinden geliyor, Mezopotamya’ya, Anadolu’ya, oradan da
Avrupa’ya geçiyoruz. Bu yol boyunca da karşılaştıklarımızı mutfağımıza katacak
şekilde ilişki kuruyor ve katıyoruz da. Örneğin Hindistan’dan geçerken helvayı
aldık. Adı ‘khalva’dır orada. Keşkek, 13 yüzyıllık bir yemek. İspanya’dan
Türkistan’a kadar yapılır. İlk adı ‘kaşk’. Kaşıkla yenen şey ya da kaşık kaşık
yenen şey anlamındadır. Keşkek ve pilav, Türkler’in gittiği her yerde vardır.
-
Pirinci daha geç almışız galiba. Taşrada
bulgur daha baskın günlük yemekler içinde.
-
Tam aksine, 2 bin yıl önce Çin’le ilişkilerden pirinci aldık. Ama bizde pilav,
Çinliler’in yaptığı gibi suda haşlanmaz, koyun etinin ya da sütün yağıyla
pişirilir. ‘Ankara tava’ dediğimiz
budur işte. Bir Güney Doğu Asya kültür bitkisi
olan pirinç, başlangıcından bu yana Türk mutfağının ana tahılıdır. Bugün buğday
ve türevi olan bulguru ise 8.9.10’uncu yüzyıllar diyebiliriz, Anadolu-Avrupa
coğrafyasına girince alıyoruz. Buğday, bir Mezopotamya kültürü bitkisidir,
dünyaya da oradan yayılmıştır. Karadeniz ya da Balkanlar’dan gelen mutfaklarda
yoktur bulgur. Ve bugün Anadolu’da, hala günlük yemekler içinde daha baskındır.
Prof. Dr. Ömer Uluoğlu |
“Patlıcanı sevdirmek için
‘imam bayıldı’ diyor”
- Aldığımız ve hala
yaptığımız tanıdık neler var başka?
-
Türk boyu Kıpçaklar, ‘haluşka’
yapar. 4 köşe mantı hamuru gibi, yumurtası fazla bir hamurdur. Çok
çeşitlendirilebilir. Budapeşte’de, lokantaya gittim Macar yemeği istedim.
Haluşka geldi. Oradaki adı ‘koluşka’ydı.
Mesela Kastamonu’da ‘pirohi’ vardır;
üçgen mantı. İstanbul’da piruhi, Kayseri’de piroha, Rusya’da piroçkadır. Ayrıca
gittiğimiz yere göre meyveyi, sebzeyi alıyoruz. Kayısı Çin, kiraz Giresun
bitkisidir. Sarımsak, patlıcan, Anadolu sebzeleridir. Türk mutfağı, bütün
mutfaklara açıktır. Arnavut ciğeri, Çerkez tavuğu, Boşnak böreği, Arap aşı, aldığımız
bazı yemekler mesela. Hakkını yemez, ait olduğu coğrafyayı belirtmekten
çekinmez mutfağımız. Bitkiyi veya sebzeyi alır, uyarlar, üstelik benimsetmeye
çalışırız. Patlıcanı sevdirmek istiyor diyelim. ‘İmam bayıldı’ Türk mutfağının yemeği değil, Anadolu’da girmiş
mutfağımıza. Adını böyle koyuyoruz ama, “İmam
bile çok sevdi, bayıldı” diyor. Adıyla benimsetmeye çalışıyor. ‘Hünkar beğendi’ de aynıdır, patlıcanı
sevdirmek içindir.
“Yabancı gelin önemlidir”
- Dünyayı sadece biz
dolaşmadık ama yemek çeşitliliğimiz çoğundan iyi.
-
Yemek çeşitlerimizin bu kadar geniş bir yelpazesinin olma nedeni, Orta Asya’dan
İspanya’ya, Orta Afrika’ya kadar bir coğrafya içinde birkaç bin yıl yaşamış
olmamızdır. Bizden başka bir de İngilizler bu büyüklükte bir coğrafya üzerinde
yaşamıştır. Ancak İngilizler, gittikleri ülkede, toplumla aralarında o ülkenin
insanlarından bir ara sınıf oluşturur, ilişkilerini onların üzerinden
sürdürürler. Kültürel bağ kurmaz, kız alıp vermezler. Türkler’in, dünyanın
herhangi bir yerine gittiğinde bu kadar hızlı uyum sağlamasının nedenlerinden
biri budur; içine karışırlar. Bizim ailelerde, daima birkaç yabancı gelin
vardır. Damat da vardır ama gelin önemlidir. Çünkü gelin, annesinden öğrendiği
yemeği yapar mutfakta. Ağız tadımıza uygunsa beğenirsek hemen kabul ederiz
mutfağa. Burada bamya ilginç bir bitkidir bizim damağımız açısından.
“Baklava en tuzlu tatlıdır”
Bamya,
Batı Afrika’dan, Nijerya bitkisidir. Cezayirli Hasan Paşa, Kuzey Afrika’da
Barbaros sonrası devam eden krallığı kurduğundan bu yana bamya, bizim
mutfağımızın bir parçasıdır. Cezayir’e gittiğinde komşu ülkeler aracılığıyla
bamyayla tanışıyor. Bamyanın her türlü yemeğine
ekşi konur. Çünkü bizim damağımız, ekşiye ve tatlıya açıktır, kolay kabul eder.
Her şeyin üzerine limon sıkabiliriz biz. Mesela baklava, en tuzlu tatlıdır;
baklava yufkası açılırken yapışmasın diye hep tuz konur. Belki de baklavanın
başlangıcında börek türü bir hamur yemeği vardır ve Türk ağız tadı bunu tatlı
yönünde değiştirmiştir. İşte bamyanın ekşiliğini sevmiştir damağımız, o yüzden
önemlidir. O bölgenin yer elması ve manyok(patates gibi bir bitki) bitkisi
vardır ama Türk mutfağına girememiştir. Tadını sevmemişizdir çünkü. Bamya
anında girmiştir ve Anadolu’da da yetiştirilmiştir. Bir başka örnek pastadır. Pastayı,
20.Yüzyıl’da, Rus ustalardan öğrendik. Bugün en küçük kasabada bile pastaneler
vardır.
- Yemek çeşitliliği dışında
mutfak adabıyla ilgili özelliklerimiz var mı?
-
Türk mutfağının 3 önemli özelliği var. Birincisi; ister köyde olsun ister
sarayda, yemek 2 öğündür. Kahvaltı yoktur. Tarımda ya da sanayide çalışan,
sabah sütlü, nişastalı bir çorba içer. Tarhana veya seher çorbasıyla yapılırdı
kahvaltı. Fasulye, nohut, süt, yoğurt katkılı çorbalar, tok tutmaya yönelik
nişastalı çorbalardır. 18 yüzyıldan sonra Batılı yaşam tarzıyla girmiştir
kahvaltı hayatımıza.
“Et yenir, sonra ‘karahaber’
gelir”
Öğleden
evvel kuşluk yemeği yenir. Bir gün önceden pişen azıktandır, artık ne
pişirilmişse bir gece önce. Tarlada çalışır, öğleden önce yemeği yer, öğleden
akşama doğru güneş zayıflayıp tekrar çalışacağı saate kadar dinlenilirdi. Bir
de akşam ‘ikindi yemeği’ yenir,
başka bir şey yenmez. Eğer gece uzarsa ‘yatzıbar’
yenir; kuru incir, üzüm, kestane, cevizdir.
Batılı
yaşam tarzından sonra girmiştir kahvaltı üçüncü öğün olarak. Abdülhamit’e kadar
da sarayda dahil, yer sofrasında yenmiştir yemek. Mutfağımızda, aynı zamanda
kültürümüzü yansıtan bir törendir, düğün gibi özelliği olan bir yemek vardır. Düğün yemeği, uzun sürecekse eğer, önce yumurta
yemeğiyle başlar. Yumurta, sindirim kanalını yemeğe hazırlar. Sonra et yenir,
sonra ‘karahaber’ gelir. Karahaber,
ekşili, etli yaprak sarmadır. Karahaberdir, “Et bitti” demektir çünkü. Eğer etli yemek devam edecekse araya
ekşili girer, o da bamyadır.
“Su içilmez, sofraya bile
gelmez”
Mutfağımızın
ikinci özelliği; sofrada yalnızca 2 çeşit kaşık olur. Pilav kaşığı düzdür,
hoşaf kaşığı çukurdur. Yemeğe gelenler, kendi kaşıklarını getirir. Hoşaf kaşığı
kaplumbağa kabuğundan, pilavınki fildişinden yapılır. Çatal, 18’inci yüzyıldan
sonra sofralarımıza girer. Türkler’de, eti bıçakla ayıklamak ayıptır. Çünkü et,
dağılacak kadar pişirilir. Bıçakla ayıklamak, ev sahibine “Pişirememişsin” demektir. Sofrada su içilmez. Sultan Abdülaziz’e (1830-1876)
kadar su, sofraya bile gelmez. Birisi susarsa yan odaya gider, suyunu içer,
dönünce herkes beraber tekrar başlar yemeğe. Yemek aynı kaptan yeniyor,
sofradan kalkanın hakkını yememek için bekliyor herkes. Pilav en son gelir ve sınırsız,
doyana kadar yenir. Ondan önceki yemeklerde, herkes eşit miktarda yemeye gayret
eder.
“Gelin alırken kaç parmakla
yediğine bakılır”
Üçüncü
özellik ise Türk sofrasında kimseye “Ne
yedin?” diye sorulmaz ve ne yediği takip edilmez. Yemeğe, kadınlarda da
erkeklerde de en kıdemli kişinin başlamasıyla başlanır. Erkekler bitirmeden
kadınlar yemeğe başlamaz. Gıdayı getiren, avlanan erkek, onu işleyen kadındır.
Ama erkek de kadını gözetir, doymadan kalkar sofradan. Karşılıklı saygı
göstergesidir bu. Sofrada konuşmak, ağız şapırdatmak ayıptır. Gelin alırken
önce izlenir; 2 parmakla mı 3 parmakla mı yediğine bakılır mesela. Ellerinin ne
kadar yağlandığına bakılır. Gelin alma ölçülerindendir yani. Bunlar, yemek yemenin yalnızca doyma amaçlı bir olgu
olmadığını, sosyal statüye kadar birçok şeyin belirteci olduğunu gösterir.
“İç Anadolu’da, özü
bozulmadan korunur yemekler”
- Türk Mutfağı’nın, kendi
içinde, bölgelere göre özellikleri var mı?
-
Orta Asya’dan çeşitlenerek geldik. Kastamonu mutfağı özgündür. İlk Anadolu’ya
geldiğimizde, pirinci sulu hamur haline getirip, güllaç gibi inceltiyor,
kızartıp tatlı olarak yiyoruz. Sütlü tatlıların ana kaynağı Kastamonu
mutfağıdır. Kesme muhallebi, kazandibi, tavuk göğsü, keşkül, oradan doğmadır. Ege
mutfağı, Girit’ten etkilenmiştir; daha çok sebze ağırlıklıdır. Antep mutfağı,
Halep’e benzer. Antakya mutfağında Arap, Süryani, Fransız gelenekleri vardır.
Bir de Doğu Karadeniz mutfağı diyebileceğimiz mutfak, Kafkaslar’dan, mesela
Elbruz Dağları civarından çok etkilenmiştir. İstanbul ise kozmopolittir. Bütün
yerel mutfaklardan ve diğer ülke mutfaklarından izler taşır. Saray mutfağına da
Topkapı’dan Dolmabahçe Sarayı’na geçilince yabancı yemekler giriyor.
İç
Anadolu mutfağı, yani Afyon’dan Sivas’a, Kastamonu’dan Konya’ya, arada kalan
bölgeyi kastediyorum, bu bölgede kullandığımız mutfak ortak mutfağımızdır. Yani
bir öz korunuyor burada. Ankara da bu özün korunduğu şehirlerden biridir. Ama
hepsi de Türk mutfağıdır. İç Anadolu’da yemeklerin, otantik, ana formları fazla
bozulmadan korunur.
“Esnaf lokantalarında
gelenek devam eder”
‘Esnaf lokantası’ dediğimiz
lokantalarda, kuru fasulye, pilav, kavurma, haşlama, çorba olur mutlaka. Belki
bir iki çeşit sebze yemeği ve tatlısı olur. İstersen köfte de yaparlar. Eski
ailelerin mutfaklarında ve esnaf lokantalarında gelenek devam eder. Ankara’da,
Boğaziçi Lokantası’nda bu yemekleri bulabilirsiniz. Havuzlu Çiçek, Cumhuriyet
Yıldız da yapardı. Afyon’da İkbal, Bolu’da İdris,
İzmir’de Şükran, İstanbul’da Hacı Abdullah, Konyalı, Hacı Salih vardı. Hacı
Salih Demişken; İstanbul’da ilk kez ‘En Güzel Mutfak Yarışması’ yapılıyor, Hacı
Salih, “Pilavla katılacağım” dedi.
Yabancılar istakozlar falan yapıyor, güldü millet. 40 çeşit pilavla girdi
yarışmaya, birinci oldu. Şok oldu Avrupalı ustalar.
Boğaziçi Lokantası, Ankara'da, Anafartalar Caddesi'yle Denizciler Caddesi'nin kesiştiği köşede. Her gün en az 25 çeşit yemek çıkaran en eski esnaf lokantalarından. |
“Lokanta yok, rızkın
satılması hoş karşılanmıyor çünkü”
- Yol üzerindeki hanlar
dışında lokanta geleneği var mıydı?
-
Abdüllaziz dönemine kadar lokanta yok bizde. Çünkü yemeğin, rızkın satılması
hoş karşılanmıyor. Abdülaziz döneminde de önce azınlıklara serbest lokanta açma
izni veriliyor. Daha sonra Müslüman ustalara, o da ruhsatla, açma izni
veriliyor. Bu yüzden İstanbul’un en eski ustaları hep Rum, Yahudi ve
Ermeniler’dendir; Moiz usta, Marko usta gibi... Türkiye’de Michelin Yıldızlı
lokanta yoktur mesela. Avrupa’da, ustaya giderler, ustanın yemeğini yemeye
giderler. Yıldızı usta alır yani. Bizdeyse mülkün, işletmenin sahibi öne çıkar,
ustanın adı bilinmez. Çoğu yemeği icat edeni, ustasını bilmeyiz o yüzden. Daha
yeni yeni ustaların adını duymaya başladık, bu da çok hoşuma gidiyor kaynağını
öğrendiğim için.
“4 binin üzerinde yemek, 450
civarında tatlımız var”
- Araştırmalarınızda yemek
çeşidi olarak bir sayı belirleyebildiniz mi?
-
Benim bildiğim Türk mutfağında, 4 binin üzerinde yemek, 450 civarında tatlı
çeşidi vardır. Bilmediklerimiz ne kadar kimbilir. Dolma, kelime kökeninden de
bellidir bize aittir. Sadece 200’e yakın dolma ve sarmayı, ben kendim
yapıyorum. Kavun dolması, salatalık dolması, marul, bamya, şalgam, kabak
çiçeği, mülebbes (giydirilmiş demek-patlıcanlı) dolması birkaçı. Batı Avrupa
bölgesinin en çok endemik bitki barındıran bölgesi, Anadolu ve Rumeli
havzasıdır. Bütün bu bitkiler, mutfağınızın içine giriyor. Meşhur diye biliriz
ama İtalya’ya gittiğimde, İtalyanlar için yazılmış iyi bir yemek kitabında, 400
civarında yemek vardı. Fransız ve Çin mutfağıyla kıyaslanır ama Türk mutfağı,
lokantada da herhangi bir evde de yapılır. Oysa Fransızlar’ın ve Çinliler’in çoğu,
kendi mutfağı olarak geçen yemeklerin önemli bir kısmını hiç görmemiştir.
Saraydaki yemeklerin halka mal olması da şöyle olmuştur; saraya, belli
ailelerden gidiyor ustalar. Bir nedeni damak tadının tutması, bir de güvenlik
açısından böyle yapılıyor. Saray dağılmaya yüz tutunca ustalar, başta Antep
olmak üzere, memleketine dağılıyor. Örneğin evlerde yapılmaz baklava, sarayda
geliştirilmiş ama ev baklavası olarak herkesin evine girmiştir. Bu şekilde o
ustalar sayesinde birçok yemek halka mal olmuştur.
Ankara'da, İstanbul kaynaklı lokantayı anlamak için ipucu: Tatlılar, dışarı bakan vitrinde sergileniyor ya da tatlı tezgahı hemen giriş kapsının yanına konmuşsa o esnaf, İstanbul'dan gelmiş demektir. |
“En fast (hızlı) mutfaktır
Türk mutfağı”
- Ömer hocam, mutfağımız
kadar lezzetli bir sohbet yaptık. Son olarak bu zenginliğin korunmasına ilişkin
bir şeyler söylemek ister misiniz?
- En fast (hızlı)
mutfaktır Türk mutfağı. Lokantaya gider “Dolma
ver” dersin, gelir. Daha hızlı nasıl olsun! Halbuki hamburger sipariş eder,
pişmesini beklersin. Türk mutfağında özgünlüğün belirlenmesi için tescillenmesi
lazım. Her yemeğin özgün hali tespit edilmeli. Kafanıza göre oynamamalısınız
yemekle. Standartları olmalı. ‘Büyük
mutfak’ demek, uzun bir geçmiş, büyük bir kültür birikimi demektir.
Kimsenin demesiyle büyük mutfak olamazsınız. Bu birikimi taşıyacaksınız.KAHVE TAVASI: Geniş olma nedeni; kahvenin içine yayılıp eşit pişmesi. Uzun sapı hem ateşten uzak tutmak hem de kahveyi sürekli çevirebilmek için.
SAHANIN ADI: YUMURTAYI HÜMAYUN
(Çoklu yumurta sahanı)Aşçıların sınav sorusu. Bu sahanda yuurtayı kim iyi yaparsa başaşçı oluyor. Sade tereyağ, onun iki katı tatlı beyaz soğan, hafif ateşte 1 saatten fazla kavrulup, macun kıvamına getiriliyor. yumurtayı kırınca ortada kalacak. Alta iner ya da üstte kalırsa olmamış demektir. Saray'da, çekilmiş karanfille yapılıyor.
TÜRK MUTFAĞI'NIN KAYBOLAN TATLARINDAN BİRKAÇ TARİF:
1) Elmasiye tatlısı: Bazı bitkiler ‘pektin’
adı verilen ve jöle oluşturan bir madde içerir. Orijinal elmasiye, jelâtinle
yapılmaz. Örneğin ayva gibi erik gibi pektin içeren meyvelerin kaynatılmasıyla
elde edilen jölenin, taze ve şekerleme tarzındaki meyveler, fıstık, badem gibi
öğelerin kaymakla çeşnilendirilmesiyle yapılır. Püf noktası; kaynamış meyve
suyunun, tatlının yapılması bitene kadar, donmayacak bir sıcaklıkta
tutulmasıdır.
2) Gerdaniye (Gerdan tatlısı): Koyun veya kuzu gerdanı yağları iyice
ayıklandıktan sonra, az tuzlu suda kabuk tarçın ve karanfil ile lif lif
ayıklanacak şekilde iyice haşlanır. Etler ayrıldıktan sonra et suyunun yağı
alınır, süzülür. Etler tekrar içine konur ve suyun iki katı miktarında toz
şekerle koyulaşana kadar kaynatılır. İnce kabuklu erik kurusu, sonra kayısı
kurusu eklenerek 10 dakika daha kaynatılır. Tatlının kıvama geldiği, cam bir
tabağa damlatılan bir damlanın yayılmadan kalmasıyla anlaşılır. Bu formüle,
tülbente sarılmış sakız ve limon suyu da eklenir. Taslara konulan tatlının
üzerine, iç kabukları da alınarak, badem fıstık veya çam fıstığı konularak
servis yapılır.
3) Marul dolması: Küçük orta boy marullar, dış körpeliğini kaybetmiş
yapraklarından ayıklanır. Yıkandıktan sonra dağılmayacakları bir şekilde sapın
fazlası kesilir. Bol dereotu, maydanoz içeren soğanlı kavrulmuş kıyma ile en iç
kısımları kırılıp çıkarıldıktan sonra, karnıyarık gibi doldurulur. Bu dolma içinde
pirinç yoktur. Yassı bir tencerede bitişik nizam tek sıra dizilen dolmalar, hiç
su konulmadan tereyağında ve hafif orta ateşte, marul yumuşayana kadar
pişirilir.
4) Ege usulü ekşili bamya: Sultani bamya, saplarından arındırılır ve iri
olanları birkaç parçaya bölünür. Haşlanırken sümükleşmemesi için kaynar suya
limon tuzu eklenir (bir litre suya bir çay kaşığı kadar), haşlama suyu iki
parmak arasına alınarak bakılır ve sümükleşmenin ortadan kalktığı kontrol
edilir. Sümükleşme yoksa süzülür. Bamyalar bir tasa alınır, sızma zeytinyağı
ile iri doğranmış kuru soğan öldürülür ve su eklenerek kaynatılır. Diri bir
şekilde süzülmüş olan bamyalar eklenir, soğanın ez az iki katı iri doğranmış
kabuksuz ve çekirdeksiz domates üstüne konur ve mevsimine göre bir sap taze
koruk veya bir kahve fincanı koruk ekşisi ile (bulunamazsa çekirdekleri alınmış
dilimlenmemiş yarım limon kabuğuyla) pişirilir. Domates dağılmadan pişmelidir.
Konulan koruk, servisten önce alınır.
1 yorum:
SÜPER BİR ARAŞTIRMA VE TARİHİMİZE IŞIK TUTACAK MAKALE.ANKARA YEMEKLERİNİN MÜSTESNA YERİ VAR VE BOĞAZİÇİ LOKANTASININ ANKARA TAVASI FEVKALADE. NE YAZIKKİ ANKARA TAVASINI YAPACAK USTA VE LOKANTADA KALMADI ANKARAMIZDA. YEMEKLER BİR KENTİN KİMLİĞİDİR DAMAK ZEVKİ ESTETİĞİDİR. VE YAŞAM TARZINI GÖSTERİRİ TEŞEKKÜRLER ALİ İNANDIM YEMEK TARİHİMİZE VE KÜLTÜRÜMÜZE IŞIK TUTTUĞUN İÇİN. ŞÜKRANLAR. HALUK BALABAN.
Yorum Gönder