19 Kasım 2018 Pazartesi

Ankara Nasıl Şehirleşiyor (6)


Yayın tarihi:22.02.2017  

Milliyet - Ankara Gazetesi



TÜRKLER, NE ZAMANDIR ŞEHİR KURMAYI BIRAKTI

Başkent, yapılaşmada çılgınlık dönemini yaşıyor. ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aydan Balamir, nitelikli mimariden niteliksiz çılgınlığa geçişin tarihini değerlendirdi.


Yaşadığımız evlerin, çalıştığımız işyerlerinin, sokağın, çarşının yaşanılabilir olması için şehir plancılığı ve mimarlık, birbirini tamamlayan meslekler. Omuz omuza verdiklerinde, çok güzel şehirler kuruluyor. Onların el atmadığı şehirler ise düğümleniyor, çözülemez bir kargaşaya mahkum oluyor.

ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aydan Balamir hocamızla Ankara’nın şehirleşmesine, mimarlık penceresinden baktık. Başkentin şehirleşmesinde tarihin akışı, bu pencereden de pek iç açıcı değil.

Ali İnandım- Aydan hocam, Cumhuriyet öncesi nasıl bir yapılaşması var Ankara’nın?
Aydan Balamir- Cumhuriyet öncesi küçük ama önemli bir kent Ankara. Roma Hamamı’nın büyüklüğü bir gösterge, Agust Tapınağı bir gösterge. Endüstri devrimi öncesi önemli bir gelir kaynağı olan sof kumaşı yerini makine üretimi kumaşlara bırakınca Ankara’nın ticareti kırılıyor ama şehir, kozmopolit yapısını sürdürüyor. Osmanlı dönemi yapı stoğu, kentteki Yahudi, Rum, Ermeni nüfus hakkında fikir verir. Küresel bir şehir. Osmanlı döneminde Roma ve Bizans döneminde olduğu kadar çok ilgilenilmiş bir şehir değildir. Kale içi ve etrafındaki yoğun dokulu mahallelerin yanısıra, bağ evleriyle yayılan dağınık, çözük bir şehir dokusu var. Sof ticaretinin zenginliği, konut yapılarına tam olarak yansımamıştır. Evlerden çok hanlardan okuyabiliriz şehri. Ticaret ve üretimin göstergesidir, şehrin canlılığı, bu yapılar üzerinden de anlaşılır. Çukurhan, Çengelhan, Safranhan, Mahmutpaşa Bedesteni (Anadolu Medeniyetleri Müzesi) daha sonra Suluhan, öne çıkan örneklerdir. Kamu yapıları, Osmanlı modernleşmesiyle birlikte 1890’lardan sonra başlıyor.
Arkamızda yıkılmak üzere olan İller Bankası

“Mahalle kültürü, denetimi de arttırıyor”

- Konutları nasıl?
- Küçük pencereler, geniş saçaklar, çıkmalar, cumbalarla Osmanlı ya da Anadolu ahşap konut geleneği hakimdir. Bu geleneğin önemli bir özelliğini, sokaktan avlu ya da taşlığa, oradan hayat ya da dış sofaya geçilen bir dizi açık ve yarı açık mekanlar ve nihayetinde iç sofaya açılan odalar olarak tanımlayabiliriz. Kalabalık aile yapısı da mekanların oluşma biçimini şekillendiriyor. Birkaç çekirdek ailenin bir arada yaşadığı, sofaya açılan çok odalı evlerdeki odaların her biri, bir evdir aslında. Ya da aynı avluyu, taşlığı, hayatı paylaşan birleşik evler şeklinde de olabiliyordu. Yarı mahrem diyebileceğimiz avludan kamusal sokağa açılan kapı önlerinde, mahalle kültürü hala gözlenebilir. Dayanışma, kadınlar arası yardımlaşma mahalle kültürünün bir parçası. Ama bu kültür, bir yandan da baskıcı bir kültür; sokağa, mahalleye gelen gidenin denetimi artıyor. Aslında bütün evler, tanımlanan ideal Anadolu ev tipine tam uymayabilir. Avlu yerine arka bahçeli, hayat yerine doğrudan iç sofalı evler de var. Yapı dili olarak ortak bir karakter olsa da tarz olarak çeşitlenmeye açık; her dönem kendi modernini oluşturuyor. Örneğin Cumhuriyet döneminde kente modern konutlar inşa edilmeye başlandığında, küçük pencerelerin ‘asri pencere’ denilen tarzda büyütüldüğünü görüyoruz.
Geleneksel Ankara evi

- Yapılaşma biçiminin mahalle dokusuna etkisi var mı yani?
- Fiziki çevre toplumsal yapıyı birebir etkiliyor diyemeyiz, bireylerle ve toplumsal düzenle ilgili bir şey mahallelilik duygusu. Mesela korunmuş Avrupa kentlerindeki yoğun konut dokuları da dip dibe yapılardan oluşuyor ama mahalle ilişkileri, sosyal ilişkiler, artık eski dönemlerdeki gibi değil. Apartmanlaşmayla beraber yapılan çok katlı ve çok daireli binalarda komşuluk olmaz demek de doğru olmaz; çatısında veya zemin katında yüzme havuzu gibi, lokali gibi, bahçesi, kameriyesi gibi ortak yaşam alanlarıyla sosyalleşme, komşuluk yapma fırsatı verecek alanı yaratabilmiştir bazı binalar. Modern konut tarihinin başarılı örnekleri, bakkal, berber, kreş gibi ortak mekanlarla birlikte tasarlanmış,bazen de bir avlu etrafında sağlamıştır bu ortamı.

“Güneş, hava,yeşil gözetilmiştir”

- Cumhuriyet’ten sonra nasıl bir değişim yaşanıyor?
-Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında plan yapılıyor ve uygulanıyor. Jansen Planı, yeniyi yaparken eskiyi korumuştur. Şehrin yeni yerleşimlerinde herkesin güneşe, temiz havaya, yeşil alana sahip olmasını gözeten ‘bahçe şehir’ anlayışını benimsemiştir.
Şevket Pek kira ve sağlık evi
Binalar birbirinden uzaklaştırılmış, bir yandan da okulu, işyeri, camisi, çarşısı, sağlık merkezi gibi yapılarıyla yeni semtler oluşturulmuştur. Modern bir şehir, modern bir yapılaşma ama insani, mahalle ruhunu bir ölçüde sürdüren, kendine yeterli semtler oluşturulur. Cumhuriyet’le beraber Ankara’da doğan konut açığı nedeniyle önce küçük parseller üzerinde ‘kira evleri’ oluşmaya başlıyor. ‘Apartman’ sözü yerleşene kadar bir süre ‘kat evleri’ olarak da adlandırılan çok katlı kira evleri, zamanla egemen yapılaşma biçimi oluyor. Bir bölümü ‘aile apartmanları’ olarak inşa edilen bu yapı türü, bir anlamda geleneksel konakların değişime uğramış halidir. Konakta odalar bağımsız birer evken burada artık her dairede bir aile mensubu oturuyor. Örneğin Evkaf Apartmanı (Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü binası),
Vakıflar’ın kira geliri sağlamak için yaptırdığı çok katlı bir kira evidir. Yenişehir’deki kira evleriyse Evkaf Apartmanı’na kıyasla daha mütevazıdır.
Evkaf Apartmanı.. şimdi Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü
- Kamusal yapılarda durum ne?
- Kamusal alandaki yapılaşma, genellikle kimlik tartışmasıyla şekillenir. Yani doğulu mu batılı mı şeklinde bir kimlik gerilimi söz konusudur. Mimarlar Derneği 1927’nin Balo Gazetesi’nde, Ankara’nın mimarlık tarihini özlü biçimde anlatan 1952 tarihli bir karikatür yayımlanmıştır. Bu karikatürde dört üslup resmedilir: Önceleri ‘Birinci Milli Mimarlık Akımı’ dediğimiz yeni Osmanlı yapıları öne çıkar. Ziraat Bankası, İş Bankası, Türk Ocağı (Resim Heykel Müzesi) gibi yapıları örnek verebiliriz bu döneme. Sonra uluslararası modernizmin rüzgarıyla ‘kübik mimari’ye geçilir. Yurt dışında böyle bir tarz adı yok, bizim koyduğumuz özgün bir isimdir. Yeni rejim, her alandaki yeni düşünceyi yeni bir mimariyle vurgulamak istiyor. Bugün yıkılmak istenen İller Bankası da bu dönemin, Türkiye’de modern mimarinin en iyi örneklerinden biridir. 1940’larda revaçta olan ‘İkinci Milli Mimarlık Akımı’ döneminin ilham kaynağı ise Anadolu’nun sivil mimarisidir. Çıkmalar, cumbalar, geniş saçaklar sadeleşerek betonarmeye tercüme ediliyor ki örnekleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi binası da yer alır. Karikatürün son karesi, 1950’lerin mimarisidir; yine moderndir ancak bu kez Avrupa modernizmi yerine, Amerika kaynaklı modernizm gündemdedir.
1952 Balo Dergisi 5.sayısından

“Arazinin değeri, sınıf ayrımını da belirliyor”

- Yeni mimari, mahalle dokusunu etkiliyor mu?
- Cumhuriyet öncesinde semtleri, mahalleleri, sınıf ayrımı değil de dini gruplar belirliyor çoğunlukla. Bu nedenle fakir, zengin aynı mahallede yaşayabiliyor. Cumhuriyet’ten sonra kent merkezlerinde yükselen arazinin değeri, sınıf ayrımını da belirlemiş oluyor. Ya da aynı mahallede dikine katmanlaşma oluşmaya başlıyor; yani aynı apartmanda düşük gelirli alt ve en üst katlarda oturuyor, daha iyi durumdakiler ara katlarda oturuyor mesela. Diyelim Yenimahalle İşçi Blokları’nda işçi sınıfı, İkramiye Evleri’nde banka çalışanları, Saraçoğlu Mahallesi’nde memurlar oturmaya başlıyor. Böylece birbirinden ayrılmaya başlıyor belli kesimler.
Yenimahalle Mobilgaz işçi konutları

“Mimari nitelik düşmeye başlıyor”

- 1950’ler de bir kırılma dönemi. Ne tür bir değişim yaşanıyor bu dönemde?
- 1950’ler, liberal ekonominin ülkeye girdiği, özel sermayenin serpilip dünyayı takip etmeye başladığı yıllardır. Yeni yapılan fabrikalarla işgücü ihtiyacı doğuyor, asansörün de yaygınlaşmasıyla daha yüksek, daha geniş apartmanlar inşa edilmeye başlıyor. Bu arada gecekondulaşmanın da altyapısı oluşuyor. 50’lerde başlayan gecekondulaşma, 60-70’lerde devam ediyor. Kırdan kente göçün sonuçlarından biridir; kooperatifleşmeye gücü yok, devlet de sosyal konut yapmayınca kendi başının çaresine bakıyor vatandaş. Yapılarda da ‘küçük müteahhit tarzı’ bir yap-sat süreci başlıyor. Devlet, İngiltere, Hollanda gibi toplu konut yapmıyor. Halk, ya kooperatifler yoluyla ya da arsa üzerinden satış yapan müteahhitler yoluyla konut sahibi oluyor. Müteahhit, arsa halindeyken satıp, küçük birikimlerden sermaye yapıyor. Burada arsa kişiye, aileye özel olmadığı için inşa edilen konutlar anonimleşiyor. Bina yaptıranın prestij gibi bir derdi kalmıyor, mimari nitelik düşüyor tabii. Oysa ‘aile apartmanları’nda mal sahibi, özellikli bina yaptırmaya çalışır, şanına yakışır olması için mimari kaygı duyar. Diğerinde müteahhit konut sahiplerini tanımıyor, katılımcılarla bir ilişkisi, prestij derdi yok. Mimari bozulma başlıyor işte o zaman. Birikimi olmayan kişilerin müteahhit olduğu altyapı oluşuyor. 1960’lar, 70’lerde sonuçlarını görmeye başlıyoruz.
Aydan Balamir

- Ne gibi sonuçlar?
- Aslında asgari sermaye ile konutlandırma için müthiş bir sistem bu yeni oluşan ‘yap-sat’çılık ama bu sistemi doğru kullanmıyoruz ve yapıların niteliği bozulmaya, özelliksiz yapılar yapılmaya başlıyor. Sıradan apartmanlaşma yaygınlaşıyor. Yine de bu dönemde evlerin insani özellikleri, çevrenin mahalle dokusu, bir ölçüde devam ediyor. 1950’lerden sonra gecekondulaşma, öte yandan yap-sat usulü apartman kentler, konut kooperatifleri artıyor. Sermaye hala küçük, daha henüz çılgınlaşmıyor yapı üretimi.

“Devletin çalışmaları, iyileştirici değil artık”

- 1980’ler nasıl bir dönem?
- Küresel kapitalizmin yerleşme yılları 1980’li yıllar. Tüketim toplumuna dönüşmenin alt yapısı oluşuyor. İthalat serbestleşince yurt dışından yapı ve dekorasyon malzemeleri gelmeye başlıyor. Bu dönemde palazlanan müteahhit şirketler, pazarlamacı yöntemler, konut talebine arzı değiştiriyor. Nostaljik ‘mahalle’ görünümü ve yarı Türkçe yarı İngilizce adlarla pazarlanan bu konutların çoğu, ‘kapılı siteler’ ya da ‘kapalı cemaatler’olarak adlandırılan uluslararası uygulamanın yerel örnekleridir. Bir kulvarda da TOKİ (Toplu Konut İdaresi Başkanlığı) ile devlet giriyor devreye. Bu arada 1980’lerde kurulan Batıkent’e de bakmak lazım başarılı bir gecekondulaşmayı önleme projesi olarak. İyi bir şehirleşme örneği olmasa da Cumhuriyet’ten sonra kendi sermayesini oluşturarak bu kadar çok kişiyi konut sahibi yapması açısından başarılı bir konut edindirme projesidir, İngiltere’de ödül kazanmıştır bu özelliğiyle.
- Çılgınlaşma ne zaman başlıyor?
- 1980’lerde altyapısı tamamlanan, 1990 ve 2000’lerde holdingleşen müteahhit firmalar ile TOKİ, konut sektörüne egemen oldu. Son 15-20 yılda arsa üretip rant yaratmanın en garantili yöntemi, ‘kentsel dönüşüm’ kavramına sarılmaktır. Ama dönüşümün çoğu, dönüşecek bir yapı ya da yerleşim olmayan arazilerde yapılıyor nedense. Macunköy’de mesela; yaşam alanını iyileştirmek yerine kütlesel yapılarla bambaşka bir yere dönüştü. Çukurambar’da, Oran’ın bir kısmında, Çayyolu’nda, Şentepe’de, Eskişehir yolu üzerinde, aslında kentin dört bir yanında kentsel dönüşümden bu anlaşılmaya başladı; fiyakalı isimlerine karşılık, birbirinin benzeri, çok katlı, tekdüze yapılaşma. TOKİ ilk başta ihtiyaç sahiplerine nasıl insani bir konut çevresi sunarım derken azman bir sermaye oluşunca kar etmeyi hedefleyen bir kuruma dönüştü. Nitelikli yaşam çevreleri oluşturma, mevcut yerleşimleri iyileştirme gibi bir görevi varken kar amaçlı bir müteahhit gibi davranmaya başladı. İstisnalar hariç, devletin çalışmaları iyileştirici değil artık. Mamak Kusunlar Mahallesi’ndeki TOKİ Evleri çok iyi bir örnektir. Mahallenin adı bile yok, ‘TOKİ Evleri’ diye biliniyor. Yapıların tekdüzeliği bir yana, sosyal alan olarak felaket. Sadece bir cami, okul ve adı market olan bakkalı var. Üçünü yan yana getirip bir kamusal alan, merkez yaratmaya bile gerek görülmemiş. Çarşı, park, sinema, spor salonu gibi işlevlerden söz etmekse fantezi! Bu tür kamusal mekanlara uzak konutlar, insanların hem sosyalleşmesi hem de ihtiyaçlarını görmesi açısından sorun yaratır.
Mimari ve kentsel dönüşümün seyrini Dikmen köyünde izlemek mümkün (Foto: Ahmet Soyak)

“Doğduğunuz yeri yok ediyorsunuz”

- Şehirleşmeye aykırı bir yoğunlaşma mı bizimki?
- Yoğunlaşma ve yükselme kent içinde olur. Bizde tam tersi uygulanıyor, kentin dışında 15-20 katlı apartmana oturmaya gidiyorsunuz. Bunun için şehir kurulur. Biz, şehirleştirmeden toplu konutlar yapıyoruz. Türkler, ne zamandır şehir kurmayı bıraktı, şehir kültüründen uzak konut siteleri ile steril AVM’ler inşa ediyor. Hepsi için bir plan çiziliyor kuşkusuz, ama bunlar klasik anlamda ‘şehir planı’ olmaktan uzaktır. Ankara, garip bir ‘organik şehir’dir bu plansız yapılaşma özelliği nedeniyle.
Bentderesi'nde yıkılıp yapılan Ankara evleri, 4-5 kata çıkarıldı.. Ankara evi değiller artık tabii ki

- Bu kontrolsüz yapılaşma çılgınlığı, bazı semtlerde tarihi mahalleleri ezip geçiyor.
- Tarihi yapılar, mahalleler, kentin ortak hafızasıdır, geçmişin belgeleridir. Bunları sadece yok etmek değil, bozmak da suçtur; belgeyi tahrif etmek gibi bir suç. Tarihi miras, özgünlüğüyle korunmalıdır. Tescilli yapıyı yıkıp yeniden yapmak, koruma kurullarının yeni adeti oldu. Bir yapı tamamen yıkılıp yok olmuşsa planlarından yenisi yapılabilir ama hala ayakta duranı güçlendirmek varken niye yıkıyoruz? Marmara Köşkü sapasağlam duruyordu, neden yıkıldı? Hacıbayram, Hamamönü çevresinde bunun örnekleri oluştu. Eskiyi yok edip, yeniyi eski gibi yapma sanatı değildir mimarlık. Aksine, eskiyi gözümüz gibi koruyup, yeniyi ise zamanına uygun yapmayı gerektirir. Zamanını yansıtmak yerine eskiyi taklit eden yapıya mimarlık değil, sahne dekorasyonu denebilir ancak. Tabii ki modern yapı olacak, modern yaşam olacak ama belgenizi yok etmeyi gerektirmiyor bu. Annenizin, babanızın doğduğu, kendi doğduğunuz yeri yok ediyorsunuz.
Şentepe (Foto: Ahmet Soyak)

“Ev, yuva, konut, apartman, rezidans..”

- Yapılaşma biçimi, toplumsal ilişkileri de belirliyor diyebilir miyiz?
- Mimarlığı nicelik değil nitelik üzerinden tartışmak lazım; alçak, yüksek, beton, ahşap, modern, geleneksel olmasından önce niteliktir önemli olan. Gizlemek için makyaj yapabilir, maske takabilirsiniz ama bu, gerçeği değiştirmez. Çirkin olduğunu biliyorsunuz yani. Binalara Selçuklu ya da Osmanlı maske takmakla bir değer üretilmez. Bu, yapının kişiliksizliğini değiştirmiyor. İngiliz Başbakanı Winston Churchill’e atfedilen bir söz, “Biz yapılarımızı şekillendiririz,daha sonra yapılar bizi şekillendirir” der. Bazı semtlerin, yerleşimlerin, öfke ve yıkıcı duygular yaratması, oranın şehirleşme biçimiyle de çok ilişkilidir.  Ev, yuva, anonimleşmeye başladığında konut, derken apartman, rezidans oluyor evin adı. Gittikçe kavramlar sıcaklığını yitirmeye, anlamlarını kaybetmeye başladı mimaride. Mimari kimlik sorunu olan bir dönemdeyiz.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Sevgili Ali İnandım, konut üreten bir kooperatifler birliğinin yayınını yönettim. Konuyu yakından izleyenlerden birisiyim. Mülakatlarınız Ankara için çok değerli uyarılar içeriyor. Beyninize, yüreğinize sağlık. Sayın Prof. Dr. Aydan Balamir'in verdiği ders, inşallah konut üretenlere bir şeyler öğretir.