25.04.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi
Eskiden
300’müş, bugünkü ölçeklere göre 300 bini aşmaması gerekir deniyor şehirlinin
kendi şehri üzerinde söz sahibi olabilmesi için. Şehrin yönetimine katılması,
yönetimi denetlemesi için gereken en fazla nüfus oranı buymuş. Bu ölçü aşılınca
demokrasi bitiyormuş.
Artık
bir yönetici seçiyorsunuz ki büyük ihtimal kendisini yakinen hiç
tanımıyorsunuz, yine onun tanımadığınız profesyonel yöneticileriyle sizi
ilgilendiren birçok karardan haberiniz bile olmadan yönetiliyorsunuz. Diyelim
100 bin kişilik bir şehirde bile belediye başkanı pek çok kişiyle tanışıp
selamlaşırken nüfus 300 bini geçince selamlaşmak bir yana hemşehrilik bağları kopmaya
başlıyor.
Tüketici demokrasisi
Hemşehrilik
bağları kopanın yurttaşlık bilinci zayıflıyor, yönetimini yönlendiremediğiniz
şehirde, şehre de yönetimine de demokrasiye de yabancılaşıyoruz. Şehir
idaresinin müşterisi oluyor, çalışan, tüketen, vergisini veren birer tüketiciye
dönüşüyoruz. Hizmet vermekle yükümlü bir kamu kurumu olan belediye hizmeti
satıyor, biz de vergimizin karşılığı olması gereken hizmeti alıyoruz ürün gibi.
‘Tüketici demokrasisi’ oluşuyor.
İşi
şehirlinin yaşamını kolaylaştırmak olan kurum ya da kurumlarla şehirlinin bağı,
yol-su-elektrik-ulaşım gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasında dahi
müşteri-şirket ilişkisine indirgeniyor. Üstüne toplumsal ihtiyaç ve taleplerle
örtüşmeyen bir şehirleşme ile biçimleniyorsa şehir, yurttaşlık, hemşehrilik
kavramlarıyla beraber şehre olan aidiyet bağı da zayıflıyor.
Devletin geleceğiyle de
ilgili
Yöneticinin
kişiliğine, ekibinin duyarlılığına terk ediliyor şehirlinin kaderi. Güzel
şehirler oluşturabilen yöneticiler olsa da ülkede, ülke çapında istisna
kalmaktan kurtulamıyorlar, insan doğasına aykırı vahşi şehirleşmenin kollarına
terk ediliyoruz günden güne. Rant ve yanlış kentsel dönüşüm makasına alınan
şehirli, şehrinde şehrine yabancılaşıyor. Oysa görülüyor ki yurttaşlık
bağlarıyla değerlendirilince şehirleşme, devletin geleceğiyle de ne kadar yakın
ilişkiliymiş.
“Kargaşa içindeki bir şehri yönetmek, düzenli
bir şehri yönetmekten her zaman daha kolaydır” der işi bilen şehir
yöneticileri. 1939’da sonlandırılan Hermann Jansen’in Ankara Şehir Planı’ndan
sonra dikiş tutmuyor başkent. Aksine şehirciliğin temel kuralları bir bir
çiğnenerek kirli bir yağ lekesi gibi yayılıyor ülkenin başşehri olduğu halde.
Bu yüzden mi sahipsiz?
Bu
yüzden midir acaba Ankara’nın sahipsizliği? Kentiyle yurttaşlık, hemşehrilik
bağları koparıldığı, sakinlerinin yönetiminde sözü geçmediği, demokrasisi
olmadığı için mi yalnız ve çaresiz bir şehirdir vahşi müdahaleler, dönüşümlere
karşı?
Nüfusu
9 milyondan başlayan şehirlere ‘megakent’
deniyor. Daha 5 buçuk milyonu bulmamışken insan doğasına aykırı böyle hoyratça
hırpalanan bir şehir, Japonya’nın başkenti 35 milyonluk Tokyo’nun nüfusuna
yaklaştığında neye benzeyecek? Cehenneme mi?
2 yorum:
Anlayana
Sivrisinek saz ✔
Teşekkürler Sayın Ali İnandım.
Anlayana
Sivrisinek saz ✔
Teşekkürler Sayın Ali İnandım.
Yorum Gönder