7 Kasım 2018 Çarşamba

Ankara Nasıl Şehirleşiyor (2)

Yayın tarihi:25.01.2017  
Milliyet - Ankara Gazetesi

“BİR ŞEHİR PLANLA DA MAHVEDİLEBİLİR”

Ankara’nın Cumhuriyet döneminde yapılan ama hakkıyla uygulanamayan şehir planlarından sonrası nasıl devam etti acaba? 1950’lerden sonrasını, şehirleşme politikalarının  duayen hocası Prof.Dr. Ruşen Keleş değerlendirdi.

Roma İmparatorluğu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin yaklaşık 2 bin yıllık şehirleşme sürecini irdelemiştik geçen hafta. Ülke tarihinin kırılma dönemlerinden biri olan 1950’lere kadar getirmiştik. Yapılan ilk şehir planlarını hakkıyla uygulayamama hastalığımız, bu dönemde nasıl bir gelişme gösterdi acaba? Ankara iyileşiyor muydu, iyice arap saçına dönüşme sürecine mi giriyordu şehirleşmesi?

İmarı, çevresi, hukukuyla şehirleşme politikalarının duayen hocası Prof.Dr. Ruşen Keleş hocamıza sorduk. Hocaların hocası, 1950’lerde başlayan dönemi ve sonrasında bugüne etkisi olan süreci değerlendirdi. Röntgen filmi, pek iç açıcı değil!

Ali İnandım- Ruşen hocam, yeni devlete, güçlü lidere karşın sonrakilerde olduğu gibi Cumhuriyet’in ilk şehir planlarının uygulanamadığını görüyoruz. Neden?

Ruşen Keleş- Ankara başkent olunca nüfus çok artmış, 1980’lerde ulaşılacağı hesaplanan 300 bin nüfusa, daha 1950’lerin başında ulaşılmıştır. İktisadi faaliyetler ülke geneline dengeli dağıtılmayınca Ankara’ya yüklenilmiştir tabii. Vücut büyüyünce ceket dar gelmiş, sökükler oluşmuştur. Eskişehir, Samsun, Konya yollarına doğru genişler şehir. Bu genişleme de plan dışıdır. 1932’de yürürlüğe giren Prof.Dr. Hermann Jansen’in imar planında en önemli konu, arsa, arazi spekülasyonuna engel olacak önlemlerin alınmasıydı. Şehir plancılarının üzerinde durduğu nokta şudur; kamunun elindeki arazi ya da arsa ne kadar çok olursa şehir planlaması o kadar rahat olur. Mevcut arsa azsa planın başarılı olması zordur. Zaten Jansen, uygulamaya başlamadan, “Bir şehir planı tatbik edebilecek kadar kuvvetli bir idareniz var mıdır?” diye sormuştur Atatürk’e. Kamu, engel olamamıştır spekülasyona. Arazisini doğru kullananlar da bozmuştur.
Opera Meydanı’ndan Ulus’a doğru Atatürk Bulvarı
Sohbet ettiğimiz Atatürk Bulvarı,
yukarıdaki resimden bambaşka bir yerdi 
(Fotoğraf: Dilan Özdemir)











“Yücel-Uybadin de engel olamamış”

- 1950’de yeni bir kırılma dönemi yaşıyoruz.

- 1950’li yıllar, 1960’a kadar, ekonomi ve siyasette liberal ekonomiye geçiş yılları. İnşaat ve konut sektörüne ağırlık verildiği bir dönemdir. İlk İstanbul’da, bazı eski ev ve sokakların yıkılışıyla göstermiştir kendini. Ankara’da ise 1957’de uygulamaya geçen Nihat Yücel-Raşit Uybadin Ankara Nazım İmar Planı’yla kat nizamında yükseltme başlamıştır. Sıhhiye’den Çankaya yönüne doğru az katlı ev ya da apartmanlar varken Atatürk Bulvarı boyunca yüksek katlı binaların yolu açıldı. Gerçi bugün Çukurambar’daki gökdelenleri görünce ona da şükreder olduk.

- Pek işe yaramamış o plan da.
- Bu plan, yerleşme alanını genişletmiştir. Kat yükseltmesine gidilmiş, Cumhuriyet’in özelliği olan az katlı bahçeli evler yıkılmaya, kamusal yeşil alanlar bozulmaya başlamıştır. Bu, plansız oldu bittilere yanıt verme amaçlıdır ancak Yücel-Uybadin Planı engel olamamış, bozulma devam etmiştir. 1959’da yapılan imar yönetmeliğindeki değişiklikle de kooperatif olarak yapılan konut alanlarındaki yapıların yerleşim planının değiştirilemeyeceği hükmü kaldırılmıştır.
“Plana inanmama göstergesidir”

- İşlemeyecek planı niye yaptırıyoruz?
- Mesela Ankara’nın bir sanayi bölgesi yoktur planlarda. Sanayi şehri olsun olmasın planda olmalıdır sanayi bölgeleri. Ankara Sanayi Odası, Macunköy için 1960’larda bir öneride bulunmuştur ama Prof. Kemal Ahmet Aruğ ve Prof. Fehmi Yavuz’un hazırladığı raporlarda olumsuz olarak değerlendirilmiştir bu öneri. Bu, yapılan plana inanmama göstergesidir. Bir başkent planlanırken sanayi bölgesi planlanmaz mı? 1960’ların sonunda çıkarılan Kat Mülkiyeti Yasası, kontrolsüz apartmanlaşmanın hukuki kılıfını hazırlamıştır. 1950’den beri okulum olan Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin bulunduğu Cebeci’de 2 katlı evlerden yüksele yüksele bugünkü hale geldi semt. Yani fiili duruma yasayı uydurduk, oysa tersi olmalıydı.
Ruşen Keleş


“Kent kimliğine saygı gösterilmedi”

- 1973 yılında Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu’nun, göç ve gecekondulaşmayı kontrol etmek ve yönlendirmek için hazırladığı Ankara Nazım Planı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Nüfus ve alan olarak değerlendirme dışında, ‘kentin kimliği’ olarak kabul edilecek değerlerine saygı gösterilmemiştir ve saygısızlık bugüne kadar devam etti.
- ‘Kent kimliğine’ örnek olarak neleri gösterebiliriz?
- Örneğin Kaleiçi ve çevresi kentin yapı denecek öğelerindendir. Jansen, “Ankara Kalesi, şehrin her yanından görülebilmelidir” demiş, yapılaşmanın bunu da gözeterek oluşmasını öngörmüştür. Mesela bağ evleri; Dikmen’de, Keçiören’de, Ayrancı’da güzelim bağ evlerine sahip çıkılmadı. En son Hipodrom, Ziraat Fakültesi Yerleşkesi, Atatürk Orman Çiftliği’ne (AOÇ) sahip çıkılamamıştır. Aynı şekilde çiftlik gibi içindeki yapılara da sahip çıkılamadı. Cumhuriyet’in eserlerine sahip çıkılmamıştır. Ya da mesela Söğütözü; Ankara’nın nefes alma alanıydı, AVM, otobüs garajı ve anlam veremediğimiz yükseklikte yapılan gökdelenlerle dolduruldu. Bunlara bir de anlamını bilmediğimiz yabancı isimler veriliyor. Siyasal iktidarlara suç atılır ama askeri darbe dönemlerinde de çok yanlışlar yapılmıştır; Devlet Mezarlığı’nda olduğu gibi. Asker yapınca sakınca olmuyor.

Kızılay Rant Tesisleri!

Örneğin Kızılay binası vardı Kızılay’a adını veren. O binada toplantılara katılmıştım. Ne yazık ki rant değerini dikkate alarak Ankara Belediyesi’nden imar değişikliği yapılmasını istedi Kızılay ve hiç unutmam; Kızılay Parkı’nın içine ‘Kızılay Rant Tesisleri’ diye pankart asmıştı Kızılay. Mimar ve şehir plancı Prof. Dr. Gönül Tankut bu uygulama için dava açmış, Danıştay 6. Dairesi, uzun süre hocanın dava açma ehliyeti var mı yok mu diye incelemişti. Dava engelleyemedi, sonunda imar değişikliği kabul edildi. Bugün de aynı hastalığımız devam ediyor yargının kente bakışı açısından ama yine de yavaş yavaş bilinç düzeyinde bir gelişme var diyebiliriz.
Kızılay böyle planlanmıştı..
Bugün bu halde!..

“Rant, hak edilmemiş gelir demektir”

- Cumhuriyet’ten sonraki keskin dönüşüm 1950’ler midir?
- 1950’lerden sonraki gelişmelere tam bir dönüşüm diyemeyiz, asıl dönüşüm 1980’den sonra küreselleşme, liberalleşmeyle başladı. Sadece kentin fonksiyonları değil, insan yaşamını da bütün yönleriyle etkileyen bir dönüşüm olmuştur 1980’den sonra. Her adımda rant söz konusu edilir hale gelmiştir. Örneğin Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği projelerinde gecekonducularla kamu, kamu rantını paylaşma konusunda oturup pazarlık etmiştir. O zaman sadece konut ihtiyacı varken bugün kentsel dönüşümle rant paylaşımı haline gelmiştir. 2011’de ‘kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı’ ilan edilen Atatürk Orman Çiftliği’ne (AOÇ) bilirkişi, “AOÇ, ne çiftlik ne de ormandır” biçiminde akıl vererek yapılaşmanın yolu açılmıştır. Kanuni olmak, meşru olmak anlamına gelmez her zaman. Anayasa’nın 35. Maddesi, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması, toplum yararına aykırı olamaz” der. ‘Ölüme bağlı tasarruf’ olarak tanımlanan vasiyet, Atatürk’ün vasiyeti çiğnenmiştir AOÇ’ta. Uluslararası hukuk ta çiğnenmiştir yani. Atatürk’e büyük bir saygısızlık olduğu gibi, kent kimliğinin çok önemli bir parçası tahrip edilmiştir Çiftlik’te. Rant, kazanılmamış, hak edilmemiş gelir demektir. Kentsel dönüşüm, konut ihtiyacından çok ekonominin itici gücü olarak kullanılmakta ve yapay olarak pompalanmaktadır.
Hermann Jansen’in AOÇ Planı, çoğunlukla uygulanmıştı

“Millete bir şey kalmayacak”

- Kamu yararı-rant dengesini kuramıyor muyuz bir türlü?
- 2011 yılına gelinmiş ama hala gecekondulaşma hakimiyetini kırma, ‘kentsel dönüşüm’ adı altında düzenli kentleşme çabaları devam ediyorsa kuramamışız demektir. Bakın 2000’li yılların başında ASO Medya Dergisi’nde bir bakanın sözlerini okumuştum; “Türkiye’de en büyük toprak ağası devletin kendisidir. Hazine, elindeki toprakları satıp hazineye kazandırmalıdır ki ekonomi ayakta kalsın” diyordu. Yani şehir plancılığı açısından önemli olan ‘arazi bolluğu’ konusunun tersine gidiyor bu düşünce. 2007 yılında bütçe sunuş konuşmasında Orman ve Çevre Bakanı, “Ormancılık politikamızın hedefi, devlet ormancılığından millet ormancılığına geçmektir” dedi, doğal değerlerin korunması açısından titizlenmemiz gerekirken. En son Başbakan geçen gittiği Rusya’da, “Korumacılık, gelişmenin önündeki en büyük engeldir” dedi. Bu biçimde kamu arazilerini dağıtmaya devam edersek millete bir şey kalmayacak o zaman.
Sıhhiye'nin bu halinden eser kalmadı

“Ankara, planla bu hale getirilmiştir”

- Şehir planlarıyla sorun çözemiyorsak niye yapılıyor?
- “Ankara’ya imar planları yapılır, bu planlara uyulursa iyi olur” yaklaşımı vardır ama plan, araç mıdır, amaç mıdır? Bir şehir, planla da mahvedilebilir; Ankara, planla bu hale getirilmiştir. “En kötü plan, plansızlıktan iyidir” görüşü doğru değildir. Yanlışlık, demek planla da yapılabiliyormuş. Üstelik belediye meclislerinde alınacak kararların, başkaları tarafından alınabildiğini de görüyoruz.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Sevgili Ali İnandım, bilinçli sorulara bilgi dolu yanıtlar verilmiş. Size ve sayın Prof. Dr. Ruşen Keleş'e teşekkür ederim. Yayınınız Ankara için büyük hizmet, beyninize, ellerinize sağlık.