9 Kasım 2018 Cuma

Ankara Nasıl Şehirleşiyor (3)


Yayın tarihi:01.02.2017  
Milliyet - Ankara Gazetesi


“BAŞKENT BELKİ ÖZEL BİR YASAYA TABİ TUTULMALI”

Ankara, şehirleşiyor mu yoksa olan şehir de hırpalanıyor mu? 1970’lerden günümüze başkentin şehirleşmesini anlatan Şehir Plancısı Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin, çok ipucu veriyor.
Ankara’nın şehirleşmesinden çok kabuslaşmasının hikayesini dinler gibiyiz. Bir şehrin ki üstelik o ülkenin başkenti olsun, adeta hırpalanışını izliyoruz.

Bu haftaki bölümümüzde, 1970’lerden günümüze başkentin şehirleşmesini ele alacağız. Öncekilerin bıraktığı yerden sonrakilerin alıp, nasıl bir şehir yarattığını anlatacak Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Şehir Plancısı Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin
hocamız. Gerilimin, aralıksız tırmanışına şahitlik edeceğiz!

Ali İnandım- Savaş hocam, 1957’de uygulamaya geçen Yücel-Uybadin Planı’nın da başkentin şehirleşmesine çare olamadığını gördük geçen bölümde.
Savaş Zafer Şahin- Kötü olan 1957’de uygulamaya geçen Yücel-Uybadin Planı değildi (Nihat Yücel-Raşit Uybadin Ankara Nazım İmar Planı). 1932’de yürürlüğe giren Jansen Planı’nın 1990’lara kadar uygulanması planlanıyordu aslında. 1940-50’li yıllarda fiili olarak durdu plan. Jansen Planı şehri kuzey-güney yönünde geliştirmeyi planlıyordu, Yücel–Uybadin Planı da aynı yönde planlama yaptı. Farkı; yoğunluğu Atatürk Bulvarı etrafına yaymaya çalışmasıydı. Talihsizlik; 1965 yılında Kat Mülkiyeti Kanunu çıkarıldı ve aslında yasa, yüksek katlı gecekondulara uydurulmuş oldu. Jansen Planı’nda, binaların yüksekliğinden ya da genişliğinden çok kent estetiği düşünüldüğü için yüksek yapılaşma öngörülmemişti. Ya da Sıhhiye Ordu Evi mesela: 10 metre çekme mesafesi varken yani yolla arasındaki mesafeyi 5 metreye çekince Ordu Evi, caddenin devamı öyle devam edip gitmiş.
- Yüksek katlı gecekondu kavramı, Demetevler için geçerli sanıyorduk!
- Değil maalesef. Sermaye birikimi kentlere yönelince 1) gecekondular, 2) yüksek katlı apartmanlar ortaya çıkmaya başladı 1950’lerde. Şehrin çeperlerinde gecekondulaşma olurken merkezde de apartmanlaşma biçiminde gecekondulaşma oluşuyor. Yani Kat Mülkiyeti Kanunu, gecekondu affı gibi bir şey oluyor aslında. Ankara Belediyesi ‘Bölge Kat Nizamı Planı’ hazırlıyor, ana caddelerde 8-10 kat, arkalara doğru azalan katlar halinde kaç kat olacağını belirliyor. Yücel ve Uybadin’in itirazlarına rağmen bugün de uygulanan, yürürlükte olan bu plandır.

“Yapılaşma biçimi siyasi parçalanmayı da kolaylaştırdı”

- 1970’lere nasıl bir manzarayla giriyoruz?
- Yücel-Uybadin Planı’nın uygulanmaması, 1970’leri getiriyor. 1970’lerde dere yatağı, tarihi bölge olduğuna bakılmaksızın topoğrafik çanakta yoğun yapılaşma oluyor. Dibi Sıhhiye olan bu çanağın içi yoğun yapılaşmış, çeperi gecekonduyla çevrilmiştir. Trafik sıkışıklığı, hava kirliliği, konut, gayrimenkul fiyat artışları, yani konut sorunları yaşanmaya başlıyor. Siyasi atmosferde de buna uygun bir sağ-sol çatışması var o sırada. Şehrin bu yapılaşma biçimi, siyasi parçalanmayı da kolaylaştırıyor.
- Buna bir çare düşünülüyor mu?
- 1971 Muhtırası’ndan sonra İmar İskan Bakanlığı bünyesinde 3 büyük kenti planlayacak bir yapı oluşturmak amacıyla ‘Metropolitan Alan Nazım Planı Büroları’ kuruluyor. 1969 yılında alınan Bakanlar Kurulu Kararı’dır başlangıcı. Bu büro, 1970-1975 yılları arasında yürüttüğü kapsamlı Ankara araştırmaları sonunda 20 yılı planlayan bir şema geliştirmiş ve bu şema, ancak 1982 yılında ‘Ankara 1990 Nazım Planı’ olarak onaylanıp yürürlüğe girebilmiştir. Yani bu bürolarla belediyeden merkezi idareye geçiyor imar planlaması. Başına da efsane şehir plancı Haluk Alatan getiriliyor. Çok yetkin, Ankara’yı uluslararası değerde şehir haline getirecek bir plancı ekip oluşturuluyor. Bu ekip, ilk büyükşehir planlamasını yapan ekiptir aynı zamanda. Jansen şehir planı yapıyor ama bunlar her şeyi düşünüyor; yetersiz altyapı, hava kirliliği, vadilerin buna göre yapılaşması, merkezde yapılaşmanın seyreltilmesi, doğayla ilişki kurulması ve bunun için kentin çevresine büyük bir yeşil kuşak oluşturulması gibi konular tespit ediyorlar. Ankara’nın gerçek bir kent merkezi olması için Kazıkiçi Bostanları’nın yerine bir iş ve ticaret merkezi olarak Merkezi İş Alanları Projesi’ni (MİA) geliştiriyorlar. Çünkü Kızılay ticarileşmiş bir konut bölgesidir, iş ve ticaret merkezi olarak planlanmamıştır.
Tırtıklaya tırtıklaya bitirdiğimiz yeşil kuşağın ana halkasıydı Atatürk Orman Çiftliği

Boydan boya yeşil kuşak

Bu ekibin hazırladığı 1990 Ankara Nazım Planı’, şehrin büyümesini yönlendirmek, yapılaşmayı seyreltmek için devlet kurumlarını da o hat üzerine çekmek suretiyle Eskişehir yolu boyunca çanağın dışına çıkarmayı öngörüyor şehri. Sanayi bölgesini de Rüzgarlı Cadde çevresinden şehir dışına, OSTİM’in olduğu bölgeye taşımayı planlıyorlar. Batıkent, Çayyolu ve Ümitköy gibi konut bölgeleri de banliyö olarak planlanmış ancak plandaki gibi uygulanmamıştır sonra. Planın ana çerçevesi şehrin çanağın dışına çıkarılmasıdır. Yeşil kuşağı, vadilerle şehrin içine sokuyorlar; ‘yeşil kuşak’ ve ‘yeşil kama’ diyoruz buna. Yani Zırhlı Birlikler alanından başlayıp Atatürk Orman Çiftliği, Hipodrom, Atatürk Kültür Merkezi alanı, Atatürk Bulvarı boyunca, Abdi İpekçi Parkı, Kurtuluş Parkı, 50.Yıl Parkı ve İmrahor Vadisi üzerinden boydan boya çekilen yeşil bir kuşaktır bu.
Savaş Zafer Şahin

- Sonraki gelişmelerden, bu planın da işletilemediği anlaşılıyor.
- Bu büronun yarattığı bir sorun var; büro merkezi yönetime bağlı ancak şehrin de büyümesi gerekiyor. Devletin katı bir denetimi var planın uygulanmasıyla ilgili, bu yüzden yeterince hızlı hareket edemiyor büro. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’yle büro kapatılıyor. Plan da 1980 ortalarına kadar tam uygulanamıyor. Bu arada gecekondu halkası büyüyor, trafik, altyapı, hava kirliliği gibi sorunlar daha da ağırlaşıyor.
Ta ki Turgut Özal’a kadar. 1983’de Başbakan olduktan sonra Turgut Özal’ın ilk işi gecekondu imar affı, ikinci işi büyükşehir belediyelerinin kurulması, üçüncüsü imar yetkisinin yeniden belediyeye verilmesi olmuştur. Büyük Ankara Kanalizasyon ve Yağmursuyu Projesi (BAKAY), bu dönemde planlanıyor. Ulaşımda, raylı sistem maliyet çalışmaları başlatılıyor. Kadrolar da önceki planı yapan en yetkin, usta isimler yine. Bu ustalar, ‘Ankara’nın Kırmızı Kitabı’ diyebileceğimiz ‘1985’den 2015’e Ankara’ kitabını yazıyor. Her şeyin olduğu bu öneri kitabı, aynı zamanda yatırımlara bilgi kaynağı oluşturmuş bir kitap.
(Fotoğraf: Ahmet Soyak)

“En büyük felaket burada başlıyor”

Derken 1985’de 2981 sayılı imar affı içeren yasa çıkıyor. Gecekondu sahiplerine tapu tahsisi yapılmasını ve belediyenin yeni imar ıslah planı yapmasını içeren bu yasa, aslında ilk kentsel dönüşüm hareketidir. Ama bugünkünden farkı, ıslahın devlet eliyle değil, piyasa eliyle yapılmış olmasıdır. Bu arazilerde başlayan apartmanlaşmayla gecekondudan imar rantı elde edilir oluyor. En büyük felaket belki de burada başlıyor. Çünkü bu imar ıslah planları, öncekiler gibi yaşanabilir bir kent oluşturmak değil, gecekonduculara arsa tahsis etmek amaçlıydı. Bu uygulama, daha az kentsel öğe, daha az yeşil alan, daha az sosyal alan olarak döndü şehre. Aşırı yoğun bir apartman dokusu oluşmaya başladı. Önce konut sorunu çözülüyor gibi göründü ama şehircilik açısından daha büyük problemler oluştu. Çukurambar mesela, bu düşüncenin en iyi örneklerinden biridir; çok yoğun ve iç içe bir yapılaşmaya neden oldu.
- Bu yapılaşma biçiminin, 1970’lerdeki gibi siyasi bir etkisi oldu mu?
- 1989’da Ali Dinçer’den sonra ikinci sosyal demokrat belediye olan Murat Karayalçın yönetimi, iki farklı konuya odaklandı; metro, Ankaray gibi raylı ulaşım sistemleri ve yeşil kuşak. Hava koridorlarının boşaltılması için ‘Dikmen Vadisi Projesi’ başlatıldı. Bu da devlet eliyle yapılan ilk kentsel dönüşüm projesidir. Bu dönemde Ankara’da başka bir dönüşüm daha yaşanıyordu; gecekonduları apartmana dönüşen semtlerde kent yaşamına katılamamış geleneksel kesimler, sermaye birikimi elde etmeye, siyasette temsil talebinde bulunmaya başladı. Çankaya, Emek, Bahçeli gibi planlı bölgelerde yaşayan insanlar da şehir dışına, Çayyolu, Ümitköy tarafına taşınmaya başlıyordu. Yani gecekonduların dönüşümüyle kentin siyasi dinamikleri de değişmiş oluyordu.

“Şehircilik açısından çok yanlıştır sık değişiklik”

- 1994 yılında Melih Gökçek belediye başkanı olunca Mehmet Altınsoy’la başlayan Murat Karayalçın’la devam eden uzmanlarla planlı geliştirme yaklaşımı, kısmen kesintiye uğradı. 1994’den bu yana akademisyenlerle bir çalışma olmadı. Karayalçın’ın danışman sayısı, Gökçek’in seçim propagandasında kullanılmıştı mesela. Bundan sonra kentin dinamiklerini, siyasi dinamikler belirlemeye başladı. Merkezi İş Alanları Projesi (MİA) durmuştur mesela, 25 yıldır bekliyor. Kente üstten bakan planlama yerine, ihtiyaç durumuna göre imar planı değişiklikleri yapılmaya başlandı. 1985-2005 arası 5 bini aşan imar planı değişikliği yapılmıştır. 2005-2017 arası daha hızlanmış, yılda yaklaşık 250 değişiklik yapılmaya başlanmıştır.
- İyi bir şey midir sık plan değişikliği?
- Dünya standartları düşünüldüğünde, şehircilik açısından çok yanlıştır bu sıklıkta değişiklik yapılması. Gelişmiş ülkelerde planda ne kadar az değişiklik yapılırsa hatta yapılmazsa başarı sayılırken bizde ne kadar çok oluşu başarı sayılıyor. Yani planı yeniden yapacağımıza eski planı değiştiriyoruz, o zaman eski plan da planlıktan çıkıyor.

“Transit yollar merkeze darbe vurdu”

- Bu değişiklikler neye sebep oluyor?
- 2005’e kadar hem şehrin planlı mahalleleri bozuldu hem de gecekondudan dönüşen semtlerde yapılaşma ve nüfus yoğunluğu arttı. Bu da altyapı, ulaşım sorunlarını getirdi. 10 bin kişinin yaşayabileceği yerde plan değiştikçe 30 bin, 50 bin kişi yaşar oldu. Yani altyapı açısından daha maliyetli bir şehirciliği getirdi çünkü altyapıyı bu yapılaşma ve nüfusa göre yeniden yapmak gerekli hale geldi. Toplu taşıma yerine otomobili özendirici yollar açıldı, iyice katmerlendi sorun. Şehir merkezinden transit geçiş yolları yapılması, kent merkezine darbe vurdu. Yaya mekanları etkisizleşti, karşıdan karşıya geçilemez oldu çünkü. Belli merkezlere toplu taşıma güçleşti. Ayrıca bu yollar güvenlik açısından da önemli; suç işleme niyeti olan 10-20 dakikada şehrin içine rahatlıkla girebiliyor bu sayede.
- Bundan sonra neler geldi başımıza?
- 2004 yılında Melih Gökçek’in de yazılımında bulunduğunu söylediği Yeni Büyükşehir Yasası yürürlüğe girdi ve ‘Pergel Yasası’ ortaya çıktı. Merkezi Valilik kabul ederek 50 kilometre çaplı bir bölge olarak yönetilecekti yani şehir. 2007’de Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından ‘2023 Ankara Nazım Planı’ yapıldı. Aslında olumlu yanları da olan bir plandır ama gelecek 20-30 yılı düzenleyecek biçimde değil, mevcut durumu devam ettirici nitelikte bir plan oldu. İstanbul yolu ile Konya yolu arası ‘Güneybatı Aksı’ dediğimiz aksın yapılaşmaya açılmasını öngörüyor ama şehrin ulaşım yapısına köklü çözümler getirmiyor bu plan. Üstelik ilk onaylandığı Belediye Meclisi tarafından delinmiş ve bir 10 yıl daha değişikliklerle devam etmiş bir plandır. 2005’den sonra görülmemiş yapı yoğunlukları gerçekleşti ve 20-30-40 katlı gökdelenler yapılmaya başlandı. Rantı yüksek bölgelerde, o güne kadar yapılaşmaya açılmamış yerler de kentsel dönüşümle yerleşime açıldı. İmrahor Vadisi, buna iyi bir örnektir. Yani şehir, piyasa mekanizmasının talebine göre rastlantısal olarak gelişmeye başladı. Plan bir yana,
beklenmedik bir yere aniden bir yapılaşma oluşturulabiliyor artık.
İmrahor Vadisi.. (Fotoğraf: Ahmet Soyak)

Seyyar ve seyyal bir kent

- Ne gibi sonuçları oldu bu yeni şehirleşme tarzımızın?
- Altyapı maliyetleri arttı. Büyükşehir Belediyesi’nin borç yapılanmasından görebiliyoruz bunu. Sosyo-ekonomik olarak değerler yitirilmeye başlıyor. Kızılay ve Ulus nitelikli merkezler olmaktan çıkıyor, büyük alışveriş merkezlerine (AVM) kayıyor vatandaş. AVM’ler, ayrıca konut bölgelerini çekici hale getirmek için de kullanılıyor. “Kentin seyyar ve seyyal olması” diyorum ben bu duruma; taşınabilir ve gezen olma hali.
Toplu taşıma yatırımları gecikiyor, geç kalındığı için yapıldığında da Çayyolu’nda olduğu gibi beklenen fayda sağlanamıyor. Kentin içinde kamu kullanımına açılacak fuar alanı, opera binası, konser salonları gibi kentin ihtiyacı olan sosyo-ekonomik alanlarda gelişme sağlanamıyor.
Mahalle kültürü ortadan kalkıyor, şehir dışına ya da kapalı sitelerde güvenli ortama taşınmaya çalışıyor mahalle sakinleri. Bu sefer de taşındıkları yerde bu tesislerin yoksunluğunu yaşamaya başlıyor.

“Başkent özel bir yasaya tabi tutulmalı”

- Savaş hocam, “Şehir Arap saçına mı dönüşüyor?” diye sormuştuk önceki bölümlerimizde, zaten dönüşmüş galiba?
- Bütün bu parçalanmış, dağınık kentsel gelişme, Ankara’nın sorunlarını çözümsüz bir noktaya getirmiştir. Tek çare devletin başkente sahip çıkmasıdır. Belki özel bir yasaya tabi tutulmalı, gerçek bir şehir planlamasıyla el atılmalıdır. Türkiye’nin geleceğini konuşuyorsak önce başkentin geleceğini konuşmalıyız, devlet burada çünkü.

Planlama böyle olur! (Fotoğraf: Ahmet Soyak)

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Sevgili Ali İnandım, Ankara'nın doğrularını ve yanlışlarını uzmanlara sorduğunuz sorularla gözler önüne seriyor ve Ankaralıları bilgilendiriyorsunuz. Size ve sayın Doç Dr. Savaş Zafer Şahin'e teşekkür ederim.