15 Ağustos 2012 Çarşamba

ERKAN TAN’LA RAMAZAN

14.08.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

1989-1990’lar… TRT’de, Kavaklıdere’deki eski yerindeyiz.  Bizler, çiçeği burnunda yapım-yönetim yardımcıları, Erkan Tan, taze spiker adayı. Biz, Haber Dairesi’ndeyiz, Erkan, henüz yeni yeni radyo haberleri okuyor. Yaşıtız, kafamız uyuşuyor o zamanlar. Bazen yayında olduğu ya da başka bir haber okuduğu için, acil haber seslendirmeye spikere sıkışırdık. Koşa koşa zemin kattaki radyoya iner, orada, mutlaka birini bulurduk. Bir kez bile kırmadı, haberimize koştular. Genç spiker adayı Erkan Tan, 4 çarpı 4 tırmananlardandı merdivenleri!

İstanbul’dan nihayet Ankara’ya
Sonra biz TRT’den ayrıldık, üstüne uzun yıllar İstanbul’da sürdürmek zorunda kaldık işimizi. Arayı açtık yani. Bir gün Sultanahmet Meydanı’nda, yeni tarz bir Ramazan programıyla karşımıza çıktı Erkan. Çok tutuldu ve yıllarca oradan sürdü programı. Tüm ülke, iftar saatinde, programa kilitleniyordu. Sırf bu program için İstanbul dışından gelenler, Sultanahmet Meydanı’nı, günden güne daha da kalabalıklaştırıyordu. Program tarzı da Erkan Tan’da bu ilgiyi hak ediyordu.

Derken bana göre “nihayet!” Ankara’dan yayına başladılar. Bu ekrana Ankara’nın, İstanbul’dan kat be kat daha çok ihtiyacı vardı. Çok şükür Ankara’dan da tuttu program.

Şimdi müsaade isteyip, televizyoncu gözüyle bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum:

Programın püf noktaları
Öncelikle her mikrofon uzatan televizyoncu, halkla tam iletişime geçemez. Çok zordur o iletişimi sağlamak. Bazen 30 santimlik mikrofon mesafesi, yüzlerce, binlerce hatta nesillerce uzağa düşürebilir sizi. Bazıları da dilini, kültürünü, halkını iyi bilir, konuştuğu kişinin adeta içine akar. Değil 30 santimlik mesafe, mikrofon unutulur. Bu samimiyet, katlanarak geçer ekran başındakilere. Ekranın, samimiyet kadar samimiyetsizliği de aynı oranda büyüttüğünü unutmayın. Halkla söyleşen program sunucuları, genellikle bir süre sonra ipin ucunu kaçırır, şımarır. Ekran, onu da katlayarak büyüttüğü için ayar kaçar. Kaçırınca, izleyici  kaçar. Kaçmazsa yıllarca izlenirsiniz.

İkincisi; bir kalabalığın içinde saatlerce hatasız ya da az hatalı canlı yayın yapabilmektir. Çok zordur. Onca kalabalıkta, herkes bir olmaz. “Akım” demek isteyen biri, ucunu kaçırıp, “sakın!” dedirtebilir size. Zordur denetimi. Bu ayarı tutturmak, gerçek bir başarıdır.

Üçüncüsü; programa katılan konukları ağırlamaktır. Sazı eline alıp, programı esir etmeye meyillidir konuklar. Ekranda, kıvamında sohbet tatlıdır, çok konuşmak değil. Halk söyleşileriyle konukları dengelemek, programın ömrünü uzatır.

Bir de Ramazan, gevşeyen ya da kopan bağların birleştirilmesi için fırsattır. Fark olmaksızın her kesimden insanın, belli mekanlarda, bir araya gelmesi, birleştiriciliği önemlidir. Her kesimden insanı, aynı mikrofona, iyi dileklerini sunarken duymak önemlidir. Her kesimin sesini, duyabiliyoruz ‘Erkan Tan’la Ramazan’da.

Derdimiz zihinlerdeki Ankara
“Adama bak, ne biçim arkadaşının reklamını yapıyor” diyorsanız hiç demeyin. Programın, reklama, hele benim reklamıma hiç ihtiyacı yok. Derdim başka.

Tüm ülkede ilgiyle izlenen böyle bir program, kendi turizmini yaratıyor. Oysa Ankara, herkesle beraber izliyor ama o ekranı değerlendiremiyor. Bu eksikliğin yarısı programa, yarısı kentin yöneticilerine ait. Akıllara kazınacak bir Ankara görüntüsü, özelliği göremedik henüz. Aynı konuda Behzat Ç.’den de şikayetçiyim. O görüntü ve özellik var ama maalesef zihinlere  kazıyamadık. Gün doğarken ya da kıpkızıl batarken ne güzel pozlar verir oysa Kale ve oradan Ankara. Çok değerli bir kısmeti, hoyratça savuruyoruz.

‘Erkan Tan’la Ramazan’ı kutluyor ancak memnuniyetimi sizlere, şikayetimi Erkan’a ve kentin yetkililerine aktarmak üzere, önümüzdeki yıllar için, şimdilik dikkat çekmek istiyorum.

Hiç yorum yok: