Yayın tarihi:01.02.2017
Milliyet - Ankara Gazetesi
“BAŞKENT BELKİ ÖZEL BİR
YASAYA TABİ TUTULMALI”
Ankara,
şehirleşiyor mu yoksa olan şehir de hırpalanıyor mu? 1970’lerden günümüze
başkentin şehirleşmesini anlatan Şehir Plancısı Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin, çok
ipucu veriyor.
Ankara’nın şehirleşmesinden
çok kabuslaşmasının hikayesini dinler gibiyiz. Bir şehrin ki üstelik o ülkenin
başkenti olsun, adeta hırpalanışını izliyoruz.
Bu haftaki bölümümüzde,
1970’lerden günümüze başkentin şehirleşmesini ele alacağız. Öncekilerin
bıraktığı yerden sonrakilerin alıp, nasıl bir şehir yarattığını anlatacak Atılım
Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Şehir Plancısı
Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin
hocamız. Gerilimin,
aralıksız tırmanışına şahitlik edeceğiz!
Ali İnandım- Savaş hocam, 1957’de
uygulamaya geçen Yücel-Uybadin Planı’nın da başkentin şehirleşmesine çare
olamadığını gördük geçen bölümde.
Savaş Zafer Şahin- Kötü olan 1957’de
uygulamaya geçen Yücel-Uybadin Planı değildi (Nihat Yücel-Raşit Uybadin Ankara Nazım İmar Planı). 1932’de
yürürlüğe giren Jansen
Planı’nın 1990’lara kadar uygulanması planlanıyordu aslında. 1940-50’li
yıllarda fiili olarak durdu plan. Jansen Planı şehri kuzey-güney yönünde
geliştirmeyi planlıyordu, Yücel–Uybadin Planı da aynı yönde planlama yaptı.
Farkı; yoğunluğu Atatürk Bulvarı etrafına yaymaya çalışmasıydı. Talihsizlik; 1965
yılında Kat Mülkiyeti Kanunu çıkarıldı ve aslında yasa, yüksek katlı
gecekondulara uydurulmuş oldu. Jansen Planı’nda, binaların yüksekliğinden ya da
genişliğinden çok kent estetiği düşünüldüğü için yüksek yapılaşma
öngörülmemişti. Ya da Sıhhiye Ordu Evi mesela: 10 metre çekme mesafesi varken
yani yolla arasındaki mesafeyi 5 metreye çekince Ordu Evi, caddenin devamı öyle
devam edip gitmiş.
- Yüksek katlı gecekondu
kavramı, Demetevler için geçerli sanıyorduk!
-
Değil maalesef. Sermaye birikimi kentlere yönelince 1) gecekondular, 2) yüksek
katlı apartmanlar ortaya çıkmaya başladı 1950’lerde. Şehrin çeperlerinde
gecekondulaşma olurken merkezde de apartmanlaşma biçiminde gecekondulaşma
oluşuyor. Yani Kat Mülkiyeti Kanunu, gecekondu affı gibi bir şey oluyor
aslında. Ankara Belediyesi ‘Bölge Kat
Nizamı Planı’ hazırlıyor, ana caddelerde 8-10 kat, arkalara doğru azalan
katlar halinde kaç kat olacağını belirliyor. Yücel ve Uybadin’in itirazlarına
rağmen bugün de uygulanan, yürürlükte olan bu plandır.
“Yapılaşma biçimi siyasi
parçalanmayı da kolaylaştırdı”
- 1970’lere nasıl bir
manzarayla giriyoruz?
-
Yücel-Uybadin Planı’nın uygulanmaması, 1970’leri getiriyor. 1970’lerde dere
yatağı, tarihi bölge olduğuna bakılmaksızın topoğrafik çanakta yoğun yapılaşma
oluyor. Dibi Sıhhiye olan bu çanağın içi yoğun yapılaşmış, çeperi gecekonduyla
çevrilmiştir. Trafik sıkışıklığı, hava kirliliği, konut, gayrimenkul fiyat
artışları, yani konut sorunları yaşanmaya başlıyor. Siyasi atmosferde de buna
uygun bir sağ-sol çatışması var o sırada. Şehrin bu yapılaşma biçimi, siyasi
parçalanmayı da kolaylaştırıyor.
- Buna bir çare düşünülüyor
mu?
-
1971 Muhtırası’ndan sonra İmar İskan Bakanlığı bünyesinde 3 büyük kenti
planlayacak bir yapı oluşturmak amacıyla ‘Metropolitan
Alan Nazım Planı Büroları’ kuruluyor. 1969 yılında alınan Bakanlar Kurulu
Kararı’dır başlangıcı. Bu büro, 1970-1975 yılları arasında yürüttüğü kapsamlı
Ankara araştırmaları sonunda 20 yılı planlayan bir şema geliştirmiş ve bu şema,
ancak 1982 yılında ‘Ankara 1990 Nazım
Planı’ olarak onaylanıp yürürlüğe girebilmiştir. Yani bu bürolarla belediyeden
merkezi idareye geçiyor imar planlaması. Başına da efsane şehir plancı Haluk
Alatan getiriliyor. Çok yetkin, Ankara’yı uluslararası değerde şehir haline
getirecek bir plancı ekip oluşturuluyor. Bu ekip, ilk büyükşehir planlamasını
yapan ekiptir aynı zamanda. Jansen şehir planı yapıyor ama bunlar her şeyi
düşünüyor; yetersiz altyapı, hava kirliliği, vadilerin buna göre yapılaşması,
merkezde yapılaşmanın seyreltilmesi, doğayla ilişki kurulması ve bunun için
kentin çevresine büyük bir yeşil kuşak oluşturulması gibi konular tespit
ediyorlar. Ankara’nın gerçek bir kent merkezi olması için Kazıkiçi
Bostanları’nın yerine bir iş ve ticaret merkezi olarak Merkezi İş Alanları Projesi’ni
(MİA) geliştiriyorlar. Çünkü Kızılay ticarileşmiş bir konut bölgesidir, iş ve
ticaret merkezi olarak planlanmamıştır.
Tırtıklaya tırtıklaya bitirdiğimiz yeşil kuşağın ana halkasıydı Atatürk Orman Çiftliği |
Boydan boya yeşil kuşak
Bu
ekibin hazırladığı 1990 Ankara Nazım
Planı’, şehrin büyümesini yönlendirmek, yapılaşmayı seyreltmek için devlet
kurumlarını da o hat üzerine çekmek suretiyle Eskişehir yolu boyunca çanağın
dışına çıkarmayı öngörüyor şehri. Sanayi bölgesini de Rüzgarlı Cadde
çevresinden şehir dışına, OSTİM’in olduğu bölgeye taşımayı planlıyorlar.
Batıkent, Çayyolu ve Ümitköy gibi konut bölgeleri de banliyö olarak planlanmış
ancak plandaki gibi uygulanmamıştır sonra. Planın ana çerçevesi şehrin çanağın
dışına çıkarılmasıdır. Yeşil kuşağı, vadilerle şehrin içine sokuyorlar; ‘yeşil kuşak’ ve ‘yeşil kama’ diyoruz buna. Yani Zırhlı Birlikler alanından başlayıp Atatürk
Orman Çiftliği, Hipodrom, Atatürk Kültür Merkezi alanı, Atatürk Bulvarı boyunca,
Abdi İpekçi Parkı, Kurtuluş Parkı, 50.Yıl Parkı ve İmrahor Vadisi üzerinden
boydan boya çekilen yeşil bir kuşaktır bu.
Savaş Zafer Şahin |
- Sonraki gelişmelerden, bu
planın da işletilemediği anlaşılıyor.
-
Bu büronun yarattığı bir sorun var; büro merkezi yönetime bağlı ancak şehrin de
büyümesi gerekiyor. Devletin katı bir denetimi var planın uygulanmasıyla
ilgili, bu yüzden yeterince hızlı hareket edemiyor büro. 12 Eylül 1980 Askeri
Darbesi’yle büro kapatılıyor. Plan da 1980 ortalarına kadar tam uygulanamıyor. Bu
arada gecekondu halkası büyüyor, trafik, altyapı, hava kirliliği gibi sorunlar
daha da ağırlaşıyor.
Ta
ki Turgut Özal’a kadar. 1983’de Başbakan olduktan sonra Turgut Özal’ın ilk işi
gecekondu imar affı, ikinci işi büyükşehir belediyelerinin kurulması, üçüncüsü
imar yetkisinin yeniden belediyeye verilmesi olmuştur. Büyük Ankara Kanalizasyon ve Yağmursuyu Projesi (BAKAY), bu dönemde
planlanıyor. Ulaşımda, raylı sistem maliyet çalışmaları başlatılıyor. Kadrolar
da önceki planı yapan en yetkin, usta isimler yine. Bu ustalar, ‘Ankara’nın Kırmızı Kitabı’
diyebileceğimiz ‘1985’den 2015’e Ankara’
kitabını yazıyor. Her şeyin olduğu bu öneri kitabı, aynı zamanda yatırımlara
bilgi kaynağı oluşturmuş bir kitap.
(Fotoğraf: Ahmet Soyak) |
“En büyük felaket burada
başlıyor”
Derken
1985’de 2981 sayılı imar affı içeren yasa çıkıyor. Gecekondu sahiplerine tapu
tahsisi yapılmasını ve belediyenin yeni imar ıslah planı yapmasını içeren bu
yasa, aslında ilk kentsel dönüşüm hareketidir. Ama bugünkünden farkı, ıslahın devlet
eliyle değil, piyasa eliyle yapılmış olmasıdır. Bu arazilerde başlayan
apartmanlaşmayla gecekondudan imar rantı elde edilir oluyor. En büyük felaket
belki de burada başlıyor. Çünkü bu imar ıslah planları, öncekiler gibi
yaşanabilir bir kent oluşturmak değil, gecekonduculara arsa tahsis etmek
amaçlıydı. Bu uygulama, daha az kentsel öğe, daha az yeşil alan, daha az sosyal
alan olarak döndü şehre. Aşırı yoğun bir apartman dokusu oluşmaya başladı. Önce
konut sorunu çözülüyor gibi göründü ama şehircilik açısından daha büyük problemler
oluştu. Çukurambar mesela, bu düşüncenin en iyi örneklerinden biridir; çok yoğun
ve iç içe bir yapılaşmaya neden oldu.
- Bu yapılaşma biçiminin,
1970’lerdeki gibi siyasi bir etkisi oldu mu?
-
1989’da Ali Dinçer’den sonra ikinci sosyal demokrat belediye olan Murat
Karayalçın yönetimi, iki farklı konuya odaklandı; metro, Ankaray gibi raylı
ulaşım sistemleri ve yeşil kuşak. Hava koridorlarının boşaltılması için ‘Dikmen Vadisi Projesi’ başlatıldı. Bu
da devlet eliyle yapılan ilk kentsel dönüşüm projesidir. Bu dönemde Ankara’da
başka bir dönüşüm daha yaşanıyordu; gecekonduları apartmana dönüşen semtlerde
kent yaşamına katılamamış geleneksel kesimler, sermaye birikimi elde etmeye,
siyasette temsil talebinde bulunmaya başladı. Çankaya, Emek, Bahçeli gibi
planlı bölgelerde yaşayan insanlar da şehir dışına, Çayyolu, Ümitköy tarafına
taşınmaya başlıyordu. Yani gecekonduların dönüşümüyle kentin siyasi dinamikleri
de değişmiş oluyordu.
“Şehircilik açısından çok
yanlıştır sık değişiklik”
-
1994 yılında Melih Gökçek belediye başkanı olunca Mehmet Altınsoy’la başlayan
Murat Karayalçın’la devam eden uzmanlarla planlı geliştirme yaklaşımı, kısmen
kesintiye uğradı. 1994’den bu yana akademisyenlerle bir çalışma olmadı.
Karayalçın’ın danışman sayısı, Gökçek’in seçim propagandasında kullanılmıştı
mesela. Bundan sonra kentin dinamiklerini, siyasi dinamikler belirlemeye
başladı. Merkezi İş Alanları Projesi (MİA) durmuştur mesela, 25
yıldır bekliyor. Kente üstten bakan planlama yerine, ihtiyaç durumuna göre imar
planı değişiklikleri yapılmaya başlandı. 1985-2005 arası 5 bini aşan imar planı
değişikliği yapılmıştır. 2005-2017 arası daha hızlanmış, yılda yaklaşık 250
değişiklik yapılmaya başlanmıştır.
- İyi bir şey midir sık plan
değişikliği?
-
Dünya standartları düşünüldüğünde, şehircilik açısından çok yanlıştır bu
sıklıkta değişiklik yapılması. Gelişmiş ülkelerde planda ne kadar az değişiklik
yapılırsa hatta yapılmazsa başarı sayılırken bizde ne kadar çok oluşu başarı
sayılıyor. Yani planı yeniden yapacağımıza eski planı değiştiriyoruz, o zaman eski
plan da planlıktan çıkıyor.
“Transit yollar merkeze
darbe vurdu”
- Bu değişiklikler neye
sebep oluyor?
-
2005’e kadar hem şehrin planlı mahalleleri bozuldu hem de gecekondudan dönüşen
semtlerde yapılaşma ve nüfus yoğunluğu arttı. Bu da altyapı, ulaşım sorunlarını
getirdi. 10 bin kişinin yaşayabileceği yerde plan değiştikçe 30 bin, 50 bin
kişi yaşar oldu. Yani altyapı açısından daha maliyetli bir şehirciliği getirdi
çünkü altyapıyı bu yapılaşma ve nüfusa göre yeniden yapmak gerekli hale geldi.
Toplu taşıma yerine otomobili özendirici yollar açıldı, iyice katmerlendi
sorun. Şehir merkezinden transit geçiş yolları yapılması, kent merkezine darbe
vurdu. Yaya mekanları etkisizleşti, karşıdan karşıya geçilemez oldu çünkü.
Belli merkezlere toplu taşıma güçleşti. Ayrıca bu yollar güvenlik açısından da
önemli; suç işleme niyeti olan 10-20 dakikada şehrin içine rahatlıkla
girebiliyor bu sayede.
- Bundan sonra neler geldi
başımıza?
-
2004 yılında Melih Gökçek’in de yazılımında bulunduğunu söylediği Yeni Büyükşehir Yasası yürürlüğe girdi
ve ‘Pergel Yasası’ ortaya çıktı.
Merkezi Valilik kabul ederek 50 kilometre çaplı bir bölge olarak yönetilecekti
yani şehir. 2007’de Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından ‘2023 Ankara Nazım Planı’ yapıldı.
Aslında olumlu yanları da olan bir plandır ama gelecek 20-30 yılı düzenleyecek
biçimde değil, mevcut durumu devam ettirici nitelikte bir plan oldu. İstanbul
yolu ile Konya yolu arası ‘Güneybatı Aksı’
dediğimiz aksın yapılaşmaya açılmasını öngörüyor ama şehrin ulaşım yapısına
köklü çözümler getirmiyor bu plan. Üstelik ilk onaylandığı Belediye Meclisi
tarafından delinmiş ve bir 10 yıl daha değişikliklerle devam etmiş bir plandır.
2005’den sonra görülmemiş yapı yoğunlukları gerçekleşti ve 20-30-40 katlı
gökdelenler yapılmaya başlandı. Rantı yüksek bölgelerde, o güne kadar
yapılaşmaya açılmamış yerler de kentsel dönüşümle yerleşime açıldı. İmrahor
Vadisi, buna iyi bir örnektir. Yani şehir, piyasa mekanizmasının talebine göre
rastlantısal olarak gelişmeye başladı. Plan bir yana,
İmrahor Vadisi.. (Fotoğraf: Ahmet Soyak) |
Seyyar ve seyyal bir kent
- Ne gibi sonuçları oldu bu
yeni şehirleşme tarzımızın?
-
Altyapı maliyetleri arttı. Büyükşehir Belediyesi’nin borç yapılanmasından
görebiliyoruz bunu. Sosyo-ekonomik olarak değerler yitirilmeye başlıyor.
Kızılay ve Ulus nitelikli merkezler olmaktan çıkıyor, büyük alışveriş
merkezlerine (AVM) kayıyor vatandaş. AVM’ler, ayrıca konut bölgelerini çekici
hale getirmek için de kullanılıyor. “Kentin
seyyar ve seyyal olması” diyorum ben bu duruma; taşınabilir ve gezen olma
hali.
Toplu
taşıma yatırımları gecikiyor, geç kalındığı için yapıldığında da Çayyolu’nda
olduğu gibi beklenen fayda sağlanamıyor. Kentin içinde kamu kullanımına
açılacak fuar alanı, opera binası, konser salonları gibi kentin ihtiyacı olan
sosyo-ekonomik alanlarda gelişme sağlanamıyor.
Mahalle
kültürü ortadan kalkıyor, şehir dışına ya da kapalı sitelerde güvenli ortama
taşınmaya çalışıyor mahalle sakinleri. Bu sefer de taşındıkları yerde bu
tesislerin yoksunluğunu yaşamaya başlıyor.
“Başkent özel bir yasaya
tabi tutulmalı”
- Savaş hocam, “Şehir Arap
saçına mı dönüşüyor?” diye sormuştuk önceki bölümlerimizde, zaten dönüşmüş
galiba?
- Bütün bu parçalanmış,
dağınık kentsel gelişme, Ankara’nın sorunlarını çözümsüz bir noktaya
getirmiştir. Tek çare devletin başkente sahip çıkmasıdır. Belki özel bir yasaya
tabi tutulmalı, gerçek bir şehir planlamasıyla el atılmalıdır. Türkiye’nin
geleceğini konuşuyorsak önce başkentin geleceğini konuşmalıyız, devlet burada
çünkü.Planlama böyle olur! (Fotoğraf: Ahmet Soyak) |
1 yorum:
Sevgili Ali İnandım, Ankara'nın doğrularını ve yanlışlarını uzmanlara sorduğunuz sorularla gözler önüne seriyor ve Ankaralıları bilgilendiriyorsunuz. Size ve sayın Doç Dr. Savaş Zafer Şahin'e teşekkür ederim.
Yorum Gönder