30 Mart 2017 Perşembe

KÜÇÜK GEZİLER YAYGINLAŞIYOR



28.03.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi

Doğduğu, büyüdüğü, bütün okullarını bu şehirde okuduğu halde Kale’ye, Ulus’a, Gençlik Parkı’na bir kez bile gitmemiş gençlerimizden bahsetmiştik. Kızılay’a bile inmeyen, Sıhhiye Köprüsü’nün ötesine geçmemiş bir nesil büyüyor bu şehirde. Halbuki Ankara orası, yaşadığı şehri bilmeden içinde yaşayan bir nesil...

20 yıl Kızılay’a inmemiş, 30 yıl Kale’ye ve Ulus’a gitmemiş büyüklerini gördük onların. Kendi adacıklarında mı desek, kısırdöngülerinde mi ama Ankara’da yaşıyorlar. Başka şehirlerin hatta memleketlerin ezbere sokaklarını, lokantalarını, turistik mekanlarını sayıyorlar konuştuğunuz zaman. Elalemin tarihini anlatıyor yaşadığı şehirden bihaber. Beğendiremiyorsunuz Sıhhiye Köprüsü’nün öte yakasını. Çok düşünülesi bir yabancılaşma, çok keskin bir kopuş.

Cesaret edemiyor hapis ruh
Şehrin yeni kısmında da pek sahiplenilecek özellik bırakılmadı, teker teker rant canavarının çelik dişleri arasında öğütülüyor, yok ediliyorlar. Tarihi desen yapı kalmadı, park desen bir avuç, meydanın adı kaldı. Kimliksiz yeni şehire hapsedilmiş ruhlar, bütün bozma girişimlerine karşın direnen eski şehre gitmeye cesaret edemiyor. Kişiliğini kaybeden şehre sahip çıkamıyor, ait olamıyor Ankaralı.
Hamamarkası Öksüzler Sokak Gelin Sokak arasında Yörük Dede Türbesi
Demek ki aidiyet yaratacak bir şehir kurmuyor, şehrini sakinlerine anlatmıyor, cazibe merkezleri ve etkinlikler oluşturamıyorsunuz. Bir de ‘kentsel dönüşüm’ bozulması eklendi, sığınacağımız eski şehri de alıyor elimizden. Garip bir ‘başkalarını bilen kendi şehrini gezmeyenlerin şehri’ oluşuyor, çok hızlı bozuluyor doku.

Kaçma isteği boşuna değil
Birinci sorumlusudur yerel yönetimler. Tanınmayan, aidiyet yaratılamayan şehre sahip çıkılmaz. Tanımadığınız, anılarınız olmayan yere niye sahip çıkasınız, nasıl kendinizi oralı sayasınız? Her boşlukta, tatilde oradan kaçma isteği boşuna değildir sizi içinde tutamayan bir şehirde. Biraz daha ileri gidenler şehirden göçüyor. En nitelikli zihinler emeğini de alıp, başka şehirlere taşıyor enerjisini.
Çerkes Sokak'ın arkalarında, Doğan Sokak'ta, Pala Sokak'ta yıkılmaya yüz tutan tarihi evler görülmeli
Son 2 yıldır bizim dikkatimizi çekmeye başladı; vatandaş kendi arasında 5’erli, 10’arlı gruplar oluşturuyor, fotoğraf makinelerini alıyor, özellikle eski Ankara’ya küçük geziler düzenliyorlar. Hele ki yanlarına bilen birini buldularsa küçük diye başlayıp büyüyor gezi. Hamamönü, Hamamarkası, Ulucanlar, Kale çevresi, Yahudi Mahallesi, Hacı Doğan, Çerkes Sokak, Bentderesi, İsmetpaşa sokakları derken Ulus’ta, heykelin önünde ya da Eski Meclis’te buluyorlar kendilerini.
Bentderesi - Roma Tiyatrosu tarafından karşı tepede Hacı Bayram Camisi
Köprünün öbür yanıyla buluşmalı
Bir kısmı bu listeyi düzene koyuyor, her hafta birini didik didik edercesine geziyor, bir kısmı müzelerden karışım yapıyor araya. Doğa gezileri düzenleyenler de ayrı. 2 bin 700 yaşındaki şehirlerinde onca bozulmaya karşın bu kadar gezecek yer olmasına şaşırıyor Sıhhiye Köprüsü’nün bu yanındakiler. Buluşuyor, köprünün bu yanıyla öbür yanı.

Hiç çevresini, çevre ilçelerini saymadık bile. İçini bilmediğin şehrin çevresini bilsen ne olacak, nihayetinde ‘kaçış’tır o da. O yüzden okuldan başlamalı çocukların, gençlerin şehrini tanıması, köprünün öbür yanıyla buluşması. Bu da aileler ve idarecilerin görevi. Yaşadığı şehirle kuracağı dostluk, Ankara’nın sahipsizliğinin de ilacı olacaktır. Şimdilik küçük gruplar hareketlendi, onlarla teselli buluyoruz.

25 Mart 2017 Cumartesi

ÜÇLÜNÜN SONUNCUSU: SAFRANHAN



25.03.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi

Ankara’nın 58 müzesi var. İlçeleriyle beraber 74. “Biliyorum” diyen 4-5 tanesini bilir, haydi 10 olsun. Bir kısmı resmi kurumlar, bir kısmı üniversiteler içindedir, o kurumun ya da üniversitenin sakinleri bile gidip gezmemiştir.

Bilinç olmayınca
Gitmezler çünkü çocukları, gençleri götürüp gezdirmeyince tarih, belge, arşiv, koleksiyon bilinci oluşmuyor, gözünün önünde telef edilen tarihi eserlerine yıkıntı, kağıt fabrikalarına gönderilen belgelerine çöp gözüyle bakıyorlar memleketin. Tarihten kendisine kalana da kendi tarihine de sahip çıkamıyor, toprağına yabancılaşıyor nesiller. Toprağını, kültürünü tanımayan, sahip de çıkamaz tabii.

Haziran’da açılışının yılı dolacak. Ankara Kalesi’nin ana girişinin tam karşısında Çengelhan, yanında Çukurhan vardı, onların arkasına Safranhan Müzesi açıldı. Çengelhan’daki eserler oraya taşındı, genişliği sayesinde yeni eserler, koleksiyonlar eklendi. Üçlü tamamlandı, o parselde gerçeğine yakın çok başarılı bir tadilat ve düzenlemeyle eski Ankara yeniden yaşamaya başladı.

İkinci cezaevi
Zafran Hanı’ deniyor, ‘Zaferan Hanı’ deniyor, ‘Zağferan Hanı’ deniyorsa da son hali Safranhan dilimizde. Şer’iye sicilleri yani mahkeme defterlerinde, Ankara’ya yerleşik, aslen Kayserili Hacı İbrahim oğlu Hacı Mehmed tarafından 1511 yılında yaptırıldığı, duvarlarına bitişik 20 dükkân ile vakfedildiği kayıtlı.

Odaları beşik tonozlu, 42 odası var. Ankara tiftiğinden hem kendi hem dünya saraylarına giren sof kumaşının ticareti gerileyince, boşalıyor odaları. Osmanlı’nın son zamanları Cumhuriyet’in ilk yıllarında cezaevi olarak kullanılıyor. Ankara’nın ilk cezaevi, Kale içinde Zindankapı’da Akkale Hapishanesi. İkincisi Safranhan, üçüncü en eskisi Ulucanlar. Mimari değeri de olan bir eseri cezaevi, depo olarak kullanırken neyse birileri de tersine çevirip kültür merkezine dönüştürebiliyor.

2012 yılında Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı satın aldı, 2016 yılına kadar aslına sadık kalınarak tadilatı, düzenlemesi sürdü, avlunun üzeri cam ile kapatılarak koruma altına alındı ve geçtiğimiz Haziran açıldı.

Kültür merkezi oluşuyor
Hanların büyüklüğü hareketli, canlı ticaretin göstergesidir, son kurtarabildiklerimizden biri Safranhan. Yanlarında 1471’de yapılan Mahmut Paşa Bedesteni ile Mehmet Paşa Hanı (Kurşunlu Han), yani ikisinden oluşan şimdiki Anadolu Medeniyetleri Müzesi var. Aralarındaki boşluğu dolduran Erimtan Müzesi ve çevresini saran sanat atölyeleri, galerilerle başkente yakışır bir kültür merkezi oluşuyor.

Çok küçük bir alan içinde gezmeye doyulamayacak 3 müze ve sanat erbabı... Eh biz de bu merkeze yakışır bir Kale ve meydanı istiyoruz, yerel yönetimlerimiz dikkate değer görürse eğer.

22 Mart 2017 Çarşamba

BAHARLARA DOYAMAZKEN



21.03.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi

Halk oylaması, silindir gibi geçiyor bütün gündemlerin üzerinden. “Karpuz gibi ikiye ayrıldık” demek karpuza hakarete girmeli; karpuz ikiye ayrılsa lezzet sunar, insanoğlunun bölünmesi ayrışma, çatışma, kasvet yaratıyor ruhlarda. Orta cılızlaşıyor, uçlara yığılıyor kitleler. 60 yıldır tecrübe ettiğimiz üzere, bir kez daha zayıf yerinden kırılmaya hazır hale geliyor bir millet ve onların ülkesi.

Kaçıncı bahar
Seçim havası, son 3 yılın baharlarını ağız tadıyla yaşatmadı, bu yıl dördüncüsü. Kendi kendine geldi geçtiler, yüzlerine, kıyafetlerine, coşkularına bakan, ilgilenen olmadı. Ha sonbahar ha ilk, bir mevsim eksik gidiyor dördüncü yıldır.

Baharın müjdecisi Ankara Çiğdemi
Ne Ankara’nın kardelenlerini ne de çiğdemlerini fark ettik, açtı, geçtiler kendi kendilerine. Müjdeci erik çiçekleri, tomurcuklar, taze gül yaprakları, kime haber veriyor baharın geldiğini, biz meşgulüz. Üçüncü cemrenin düştüğü gün saati çalmış gibi bahçemizde sık nefesi duyulan kirpimizin arz-ı endamı da uyandıramıyor, “Ha.. sen de vardın di mi?” diye kaba bir gözlem en fazla.

Kuşların müzikleşen, dirileşen ötüşlerini duyamayacağımız bir gürültü baskın; sonuna kadar açık çatlayan, kulakları yırtan sesli duyurularıyla seçim araçları geçiyor yukarıdan aşağı, bu yandan o yana. Kornalarla baharı korkutuyor, miting alanlarına yığılıyoruz kırlara yayılmak varken.

Süzgecimiz tıkanıyor
İnsanlığını dinleyemiyor, doğayı duyamıyor, varlığını hissedemiyorsun. Canlı vücuduna, cansız madde ruhsuzluğu zerkediliyor, muhakeme edemiyorsun.

Bir de asfalt ile betonun, karşıyageçirmez yolunun, reklam tabelasından, yolkesen büfelerine, senden daha değerli sayıldığı şehirde yaşıyorsan toprak için değil beton için park yapıyor, yeşili gökdelenle AVM’yle kapatıyorsan seçim olmasa da bahar kime gelecek, nefesi bile mangırla alıyorsun. Toprakla yeşil lüks değil hak, ruhun süzgecini tıkıyorsun.

Çıkasıca huyumuz
Bu memleketi hiç rahat bırakmayan ellerin artık kendini saklayamaz duruma düşen sahipleri, bir bir düşüyor gerçek ışığının vurduğu aydınlığın ortasına. Bizimse ortamız güçleneceğine, yeni kenarlar üretiyoruz dağılmak için. 60 yıllık çıkasıca huyumuzdan vazgeçmezsek kendimiz kıracağız tam ortamızdan kendimizi. 3-4 baharla kalmayacak o zaman, nice baharlara doyamayacağız kendi marifetimizin acı meyvesini dilim dilim yutmak zorunda kalırken.

20 Mart 2017 Pazartesi

AYAKÜSTÜ KALE MEYHANESİ



18.03.2017 Milliyet - Ankara Gazetesi

Bu yazımızdan itibaren Cuma yazılarımız, Cumartesi günleri yayınlanacak

Kale lokantaları sinek avlıyor, sokakları hareketli. Yeni Hayat İlkokulu’nun çevresi açık hava meyhanesine dönmüş. Az az görüyorduk ama artık mekan olmuş. Kimi zaman daha okuldayken başlıyormuş, okul dağılırken manzaranın hasına denk geliyormuş çocuklar. Biz, gece partisini gördük.

Ortası okul
Geçtiğimiz Cumartesi sofralaştırılmış araba kaportaları, dükkan arkası köşe zulaları, duvarları kapkara yapmış harlı ateş alevleri arasında Kale’ye çıktık. Sur üstünde okula bakan eski evlerden birini yakıyorlarmış yavaş yavaş. En son çektiğimiz fotoğrafta o evin pencere doğramaları duruyordu ki o doğramaların, yukarıdan izlediğimiz muhabbetin ortasında yanan harlı ateşin kaynağı olma ihtimali yüksekti. Çok eksilmişti ev sadece pencereler değil.
Ankara Kalesi sur üstündeki evin, doğramaları sökülmeden önceki hali
Bu muhabbetin ortasında okul var, yolun öbür yanı sanat galerileriyle çevrili. Çevresiyle Kale’nin kendisini de ‘turistik’ diye biliyoruz biz. Ramazan Bayramı’ndan bu yana işleri bozulan esnafa bir darbe de Kale Meydan Düzenlemesi Projesi’nden gelmiş, sezonun ortasında başlamış, sonra durdurulmuş, gelenin de ayağı kesilmişti. Şimdi de günden güne müşterisi artan yeni bir oluşum olarak arkası Kale önü okul dekorlu, açık hava meyhanesi türemişti.

Meydanı boş bulunca
Turistik olması dolayısıyla birçok mekanın alkol ruhsatı talep edip ama bir türlü alamadığı, hatta olanların da elindekinden olmakla karşı karşıya bırakıldığı Kale’nin yeni mekanı hayırlı olsun. Bir duvar dibi, kaporta üstü de siz ayarlayabilirsiniz, manzara, Kale’den Ankara.

Ne altyapısı, ne sokak aydınlatması, ne tozu çamuru, ne ulaşımı, park sorunu bitti 7 yıldır. Tuvalet olmadığı için Akkale’yi kaplayan idrar esansına, daha yeni temizlenen boyalı surlarına, erkenden kapanan dükkanlarına çare bulamamışken bir de girişimci vatandaş, kendi mekanını yaratmıştı. Okul çevresini uygun görülmüş meydan boş bulunarak.

Anlatamadık
Bu kentin yöneticilerine 7 yıldır anlatamadık Ankara’nın rahmi Kale’nin sorunlarını. Sunabileceği en önemli tarihi eserin önemini, el atılırsa kente kazandıracağı hareketi, bereketi anlatamadık. Sahipsiz, güvenliksiz kendi haline bırakılırsa niyeti bozana mekan, esnafa mahalleliye ziyan olabileceğini anlatamadık. 2 bin yıllık duvarları çatladı, öfkesinden çökeceğini anlatamadık. Şehrin en görünen yerindeki Kale’yi, içinden göremeyenlere anlatamazdık tabii.

Eski evi yakıp duvarları islemek, rengarenk boyalarla surları sıvamak, beğendiğin köşede sofrayı kurmak mübah bu Kale’de. Hepsini aynı anda biz yapsak, dikkat çekmek mümkün mü acaba?