18.04.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi
Ağızdan
‘seçim’ sözcüğü çıktığında bu
cümleyi kuracağı günü iple çekmeye başlar, üretici, tüccar, esnaf. Seçim demek,
kimin gelip ne yapacağını bilmediğimiz belirsizlik süreci, bürokrasinin işleri
durdurması, ellerin cüzdana az gitmesi, tahsilatların zorlaşması hatta durması
demek bizim memlekette. Siyasi çekişmeler kadar büyük kaybı, seçim sürecinde
yaşar iş camiası. O yüzden ilk günden, “İşimize
bakalım” demek için can atar seçimler bitene kadar. Dördüncü baharı geride
bıraktık seçim havasından çıkamadan.
Bütün ayaklar frene
Yüksek
Seçim Kurulu’nun sonuçları kesinleştirmesine kimsenin tahammülü yoktur. Hemen,
dün de halkoylamasından sonra olduğu gibi, “Artık işimize bakalım” demeçleri gelmeye başlar. Seçimler,
ekonominin gidişatını ve devletin işleyişini durduracak bir süreç olmadığı için
makine çalışmaya devam eder gelişmiş ülkelerde, gelişme durmaz. Bizde ise her
seçimde bütün ayaklar frene çullanır, bu arada birçok kazanım kaybedilir, çoğu
zaman başa dönülür yeniden başlamak üzere.
Hep
söylüyoruz; “Dünyadaki değişim döngüsüyle
Türkiye’nin değişim talebi üst üste geldi, çifte doğum sancısını bir arada
yaşıyoruz” diye. Aslında Kurtuluş Savaşı yıllarının dünya ve Türkiye
koşulları yeniden oluştu neredeyse ve herkes kendi çıkarını kendi koruyacak. Her
ülkenin altından kalkabileceği normal bir dönem değil bu, baş edemeyenler küçük
parçalara bölünüp siliniyor haritadan.
“Sen bu merdiveni çıkma”
Kurulu
düzenin rehaveti içindeki Avrupa Birliği, NATO, Birleşmiş Milletler gibi
ittifaklar, temel ilkelerinden uzaklaştı, dönüşüme uyum sağlayamıyor, bir
anlamda çöküyorlar. ‘Şehir ya da şirket
ülke’ kavramları sıkça ortalıkta dolaşmaya başladı, teknoloji kasırgasının
biçimlendireceği, enerjinin baş hammadde olduğu yeni bir dünya yapılanması
kapıda. Öte yandan ekonomik olduğu gibi siyasi eksenin merkezi, bir enerji
kavşağına dönüşecek bölgemize kayıyor.
Yani
boşuna terör sınırımıza taşınmıyor, toprağımıza tecavüzlerde bulunulmuyor, bombalar
patlatılıp, darbe girişimleri ve belaltı ekonomik müdahaleler yapılmıyor. İletişim
çağında saklanamayan yalanlara bulanmış buyruklar, silahlı silahsız
müdahalelerle en kaba haliyle tebliğ edilmeye boşuna çalışılmıyor. 100 yıl önce
olduğu gibi,”Sen bu merdiveni çıkma,
aşağıda kal” diyorlar.
Ancak
bir kez daha değişim talep eden dinamik toplumun dip baskısıyla çakıştı müdahaleleri.
Önünde durulamıyor. Üstelik Kurtuluş Savaşı koşullarından çok başka, 100 yıldır
gasp edilen ve çiğnenen haklarını da talep eden bir Türkiye var artık.
İşle seçimi yürütemiyoruz
İçeride
ise varlığını seçim frenine borçlu koca bir siyaset ve bürokrasi prangası
ayağında. Her seçim, iş camiası için bir kazık fren. Duruyor her şey. Seçimlerin
ertesi sabahı, laf olsun diye “Artık
işimize bakalım” demiyorlar. İkisini bir arada yürütemeyen bir devlet ve
bürokrasi işleyişi hakim. Her seçim, önünden arkasından 1 yılı aşkın zamana maloluyor,
işten kaybettirdiğinin hesabını yapamazsınız.
Yeni dünyanın ülkeleri, kimseye yaslanmadan, güvenmeden kendi bileğinin hakkıyla alacak masadaki yerini. Şu yukarıda çizdiğimiz Türkiye, 4 yılını seçimlere kilitleyerek bekleyecek zamanı ve sabrı olan bir ülkeye benziyor mu? Bakan değişse “Başa dönüyoruz” diye yerinden hoplayan iş camiası, 4 yıldır dudaklarını ısırıyor. Halkoylamamız da bitti çok şükür, bürokratların rahatını bozalım da hakikaten işimize bakalım artık!
Yeni dünyanın ülkeleri, kimseye yaslanmadan, güvenmeden kendi bileğinin hakkıyla alacak masadaki yerini. Şu yukarıda çizdiğimiz Türkiye, 4 yılını seçimlere kilitleyerek bekleyecek zamanı ve sabrı olan bir ülkeye benziyor mu? Bakan değişse “Başa dönüyoruz” diye yerinden hoplayan iş camiası, 4 yıldır dudaklarını ısırıyor. Halkoylamamız da bitti çok şükür, bürokratların rahatını bozalım da hakikaten işimize bakalım artık!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder