14.08.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi
1989-1990’lar… TRT’de,
Kavaklıdere’deki eski yerindeyiz. Bizler,
çiçeği burnunda yapım-yönetim yardımcıları, Erkan Tan, taze spiker adayı. Biz,
Haber Dairesi’ndeyiz, Erkan, henüz yeni yeni radyo haberleri okuyor. Yaşıtız,
kafamız uyuşuyor o zamanlar. Bazen yayında olduğu ya da başka bir haber okuduğu
için, acil haber seslendirmeye spikere sıkışırdık. Koşa koşa zemin kattaki
radyoya iner, orada, mutlaka birini bulurduk. Bir kez bile kırmadı, haberimize
koştular. Genç spiker adayı Erkan Tan, 4 çarpı 4 tırmananlardandı merdivenleri!
İstanbul’dan nihayet Ankara’ya
Sonra biz TRT’den
ayrıldık, üstüne uzun yıllar İstanbul’da sürdürmek zorunda kaldık işimizi.
Arayı açtık yani. Bir gün Sultanahmet Meydanı’nda, yeni tarz bir Ramazan
programıyla karşımıza çıktı Erkan. Çok tutuldu ve yıllarca oradan sürdü programı.
Tüm ülke, iftar saatinde, programa kilitleniyordu. Sırf bu program için
İstanbul dışından gelenler, Sultanahmet Meydanı’nı, günden güne daha da
kalabalıklaştırıyordu. Program tarzı da Erkan Tan’da bu ilgiyi hak ediyordu.
Derken bana göre
“nihayet!” Ankara’dan yayına başladılar. Bu ekrana Ankara’nın, İstanbul’dan kat
be kat daha çok ihtiyacı vardı. Çok şükür Ankara’dan da tuttu program.
Şimdi müsaade
isteyip, televizyoncu gözüyle bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum:
Programın püf noktaları
Öncelikle her
mikrofon uzatan televizyoncu, halkla tam iletişime geçemez. Çok zordur o
iletişimi sağlamak. Bazen 30 santimlik
mikrofon mesafesi, yüzlerce, binlerce hatta nesillerce uzağa düşürebilir sizi. Bazıları
da dilini, kültürünü, halkını iyi bilir, konuştuğu kişinin adeta içine akar. Değil
30 santimlik mesafe, mikrofon unutulur. Bu samimiyet, katlanarak geçer ekran
başındakilere. Ekranın, samimiyet kadar samimiyetsizliği de aynı oranda büyüttüğünü
unutmayın. Halkla söyleşen program sunucuları, genellikle bir süre sonra ipin
ucunu kaçırır, şımarır. Ekran, onu da katlayarak büyüttüğü için ayar kaçar. Kaçırınca,
izleyici kaçar. Kaçmazsa yıllarca
izlenirsiniz.
İkincisi; bir
kalabalığın içinde saatlerce hatasız ya da az hatalı canlı yayın yapabilmektir.
Çok zordur. Onca kalabalıkta, herkes bir olmaz. “Akım” demek isteyen biri, ucunu
kaçırıp, “sakın!” dedirtebilir size. Zordur denetimi. Bu ayarı tutturmak,
gerçek bir başarıdır.
Üçüncüsü; programa
katılan konukları ağırlamaktır. Sazı eline alıp, programı esir etmeye
meyillidir konuklar. Ekranda, kıvamında sohbet tatlıdır, çok konuşmak değil.
Halk söyleşileriyle konukları dengelemek, programın ömrünü uzatır.
Bir de Ramazan,
gevşeyen ya da kopan bağların birleştirilmesi için fırsattır. Fark olmaksızın her
kesimden insanın, belli mekanlarda, bir araya gelmesi, birleştiriciliği
önemlidir. Her kesimden insanı, aynı mikrofona, iyi dileklerini sunarken duymak
önemlidir. Her kesimin sesini, duyabiliyoruz ‘Erkan Tan’la Ramazan’da.
Derdimiz zihinlerdeki Ankara
“Adama bak, ne biçim
arkadaşının reklamını yapıyor” diyorsanız hiç demeyin. Programın, reklama, hele
benim reklamıma hiç ihtiyacı yok. Derdim başka.
Tüm ülkede ilgiyle
izlenen böyle bir program, kendi turizmini yaratıyor. Oysa Ankara, herkesle
beraber izliyor ama o ekranı değerlendiremiyor. Bu eksikliğin yarısı programa,
yarısı kentin yöneticilerine ait. Akıllara kazınacak bir Ankara görüntüsü, özelliği
göremedik henüz. Aynı konuda Behzat Ç.’den de şikayetçiyim. O görüntü ve
özellik var ama maalesef zihinlere
kazıyamadık. Gün doğarken ya da kıpkızıl batarken ne güzel pozlar verir
oysa Kale ve oradan Ankara. Çok değerli bir kısmeti, hoyratça savuruyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder