21.08.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi
Bayramın son günü,
Ankara’nın dertleriyle bozmayalım şekerlenmiş tadımızı. “Kaybettik” derken çok
güzel bir meziyetimizi, sanki geri kazanıyor gibiyiz, çıkaralım keyfini. 3-4
yıldır, artarak daha hissedilir olduğu kanaatine sahibim. Bilimsel bir bilgi
değil, gözlemim öyle. İliğimize işleyen, dokunaklı reklamlar çekiliyor
hakkında. Büyüklerinin elini öpmeden, dost akrabayla bayramlaşmadan tatil
yörelerine sıvışmaya daha dikkat ediyoruz sanki. Ya da başka şehirdeki yakınlarımıza uğramaya çalışıyoruz önce. Birkaç
Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı hatta Muharrem ayında, bu dönüşümü hisseder oldum.
Budur zaten amacı;
işten güçten bulunamayan zamanı, yakınlarımıza ayırmak için bayramda tatil
olur. Gevşeyen bağları, tamir etmek için. Bir araya gelelim diye. Deniz
kumları, kayak takımlarıyla bayramlaşalım diye değil. Duygusuz maddeler ve
maddiyatçılarla bayramlaşan, yalnız kalır.
Bayram öncesi
Cuma akşamı,
görüşemeyeceğim arkadaşlarla bayramlaştık,
çıktım gazeteden. Bayram havasına girdim. Çocukluğumuzdan kalmış;
hafifleten, hoşgörüyü genişleten bir duygudur. Kızılay metroya indim, en
öndeyim. Benden biraz irice bir arkadaş, yokmuşum gibi geldi, bütün
rahatlığıyla önüme geçti. Etrafımdakiler, ne diyeceğim diye meraktan yan bakışa
kesildi. Şimdi metro, yeraltında olduğu
için, kendiliğinden gölgeli, “Ağaç
geldi, gölge oldu” diyemiyorsunuz. İçimdeki güzel duygular ve bayram sevinci,
ahşaplığı yakıştıramadığı için, bu tahta insanla muhatap olmadım!
Cumartesi, arife
günü… Anacığım, mis kokulu kurabiyeler atmış fırına. Yaprak sarıyor şimdi.
Burma tatlısının, müptelasıyım. Babacığım, bayram alışverişinden gelmiş, belgesi bayram şekeri baş
köşede. Bayramların, bu hareketini severiz biz. Bayram, misafirliğiyle maratona
dönüşür. Gelen yakınlar, ziyaret edilen büyükler, dostlar, akrabalar derken bir
şamata içinde bağları tamir edersiniz.
Sakat toplum
İnsani bağları
gevşeyen insan, kemik erimesine tutulur. Eridikçe kolay kırılır. Siz kırılınca
toplum sakatlanır. Sakat toplum, her türlü kötülüğe açılır.
Taze bekarlık
zamanlarım, çalışmak zorunda kaldığım bir bayramdı Ankara’da. Kardeşlerim
Mithat ve Güven İstanbul’da, anne-baba Karadeniz Ereğlisi’nde, çocukluk
arkadaşlarımla ilişkilerim kopmuş. Şeker almış, harçlık hazırlamıştım bayram çocukları için. O gün kapım, bir ‘tık’ edip, çalmadı.
Hiç alışık değilim, anlatamam içime çöken kasveti. Bilmediğim bir bayramla
tanıştım. Erimiş bir kemik lifi kadar incelmişim, kırıldım! Kıymetini anladığım
gündür bayramın.
Çocuklarımıza, eski
bayram coşkusunu hissettiremiyoruz galiba. Bizim bayramımızı, yaşamıyorlar. Hareketini
bile sevdiğimiz bayramı, çocuklarımıza aktaramıyoruz. Komşu kapısı çalmıyorlar.
Halbuki şeker ve harçlık için çalınmaz o kapı, işin cilvesidir. Çocuğu,
çevresine açan ikinci bağdır. Şeker yok, harçlık yok, ne olacak? Bilgisayar
oyunu mu dağıtacağız iyice bizden kopsunlar diye? Şekere doymuş, eğitim sisteminde
eğitemediğimiz çocuklarımızla ne yapacağız?
Topallayan ayağımız
Sıkı bağların
sırrına ermiş, güçlü bağları kurabilme meziyetimizi, geri kazanmalıyız. Bu
memleketi 150 yıldır böldürmeyen, son 30 yıldır, kardeşlerine düşman edemeyen
bu meziyettir. Kemikleri eritmeye çalışıyor ama kırabilecek hale getiremiyorlar.
Bayramlarımız beraberlik, beraberliğimiz, güçtür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder