29 Ağustos 2012 Çarşamba

TARİHİ DERS 90’LIK

28.08.2012 Milliyet-Ankara Gazetesi

Kağnı tekerlerine, onları çeken öküzlerin, ihtiyaç atların, eşeklerin toynaklarına, hatta insanların ayaklarına çaputlar bağlanmış, yürüyorlar ay ışığında. Ses çıkmıyor. Gündüz ağaç gölgesi, çalı diplerinde dinleniyor, keşfe çıkan düşman uçaklarına görünmüyorlar. Yürümekten su toplamış tabanlarını  patlata patlata koca bir ordu, düşman hattı Yunan Ordusu’nun karşısına diziliyor. En son model silahları, gıpta ettiğimiz kamyonları, otomobilleriyle karnı tok, sırtı pek bir ordu karşıdaki. Sırtını, üzerinde güneş batmayan imparatorluk, İngiltere’ye dayamış. Mehmetçik için pek lüküs hoşaf, bükme (börek) ve tahinden kahvaltımızı yapıp, 26 Ağustos 1922 sabahı ateşliyoruz topları. Tarihin en büyük askeri derslerinden biri başlıyor.

İpi kesilmiş kukla
İngilizlerin üç ayda aşılamaz dediği hatlar, başarılı topçu ateşiyle üç saatte aşılıyor, Yunan mevzilerine giriliyor. Düşman, üç koldan Akdeniz’e sürülüyor. ‘Ege Denizi’ yok, adı Akdeniz o zamanlar. “İlk hedefiniz Akdeniz” komutuyla 18 Eylül 1922’de, İzmir dahil, vatan topraklarında Yunan askeri kalmıyor.

Çanakkale’de solmaya başlayan İngiliz güneşi, Büyük Taarruz’la Anadolu’da batıyor. Yunanistan, boyundan ne kadar büyük bir işe kalkıştığını, kayıpları ve borçlarıyla baş başa kalınca anlıyor. Önüne konan sihir gibi ‘Anadolu’ hayalinin ortasında, gerçek bir kabusa uyanıyor. Fedai, ipi kesilmiş kukla gibi çöküyor.

Yine bir 26 Ağustos’ta, 1071 Malazgirt Zaferi’yle  kazandığımız Anadolu’yu, 850 yıl sonra, kanımızın her damlasında, vatanıyla devletiyle yeniden hak ediyoruz.

Sadece bıdı bıdı
‘Kurtuluş’un önsözü Çanakkale’yse sonsözü de Büyük Taarruz’dur. Bu tarihi ders, 90 yaşında. 90 yıl önce dünyaya verdiği dersi bilmeyen, anlamayan, anlatamayan beceriksizlik sayfaları gibiyiz 90 yıl sonra. Bıdı bıdı edip, geçiştiriyoruz. Her yıl 15 bin kilometre öteden Çanakkale’ye, dedelerini ziyarete gelen Avustralyalılar ya da Anzaklar, “Niye geliyor?” demiyoruz.

Sakarya Meydan Savaşı’nın merkezi Polatlı, Ankara’ya 80 kilometre. 25 dakika sürüyor yeni yolla. Büyük Taarruz’un simgesi Dumlupınar, 270 kilometre. Değil 15 bin, bin kilometre bile değil. Her cephede, her kökenden dedelerimizi, minnet duygusunu yitirdiğimiz için anmadan, saygıdan sözedemiyoruz.

Son birkaç yıldır Sakarya Meydan Savaşı için Polatlı Duatepe’de ve Büyük Taarruz için Afyonkarahisar Şuhut ilçesi Çakırözü Köyü’nde, kilometrelerce gece yürüyüşleri, kalabalık  anma törenleri yapılıyor. Gün ağarana kadar sürüyor törenler. Dedelerimizin asker kıyafetiyle yattığı siperlerde, 3 dereceye kadar düşüyor sıcaklık. Paltolar, battaniyelere sarınıyor ziyaretçiler. Bir gece dayanabiliyorlar. O dedelerimiz, su toplamış ve patlamış ve yine toplamış tabanlarıyla 20 gün koşarak düşmanı, İzmir’e sürüyor. Gerçek, isteseniz de daha fazla abartılamaz.

Taarruza denk bakanlık
Bu yıl Çakırözü Köyü’nden başlayan Zafer Yürüyüşü’ne, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu öncülük etti. Orman ve Su İşleri… Bakanı ve Bakanlığı, eleştiri dışı tutuyor, sormadan edemiyorum; ne alaka?

Askeri Şurayı sivilleştirme başarısını göstermiş bir hükümet,  Orman ve Su İşleri Bakanlığı’yla Büyük Taarruz arasında nasıl bir bağ kurmuş olabilir de Zafer Yürüyüşü’ne timsal etmiş olabilir? ‘Orman ve Su İşleri’ diye yeni bir savaş bakanlığı mı kurulmuştur? İçinde milliyetçi sözcüğü geçen partiyle o taarruzun kadrolarının kurduğu partinin üst düzey temsilcilerinden eser yoktu Zafer Yürüyüşü’nde. Bu irade, kimin temsiline bırakılmışsa değeri odur.

Geçen yıl Ramazan Bayramı’yla Zafer Bayramı, çok hoş tesadüf,  aynı güne denk gelmişti. Ben de “İki Bayramın Su verdiği Çelik’ diye yazdığımı beğendiğim bir coşkuyu paylaştım. Bu yıl da dini bayramda duyulan coşkunun, milli bayramlardan esirgenmemesini diledim. Çeliği kırılmaz yapan çifte su, daha nasıl diyeyim?

Hiç yorum yok: