29 Aralık 2013 Pazar

KIZILCA GÜN: 27 ARALIK 1919


27.12.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi


Bir an var; saniyeler içinde tarihin yönünü değiştiren anlardan:



3 Temmuz 1919’da Samsun’dan Erzurum’a vardı Mustafa Kemal. 9 Temmuz’da, hem ordu müfettişliğinden hem askerlikten istifa etmiş, üniformasını çıkarmıştı. Ömrü asker ocağında geçen askerin üniformasını çıkarması, yarı çıplak dolaşmak gibi bir his olmalı. Rütbesiz, yetkisiz Mustafa Kemal’in 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’yla karşılaşma anı bir ülkenin kaderinin değiştiği anlardandır. Kalkıştığı iş yüzünden onu yakalama yetkisine sahip Karabekir Paşa, topuk selamını verdi, komutanını selamladı ve o an, bir milletin kötü kaderinin döndüğü anlardan biri oldu.



Beynam’da uzun gece

Mustafa Kemal ve arkadaşları, Samsun, Amasya, Erzurum ve Sivas’tan sonra Ankara’ya yola çıktı.


Tarih 26 Aralık 1919.


Ankara’nın Beynam köyünde geceliyorlar. Ertesi gün nasipse yolculuk Ankara’ya.

O gecenin, uzun bir gece olduğu kesin. Ankara’da neyle karşılaşacağını düşünerek Paşa’nın içinin içine sığmadığı uzun bir gece. Emeklerin bir karşılığı var mıydı, yoksa boşa mı gidecekti?

Sağ öndeki bina şimdiki Valilik, soldaki Ankara Telgrafhanesi


Tarihi telgrafhane olayı
Yaklaşık 3 ay öncesine, 11 Eylül 1919’a dönelim. Ankara Telgrafhanesi’ndeyiz. Müftü Hoca Atıf, Defterdar Yahya Galip ve Hoca Hatip Ahmet Efendi, Ankaralılar adına padişahla görüşmeye çalışıyor. Padişahı, telgraf başına çağırıyorlar. Sadrazam Damat Ferit Paşa çıkıyor telgrafın İstanbul’daki  ucuna. Israrla padişahı istiyorlar. “Millet, padişahla görüşemez!” diye paylıyor Damat Ferit. Israr ediyorlar, Damat Ferit Paşa dinlemiyor. Ankara Telgrafhanesi’nden, tarihin en ağır postalarından biri yollanıyor: Öyleyse Ankaralılar da ne senin gibi Sadrazamı ne de senin Padişahını tanımıyor!

HEYET-İ ALİYEYİ ŞEHİR HARİCİNDE KARŞILAYAN HAYMANA KUVAYI MİLLİYESİ, ANKARA: 1335.12.27=27 Aralık 1919.


80 bin kişi yollarda
27 Aralık günü Mustafa Kemal ve arkadaşları, yola dökülüyor. Haberleri yok; Ankara’nın köylerinden, nahiyelerinden, ilçelerinden Ankaralılar, Dikmen sırtlarına akıyor. Başta kıyafetini kuşanmış 3 bin atlı ve 700 yaya seymen, 20 binlik Ankara’da, 80 bin kişi, kilometrelerce yolun iki yanında bekleşiyor. Mustafa Kemal, öğleden sonra saat 3 gibi Ankara’ya giriyor, göründükçe coşku dalgası kabarıyor, Dikmen’den Ankara’ya doğru yayılıyor.


“Andolsun!”
O güne kadar hiç görmediği Ankara’da karşılaştığı coşku ve kalabalık karşısında şaşıran Mustafa Kemal, arabayı durduruyor ve halkın arasına karışıyor. Etrafını saran binlerce seymene dönerek "Merhaba Efeler! Niye zahmet ettiniz, neden geldiniz?" diye soruyor. Binlerce Seymen’in "Seni görmeye, bu vatan uğruna ölmeye geldik!" cevabı yankılanıyor Dikmen vadisinde.  Mustafa Kemal devam ediyor “Fikrinizde sabit misiniz?” Aynı kalabalık, gür sesiyle fikrini mühürlüyor: “Andolsun!” Bu an da bir milletin kötü talihin döndüğü anlardandır.



Uzun yüzyıllar sonra, ilk kez böyle kalabalık zeybekler dönülüyor, seymen dizleri, Ankara sokaklarını dövüyor. Bugün, Kuvayı Milliyeciler’e büyük güç vermiş, Milli Mücadele, dünyayı dize getirinceye kadar sürmüş, bir millet, herkesin gözleri önünde küllerinden yeniden doğmuştur.



Hakkıyla başkent

Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz’da, hiç te içi boş bir destek vermediğini ispatlamıştır Ankaralılar. Mustafa Kemal Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir Ankara Cumhuriyetini (Ahi Cumhuriyeti)görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor. Ankara’nın ve Ankaralılar’ın benim gönlümde bambaşka bir yeri vardır” demiş, Cumhuriyet, Ankara’yı başkent yaparak ödemiştir vefa borcunu.



Kızılca Gün
27 Aralık 1919, tarihinin en önemli günü, ‘Kızılca Gün’ünüdür Ankaralılar’ın. Karanlığın aydınlığa döndüğü, kötü gidişe “Dur” denen, umudun doğduğu gün. Memlekete ve millete sahip çıkana, sahip çıkıldığı gün. 27 Aralık’ın, tüm ülkenin Kızılca Günü olduğu daha iyi görülebiliyor bugün.



Ya bugün?
Başka bir ülkede olsa fanus içinde saklanacak Ankara Telgrafhanesi yıkılmıştır. 27 Aralıklar ve Ankara’nın başkent olduğu 13 Ekimler, sönük mü sönük geçiyor. Ankara içinde yaşayan çocuklarımız bile yaşadığı şehirden ve tarihinden habersiz. Büyük alışveriş merkezlerinin Cumhuriyet’le beraber kurulduğunu sanıyorlar. Sanki çok kolay elde edilebilirmiş  gibi umut ederiz ‘Kızılca Gün’lere, yeniden ihtiyaç duyacak bir nesil yetiştirmiyoruz.

26 Aralık 2013 Perşembe

HAVA DA SOĞUK İÇİMİZ DE


24.12.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Neredeyse 1 ay olacak, sıcaklık, sıfırın üstünü göremedi. Gündüz sıfırın altında 5-6 dereceye ılık demeye başladık. Bir gece biz uykudayken Ankara’yı Sibirya yakınlarına mı taşıdılar nedir, iflahı kesen soğuk dinmiyor. Kar da yağmıyor, kara kuru bir soğuk ısırıyor, kesiyor, yataklara düşürüyor. Hele bir de ülkenin gündemi eklenince iyice buz kestik. Hafta böyle devam edecek görünüyor. Sibirya’ya yerleştik, kalıcıyız her halde!



Kuyrukla güne başlayanlar

Pazartesi sabahına, bir yılan gibi kıvrılan doğalgaz kuyruğunun arasında başlıyoruz. Ağzı burnu sarılı, soğuktan iki büklüm, çoğu yaşlı ve emeklilerden oluşan bir kuyruk bu.

Gece, sıfırın altında 10-12 dereceleri bulan soğuklarda, Pazar günü gazları bitenler olmalı. Yoksa sabahın erken saatinde, kim böyle uzun bir kuyruk beklemek ister. Ankara’nın, kimseyi rahatsız etmeyen ayıplarından biridir. Kaçıncı kez yazdığıma göre demek bir tek bana batıyor gördüklerim.



Böyle yakıcı soğuklarda, aklıma ilk, sokakta kalan olup olmadığı, bir de donmuş suları içemeyecek, yiyecek bulamayacak durumdaki hayvanlar geliyor.



Kimsesizler için Alo 183

Valilik, 2010 yılından beri ‘Kimsesizlerin Kimsesi’ olarak sokakta kalanlara sahip çıkıyor. Kalacak yer, aş, kıyafet,   banyo veriyor, tıraş ediyor, doktora gösteriyor, varsa elinden gelen bir iş, iş te buluyor. Bir yakını alana ya da bir iş bulana kadar sokakta bırakmıyorlar kimseyi. 183 numaralı telefonu çevirerek sokakta kalanlara yardımcı olabiliyorsunuz.



TOKİ Azap Konutları

Bu arada bir de Mamak Kusunlar Mahallesi’ndeki TOKİ Konutları’nda olduğu gibi, evi varken dışarıda kalmış gibi yaşayanlar var. Daha önceki haberlerimizde adını ‘TOKİ Azap Konutları koymuştuk Milliyet Ankara Gazetesi olarak. Takipçisiyiz; azap devam ediyor Kusunlar’da.



Kendileri donmaya devam ederken soğuktan su boruları da donuyor artık. Yolu yarım, binası yarım, ısıtması yarım Azap Konutları’nda, anlaşılıyor ki idare hiç yok. Arkadaşımız Başak Ateş, dar gelirli vatandaşlar için yapılmış konutlara ikinci gidişinde de aksaklıkların nedenini soracak muhatap bulamadı. Ne elektriğine ne yoluna ne suyuna güçleri yetmeyen insanların oturduğu, beton yığını olmuş, ismi havalı TOKİ Konutları.



5 bin kişi keyfini bekliyor

Vali Yardımcısı, “Bir ay önce yönetimine, Valilik tarafından sorumlu firma Timtaş A.Ş atandı. Eğer yönetim o firmaya devredildiyse yetkili onlardır” diyor. Timtaş’ın T’siyle tanışmak nasip olmadı. Bu siteyi yönetmekten daha önemli işleri varsa eğer, meşgul edilmek istemiyor olabilirler. Bizimle beraber yaklaşık 5 bin kişi, onların keyfini bekliyor.


İşte hava soğuk olunca üşüyor da insan, insaf, vicdan olmayınca zihni de titriyor. İnsanlıktan uzak pervasızlık ve genişlik, kutup buzu gibi katılaştırıyor, akılları donduruyor.

23 Aralık 2013 Pazartesi

SİS TRENİ YUTMASIN


20.12.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Ortalık, yine sislenip, puslanıyor. Baş döndürücü gelişmeler, açık kalmış pencereden vuran fırtına gibi bir anda ülkenin gündemine doldu. Yine her şey uçuşmaya başladı, o pencere kapanmadan da ortalığın durulacağı yok.



Bu rüzgara kapılıp, savrulmadan, özenle korumamız gereken hayati projelerimiz var. Bunlar duraksamaya, aksiliğe tahammülü olmayan projeler. Belki 100 hatta 150 yıl geciktiğimiz işler bunlar. Sise, kargaşaya karıştırmadan, vargücümüzle çalışmamız gereken işler. Örneğin…



Yerli tren
Gündemin altüst olduğu gün bir haber gümbürtüye gitti; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın, tamamen kendi akıl ve fikrimizle üreteceğimiz milli trenlerin 2018'de raylarda olacağını söylediği haber. Yerli tren üretimi, özellikle Ankara sanayisinin sabırsızlıkla beklediği en önemli projelerden biridir. Tarih verilmesi, projenin yürüdüğü, bir yol katedildiği anlamı taşıyorken gündeme tosladık.



Bu projede, Devlet Demiryolları’nın 3 fabrikası görev alacak.  Yüksek Hızlı Tren yapımını TÜLOMSAŞ, Elektirikli ve Dizel Tren setlerini TÜVASAŞ gelişmiş yük vagonlarını ise TÜDEMSAŞ'ın yapacak. İstanbul Teknik Üniversitesi ve ASELSAN’ın da yer alacağı projeye, TÜBİTAK da araştırma-geliştirme desteği sağlayacak. Bunlara ek olarak ülke çapında 400’den fazla firma, bu tren için ya parça üretecek ye da akıl.



Ankara hazır
Ümit verici bir işbirliği görüntüsü değil mi? Bu projede yol alırsak ümitlerimiz artacak, çocuklarımıza bir gelecek hazırlayacağız. Çünkü sadece içinde bulunduğumuz bölgenin bile1 trilyon dolarlık raylı sistem ihtiyacı var.



Ankara’nın sanayicileri, organize sanayi bölgeleri, 'Anadolu Raylı Ulaşım Sistemleri Kümelenmesi'nin(ARUS) de  oluşturulmasıyla bu projeye 3 yıldır talip, gerekli hazırlıklarını yapmış durumda. 2018 yılından önce çok hızlı, şaşırtıcı gelişmeler katetmek mümkün.



Kendimiz üretmediğimiz için, trenlerden geçtik, rayını, traversini, makasını, sinyalini bile dışarıdan almak zorunda kalıyorduk. Hatta Bakan Yıldırım’ın da tecrübe ettiği gibi, bunları, fahiş fiyatlar yanı sıra parasıyla alamadığımız günler oldu. İşte bu kısmı önemli; parasıyla istediğini alamayan duruma düşen ülke, büyük ülkeler masasında, biraz fasulyeden ülke sayılır gibi olur!



Yoğuralım şu treni
Bugün kendi rayını, traversini, makasını, sinyalini, Anadolu Tren setini, raybüsünü üretebiliyorsa Türkiye, yerli trenini de mutlaka yapıp, elalemin eline bakmaktan kurtulmalıdır. Hamur hazır, şu treni yoğurmalı artık.


Ortalık sislendi. Bir sürü değişik nedenleri varmış. Ah bu sisler, bu sisler!.. Ne zaman önümüzü görecek olsak iniveriyor yolumuza, yolumuzdan ediyor. Dünyanın gerisine düştüysek bu sisleri bekleye bekleye düştük. Yerli üretimi destekleyen pek çok proje gibi, bu treni de artık hiçbir sisin yutmasına izin vermemeliyiz.

18 Aralık 2013 Çarşamba

GÖZDE’NİN HAYALLERİNİ YIKTIK


17.12.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Tam 1 yıl önce, yine Aralık ayında, ‘Gözde Akbayır’ın Hayallerini Yıkmayın’ diye duyulmayan bir çığlığa kulak vermiştik. Koca bir yıl sonra, gele gele hayallerinin yıkıldığı haberi geldi. Koca koca kurumlar, koca koca adamlar, koca koca lafların arasında bir ada gibi ortada bıraktık Gözde’yi. Biz de böylece, neye sahip çıkacağını bu kadar şaşırmış bir milletten gelecek bekleyen saflar sınıfına girmiş olduk.

“İmdat” çığlığıydı
1 yıl önce Doğan Haber Ajansı’ndan Adem Yazıcı’nın haberinde tanıştık Gözde Akbayır’la. “Bir kulüp çatısı altında çalışmak, öğrenim hayatıma devam etmek, ileride ne olacağımı bilmek istiyorum” diyordu. Demek değil bir “İmdat” çığlığıydı adeta o sözler.

40 günlükken annesinin terk ettiği, 9 yaşında babası hapse düşen Gözde, babaannesi ve dedesiyle, Altındağ’da bir gecekonduda yaşıyor. Hayatın erken tanıştığı tatsızlıklarına teslim olmamış, çabalamış, kendine bir yol çizmiş. Tekvandoda Türkiye Şampiyonluğu, Kickboks’ta 2 Türkiye ikinciliği 3 Türkiye üçüncülüğü gibi başarılar elde etmiş. 50’den fazla madalyası var.

Sporu da okulu da bırakıyor
Ancak daha 18 yaşında, çizdiği yolda yürümeye, başarısına karşılık bulmaya uğraşmaktan yorduk Gözde’yi. Geçtiğimiz hafta sporu bıraktığını, son sınıfında okuduğu liseden sonra eğitim hayatını da bitireceğini açıkladı. Oysa okulunu da sporunu da başarıyla beraber götürebiliyordu.

Desteksiz buraya kadarmış. Tek dayanağı spor hocası Özcan Ağırdaş’a, “Hocam, benim artık hiçbir sporla uğraşacak gücüm kalmadı. Maddi ve manevi yönden size çok yük oldum. Hakkını helal et. Bu ülkede başarılı ve gelecek vaat eden sporculara sahip çıkılmadığını gördüm. Sporu bırakmak durumunda kalıyorum, beni affet" diye veda etti.

Boş vaadler
Halbuki 1 yıl önce haber çıktığında, Gençlik ve Spor Bakanlığı'ndan aramış, Gözde'ye sahip çıkılacağını, iyi bir kulübe lisanslı sporcu olarak verilerek maaşa bağlanacağını söylemişler. 7 ay geçmiş, ‘tık’ yok. Bol kepçeden sallayan diğer ilgililer de verdiği hiçbir sözü yerine getirmemiş. Bu kısmına neden şaşırmadık acaba!

Gözde Akbayır, tatsızlıklarla başlayan hikayesine “Dur” demek istiyor, bunun için elinden geleni yapıyor ama görüldüğü gibi döngüsünü kırmaya tek başına gücü yetmiyor. Ümit ışığını hep aydınlık tutmak için yardımcı olmamız, elinden tutmamız lazım. Bir milletin sönecek son aydınlığı, o ışıktır çünkü.

Hayallerini yıkmayın, bir daldan hayata tutunmuş, o dalını kırmayın Gözdeler’in” demiştik. Dalını da kırıyor, hayallerini de yıkıyoruz. Gözdeler’in, gözler önünde, hem de gözlerinin içine baka baka.

13 Aralık 2013 Cuma

KENTTEN GİDİŞİM


13.12.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Ülke çapında, tarihi bir ‘kentsel dönüşüm’ dönemi yaşıyoruz. Bazı yerlerde aceleye geliyor, dönüştüğüne dönüşeceğine pişman ediyor başına geleni. Sadece inşaat işi değildir kentsel dönüşüm, toplumsal dokuyu yakından ilgilendiren hassas bir konudur. Doğru yapılmazsa ‘kentten gidişim’e dönüşür.



Türkiye, gecekondu ayıbından kurtulmak, kentin ortasında kalan gecekondu bölgelerini, kente uyumlu hale getirmek zorundaydı. Dönüşüm başladı ama bazıları, binayı yapınca işin bittiğini sanıyor hala.



Azap konutları
Bu dönüşümlerden biri, geçtiğimiz Çarşamba “Azap Konutları” diye Milliyet Ankara Gazetesi’nin manşetindeydi. Kentsel dönüşüm, Mamak’ın Kusunlar Mahallesi'nde, dar gelirli aileler için yapılan TOKİ Konutları’nı, ‘Azap Konutları’na çevirmişti. 

Kusunlar’daki, yanlış dönüşüme iyi bir örnekti.



Bir keresinde Nata Vega Alışveriş Merkezi’ne gittiğimde görmüştüm; orada, ekilmiş tarlaların ötesinde, bir site vardı uzakta. Yol gidecek, elektrik, su, doğalgaz gidecek, otobüs, minibüs gidecek… “Mamak’ın bazı mahallelerine getiremiyorlar oraya, uzağa niye yapılmıştı bu site?” diye konuşmuştuk aramızda. Hala bilmiyoruz nedenini.



Kusunlar’da kötü örnek
Ankara’ya 3 santim kar yağdı, Kusunlar Mahallesi’ndeki TOKİ Konutları, köyden beter oldu.

O kadarcık kar yağınca sitenin içinde yürüyemediğiniz gibi dışarıdan gelen, siteye giremedi bile.

Çocuklar okula, boş bir araziden, kar ve çalılar içinden gidiyor.

İmza toplamışlar saatte bir otobüs gelmeye başlamış. Isınamıyorlar. Doğalgaz bağlanmamış, doğalgaz kazanı deniyor ama kömür yakılıyor.  Büyükşehir Belediyesi’nden kömür istemeye gidiyorlar, “Sizin konutlarınız, projede doğalgazlı görünüyor” deniyor, yardım edilmiyor.

Hasta çocuklar, buzdan yürüyemeyen yaşlılar sitesi olmuş Kusunlar TOKİ Konutları.

Dar gelirli sitesindeki evlere, ısınmak için yaktıkları için ödeyemeyecekleri 200 liralık elektrik faturaları geliyor.

Mahalle'nin sağlık ocağı, açılmayı bekliyor, ambulans yok.

Uzakta, gözden ırak, sesi duyulmaz bir kalabalık.



Nasıl dönüşüm bu?
Bunun neresi gecekondudan daha iyi bir ortam? Neresi dönüşmüş bu kentin? Böyle bir yerde yaşamak ister mi, mahallesine, kentine sahip çıkar mı insan?



İşte buna ‘kentsel dönüşüm’ değil, ‘kentten gidişim’ denir.

Ya da saldım çayıra mevlam kayıra idaresi.



Korktuğumuz
Birincisi; hep altını çizmeye çalıştığımız gibi, kent, sakinleriyle dönüşmelidir, sadece beton bina dikerek değil.

İkincisi; mahalle ve komşuluk dokusunu koruyarak planlanmalıdır bu dönüşüm projeleri.

Üçüncüsü; katiyen kendi ortamından uzaklaştırıldığı gibi sahipsiz de bırakılmamalıdır mahalle sakinleri. O zaman yeni mahallelerini ve komşuluk ilişkilerini, yeniden ve hızla oluşturabilirler çünkü.


Kusunlar Mahallesi’ndeki TOKİ Konutları, kentsel dönüşümdeki korkularımıza örnek oluşturmuş. Korktuğumuz başımıza gelmiş yani!

11 Aralık 2013 Çarşamba

ANKARA’NIN KARLARI


10.12.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Güzellik iksiri yağdı, cazibe hanım oldu yine başkent. Her zaman çok yakışıyor, en şık hallerine büründü yine. Pek alımlı, cilvesi bitmez. Kentin sınırlarından girince başka bir şey olarak yağıyor sanki Ankara’ya. Aslında Ankara’nın, mevsim diye bol karlı kışları ve çiğdemli ilkbaharları olmalı sadece.



Karda Meclis Parkı
Cumartesi akşamı, kar başladıktan belki 3 saat sonra, en yakıştığı yerlerden Meclis Parkı’na yürüyorum. Parka girerken masal sahnesinden bir anın içine giriliyor sanki; karanlığa rağmen tarifi zor bir aydınlık, ferahlık yansıyor bütün parktan.



Çocuklar kartopu oynuyor, yuvarlanıyor.. sevgililer, sevgiliyken buluşacakları en güzel yerde, birbirinin fotoğrafını çekiyor.. parkın içlerinden, hareketli karaltıların neşeli sesleri yükseliyor. 3 saat önceki ruhhalinden eser yok. Kar taneleri değil de melekler yağmış sanki her yana.



Kale’ye ve parklara çok yakışıyor

Kar, en çok Ankara Kalesi’ne, bir de parklarına yakışıyor.

Kiremitleri bile tarih çatıların duman tüttüren bacaları üzerinden başka bir Ankara sarar Kale’nin etrafını. O dumanlardan biri de kestane ızgaraladığınız sobanın bacasıdır. Kale’ye, kestane tedarikli gidiniz; manzaranın müziği kestane çıtırtısı, parfümü, kestane kokusudur.



Çocuklar, karlı parklarıyla ömrü billah sever Ankara’yı.  Meclis, Kuğulu, Botanik, Kurtuluş Parkları’nda, hatta Papazın Bağı’nda, içine düştükleri masaldan kalma sahneyi yaşamları boyunca unutmaları mümkün değil. Bu keyfi hepsi tadabilse keşke. Kafalarına kazınan ‘gri Ankara’yı, daha kolay silerlerdi çünkü.



Süremedim sefasını
 Sen sürdün galiba sefasını?” diyeceksiniz. Süremedim. Her kar yağışında tatsız deneyimler edindiğimiz için bir an önce eve yetişme derdine düştüm. Yerdeki ıslak kar, buza çevirmişti, hiçbir önlem de görünmüyordu ortalıkta. Atatürk Bulvarı, Kızılay böyleyse “Yürü evladım uslu uslu evine” dedim. Meclis Parkı’nın fotoğrafını kafama çektim, hayalini aldım, evin yolunu tuttum.



İyi de etmişim. Dünyanın en büyük buz pisti Ankara, kaza haberleriyle doldurmuştu gece bültenlerini. Yazın reklamından geçilmeyen Esenboğa yolundaki 3 buçuk kilometrelik ısıtmalı yol, buz pistinin dünyaya açılan kapısıydı artık. İddiaya göre ısıtamamışlar yeterince. Kızılay buzlu, o yol açık olsa çok bozulurdum vallahi!



Sorumlu bellidir

Ancak tabii ki kar yağınca kazaların sorumlusu bellidir  Ankara’da; kabak lastik. Yasayla kar lastiği zorlandığı halde kabak lastikli kabak lastik çetesi yollara dökülür. Bulduğu buzda kayar, önüne gelene çarpar. Esenboğa yolunda da “vıj vıj” kayarak bizi rezil ettiler dünya aleme.



Hadi lastiğin kabak, kabak ayakkabı niye giyiyorsun bir de? Kıvrak kıvrak yürüyor, yerlerde yuvarlanıyorsun. Devletin başkentine yakışıyor mu böyle kırıtık, sorumsuz hareketler? Giysene kar ayakkabını.



Bu sorumsuzlar yüzünden bir kar güzellemesi yazılamıyor  Ankara’da. Duygusal, içli satırlar, hep bir sonraki sefere erteleniyor. Coşkular yarım kalıyor. Çünkü kabaklık, başının belası bu kentin!



Ankara’nın karları, karlı buzlu yolları…
Bir şey yağmasa ne biçim yönetilir aslında Ankara!

7 Aralık 2013 Cumartesi

TURİZMLE SINAVIMIZ


06.12.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Üniversite sınavı gibi, kaderimizi değiştirecek bir sınav var önümüzde. Ankara’nın geleceğini biçimlendirecek bir sınav. Kendi geleceğine yön verecek bilince sahip başkent, bu sınavı da geçmek zorunda. Ancak akıllı ama tembel talebe örneği, başarının reçetesini biliyor, ders çalışmıyor bizimki.



Çokluk içinde yokluk
Çokluk içinde yokluk yaşıyoruz” demişti, ‘Roma Döneminde Ankyra’ kitabının yazarlarından arkeolog Prof.Dr. Kutalmış Görkay. Arkadaşımız Başak Ateş’in Ankara turizmini ele alan yazı dizisinde, “Ankara’nın merkezi turistlerin gezebileceği dev bir antik açık hava müzesi olurdu” diye de eklemişti. Biz, dev antik kentin üzerine hala büyük mağazalar, şarküteriler yapmakla meşgulüz, gezmek isteyen başka kente!



Ankara Turizmin Başkenti Olur Mu?’ başlıklı yazı dizisine konuşan turizmci, esnaf, akademisyen olsun, gördük ki Ankara’daki turizmin eksiklerini saptamakta bir sorun yok. Hastalığın teşhisi yapılmış. Yapılmış ama herkes tedavinin ayağına gelmesini bekliyor, onu da gördük. “En güzel tarif edilmiş şikayetler” de diyebiliriz bu teşhislere. Sorunu çözmeye yönelik tavır ya da atılmış adımlar çok cılız. Hem cılız hem gelişigüzel.


Sıralama şaşması
Perşembe günkü gazetemizin manşeti “10 Milyon Turist”di. Büyükşehir Belediyesi’nin Atatürk Orman Çiftliği arazisine yaptığı kendi tarifiyle Disneyland, Ankara’ya 10 milyon turist getirecekmiş. Büyük atılım. Yalnız turizmle ilgili hangi resmi kurum ya da sivil toplum örgütlerinin ortak kararı ve açıklamasıdır bu proje, bilmiyoruz. Ondan önce eski Ankara’ya, kongre ve fuar merkezine el atılmasını bekliyorduk oysa.



20-25 milyon(trilyon) lira, eski Ankara’nın ortaya çıkması için yetmişti. Disneyland’a ise harcananın dışında 700 milyon lira ek ödenek istendi. “Gelişigüzel” dediğim böyle bir şey işte; öncelikler sırası şaşabiliyor. Turizmcilerin bir çatı dernek ya da odaları olmasındaki ısrarım, doğru sıralamalar ile doğru yatırımların, doğru zamanda yapılması içindir. Bu tür şaşmalara karşın önlem olması için. Turizmi ve ihtiyaçlarını, onlardan daha iyi bilemeyeceğimize göre…



Kim ateşleyecek peki bu fişeği? Kim turizmcileri bir araya toparlayacak? Tekrar yazı dizimize dönelim.



Eşgüdüm yok
Dizi boyunca konuşan herkes, Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’in turizm tecrübesi ve Ankara için çabalarını anmadan geçememiş. Hamamönü, Hacı Bayram ve Kale’deki tadilat ve düzenleme çalışmaları, eski Ankara’nın ortaya çıkması için ödenekleri Valilik vermişti. Kongre ve fuar merkezi, yurtiçi ve yurt dışı merkezlere doğrudan uçuşlar için girişimlerde bulunmuştu. Ancak ne çalışmalar istenen hızda gidiyor-özellikle Kale’de- ne de turizmciler ve yerel yönetimler, Vali Yüksel’le bir düzen içinde eşgüdümlü çalışmalar yapıyor.



Kim ateşleyecek?
Örneğin; yazı dizimizin konuklarından İl Kültür ve Turizm Müdürü’nün ağzından bal damlamasını beklerken rakamlara boğulan söyleşisinde, onun da en az bizim kadar bazı gelişmelere seyirci kaldığını gördük. Varolan durumu saptama ve temennilerden fazlasını bekliyorduk çünkü. Herkes saptıyor nasılsa. Ankara turizmi ve turizmcilerini toparlayacak projeleri sıralamasını bekliyorduk.



Örneğin; Atatürk Kültür Merkezi yerine yapılması düşünülen Medeniyetler Müzesi’nin akıbetini, İl Kültür ve Turizm Müdürü Doğan Acar da bizim gibi, bilmiyordu. 3 buçuk yıldır konuşuyoruz, bir turizm çalıştayı yapılmadan sağlık turizmi çalıştayını müjdelemiş bize. “Hizmet olan yerde şikayet de vardır” demiş ama Ankara’da turizm yok, turist gelmiyor. Başkente gelenlerin, otellerde ortalama konaklama süresi 1 buçuk gün. Hatta 1.3 gün. O zaman hizmet varsa hizmeti beğenmediği için mi az kalıyor misafirlerimiz? Kim ateşleyecek  turizmcileri?


Ankara turizmini, soruları belli bir sınav bekliyor. Sadece kaderini değiştirmek için bu sınava katılması gerekiyor. Eli boş değil, çalışarak tabii.

3 Aralık 2013 Salı

KAYNAKSIZ PROJELER UYARISI


03.12.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Yerel seçimler için adaylar, aday adayları bir bir açıklanmaya başladı. Isınma turu kıvamında demeçlerle basın da seçim antrenmanlarına başladı yavaş yavaş. Ancak bütün adaylar açıklanmadığı için meydan soğuk henüz. Belli olan rakipler bile tedbirli, ağırdan alıyor, merdivenlerinden tek tek iniyor meydanın.



Meydan ısınmayınca rekabetin, siyasetin tadı olmuyor ama meydan ısınmadan söylenmesi gereken şeyler var, onları da gürültüye gitmeden zamanında söylemek gerek. Bunlardan biri de seçim heyecanına kapılıp, kaynağı olmayan projelere kalkışmak. Aday kazansa da kaybetse de maliyeti sonunda biz ödüyoruz çünkü.



Forumda uyarı

27 Kasım’da AK Parti Ankara İl Başkanlığı, ‘Marka Şehirler için Kent Ekonomileri Forumu’ düzenledi. Forumda, marka şehir olabilmenin koşulları konuşuldu, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, hedeflerini, projelerini anlattığı bir de sunum yaptı. Ancak foruma katılan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın sözleri, forumla ilgili haberler içinde sanki biraz geri planda kaldı.



Ali Babacan’ın, uyarı niteliğindeki sözlerine bakalım önce:

Projelerin kaynak boyutu çok önemli. Sizden özel ricam, projeler yapılacak ama hangi kaynakla? Harcama değil kaynak üretme projeleri gündeme gelsin. Bizim ekonomimiz, vergi gelirleri ile ayakta. Yapılacak her bir harcama, vatandaşın vergisi.

Yerel yönetimler, harcama yaparken hesap kitaplarına dikkat etsin. Yapılacak projelerin, sonuç getirici olması önemli. Aksi halde projeler finansal olarak sürdürülemez.



Alışık değiliz

Kentlerin hızlı büyümesiyle çevresel tahribata uğradığına da değinen Babacan, su kaynakları ve ormanları koruyacak projelere dikkat çekerek sözlerini bitirmiş. Hiç seçime yaklaşan hükümet yetkililerinden duymaya alışık olmadığımız uyarılar bunlar. Ayrıca Ankara’nın tüm ilçelerini yeni dolaşmış biri olarak altını çizdiğim bir konuya da işaret ediyor.



Yeni bir belediyecilik ve belediye başkan modeli gelişiyor Türkiye’de. Bunun Ankara bölgesindeki örneklerini, tüm ilçelerini kapsayan yazı dizimizde ele almıştık. Uçuk projeler, makyaj işlerden çok ayakları yere basan, seçim kaybetme pahasına önce altyapıyı gözeten çalışmalar yapıyor yeni model başkanlar. Altyapı bittikten sonra projelerini, ilçelerinin kabiliyetine göre bir sıraya koyuyorlar.



Bu projelerden bazılarına güçleri yetiyor, bazılarına yetmiyor. Yetmeyenlere kaynak arıyor, olmayacak dualara  “Amin” demiyorlar. Gözü karartıp, her şeyi birden yapmaya çalışmıyor, projelerini, yorganlarına göre planlıyorlar.



30 Mart 2014 sınavı
Bu bilinç yerleştiğinde yani sonu olmayan işler için parayı toprağa gömmekten vazgeçtiğimizde hem Ankara’nın hem ülkenin nasıl fırlayıp gideceğini konuştuk hep. Seçime giderken iktidar partisinin Bakanı Ali Babacan, bu yolda devam edilmesi gerektiğine işaret ediyorsa eğer, 30 Mart 2014 seçimleri, bu sınavdan geçmek için iyi bir fırsat olur herkese.


Benle de benden sonra da tufan yöneticiliği’, bu yerel seçimlerde azalarak kaybolur inşallah. Kaynakları har vurup harman savuranlardan da “Hesap bilmiyorsan niye oturdun o koltuğa” diye hesap sorulur. Bu içimizi çürüten döngüye, bir  “Dur artık” denir.

30 Kasım 2013 Cumartesi

İŞE RAĞMEN İŞSİZLİK


29.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Zor bulursunuz böyle ülkeyi; olan işe çalışacak adam bulamıyoruz. Sanayi şikayetçi, ticaret şikayetçi, işsiz şikayetçi. Nasıl iş bu, anlayamadık gitti.


Ortada, üretebilirken üretilemeyen, iş varken çalışılmayan koca bir boşluk var. Herkesin gözlerinin önündeki bu boşluk, takviye edilemedi, sinir uçları birbirine bağlanamadı bir türlü. Bağlananların bazıları da bir plan ve düzen içinde yürümediğimizi gösteriyor. Binlerce iş ve işsiz, o boşlukta duruyor, sadece şikayet üretiyor boşluk.



Bir ortak şikayet

Çok değişik iş çevrelerinden dinlediğim ortak bir şikayeti paylaşmak istiyorum. Daha doğrusu “Ortak bir şikayette  toparlamaya çalıştım hepsini” desem daha doğru.

Örneğin teklif edilen maaş 2 bin-2 bin 500 lira civarında.



Çalışacak kişi, usta olmasa da işinde iyi. Firmanın o elemana çok ihtiyacı var. Birkaç kez talep ediyor ancak kabul ettiremiyorlar, çalışmayı reddediyor. “Niye?” dediklerinde arkasından toplumsal bir yaraya dönüşmeye başlayan yardımlar çıkıyor. Nasıl mı?



Bir şeyler yanlış
Eleman, yardım alarak barınacak bir yer buluyor ya da komşular, ailenin kirasını aralarında topluyor. Günlük ihtiyaçlarını, belediye, valilik ya da kaymakamlık gibi resmi kurumların yardımlarından karşılıyor. Üstüne de “Rahatım yerinde, niye çalışayım?” diye firmayı reddediyor. Kolunda altın bileziği olan, eli iş tutan birilerinden bahsediyoruz.



Benzer şikayetleri, birbirinden habersiz, değişik iş çevrelerinden, buna küçük esnaf da dahil, dinlediğim için anlatma gereği duydum. Çalışmaktan kaçanların çoğunun genç insanlar olması, daha da ürkütücü tabii. Yanlış bir şeyler yaptığımız kesin.



Planda 4 eksen

Çarşamba günü Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Ankara Sanayi Odası’nın(ASO) Kasım ayı Meclis Toplantısı'na katıldı. Burada, çeşitli kesimlerden 10 binden fazla kişinin görüşleri sonucu  hazırlanan Kalkınma Planı'nı anlattı.



Plan için 4 eksen belirlenmiş:

1- Nitelikli insan, güçlü toplum

2- Yenilikçi üretim, istikrarlı yüksek büyüme

3- Yaşanabilir mekanlar (doğru şehirleşme de diyebiliriz)

4- Uluslararası işbirliği



Birinci maddeye dikkat; “Nitelikli insan, güçlü toplum.” Bir de bizim sözünü ettiğimiz boşluğa ve yarattığımız çalışma algısına bakın. Daha birinci maddenin gereğini yerine getirmeden gerisini nasıl getireceğiz? Ülke çapında bir planlama yapmadan, ihtiyacı gözetmeksizin gelişigüzel yetiştirdiğimiz gençlerle nasıl olacak bu iş?



Ekmek elden su gölden nesli

Meslek okullarını ihmal ederek, üniversite sanayi işbirliğinde ve teknokentlerde ağırdan alarak, hayati teknolojik yatırımları bazen siyasete kurban ederek, getirisi yüksek ürünleri nasıl üreteceğiz? Bakan Yılmaz, “Sanayinin katma değerini artırmak istiyorsak karşılığı da yüksek olan ürünler üretmek durumundayız” demiş aynı toplantıda. Geçtik niteliksiz işgücünden, niteliklisine bile yardımlara yaslanma alışkanlığı veriyorsak kim yapacak bu işleri?



Binbirinci kez söyleyelim; sadece Ankara sanayisinin eleman ihtiyacı 35 bin kişi. 34 bin 500’e düşse sevineceğiz. Bu boşluğu nasıl dolduracağız, ekmek elden su gölden nesliyle?



Bunları çözmeden plan işlemez

İhtiyacı olan insanlara her zaman devletin elini uzatmasından yanayım. Ama gerçekten zor durumdaki, hayatın sillesini çok sert yiyen insanlara elini uzatmalı. Oy için ihtiyacı olana olmayana yardım ederseniz, ekilmeyen tarlaya dönüm başı para verirseniz, meslek kurslarını hedefe yönelik, doğrudan işe girmek üzere hazırlamazsanız, en önemlisi ister meslek okulu ister üniversite olsun üretimle buluşturamaz, gençleri dershane ve okul sıralarındayken telef ederseniz bizim plan işlemez.


Plandaki birinci madde gerçekleşmezse diğer maddelerin gerçekleşmesi mümkün olabilir mi?

27 Kasım 2013 Çarşamba

ÖNCELİKLER SIRASI


26.11.2013 Milliyet-Ankara Gazetesi



Düşüncelerini açıklamaya üşeniyorlar. Düşünce olmayınca ‘sözbirliği’ni boşuna bekliyoruz. Kim filin neresinden tutuyorsa oradan anlamaya çalışıyor konuyu. Resmin bütününe bakmadan ya da haritanın bütün sayfalarını açmadan yön çizmeye çalışıyoruz. Nereden gidersek hedeflere hızlı ulaşır, akılcı ve kalıcı işler yaparız, ortak bir görüş oluşturamıyoruz bu nedenle.



Ankara’nın önderleri, ‘ortak akıl’a hala isteksiz. Kendi seslerini seviyor, hep kendilerini dinliyorlar. Hele bazıları, Ankara’nın gerisinden geliyor, geriden geldiğinden habersiz bir de görüş bildiriyor. Beklemekten bıkmış Ankara’da, onları beklemeye tahammül kaldı mı, Ankaralılar’a sormak lazım?



Kente karşı sorumluluk duyulmalı

Bir başkentte, devletin merkezinde, bunu söylemek ayıp ama Ankara’nın, yeni ufuklara açılması gerektiğini söylemek zorunda kalabiliyorsunuz. Bu ufukların ne yönde, hangileri olduğunu da yine defalarca söylemek zorunda kalabiliyorsunuz. Ya karşılık alamıyor ya da filin tutulan yerinden anlaşılanı dinliyorsunuz. Ankara Valisi Alaaddin Yüksel, söylediğini defalarca söylemek zorunda kalanlardan. Haritanın bütün sayfalarını açmışken görüşlerine, sorumluluk duyarak görüşlerimle katılmak istiyorum.



Vali’nin sıralaması

Vali Yüksel, geçtiğimiz hafta, Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Salih Bezci'yi ziyaret etti. Ankara’nın ‘Marka Şehir’ olmasını konuştular. Yüksel, bu buluşmada, Ankara için 6 ayrı stratejik başlık önerdi:

- EXPO birinci başlık olsun, başlığımızı Çocuk ve EXPO olarak belirleyelim.

- İkinci başlık; Fuar ve Kongre Merkezi

- Üçüncü başlık; tarım ve tarımın çeşitlenmesi

- Dördüncü başlık; spor tabanlı olimpiyatlara ev sahipliği yapmak

- Beşinci başlık; Alışveriş Festivali

- Altıncı başlık; Bilişim

Yüksel, "Altı hedefimiz olsun 2023’e kadar ağaçkakan gibi bu stratejik hedeflerimizi gündemde tutalım" diye de ekledi.



Bir sıralama önerisi

Kendimce şöyle değiştiriyorum sıralamayı:



1-Bilişim: Sanayi, üniversiteler ve meslek okullarıyla acil ilişkilendirilmiş olarak gündemin ilk maddesi olmalı. Daha yüksek teknolojili yatırımları, böylelikle Ankara’ya çekebiliriz. Türkiye’de, en kolay marka olacağı alan Ankara’nın. 

2- Tarım ve tarımın çeşitlenmesi: Hayvancılığı da katarak kullanılamayan yüz binlerce hektar tarım ve mera alanı, göletler ve sulama kanallarıyla kent ekonomisine kazandırılmalı.
3- Fuar ve Kongre Merkezi; özellikle Kale’nin, Hacı Bayram, Hamamönü ve çevre ilçelerin de tarihi ve doğal güzellikleri ıslah edilmeden yavan kalacaktır. Toplantıdan, fuardan  çıkınca gidecek cazibe merkezlerimiz hazır olmalı.

4- Alışveriş Şenliği, büyük alışveriş merkezlerinin etki alanında kalmamalı. Her zaman olabilir, yapılabilir, Ankara’nın da ihtiyacı olan bir etkinliktir. Pantolonu, paltoyu alıp, gitmesin alışverişçiler. İstanbul‘da, Ortaköy’e nasıl çay içmeye iniyorsa Kale’ye, Çiftliğe, Kuğulu’ya da uğrasınlar.



Deneyim edinmeliyiz

EXPO ve Olimpiyatları, geriye atıyorum. Turizm’de, fuar ve kongre turizminde, biraz deneyim edinmemiz lazım. Kentin kurumları ve yöneticileri, birkaç büyük organizasyonu uygulamalı önce. Bu arada 23 Nisan Çocuk Bayramı törenlerini, yeniden evine taşımalılar. Göstermelik işlerle yasak savma etkinlikleriyle oyalanmadığımızdan emin olalım. Sonra yüzümüze gözümüze bulaştırırız maazallah.


Hepsini, altyapı sorunları tamamlanmış, metrolarla donatılmış bir Ankara için düşünüyorum tabii. Bu öncelikler sıralamasındaki değerlendirmelere, kurumlar ve ileri gelenlerin de ufuk açan düşünceleriyle katılmalarını bekliyoruz.