07.06.2016 Milliyet-Ankara Gazetesi
Alçakgönüllülükle
değer bilip değeri öne çıkarmak, çelişik tavırlar değildir. Değeri görünmez
kılacak kadar alçakgönüllülük, değere zarar; değerin değerliğini geciktirir.
Siz beklerken birileri çıkar, değerin kıymetini bilir ve değeri değerlendirir.
Ustalığın hakkını alamıyor
Yüzlerce
binlerce örneği vardır Ankara’da. Mesela dünya çapında bir ressamı,
heykeltıraşı, edebiyatçıyı, oyuncuyu, müzisyeni, bir müzik aleti ya da el
sanatları ustasını, fotoğrafçıyı, akademisyeni, mimarı, tasarımcıyı,
gazeteciyi, sporcusunu, daha sayabiliriz, başta İstanbul olmak üzere başka
şehir ve ülkelere kaptırmıştır Ankara. Giden de dönüp geri bakmaz bu aşırı
alçakgönüllülüğün kıymetbilmezlikle karıştığı şehre.
Bu
şehir onu yoğurur, değere ya da markaya Ankara’da dönüşür ama ustalığın karşılığını
göremediği için uzun süreli bir küskünlük yaşar terk eden. Ankara da “Niye gittin?” demez, çarkı yeni
değerler yoğurmaya devam eder.
Bürokrat kafalı şehir
Bu
ilişki biçimi, bir ürün ya da firma için de geçerlidir. Ankara’da gelişir,
kalitesiyle ülke çapında marka olur ama gömleği de dar gelmeye başlar, sığamaz
şehre. Belli bir büyüklükten sonra başkentin damarları dar gelmeye başlar,
açılamaz dünyaya. Bütün kapılar buraya, buradan dünyaya açılması gerektiği
halde, başkentte olduğu halde açılamaz.
Bürokrat
kafalıdır çünkü şehir; herkese, her işe eşit mesafede duran, aşırı tedbirli,
işinden fazlasına el atmayan kafalıdır. “İyi
bir sanatçı, iyi bir profesör, iyi bir sporcu, iyi bir firmasın ya, aferin sana”
der, biter. Yerel idarecilerin de işine gelir bu kafa; macera yoktur, idaresi
kolay olur.
Altyapı var üstyapı yok
Oysa
İstanbul, kendisine bırakmaz, önce değeri ülke çapında tanıtır, yaygınlaştırır
ve durmaz, dışarı açmaya uğraşır. Yeter ki pazarlanabilir bir yetenek, fikir,
ürün ya da firma olsun. Değere değer katar, onun değerinden nasiplenir sonra.
Hatta bazen o kadar ileri gider ki nitelikli bir değer taşımadığı halde değerli
olmayan insan ya da ürünleri olduğundan fazla gösterir, markaya dönüştürür,
yutturur bize.
Bunu
yapabilme becerisi vardır, o yüzden Ankara’dan giden, orada büyür. Başarılı
insanlar, fikren beslendiği ortamı kaybetmek pahasına gider, firma, nitelikli
işgücünü terk etmek pahasına gider. Gömleği, orada değiştirirler.
Cumhuriyet’le
dünya siyasetini, modern yaşamı, bilimi, sanatı yeniden yakalayan örnek şehir
başkent Ankara, bürokrat kafanın kurbanı olur. Özel sektörü bile devlet dairesi
ufkuyla çalışır. Değer yaratmanın altyapısı vardır ama kaymağını alacak üst
yapısı yoktur.
Burada kazanılanı
götürüyorlar
Gönderdiği
sanatçıların albümlerini başkaları satar, bilim adamlarını başka üniversiteler
değerlendirir, edebiyatçı orada çok satar, sporcuya orada destek olunur, ressam
oradan dünya sanatçısı olur, firma orada uluslararası meydana çıkar. Daha acı
bir şey; Ankara’da oluşup, gelişen firmalar ki bunların içinde devlet kurumları
da var, genel müdürlükleriyle beraber sanat eserlerini, galerilerini,
kütüphanelerini, spor takımlarını İstanbul’a taşıyor. Hiç Ankara’ya borçlu hissetmiyorlar
kendilerini.
Bu ruhhali üretiliyor
Bu
ruhhali yaratılıyor ve üretiliyor çünkü başkentte. Günlük yaşam sınırlı akıyor,
şehrin ileri gelenleri ortak akılda birleşemiyor, bürokrat akla terk ediyorlar
sokakları. Geriye, keçisine, sof kumaşına, tavşanına, kedisine, 11 çeşit üzümüne,
Kalecik Karası’na, armuduna, vişnesine, domatesine, balına, buğdayına..
Tarihine,
Ankara Kalesi’ne, Ulus’una, Mogan Gölü’ne, bağevlerine, kaplıcalarına..
Daha
da sayamadığımız çok markasına sahip çıkamayan, sadece şikayet eden bir şehir
kalıyor. Markası çok, sahip çıkanı yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder