30 Kasım 2018 Cuma

Ankara Nasıl Şehirleşiyor (9)



Yayın tarihi:15.03.2017

Milliyet - Ankara Gazetesi


“DIŞARIDAN GELENE TESLiM OLDU ANKARA”

Kültürünü yok etmek pahasına kendimize benzetmeye çalışıyoruz başkenti. Bu, kargaşa demek. ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu, kargaşanın neden ve çarpıcı sonuçlarını seriyor önümüze.

Nüfusunun 3’te 1’i yani yaklaşık 1 buçuk milyonu Ankaralı olmasına karşın başkent, hızla kimlik özelliklerini kaybediyor. Gelen, uyum sağlamak yerine, kendine uydurmaya çalışıyor şehri. Şehircilik açısından da kültürel açıdan da bir kargaşa ortamı demek bu. Belki de bir ülkenin başkentinde, en olmaması gereken şey. Devletin ve yöneticilerinin göz yumduğu, ciddi bir aksaklık.

Ankara’nın sosyolojik manzarasını ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu hocamızla bu keskin dönüşümün simgesi, Ulus’tan sonra meydan niteliğini kaybeden Kızılay’da ele almaya çalıştık. Yaya kaldırımında yol kesen reklam panoları, yürüyüş güzergahında türeyen büfeler, kaldırım işgal eden kamyon ve TIR’lar arasından kıvrılarak, güzellikten çok engel teşkil eden devasa saksıları aşarak bitmiş Kızılay’da, bitmenin eşiğindeki kent kimliği ile kültürünü, insan niteliğini konuştuk. Dar ufkumuza ufuklar açtı Sibel hocamız.

“Kırla ilişkisini kesmemiştir”

Ali İnandım- Sibel hocam, Cumhuriyet’ten önce nasıl bir sosyolojik yapısı var Ankara’nın?
Sibel Kalaycıoğlu- Cumhuriyet’ten önce Ankara’nın en önemli nitelikleri, bir ticaret alanı, esnaf merkezi ve din merkezi olmasıdır. Orta halli ailelerin yaşadığı, bağlık, bahçelik, yeşillik, sulak bir kent. Üzümü meşhur. Kent merkezi olarak küçük ama üretimi var; tarımsal kapasitesi büyük. Kırı zengin, kırdan kopmamış bir kent. Başkent oluşu da tesadüfü değil, işlevi ve kimliği ile ilgilidir. O zaman bilinen bir kimliği var; Ahiliğin başkentidir, Ahilik, burada gelişmiştir. Ahilik; loncadır, birlik, bütünlük, fütüvvet yani kardeşlik, destek olacağız, birbirimizi kollayacağız demektir. Bu bir kimlik yaratıyor. Nevşehir ve Niğde civarında Hacı Bektaş Veli, Ankara’da Hacı Bayram Veli ile bütünleşen dini bir merkez oluşuyor. Din alimleri eğitim görüyor burada. Kimliğe katkı yapan bir konu bu, Orta Anadolu’da bu anlamda bir merkez. Nasıl Ege’de denize bağlı farklı bir kültür varsa Orta Anadolu’da da Orta Asya Türkmenliği’nden gelen kültür var. Bu kültürün simgesi Taceddin Dergahı, saray hocalarını yetiştiren bir yer, üzerinde ciddi çalışılması gereken dini bir merkezdir. Bugün boş bir bina ama Mehmet Akif 1 yıl kalıyor orada, İstiklal Marşı’nı orada yazıyor, bunlar boşuna değil. Yani bu ortamın yaşanıldığı bir şehir Ankara. Hamamönü’nde, Kale’de, esnaflık ve zanaatla bütünleşmiş bir mahalle kültürü var. Bu mahallelerde orta halli, kırla ilişkisini kesmemiş bir kentli ahali yanı sıra Ermeni, Yahudi, Rumların da yaşadığı kozmopolit bir nüfus var. Bu kozmopolitlik içinde komşuluk, mahalle ilişkileri, kardeşlik, zanaatkarlık ve dini felsefe beraber yaşanıyor. Bunlara ek olarak kozmopolitlik, açık bir toplum olmayı getiriyor.

“Felsefeyi taşımalıydık”

- Kırla ilişkisini kesmemiş derken neyi kastediyorsunuz?
- Samanpazarı, çok önemli simge bir mekandır; Ankara’nın çevreyle, taşrayla ilişki kurduğu, değişim ekonomisinin olduğu, kırdan gelenin alışveriş ettiği yerdir. Ahiliğin temsil ettiği bütün o küçük esnaf, bu bölgededir. Esnafı Samanpazarı’nda, Kale’de ticaret yapıyor, Hamamönü’nde oturuyor, hareketli bir mahalle Hamamönü. Ankara, bu mekanların özelliklerini, temsil ettiği felsefeyi, kimliğini bugünlere taşımak için buraları korumalıydı belki. Buradaki yapılar, evler çöküntü alanına dönüşüyor, sonra yeniden yapılıyor. Ulus, Ahiliğin önemli bir merkeziydi, bugün o kimliğini kaybetti. Bu kimliğini kaybetmeden, evleriyle ticari alanıyla ortamından koparmadan göstermeliydik gelecek nesle ya da başkalarına.

“Yeni merkez Güvenpark olur”

- Cumhuriyet’ten sonra nasıl bir değişim yaşadı?
- Cumhuriyet’le beraber esnaf geri plana kayıyor, bürokratlar öne çıkıyor. Cumhuriyet’le beraber ortaya çıkan elitler, bürokrat kesim Yenişehir’e, Sıhhiye’ye, Kızılay’a kaymaya başlıyor. Ankara’nın kimliği, ‘memur kenti’ne dönüşüyor. Esnaf, tüccar, Ahi, din kavramları, geriye düşüyor. Sıhhiye’den geçen tren yolu köprüsü Ankara’yı ikiye bölüyor ve iki farklı kimlikle kültüre bölünüyor şehir. Ulus, Hamamönü, Samanpazarı tarafında geleneksel değerlere dayalı yaşanıyor, tren yolunun bu yanı ise yeni seçkinlerin sanayileşmiş kent değerlerini yaşadığı yaşam alanı oluyor. Her ne kadar tren yolunun öbür yanında Opera ve Gençlik Parkı kalsa da bu bölünmeyi çok etkilemez. Yeni yaşam alanında merkez Güvenpark olur. Güvenpark’taki anıt da bu yeni anlayışın, özgürlüğün, yeni cumhuriyetin, bağımsızlığın simgesidir. Çay bahçesi, çocuk bahçesi, parkıyla orta sınıfın buluşma mekanı, sosyalleşme alanı oluyor. Karşısında Bulvar Palas’la Meşrutiyet Caddesi arası bahçeli lokantalar, çay bahçeleri var. Güvenpark’ın hemen arkasında bürokratlar için yapılan Saraçoğlu Evleri var çünkü. Aynı zamanda burası, bakanlıkların olduğu memur bölgesi.
Kızılay Güvenpark

- Bu kadar mı önemliydi Güvenpark?
- Meydan anonim, ortak bir yerdir. Ulus eski meydan, Kızılay yeni meydandır. Güvenpark, bu meydanın merkeziydi. Meydanı yok ederseniz bu buluşma, dayanışma, birlikte olma, farklı kesimlerin iletişim kurma, birbiriyle tanışma, konuşma olanaklarını yok ediyorsunuz. Güvenpark’ın yarısı minibüslere, yarısı da polise verilince sosyalleşme alanı olmaktan çıktı içinden geçilen bir yer oldu. Bizim anlattığımız anlamda bir Güvenpark, meydan, merkez kalmadı.

“Kızılay, dünyanın nadir merkezlerindendir”

- Kızılay’ın önemi neydi?
- Kızılay çok önemli; Ulus-Çankaya, Maltepe-Cebeci hattının ortasıdır. Maltepe ve Cebeci’de yaşayan orta sınıfla siyasi, bürokrat sınıfın birleştirildiği noktadır. Bu anlamda dünyanın nadir merkezlerindendir. Aynı zamanda kentsel hareketler, önemli eylemler, şenliklerin yapıldığı merkezdir. Meydan kamusal alan sağlar ki bu, demokrasinin temelidir. Tandoğan’a ya da başka yere yollarsanız bu etkinlikleri, Kızılay’daki bu etki ve sosyalleşmeyi sağlayamıyorsunuz. Kızılay, simge ve tarihsel olarak bu sosyalleşmeye en uygun yer çünkü. Metronun gelişi, Batıkent’le Eryaman’a bağlanması da genç 3’üncü kuşak orta sınıfın oturduğu mekanları bağlar Kızılay’a. Sosyalleşmeyi merkeze, Kızılay’a çekiyor yani. Sincan’a çok geç gitti, işçi sınıfı var orada. Şimdi Ulus gibi kamusallığını ve özelliklerini kaybediyor. Yaya ve araçların transit geçtiği, durup eğlenmediği bir yer halini aldı, meydan değil artık. Kamusallığını yitiren bir alan ki Ankara’nın şehirleşmesinde çok önemli bir yeri vardır.
Başkentin en önemli kamusal alanı Kızılay, meydan olma özelliğini kaybetti. Şimdi gelip geçilen bir yer.

“AVM’lere itiyorlar”

- Başka kamusal alanları var mı Ankara’nın?
- Tunalı özellikle gençler için yeni bir kamusal alandı, birkaç kafe dışında artık gençleri itiyor. 7.Cadde, siyasi, kültürel, sosyal, hepsini taşıyabilen bir kamusal alan olamıyor ama bir tüketim mekanı olarak cazibesini koruyor, öğrenci kesimine sesleniyor. Kızılay’ın o haliyle kıyas götürmez tabii.
- Kamusal alanları kaybolan vatandaş ne yapıyor?
- Orta sınıf kamusallaşma alanı kalmayınca ne yapacak, nereye gidecek, nerede zaman geçirecek? Saat 7-8 gibi sokaklar boşalıyor. Büyük alışveriş merkezlerine (AVM) gidiyorlar. Orta sınıfını, gençleri koruyamıyor, kamusallığını kaybetmiş, bir araya gelme şansını kaybetmiş insanları evlere, AVM’lere itiyorlar. Oysa meydan, kültürel aktarımın olduğu etkinliklerle şehrin şekillendirildiği yerdir. Ayrıca pavyon kültürü bayağı cesaret bulmuş durumda. Ne zaman çıktı, ne zaman bu kadar yaygınlaştı araştırmak lazım. Göçle ilgili herhalde.
Güvenpark 1940..
Ve Güvenpark'ta hanımlar..

“Eğitimi yüksek ama geliri düşük”

- Eğitim açısından nasıl bir başkentimiz var?
- Ankara, Cumhuriyet öncesinden beri eğitimli bir kentti. Eğitimi çok yüksek bir kitle yaşıyor. İkincisi; kültür ve sanat faaliyetlerinin nitelikleri çok yüksek. İstanbul’da kültürel faaliyetler çok farklı, daha küresel ve medyatik. Ankara’da ise daha yerel ve derin bir kültürel anlayış var.  Ankara’da tiyatro oyunları sezon başlar başlamaz doluyor. Çocukluktan başlarlar tiyatroya götürmeye. Her kente nasip olmaz bu nitelikler. Kadın erkek eğitimi açısından kadın eğitimi en yüksek kent. Aileler de yerli halk da bu konuda oldum olası bilinçli, okumaya yönlendiriyorlar çocuklarını. Şimdi Türkiye’de kız çocuk okusun mu okumasın mı tartışmasına geldik nasıl olduysa. Yerli halkın, geçmişten gelen böyle güzel bir geleneği vardır. TÜBİTAK proje desteği ile Ankara’nın Çankaya, Etimesgut, Altındağ, Mamak, Keçiören gibi 5 merkez ilçesinde sosyo ekonomik durum haritası çıkardık. Gelir ve eğitim seviyesi haritalarını üst üste koyunca şöyle bir sonuç çıktı; eğitim yüksek ama geliri düşük. Eğitimin karşılığını alamıyor şehir. Bu nedenle bir anlamda sosyo ekonomik açıdan bir dereceye kadar homojen bir kent ancak öte yandan bu bir göç nedeni; İstanbul’a, yurt dışına gidiyor eğitimine karşılık bulamayan genç.
- Bu kadar nitelikli bir kentten göç ettirmek de marifet olmalı.
- Ankara, sanayide belki öne çıkabilen bir şehir değil ama bir bilişim, savunma ve havacılık sanayisi merkezi, bilişim teknolojilerinde çok önemli bir rolü var. Kadın istihdamının çok yüksek olduğu kentlerden biri ve bunlar geçici değil düzenli işler. Yani eğitimli kadın sayısı yüksek bu anlamda. Kendi kendine geliştirdiği bir OSTİM’i, küçük imalat sanayisi var mesela. Kendi bünyesinde doğurduğu bir yerdir. Şehir asosyal olunca buralarda çalışarak yüksek gelir elde edebilecek bile olsa yine de şehir dışına gidiyor genç.
Sibel Kalaycıoğlu

“Alevi-Sünni farklılaşması belirgindir”

- Göç tablosu nasıl Ankara’nın?
- Başkent, 1950’lere kadar durağan bir kent, devlet eliyle kapitalizmin uygulandığı, kıra kaynak aktarılan bir merkezdir. Sümerbank’ın ürettiği düşük maliyetli ürünler, kıra çok önemli bir destektir. İller Bankası kalkındırma, Etibank madenlerin değerlendirilmesi açısından önemli. 1960’lardan itibaren kent, önce mevsimlik göç almaya başlıyor. Kendi yakın çevresinden Çorum, Yozgat, Sivas, Kırşehir, Çankırı gibi illerden, Kızılcahamam, Bala, Haymana gibi ilçelerinden göç alıyor. Karadeniz ve Doğu’dan göç almaz mesela. Kastamonu yakınındadır ama oradan göç almaz. Doğu’dan gelen de doğrudan İstanbul’a, İzmir’e gider. Yani Ankara’ya göç, Orta Anadolu bölgesinden gelir en çok.
- Göçün kentte yarattığı etkiler nedir?
- 1970’lerde mevsimlik göç yerine yerleşik göç başlıyor. Hıdırlıktepe, Çinçin’deki gecekondulaşma, Mamak, Dikmen, Seyranbağları gibi semtlere yayılmaya başlıyor. İlk gecekondularla göçülen ilin özelliklerine bağlı olarak Alevi-Sünni kimlikleri farklılaşması oluşur Ankara’nın. Bu farklı kimlik grupları, aynı mahallede sokaklar olarak ya da aşağı mahalle yukarı mahalle olarak ayrışarak yerleşiyorlar. 1970’ler göçünün en önemli özelliği budur. Sonradan anlaşıldıki 1980 öncesi sağ-sol çatışması da daha çok bu özelliği yansıtırmış. Çok baskın ve belirgindir bu kimlik özelliği. Neredeyse yüzde 50-yüzde 50 diyebiliriz. Çatışmıyorlar ama dayanışmıyorlar da. Bütün gecekondu alanlarında çalıştım, bir anlamda sırtlarını dönerek yaşıyorlar. İstanbul’da da çalıştık, orada öyle değildi. Ankara’da yaşam alanı geniş, çatışma az oluyor. İstanbul’da alan dar, sıkışık nizam olduğu için çatışma artıyor. Ankara’da, siyasi radikal eylemlere girişilmiyor. Tüm insan ilişkileri, mekanda yansır. Mekan da insan ilişkilerini şekillendirir. Ankara, geniş gecekondu yerleşimleriyle daha şanslı. İlk gecekonduların bahçeleri, çardakları, su kuyuları var. Ama İstanbul’daki sıkışık nizam gecekondu yerleşimi, gerginlik yaratıyor.

“Üçüncü kuşak radikalleşiyor”

- Günümüzdeki durum ne?
- Üçüncü kuşak göçmen dönemindeyiz şimdi. Birinci kuşak; eğitimi düşük ama bir biçimde devlet dairesinde ya da şirkette iş bulmuş ve oradan emekli olmuştur. İkinci kuşak; 1980 sonrası kentte büyümüş, eğitimi yüksek ama babası kadar şanslı olamamış iş alanında. İşlerin, özellikle devlet işlerinin daraldığı bir döneme denk gelmişlerdir. Babalarından daha yoksul bir kuşak. Üçüncü kuşak; 1990 sonrası doğumlular. Bunların eğitimleri daha yüksek ama neoliberalizmin (küresel ekonomicilik) getirdiği sistem sonucu daha da işsiz bir kuşak. İkinci kuşakta Alevi-Sünni ayrışması, şehir ayrışması olarak gösteriyor kendini; diyelim Batıkent-Sincan olarak ayrışıyorlar. Kimliklere dayalı mekansal ayrışmayla siyasi ayrışma ve radikalleşme başlıyor. Üçüncü kuşakta İstanbul’a göre daha sakin ama siyasi keskinleşme oluşuyor bir yandan. Üçüncü kuşak, kültürel altyapıyı daha aşağı çeken bir nesil. Şimdi kötü kentleşmeyle birleştirin bu resmi; çirkin yapılar, altüst geçitlerle kullanılamayan, kamusal alanı olmayan, yeşili sınırlı bir şehir. Ve bu kuşağın artık bir nüfus olduğunu düşünün.
Suriye ve Iraklılar, aramıza karışmıyor

“Suriyeliler, Iraklılar kimliği değiştirecek”

Dahası yeni göçmenlerimiz var; Suriye ve Iraklılar. Ankara profilini tamamen değiştiren bir göç bu. Çünkü kendi içine kapalı bir yaşam biçimi ve alanı oluşturuyor, yerli halktan tamamen kopuk bir yaşam sürüyorlar. Altındağ, Gülveren civarındalar ve şehrin kimliğini değiştirecek bir göç bu. Eskinin dayanışmacılığını, Ahiliği unutuyoruz artık. Dışarıdan gelene teslim oldu Ankara, İzmir gibi içine alıp yoğurmuyor, Ankaralı yapamıyor.

“Kentsel dönüşüm gerilim yaratıyor”

- Yöneticiler farkında değil mi bunların?
- Devlet seçkinleri, yöneticiler, siyasi elitlerin sokakla halkla ilişki kuramamasının da bunda etkisi var. Kentin kimliği ve kültürünü koruyamayışında, teslim edilişinde, katkıları var. Örneğin kentsel dönüşüm, bir sürü kişiyi hak mahrumiyetiyle karşı karşıya bırakarak büyük gerilim yarattığı gibi, mahalle kültürüyle dayanışmanın kaybolmasına sebep oluyor. Vatandaş 3 nesil orada yaşamış, tapu vermişsiniz. Kentsel dönüşümle hem evinden oluyor hem borçlanıyor hem de komşularından, akrabalarından ayrı düşüyor. Zaten yoksul birini, yerinden ettiğiniz gibi bir de toplumsal bir kayıp yaşatıyorsunuz. Bazı uygulamalara, toplumsal sonuçlarını değerlendirmeden giriyor, sonra kendi kendimize o sonuçlarla boğuşuyoruz. Bu toplumsal konuları, pek önemsemiyor herhalde yöneticiler.

- SON –

3 yorum:

Unknown dedi ki...

Sevgili Ali İnandım ve sayın Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu'na verdikleri bilgiler için teşekkür ederim.

Unknown dedi ki...

Sevgili Ali İnandım ve sayın Prof.Dr. Aliye Öztan'a verdikleri bilgiler için teşekkür ederim.

Abidinpaşa dedi ki...

Ankara'ya en Büyük ihanet İş bilmez Kültür bilmez örf bilmez yoz idarecilerin Yaptığı kıyımlar Ankara'nın asırlardır kimliğini koruyan yaşatan birliğini sağlayan İnsanlar gibi semtler ve Mahalleler Vardı Başta Hacettepe.Hamamönü Kale.Burada yaşayanlar ayni zamanda Bu kentin kültürüne hizmet edenler ve Ticaret yapan Ankaralılardı. Koruma alanları yaratıp çivi çakılmayan çöküntü alanları haline getirilen yerlerde yaşamak mümkün mü ? sözde Restorasyon adı altında rant için yağmalanmış alanlar Kent dekoru olmuş sokaklarla bir kentin kültür varlığını sürdürmesi mümkün mü.? İngiltere'de restore edilen Tarihi mekanlarda daha önce burada yaşayanlara öncelik verilmiş Mahalle sokak kültürü yaşatılmıştır şimdi Ankara'da böylemi.Birbirinden kopmuş aileler. Ticareti yok edilmiş esnaflar ucube restorasyonlar Ankara'nın Makus kaderi olmuştur.