“Böyle şeyler ancak sömürge ülkelerinde var.
Değiştirmemiz lazım. Almanya’da, İngilizce tıp duydunuz mu? Ya da Fransa’da?
Böyle bir gariplik olabilir mi?” diye soruyor ve “Olmaz” diye yine kendisi yanıtlıyor Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Profesör Doktor Murat Tuncer hocamız. Ben de “Olmaz tabii, olmaz!” diye 6 Eylül
Milliyet Ankara Gazetesi’deki haberi, parmağımı sallayarak yanıtlıyorum. “Sadece
tıp mı? İngilizce okuyup, Türkçe inşaat yapıyor mühendisler!” diye bilgilendiriyor,
gazeteyi uyandırıyorum. Parmak sallayarak gazeteyle konuşan adam, ev halkını
düşündürüyor. “Türk Dili dersi de İngilizce verilir yakında” diye azalarak
bitiyor homurdanma.
Zihni bulandırmadan yabancı dil
Murat Tuncer hoca,
yukarıdaki sözleri, öğrencileriyle dertleşirken söylemiş. Seçtiği bölümde yüzde
70 Türkçe eğitim alacak genç, hazırlık sınıfına takılıyor, geçemiyormuş. Hoca
da konunun özüne inmiş, çözümü özetlemiş. Dil öğretilmesine değil, bir mesleğin kendi ülkenizde, tamamen
yabancı bir dille yapılmasına karşı. Yabancı dil, amaç olmasın ama bir yandan
yürüsün diyor. Ben de öyle diyorum. Çünkü her dil, kendi düşünce tarzıyla gelişir. Sen, önce en kısa
yoldan, en iyi bildiğin dille konuya, mesleğine hakim ol, yeri gelince yabancıyla
da anlaşırsın. Ancak daha başında dil ve meslek
arasında bocalarsan ne mesleğe ne dile hakim olabilirsin. Kafa bulanır,
erken yorulur zihin.
Bak şimdi.. geçen
yıl çıkan “Anaokulunda çocuklar, İngilizce öğrenecek” haberleri geldi aklıma.
Haydi homurdanma.
Yahu daha kendi
dilini öğrenemeden ‘İngiliççe’ öğrenecek de ilkokulda, astronot mu olacak
çocuk? Oluyordu da niye şimdiye kadar
öğrenmişlerinden olamadı?
Kafası karışık program
TRT Radyosu, İzmir,
Erzurum, Diyarbakır gibi bölge radyolarına bağlanarak o yörenin sanatçılarıyla
kültürünü öne çıkaran yayınlar yapıyor. Erzurum ya da Diyabakır Radyosu, birine
denk geldim. Telefondaki konuk, belli bir yaşın üzerideki herkesin anımsayacağı
birşey anlattı. Sunucu hanımefendi, “Ah efendim yeniler bilmez ama bizim
jenerasyon çok iyi hatırlar” gibisinden heyecanla konuyu destekleyen cümleler
kurdu. Yalnız o kadar çok ‘jenerasyon’ dedi ki büyük ihtimal o an anımsayamadı
sözcüğün Türkçesini. “Bizim kuşak” ya da
“bizim nesil” diyemedi. Farkında bile olmadıysa eğer durum daha ciddi.
O an ülkenin
herhangi bir yanında, yavaşlamış köy yaşamı içinde, radyonun başına oturmuş bir nine geldi
gözümün önüne. “Jenerasyon jenerasyon” dedikçe sunucu, “Ninem anlamış mıdır?”
diye düşündüm. Kızmış olabilir; “Aman ne ceneratörmüş, anlata anlata
bitiremedi!”
Yine aynı program… Dinleyici,
memleket sevgisini anlatan şiirini
yollamış. Sunucu, azıcık yankılı bir sesle okumaya başladı. Program, yerel
sanatçıların da konuk edildiği bir türkü programı. Şiir, memleket sevgisini
anlatıyor. Ancak şiir okunurken altta batı müziği çalmaya başladı. Her şeyiyle
Türkiye’yi anlatan türkü programı, memleket sevgisini anlatan şiirin altına
batı müziğini dayadı. Algımızın bilyeleri dağıldı. “Ne kadar güzel memleketmiş
hangisiyse o?” diye dinledik!
Dil ve kültür karmaşası
Ya televizyonlar? TRT’yle
özel televizyonlar arasında bir fark kalmadı. Bazen kullanılan dili, bırakın
taşrasını, şehirlisi anlamıyor. Yabancı sözcükler, anadilimiz gibi uçuşuyor. Anlamıyor,
bakıyoruz sadece. Bakıyoruz, anlamadığımız şeye. ‘Aptal kutusu’ diye boşuna dememişler. Yoksa anlamadığı
şeye, niye ısrarla baksın insan?
Haydaaa.. ne
diyorduk nereye geldik! Nasıl geldik?
Kendi dili ve
kültürü üzerinde yükselmeyen bir milletin düşüncesi, gevşek mi oluyor acaba?
Bir işi, başladığımız gibi bitiremeyişimiz bu yüzden mi? “Türk gibi başla
bilmem kim gibi bitir” sözü, boşuna nam salmamış demek dünyaya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder