Yayın tarihi:25.01.2017
Milliyet - Ankara Gazetesi
“BİR ŞEHİR PLANLA DA
MAHVEDİLEBİLİR”
Ankara’nın
Cumhuriyet döneminde yapılan ama hakkıyla uygulanamayan şehir planlarından
sonrası nasıl devam etti acaba? 1950’lerden sonrasını, şehirleşme
politikalarının duayen hocası Prof.Dr.
Ruşen Keleş değerlendirdi.
Roma
İmparatorluğu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin yaklaşık 2 bin yıllık
şehirleşme sürecini irdelemiştik geçen hafta. Ülke tarihinin kırılma
dönemlerinden biri olan 1950’lere kadar getirmiştik. Yapılan ilk şehir
planlarını hakkıyla uygulayamama hastalığımız, bu dönemde nasıl bir gelişme
gösterdi acaba? Ankara iyileşiyor muydu, iyice arap saçına dönüşme sürecine mi
giriyordu şehirleşmesi?
İmarı, çevresi, hukukuyla şehirleşme politikalarının duayen hocası Prof.Dr. Ruşen Keleş hocamıza sorduk. Hocaların hocası, 1950’lerde başlayan dönemi ve sonrasında bugüne etkisi olan süreci değerlendirdi. Röntgen filmi, pek iç açıcı değil!
İmarı, çevresi, hukukuyla şehirleşme politikalarının duayen hocası Prof.Dr. Ruşen Keleş hocamıza sorduk. Hocaların hocası, 1950’lerde başlayan dönemi ve sonrasında bugüne etkisi olan süreci değerlendirdi. Röntgen filmi, pek iç açıcı değil!
Ali İnandım- Ruşen hocam,
yeni devlete, güçlü lidere karşın sonrakilerde olduğu gibi Cumhuriyet’in ilk
şehir planlarının uygulanamadığını görüyoruz. Neden?
Ruşen Keleş- Ankara başkent olunca nüfus
çok artmış, 1980’lerde ulaşılacağı hesaplanan 300 bin nüfusa, daha
1950’lerin başında ulaşılmıştır. İktisadi faaliyetler ülke geneline dengeli
dağıtılmayınca Ankara’ya yüklenilmiştir tabii. Vücut büyüyünce ceket dar
gelmiş, sökükler oluşmuştur. Eskişehir, Samsun, Konya yollarına doğru genişler
şehir. Bu genişleme de plan dışıdır. 1932’de yürürlüğe giren Prof.Dr. Hermann
Jansen’in imar planında en
önemli konu, arsa, arazi spekülasyonuna engel olacak önlemlerin alınmasıydı.
Şehir plancılarının üzerinde durduğu nokta şudur; kamunun elindeki arazi ya da
arsa ne kadar çok olursa şehir planlaması o kadar rahat olur. Mevcut arsa azsa planın
başarılı olması zordur. Zaten Jansen, uygulamaya başlamadan, “Bir şehir
planı tatbik edebilecek kadar kuvvetli bir idareniz var mıdır?” diye
sormuştur Atatürk’e. Kamu, engel olamamıştır spekülasyona. Arazisini doğru
kullananlar da bozmuştur.
Opera Meydanı’ndan Ulus’a doğru Atatürk Bulvarı |
Sohbet ettiğimiz Atatürk Bulvarı, yukarıdaki resimden bambaşka bir yerdi (Fotoğraf: Dilan Özdemir) |
“Yücel-Uybadin de engel olamamış”
-
1950’de yeni bir kırılma dönemi yaşıyoruz.
-
1950’li yıllar, 1960’a kadar, ekonomi ve siyasette liberal ekonomiye geçiş
yılları. İnşaat ve konut sektörüne ağırlık verildiği bir dönemdir. İlk
İstanbul’da, bazı eski ev ve sokakların yıkılışıyla göstermiştir kendini.
Ankara’da ise 1957’de uygulamaya geçen Nihat
Yücel-Raşit Uybadin Ankara Nazım İmar Planı’yla kat nizamında yükseltme başlamıştır. Sıhhiye’den
Çankaya yönüne doğru az katlı ev ya da apartmanlar varken Atatürk Bulvarı
boyunca yüksek katlı binaların yolu açıldı. Gerçi bugün Çukurambar’daki
gökdelenleri görünce ona da şükreder olduk.
- Pek işe yaramamış o plan
da.
-
Bu plan, yerleşme alanını genişletmiştir.
Kat
yükseltmesine gidilmiş, Cumhuriyet’in özelliği olan az katlı bahçeli evler
yıkılmaya, kamusal yeşil alanlar bozulmaya başlamıştır. Bu, plansız oldu
bittilere yanıt verme amaçlıdır ancak Yücel-Uybadin Planı engel olamamış,
bozulma devam etmiştir. 1959’da yapılan imar yönetmeliğindeki değişiklikle de kooperatif
olarak yapılan konut alanlarındaki yapıların yerleşim planının
değiştirilemeyeceği hükmü kaldırılmıştır.
“Plana inanmama
göstergesidir”
- İşlemeyecek planı niye
yaptırıyoruz?
-
Mesela Ankara’nın bir sanayi bölgesi yoktur planlarda. Sanayi şehri olsun
olmasın planda olmalıdır sanayi bölgeleri. Ankara Sanayi Odası, Macunköy için
1960’larda bir öneride bulunmuştur ama Prof. Kemal Ahmet Aruğ ve Prof. Fehmi
Yavuz’un hazırladığı raporlarda olumsuz olarak değerlendirilmiştir bu öneri.
Bu, yapılan plana inanmama göstergesidir. Bir başkent planlanırken sanayi
bölgesi planlanmaz mı? 1960’ların
sonunda çıkarılan Kat Mülkiyeti Yasası, kontrolsüz apartmanlaşmanın hukuki
kılıfını hazırlamıştır. 1950’den beri okulum olan Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nin bulunduğu Cebeci’de 2 katlı evlerden yüksele yüksele bugünkü hale
geldi semt. Yani fiili duruma yasayı uydurduk, oysa tersi olmalıydı.
“Kent kimliğine saygı
gösterilmedi”
- 1973 yılında Ankara Metropoliten Alan
Nazım Plan Bürosu’nun, göç ve gecekondulaşmayı kontrol etmek ve yönlendirmek
için hazırladığı Ankara Nazım Planı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Nüfus ve alan olarak değerlendirme dışında, ‘kentin kimliği’ olarak kabul edilecek
değerlerine saygı gösterilmemiştir ve saygısızlık bugüne kadar devam etti.
-
‘Kent kimliğine’ örnek olarak neleri gösterebiliriz?
-
Örneğin Kaleiçi ve çevresi kentin yapı denecek öğelerindendir. Jansen, “Ankara Kalesi, şehrin her yanından
görülebilmelidir” demiş, yapılaşmanın bunu da gözeterek oluşmasını
öngörmüştür. Mesela bağ evleri; Dikmen’de, Keçiören’de, Ayrancı’da güzelim bağ
evlerine sahip çıkılmadı. En son Hipodrom, Ziraat Fakültesi Yerleşkesi, Atatürk
Orman Çiftliği’ne (AOÇ) sahip çıkılamamıştır. Aynı şekilde çiftlik gibi
içindeki yapılara da sahip çıkılamadı. Cumhuriyet’in eserlerine sahip
çıkılmamıştır. Ya da mesela Söğütözü; Ankara’nın nefes alma alanıydı, AVM,
otobüs garajı ve anlam veremediğimiz yükseklikte yapılan gökdelenlerle
dolduruldu. Bunlara bir de anlamını bilmediğimiz yabancı isimler veriliyor.
Siyasal iktidarlara suç atılır ama askeri darbe dönemlerinde de çok yanlışlar
yapılmıştır; Devlet Mezarlığı’nda olduğu gibi. Asker yapınca sakınca olmuyor.
Kızılay Rant Tesisleri!
Örneğin
Kızılay binası vardı Kızılay’a adını veren. O binada toplantılara katılmıştım.
Ne yazık ki rant değerini dikkate alarak Ankara Belediyesi’nden imar
değişikliği yapılmasını istedi Kızılay ve hiç unutmam; Kızılay Parkı’nın içine
‘Kızılay Rant Tesisleri’ diye
pankart asmıştı Kızılay. Mimar ve şehir plancı Prof. Dr. Gönül Tankut bu
uygulama için dava açmış, Danıştay 6. Dairesi, uzun süre hocanın dava açma
ehliyeti var mı yok mu diye incelemişti. Dava engelleyemedi, sonunda imar değişikliği
kabul edildi. Bugün de aynı hastalığımız devam ediyor yargının kente bakışı
açısından ama yine de yavaş yavaş bilinç düzeyinde bir gelişme var diyebiliriz.
Kızılay böyle planlanmıştı.. |
Bugün bu halde!.. |
“Rant, hak edilmemiş gelir demektir”
- Cumhuriyet’ten sonraki
keskin dönüşüm 1950’ler midir?
-
1950’lerden sonraki gelişmelere tam bir dönüşüm diyemeyiz, asıl dönüşüm
1980’den sonra küreselleşme, liberalleşmeyle başladı. Sadece kentin
fonksiyonları değil, insan yaşamını da bütün yönleriyle etkileyen bir dönüşüm
olmuştur 1980’den sonra. Her adımda rant söz konusu edilir hale gelmiştir.
Örneğin Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği projelerinde gecekonducularla kamu,
kamu rantını paylaşma konusunda oturup pazarlık etmiştir. O zaman sadece konut
ihtiyacı varken bugün kentsel dönüşümle rant paylaşımı haline gelmiştir. 2011’de
‘kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı’
ilan edilen Atatürk Orman Çiftliği’ne (AOÇ) bilirkişi, “AOÇ, ne çiftlik ne de ormandır” biçiminde akıl vererek yapılaşmanın
yolu açılmıştır. Kanuni olmak, meşru olmak anlamına gelmez her zaman.
Anayasa’nın 35. Maddesi, “Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla
kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması, toplum yararına aykırı
olamaz” der. ‘Ölüme bağlı tasarruf’
olarak tanımlanan vasiyet, Atatürk’ün vasiyeti çiğnenmiştir AOÇ’ta.
Uluslararası hukuk ta çiğnenmiştir yani. Atatürk’e büyük bir saygısızlık olduğu
gibi, kent kimliğinin çok önemli bir parçası tahrip edilmiştir Çiftlik’te. Rant,
kazanılmamış, hak edilmemiş gelir demektir. Kentsel dönüşüm, konut ihtiyacından
çok ekonominin itici gücü olarak kullanılmakta ve yapay olarak
pompalanmaktadır.
Hermann Jansen’in AOÇ Planı, çoğunlukla uygulanmıştı |
“Millete bir şey kalmayacak”
- Kamu yararı-rant dengesini
kuramıyor muyuz bir türlü?
- 2011 yılına gelinmiş ama hala gecekondulaşma
hakimiyetini kırma, ‘kentsel dönüşüm’ adı altında düzenli kentleşme
çabaları devam ediyorsa kuramamışız demektir. Bakın 2000’li yılların başında ASO
Medya Dergisi’nde bir bakanın sözlerini okumuştum; “Türkiye’de en büyük toprak ağası devletin kendisidir. Hazine, elindeki
toprakları satıp hazineye kazandırmalıdır ki ekonomi ayakta kalsın”
diyordu. Yani şehir plancılığı açısından önemli olan ‘arazi bolluğu’ konusunun
tersine gidiyor bu düşünce. 2007 yılında bütçe sunuş konuşmasında Orman ve
Çevre Bakanı, “Ormancılık politikamızın
hedefi, devlet ormancılığından millet ormancılığına geçmektir” dedi, doğal
değerlerin korunması açısından titizlenmemiz gerekirken. En son Başbakan geçen
gittiği Rusya’da, “Korumacılık,
gelişmenin önündeki en büyük engeldir” dedi. Bu biçimde kamu arazilerini
dağıtmaya devam edersek millete bir şey kalmayacak o zaman.
Sıhhiye'nin bu halinden eser kalmadı |
“Ankara, planla bu hale
getirilmiştir”
- Şehir planlarıyla sorun
çözemiyorsak niye yapılıyor?
- “Ankara’ya imar planları yapılır, bu planlara uyulursa iyi olur” yaklaşımı vardır ama plan, araç mıdır, amaç mıdır? Bir şehir, planla da mahvedilebilir; Ankara, planla bu hale getirilmiştir. “En kötü plan, plansızlıktan iyidir” görüşü doğru değildir. Yanlışlık, demek planla da yapılabiliyormuş. Üstelik belediye meclislerinde alınacak kararların, başkaları tarafından alınabildiğini de görüyoruz.
- “Ankara’ya imar planları yapılır, bu planlara uyulursa iyi olur” yaklaşımı vardır ama plan, araç mıdır, amaç mıdır? Bir şehir, planla da mahvedilebilir; Ankara, planla bu hale getirilmiştir. “En kötü plan, plansızlıktan iyidir” görüşü doğru değildir. Yanlışlık, demek planla da yapılabiliyormuş. Üstelik belediye meclislerinde alınacak kararların, başkaları tarafından alınabildiğini de görüyoruz.
1 yorum:
Sevgili Ali İnandım, bilinçli sorulara bilgi dolu yanıtlar verilmiş. Size ve sayın Prof. Dr. Ruşen Keleş'e teşekkür ederim. Yayınınız Ankara için büyük hizmet, beyninize, ellerinize sağlık.
Yorum Gönder