15 Eylül 2012 Cumartesi

DİL YARASI

14.09.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi


Böyle şeyler ancak sömürge ülkelerinde var. Değiştirmemiz lazım. Almanya’da, İngilizce tıp duydunuz mu? Ya da Fransa’da? Böyle bir gariplik olabilir mi?” diye soruyor ve “Olmaz” diye yine kendisi yanıtlıyor Hacettepe Üniversitesi Rektörü Profesör Doktor Murat Tuncer hocamız. Ben de “Olmaz tabii, olmaz!” diye 6 Eylül Milliyet Ankara Gazetesi’deki haberi, parmağımı sallayarak yanıtlıyorum. “Sadece tıp mı? İngilizce okuyup, Türkçe inşaat yapıyor mühendisler!” diye bilgilendiriyor, gazeteyi uyandırıyorum. Parmak sallayarak gazeteyle konuşan adam, ev halkını düşündürüyor. “Türk Dili dersi de İngilizce verilir yakında” diye azalarak bitiyor homurdanma.

Zihni bulandırmadan yabancı dil
Murat Tuncer hoca, yukarıdaki sözleri, öğrencileriyle dertleşirken söylemiş. Seçtiği bölümde yüzde 70 Türkçe eğitim alacak genç, hazırlık sınıfına takılıyor, geçemiyormuş. Hoca da konunun özüne inmiş, çözümü özetlemiş. Dil öğretilmesine  değil, bir mesleğin kendi ülkenizde, tamamen yabancı bir dille yapılmasına karşı. Yabancı dil, amaç olmasın ama bir yandan yürüsün diyor. Ben de öyle diyorum. Çünkü her dil, kendi  düşünce tarzıyla gelişir. Sen, önce en kısa yoldan, en iyi bildiğin dille konuya, mesleğine hakim ol, yeri gelince yabancıyla da anlaşırsın. Ancak daha başında dil ve meslek  arasında bocalarsan ne mesleğe ne dile hakim olabilirsin. Kafa bulanır, erken yorulur zihin.

Bak şimdi.. geçen yıl çıkan “Anaokulunda çocuklar, İngilizce öğrenecek” haberleri geldi aklıma. Haydi homurdanma.

Yahu daha kendi dilini öğrenemeden ‘İngiliççe’ öğrenecek de ilkokulda, astronot mu olacak çocuk? Oluyordu da niye şimdiye  kadar öğrenmişlerinden olamadı?

Kafası karışık program
TRT Radyosu, İzmir, Erzurum, Diyarbakır gibi bölge radyolarına bağlanarak o yörenin sanatçılarıyla kültürünü öne çıkaran yayınlar yapıyor. Erzurum ya da Diyabakır Radyosu, birine denk geldim. Telefondaki konuk, belli bir yaşın üzerideki herkesin anımsayacağı birşey anlattı. Sunucu hanımefendi, “Ah efendim yeniler bilmez ama bizim jenerasyon çok iyi hatırlar” gibisinden heyecanla konuyu destekleyen cümleler kurdu. Yalnız o kadar çok ‘jenerasyon’ dedi ki büyük ihtimal o an anımsayamadı sözcüğün Türkçesini. “Bizim kuşak”  ya da “bizim nesil” diyemedi. Farkında bile olmadıysa eğer durum daha ciddi.

O an ülkenin herhangi bir yanında, yavaşlamış köy yaşamı içinde, radyonun başına oturmuş bir nine geldi gözümün önüne. “Jenerasyon jenerasyon” dedikçe sunucu, “Ninem anlamış mıdır?” diye düşündüm. Kızmış olabilir; “Aman ne ceneratörmüş, anlata anlata bitiremedi!”

Yine aynı program… Dinleyici, memleket sevgisini anlatan şiirini yollamış. Sunucu, azıcık yankılı bir sesle okumaya başladı. Program, yerel sanatçıların da konuk edildiği bir türkü programı. Şiir, memleket sevgisini anlatıyor. Ancak şiir okunurken altta batı müziği çalmaya başladı. Her şeyiyle Türkiye’yi anlatan türkü programı, memleket sevgisini anlatan şiirin altına batı müziğini dayadı. Algımızın bilyeleri dağıldı. “Ne kadar güzel memleketmiş hangisiyse o?” diye dinledik!

Dil ve kültür karmaşası
Ya televizyonlar? TRT’yle özel televizyonlar arasında bir fark kalmadı. Bazen kullanılan dili, bırakın taşrasını, şehirlisi anlamıyor. Yabancı sözcükler, anadilimiz gibi uçuşuyor. Anlamıyor, bakıyoruz sadece. Bakıyoruz, anlamadığımız şeye. ‘Aptal kutusu’ diye boşuna dememişler. Yoksa anlamadığı şeye, niye ısrarla baksın insan?

Haydaaa.. ne diyorduk nereye geldik! Nasıl geldik?

Kendi dili ve kültürü üzerinde yükselmeyen bir milletin düşüncesi, gevşek mi oluyor acaba? Bir işi, başladığımız gibi bitiremeyişimiz bu yüzden mi? “Türk gibi başla bilmem kim gibi bitir” sözü, boşuna nam salmamış demek dünyaya.

Düzenin ve kararlı duruşun anahtarı, dil ve yarattığı kültürdür. Yaşadığımız dil ve doğurduğu kültür karmaşasını, bu yüzden ben de destekleyemiyorum.

Hiç yorum yok: